8 - "Sen benimsin."

6.4K 499 893
                                    

sam tinnesz, play with fire

"i love to watch the castles burn
these golden ashes turn to dirt
i've always liked to play with fire"

-

Haftasonu bir türlü geçmek bilmiyordu. Bugün haftasonunun son günüydü ve ben, pazartesi gününün bir an önce gelmesini daha önce hiç böyle istememiştim. Elbetteki bunun tek sebebi Hwang Hyunjin'den başkası değildi. Gerçi her şeyin sebebi oydu...

Kapı akşamüstüne doğru çaldığında ağlamaklı bir ses çıkartmıştım. Daegu'dan bir gün önce dönen ev arkadaşım, odamın karşısındaki odasından çıktı. Aslında kapım kapalıydı ama kapı açma sesinden odasından çıktığını anlamıştım. "Ben bakıyorum Jeongin." diye bağırdığında ben de ona "Tamam Beomgyu." diye bağırmış ve onu onaylamıştım.

Önümdeki telefonun ekranını kapatıp telefonumu yanıma bıraktım ve yana dönük bir şekilde uzandığım yatağımda sırt üstü uzanmaya başladım. Tavanı izlemeye başladığım sırada derin bir iç geçirmiştim ki kapım iki kez çalınıp aralandı. Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında yatağımda oturur pozisyona gelmiş ve bağdaş kurarak içeriye elinde büyük bordo kadife bir kutuyla duran Beomgyu'ya bakmıştım. "Elindeki ne?"

Bu kutu oldukça tanıdıktı.

Bir dakika, bu kutu dün Hyunjin'in bana verdiğiyle aynı ama daha büyüktü. Gözlerim kocaman açıldığında Beomgyu umursamaz bir edayla elinde tuttuğu kutuya baktı. "Bu kutu sana gelmiş, kargocudan aldım şimdi." dediğinde yutkunmuş ve hızla yatağımdan fırlayıp elindeki kutuyu elime almıştım. Bu aceleci tavırlarımı gören Beomgyu şaşırmış ve kaşlarını çatmıştı.

"Kimden geldiğini söylemediler değil mi?" dedim merakla. "Hayır, söylemedikleri için sen biliyorsundur diye düşündüm ben de." dediğinde kocaman gülümsemeye çalışmış ve kutuyu yatağımın üzerine bırakmıştım. "Biliyorum, çok iyi biliyorum." diye mırıldandığımda "Ha?" demişti Beomgyu, ne dediğimi anlamadığı için.

"Yok bir şey, görüşürüz sonra." dedim ve dudaklarımı birbirine bastırıp elimi hafifçe kaldırdım. "Görüşürüz." dedi ve çıkarken kapımı kapattı.

Kutuya doğru döndüm ve derin bir iç geçirdim. "Aman tanrım.. Nasıl bunu evime yollayabildi?" dedim kendi kendime ve yatağımın üzerine tekrar bağdaş kurarak oturdum, büyük kutuyu da önüme çektim. Derin derin bir-iki kez daha nefes aldım çünkü ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum. En sonunda büyük bir istekle kutuyu açmak için elimi kutuya götürdüm. Yavaşça siyah kurdelesini çözdüm ve kapağını kaldırıp kenarıya bıraktım.

"Bunlar da ne sikim böyle.." diye mırıldandım kutudaki şeylerden birini elime alıp incelemeye başladığım sırada.

Elime aldığım ilk küçük kutunun içinde, oldukça pahalı duran bir saatti. Gerçek gümüş olan kısımları vardı ve genel anlamda siyah, şık bir saatti. Kutunun içinde ve üst kısmında "Bir dahaki buluşmalarımıza geç kalmazsın artık diye düşünüyorum :)" yazılı bir not vardı. Alaycı bir gülüş çıktı dudaklarım arasından. "Piç.."

Kutuyu kapatıp bir kenarıya bıraktım ve kutudaki diğer şeylere bakmaya başladım. Diğer elime aldığım şey ise yine tek bir bakışınızda "ben pahalıyım" diye bağıran, koyu kırmızı saten bir gömlek vardı. Daha etiketi bile üzerinde duruyordu ve etiket üzerinde gördüğüm rakam gözlerimi kocaman açmama sebep olmuştu. "Vay anasını.. Buna bu parayı mı vermiş cidden?" Gerçekten para yanlış insanların elindeydi ama bu gömlek oldukça güzeldi. Sanırım her gün giyecektim...

hotter than hell 'hyuninDär berättelser lever. Upptäck nu