27

358 25 6
                                    

17 yıl sonra...

İnceden esen yaz ayının o nadide rüzgarı, masamda yanıp duran mum ışığıyla dans ediyor. Vanilyalı mumumun müthiş rayihâsı burnuma dolarken sessizliğin sesi bir sır olup doluyor narin yüreğime.

Rüzgar kuvvetini artırınca mumun ışığı sönüveriyor aniden. Etraf zifiri bir karanlığa bürünüyor. İs kokusuna bürünen vanilya kokusu da odada hâlen hakim durumda.

Aciz rüzgar sessizliğin sesini de söküp alacak kuvvette değil. Aciz diyorum çünkü yakıp yıkmaktan başka bir şeye yaramıyor şuan için. Yaksa da yıksa da dindiremiyor içimin yangınını. İçimdeki alevi dindirmenin aksine o alevi artırıyor. Kendi gibi beni de aciz bırakıyor bir deli rüzgar...

Ben Zeynep Alpay.

Hani şu anne babasının dua ve sabırla beklediği, geç de olsa gelen kız çocuğu.

Babasının ceylan gözlü narin çiçeği, annesinin pamuğu, abisinin Zeyzey'i. Herkes tarafından sevilen minik bir kız çocuğu.

Evet, 17 yaşında olmama rağmen üç ay öncesine kadar küçük bir kız çocuğuydum. Kara bir rüzgar hayatıma esene kadar.

Üç ay önce bir sıfat daha eklendi ismime. Ben artık sadece Zeynep değilim.

Babasının narin çiçeği bir günde büyümek zorunda kaldı. Buna dayanamayıp solmaya yüz tutsa da solmadı. Hayata tutunmak zorunda kaldı. Annesi için, abisi için.

Üç ay önce...

"Baba öyle çok heyecanlıyım ki. Sonunda geliyorlar. Acaba babaannem bana ne getirecek çok merak ediyorum."

"Zeynep ben sana demedim mi kızım bir şeyler isteyip durma kadıncağızdan diye."

"Anne bilmiyor musun Zeyzey asla istediği şeyi hediye adı altında almadan babaannemin yakasından ayrılmaz."

Tabağımdaki zeytin çekirdeklerini sinirle abimin kafasına atmaya başlayınca babam boğazını temizleyip kolumdan tuttu.

"Ama baba görmüyor musun yaptığını ya."

"Sen de hemen alınıyorsun ama çiçeğim. Ömer oğlum sen de uğraşma kardeşinle."

Yelkenleri suya inen abime dil çıkarıp keyifle son peynir dilimini de ağzıma attım. Sinsi bakışıyla ağzını kıpırdatıp "pisliksin." deyince öpücüklerimi gönderdim. Galip gelen ben olmuştum.

Kahvaltı sonunda masayı toplayıp hızlıca üzerimizi giyip yola çıktık. Bugün babaannem ve dedem hacdan geliyordu ve çok heyecanlıydım. İkisini de çok özlemiştim.

Havaalanına geldiğimizde ilerideki iki tanıdık simaya koştum. Muaz ve Mus'ab amcam çoktan gelmişlerdi.

"Oy amcasının papatyası gelmiş." deyip ilk sarılan Muaz amcam olmuştu. Zaten hep böyle olurdu. Mus'ab amcam önce Muaz amcamın sarılmasını bekler sonra " Yeter artık çok sarıldınız." deyip beni çekiştirerek kolları arasına alırdı.
Bir defasında bunun nedenini sorduğumda "Bazı şeylerde sona kalmak gerekir. Sırada başka kimse kalmayınca elinden çekiştirecek de kimse kalmıyor. Ben daha çok sarılabiliyorsun." demişti. Amcam diye demiyorum zehir gibi bir kafası vardı keratanın.

Ve gariban abim. O hep sarılma sırasında sona kalır. Bu konularda hiç bana çekmemiş. Pek gözü açık değil anlayacağınız. Aslında benim mutlu olmam için bunu yaptığını biliyorum ama onunla takılmak hoşuma gittiği için onu bir rakip olarak görüyorum. Didişip duran ama etle tırnak gibi birbirine bağlı olan iki kardeş...

Züheyra Where stories live. Discover now