alice in wonderland

Start from the beginning
                                    

"Benim yerime Su Ah hocaya hasta olduğumu söyler misin?" diye sordum, benden çektiği bakışlarını, söylediklerimi duyduktan sonra tekrar bana çevirdi. Sinirli görünüyordu.

"Şaka mı yapıyorsun Lisa?" dedi sinirle ve oturduğu yerden hızla kalktı. "Yukarıda dönerken bayılıyorsun, sonra uyanıyorsun, iyi misin diye soruyorum ve iyiyim diyorsun; yüzünden ne kadar kötü olduğun anlaşılırken hem de. Daha sonra da Su Ah hocaya hasta olduğunu söylememi istiyorsun. Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

"Jungkook ben iyiyim."

"Evet, evet. Benimle dalga geçiyorsun. Seni anlamamı istemiyorsun."

Beni dinlemiyordu daha çok kendi kendine konuşuyordu, bana bakıyordu ama beni görmüyor gibiydi.

"Jungkook," dedim tekrardan. "Ben iyiyim, dinlenirsem geçer."

Ve geçmeyeceğini ikimizde biliyorduk, sadece ben rol yapmayı çok severdim.

Onun endişeli yüzüne son kez bakıp odadan çıktım ve asansöre doğru hızla yürüdüm. Arkamdan gelmesini istemiyordum, bana sorular sormasını istemiyordum, benim için endişelenmesini istemiyordum.

Gelen asansöre bindim ve zemin kata basıp bedenimi cama yasladım, onunla yaşadığımız şeyler aklıma geldikçe kalbim sıkışıyordu. Her şey geride kalmıştı ama bıraktığı his hala benimleydi. Gözlerim dolduğunda tavana bakıp sakinleşmeye çalıştım ama gözümde canlanan anılarımız buna engel oluyordu, en son onu bırakıp gittiğimde suratındaki ifadeyi çok net hatırlıyordum. Tıpkı bugün baktığı gibi bakmıştı bana, endişeli ve kafası karışık.

Ona yine aynı şeyi yapıyordum, onu üzüyor, parçalara ayırıyor daha sonra öylece bırakıp gidiyordum. Bencildim, üç yıl önce de, şimdi de..

Asansörün kapıları açıldığında dışarı çıktım ve hızla yürümeye başladım. Nereye gideceğimi bilmiyordum, sadece yürürsem ve buradan uzaklaşırsam geçerdi, biliyordum. Ara sokaklara girip, daha önce görmediğim, adını bile bilmediğim yerlere gelene kadar yürüdüm. Bugün yaşadıklarımı düşündükçe başıma ağrılar giriyordu, her kötü anımda onun da olmasından nefret ediyordum. Onu zaten bir kez kırmıştım ve uslanmaz bir şekilde kırmaya devam ediyordum. Daha fazlasını şahit olmasına gerek yoktu.

Telefonum çalmaya başladığında omzuma astığım çantamdan çıkarıp arayan kişiye baktım. Arayan kişi annemdi.

Her şeyi öğrenmiş olmalıydı ve şimdi de sadece azarlamak için arıyordu, kötü olup olmamam umurunda değildi. Telefonu meşgule attım ve tam çantama atacakken tekrar çalmaya başladı, sıkkın bir nefes alıp aramayı tekrar meşgule aldım ve telefonu komple kapatıp dümdüz yürümeye devam ettim. Nereye gittiğimi bilmiyordum ama nereye gitmem gerektiğini biliyordum bu yüzden adımlarımı hızlandırıp ilk sokaktan sağa döndüm.

Sonunda onun evine geldiğimde zile bastım ve açana kadar derin derin nefesler aldım, o beni tanırdı; ne kadar berbat bir halde olduğumu tek bir bakışımdan anlardı, bu yüzden olabildiğince iyi görünmeliydim.

Nam Kyu, kapıyı yarı uykulu gözlerle açtığında içimden kendime küfür ettim. Saatin erken olduğunu unutmuştum.

Çatık olan kaşları beni görünce indi ve gülümsedi.

"Lisa?" dedi uykulu sesiyle. "Bu saatte ne işin var burada?" Sustu ve bana iyice bakıp devam etti: "İyi misin?"

Aptal Lisa, söyle bakalım iyi misin yoksa ona da mı rol keseceksin, herkese yaptığın gibi.

"Nam Kyu.." dedim ama devam edemedim. Nam Kyu kapının önünden çıktı ve bana doğru eğilip sarıldı, onun hafif okyanus kokusu burnuma geldiğinde göz yaşlarım kendiliğinden akmaya başladı. Bana sımsıkı sarıldı ve öylece durdu. Göz yaşlarım akmaya devam ederken daha fazla onu rahatsız etmemek için geri çekildim. Nam Kyu eliyle içeri girmemi işaret ettiğinde girdim ve salona doğru ilerledim, daha sonra içeriye elindeki bir bardak suyla geldi ve bardağı elime verip karşımdaki koltuğa oturdu.

reward me with death ❧liskookWhere stories live. Discover now