8. Bölüm

2.2K 204 211
                                    


Jin sekti ve ona bağlı küçük, büyük bütün haneler son zamanlarda büyük bir çıkmazın içindeydiler. Neredeyse yarısı yok olan haneler, bugün sıra kimde olacak diye düşünmekten düzgünce uyuyamıyorlardı bile, neredeyse ölümüne korkmaya başlamışlardı.

Onların bu korkusu, ay ışığının aydınlattığı sokağa inen siyahlık yüzündendi. Bulduğu bütün hanelere saldırıyor, geriye yaşayan bir insan bile bulunamıyordu. Buldukları cesetlerin ise bütün kanları çekilmiş, gözleri korkuyla açılmış bir şekilde oluyordu.

Siyahlık hafif bir mırıldanma ile, rahat bir şekilde ilerliyordu. Geldiği kapıya karşı bir tekme savurmuş, gürültüyle açılmasını sağlamıştı. Onu karşılayan askerlere karşı sadece alayla gülmüş, kısa bir ıslık çalmıştı. Önünde olan askerler, nefes alamamaya başlamış kanlarının çekildiğini en acı verici şekilde hissetmişlerdi. Onların bu kadar kolay ölmesi siyahlığın sıkılmış bir şekilde iç çekmesine neden olmuştu.

Sesleri duyan hane halkı tek tek dışarı çıkmışlar, herkesin kaderi bir önceki gibi olmuştu. Siyahlık hane başının odasına doğru ilerliyor, önüne geçenleri neredeyse bir böcek gibi eziyordu. Odanın kapısını da bir tekmeyle açıp içeriye girecekken, ona yollanan ok ile cıklamış eliyle tuttuğu oku aynı şekilde geri göndermişti. Okun saplandığı hane başı, zaten korkuyla titrerken bir de yediği darbe ile dizlerinin üstüne düşmüştü.

Siyahlık ona yaklaşmış, eliyle başını tutarak yukarı kaldırmıştı. Bu sırada ise yüzünü kaplayan siyah dumanlar yavaşça çekilmiş, kan kırmızısı gözleri ortaya sermişti. Alaylı bir gülüş yapan siyahlık, ''Şimdi böyle korkuyla titreyen sen, zamanında küçük bir çocuğun tek dayanağını elinden alan da sen.."
Dudaklarını birbirine bastırıp başını eğdi.
"Haha bu hallerini beğendim.'' Hançerini çıkardığı gibi adamın kalbine saplamıştı. Yüzüne fışkıran kanı elinin tersiyle silmiş ve doğrulmuştu. Hanenin penceresinden görünmeye başlayan güneş ışıkları, gitme zamanının geldiğini söylüyordu. Üstünü düzelttikten sonra tekrar dumanla kaplanmış, ara sokaklardan giderek gözden kaybolmuştu.

Lan sektinin kalkma saati gelmiş, Yuan Jingshi'nin yanına sonradan eklenen odasında hazırlanıyordu. Sekt üniformasını giymiş, alın bandını takmış ve dayısının verdiği Jiang sektinin gümüş zilini takmıştı. Annesinden kalan kırmızı kurdele ile de saçlarını toplayıp ve son kez aynada kendini kontrol etmişti. Hazır olduğundan emin olunca, odasından çıkıp yan tarafta olan babasının odasına ilerlemiş, kapıyı çalmıştı. ''Baba, Guqinimi almaya geldim.'' diye içeriye seslendi.

Babasının kapıyı açmasıyla yüzüne bir gülümseme yerleştirmiş, ''Günaydın Hanguang-Jun! oğlunuz buraya bir ümitle geldi amaa-'' onun kızarmış gözlerine bakıp devam etmişti. ''Uykusuz gözlerinizden düzeltmediğinizi mi anlamalı?'' diye şakayla karışık söyledi. Bir gün önce, telleri kopmuş bir şekilde bulduğu Guqinini düzetmesi için babasına vermişti.

Lan Wangji, on altı yaşına girmiş ama hala çocuksu davranışları olan oğluna gülümsedi. Geceleri ruh çağırma müziğini çalmaktan vazgeçemiyordu. Ona ulaşamadığı her gece ise bir öncekinden daha da perişan oluyordu. Eğer oğlu olmasaydı bu kadar yıl dayanabileceğini sanmıyordu. Ona bakıp konuştu. ''İçeride masamın üzerinde, bir dahaki sefere dikkatli ol.'' demişti.

Yuan gülüp babasının yanağını öpmüş ve içeriye girmişti. Lan sekti ne kadar ciddi bir sekt olsa da babasına karşı ciddi olmak istemiyordu. Zaten ilk yıllarda onu suçlamış, yıllarca onu sevmemek için elinden geleni yapmıştı. Şimdilerde ise onu sevgiye boğmak için elinden geleni yapıyordu.

Yuan daha 12 yaşındayken, annesinin ölüm yıl dönümünde tütsü yakıp saygılarını sunduktan sonra da annesinin anıtının yanından ayrılmamıştı. En sonunda uykusu gelmiş gözlerinde yaşlar ile odasına dönerken jingshi'den gelen sesleri duymuş ve kapıyı çalmadan içeri girmişti. Babası annesinin en sevdiği kırmızı kapaklı içki şişelerinin ortasında, wen sektine özel olan bir demiri göğsüne yaklaştırırken görmüş, öne atılıp onu durdurmuştu. Göz göze gelmek için başını kaldırdığında ise çökmüş bir Wangji görmüştü. Hemen babasının ellerine uzandı ve tuttu. Guqin'in telleri durmaksızın çalınmaktan kopmuş, elinde kırmızı kurdele ile oturan Wangji oğlunu görünce ağlaması bi an durmuş sonrasında ise daha da şiddetli devam etmişti.

海誓山盟 - 𝓦𝓪𝓷𝓰𝔁𝓲𝓪𝓷 Where stories live. Discover now