Yuan, babasının ciddiliğine karşı utanmış ama belli etmeden ayrılıp ona bakmıştı. ''Kaçırdığım dersler olduysa, telafi edeceğim. Şimdi gece avına kadar biraz dinlenmek için odama gidebilir miyim?'' diye konuyu hızlıca değiştirmişti.

Wangji, başını hafifçe sallamıştı. ''Gidebilirsin. Saati geçirmeden gelmeyi unutma.'' diyerek onun yanından ayrılmıştı. Gece avı hazırlıklarını kontrol etmesi gerekiyordu.

Yuan, babasına gülümsemiş ve odasına ilerlemişti. Gece avına kadar dinlenmek yerine meditasyon yapmıştı. Tam saatinde orada bulunmuş ve babasıyla beraber her zaman olduğu gibi avın yıldızları olmuşlardı.

Ertesi gün Yuan, her zamanki gibi Lan sektinin rutinine devam etmişti. O günün akşamında ise Jin sektinin bir hanesi daha yıkılmıştı.

1 hafta sonra

Yuan, mezar tepesinde ilerlerken onu gören bütün hayaletler, cesetler selam veriyordu. Hiçbir şeye bakmadan yüzünde ki ifadesizliği ile eskimiş kulübenin önünde onu bekleyen Xin nine ile Hong ve Tong'un yanına gelmiş, küçük bir selam vermişti.

Xin nine, ona gülümseyip elini yanağına koyup kendince kısa bir kontrol yapmıştı. ''A-Yuan hoş geldin, her şey hazır. Bunu yapmayı gerçekten istiyor musun?'' diye sormuştu.

Yuan ona ifadesiz bir şekilde bakıp tek kaşını kaldırmıştı. ''Bana, canımı geri getirmek isteyip istemediğimi cidden soruyor musun?'' diye sesinde hafif bir kırgınlık ile konuştu.

İki yılını buna adamıştı. Sadece onun için bütün uğraşlarını vermişti. Buraya geldiği ilk hafta Xin nine ona bir yol olduğunu, sadece sıkı bir şekilde karanlık tarafını kullanmayı öğrenmesi gerektiğini söylemişti. Ve Yuan artık iki yıldır verdiği uğraşların sonucunu görmek istiyordu.

Xin nine, karşısında ki genç çocuğa anlayışlı gözlerle bakmıştı. Bebekliğinde baktığı bu çocuğun, çektiği acıların sebebi belki de biraz onların suçuydu. Nazikçe gülümseyip, Hong'a işaret vermişti.

Yuan eline bırakılan flüt ve kağıt parçasıyla, içine yerleşmek için hazırlanan umut parçasını geri itmişti. Umutlu olmak istemiyordu. Yıllarca annesinin dönmesini ummuştu ve bunun sayesinde bu dünyada umut etmenin hiçbir işe yaramadığını en acı şekilde anlamıştı.

Xin nine, çocuğun gözlerinden bir anlık geçen umut parıltısını görmüştü. Uzanıp başına elini koymuştu. Hiç sahip olamadığı torunu olarak gördüğü çocuğa, sevgisini hissettirmek için uğraşıyordu. ''A-Yuan, yıllardır babanın çağrısına kulak vermeyen annenin ruhu kaybolmuş olmalı. Onu geri getirmek çok zor olacaktır. Bu yüzden.. Eğer sonuç alamazsan kendini üzmemeye çalışmalısın.'' diye endişesini dile getirmişti.

Yuan ona bakmış ve yavaşça başını sallamıştı. '' Biliyorum, dikkatli olacağım.'' demiş ve onlara son bir selam verip, içinde engellediği halde yeşeren umut ile siyahlığa dönüşüp Gusu'ya hızlıca ilerlemeye başlamıştı.

Gece vakti olduğu için, onu kimsenin fark etmeyeceğini biliyordu. Zaten yıllardır usta olduğu gizlenme özelliği sayesinde en güçlü insanlar bile onu fark etmiyordu. Bu sayede bir çok haneye korku salmıştı. Şimdi ise korku salmaya gitmiyordu. Annesini, özlem duyduğu tek kişiyi geri getirmeye gidiyordu. Bunu başaracağına inancı tamdı.

Mağaraya geldiği zaman yavaşça önüne inmişti. Siyahlık kaybolurken derin bir nefes almıştı. Üstünü kontrol ettikten sonra mağaranın girişinin açılması için çalınan şarkıyı en güzel şekilde çalmış ve yavaşça içeriye girmişti. Dikkatli bir şekilde mağaranın derinliklerine ilerlerken, adımları o kadar hafifti ki, ses çıkarmamak için uğraşıyordu. Sanki içeride uyuyan birisi varmış da uyanırsa ona kızacakmış gibi sessiz ve korkulu adımları vardı.

海誓山盟 - 𝓦𝓪𝓷𝓰𝔁𝓲𝓪𝓷 Where stories live. Discover now