-10-

442 51 115
                                    

Gözüme vuran güneş ışığı ile güzel bir güne daha uyandım. Yeosang bana sarılmış bir şekilde mışıl mışıl uyuyordu.

Ben ise onun tatlı talı uyumasını izleyip saçı ile oynuyordum. Sapsarı saçları ışıkta parlayınca göze ayrı bir hoş geliyordu.

Bir süre sonra o da uyanmaya başladı.

"Günaydın."

"Günaydın Jongho."

"İyi uyudun mu?"

" Hemde çok. Hehehe."

"Kalkalım mı?"

"Olur. Hey, o benim tişörtüm mü, hatta o da benim eşofmanım?"

"Evet, eğer benim giysilerim olsaydı onları giyerdim ama bil bakalım ne eksik?"

"Sabır?"

"Ne alaka?"

"Makineden çıkmalarını bekleye bilirdin."

"Çıkmış olsalar bile ayrı yeten kurumalarını bekleyecektim."

"Doğru..."

"Hem yakışmamış bu kıyafetler?"

"Yakışmış, yakışmışta... Sana biraz küçük olmamış mı?"

"Benimkilerde sana büyük olmuştu hahahaha."

Bir süre gülüştük. Sonra da üstümüzü değiştirip aşağıya indik.

Annesi ve babası mutlu bir şekilde bize kahvaltı hazırlıyorlardı.

"Günaydın anne!"

"Günaydın tatlım. Hadi gelin oturun."

"Biz şimdi çıkıyoruz oğlum, gece gelemeyebiliriz, geç yatma yarın okulun var tamam mı?"

"Tamam baba."

Gerçekten harika bir ailesi vardı.. Ben ise onları gördükçe yüzüm biraz düşmüştü. Yeosang yüzümün düştüğünü fark etmişti.

"Bir sorun mu var?"

"H-hayır."

Hayatımda ilk kez kekeledim.

Birlikte yemeye başladık, o gerçekten çok tatlı. Özellikle çikolatayı her yerine bulaştırması...

Ben ona baktıkça gülüyordum o da benim güldüğümü görünce gülüyorduk ve bu gülüşmeler uzadıkça uzuyordu. İyi ki ailesi önceden çıkmıştı yoksa bizi deli sanabilirlerdi.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra birlikte mutfağı topladık, tabak, çatal, bıçak, kaşık ve bardakları makineye koyduk. Ve benim veda vaktim gelmişti...

"Yeosang."

"Efendim."

"Ben gidiyorum."

"Nereye?"

"Eve."

"Şimdiden mi? Daha çok erken değil mi?"

"Üzgünüm evde yapmam gereken işlerim var ama bunu başka bir zaman tekrarlayalım, olur mu?"

"Peki..."

Yüzü düşmüş gibiydi. Eşyalarımı toplamaya başladım. Yeosang'ta bana yardım ediyordu, 

İstemsiz bir şekilde...

Belki de beni seviyordur ya da sadece arkadaş olarak görüyordur.

Evden çıktık ve ben arabama doğru yol aldım. Onunla vedalaştıktan sonra arabaya bindim ve eve doğru yol aldım. Arabayı sürerken bile onu düşünüyordum. Aklımdan çıkmıyordu.

Sanki zihnimi ele geçirmiş ve 'Benimsin!' der gibi...

Eve girdiğimde eşyalarımı direk yere bıraktım ve odama doğru yol aldım. Odama girdiğimde onu evime getirdiğim an gözümde canlandı.

Sonra etrafa baktığımda Yeosang'ın telefonunu bizim evde unuttuğunu fark ettim. Telefonunu açmaya çalıştım ama şifreliydi.

İlk olarak doğum gününü denedim olmadı, zaten aklıma başka bir şey gelmediği için denemeyi bıraktım ve telefonunun dışını incelemeye başladım.

Kırmızı bir kabı vardı ve üzerinde 'Eski halime geri dönemem.' yazıyordu. Acaba anlamı neydi? Eski hali nasıldı, neden eskisi gibi olmak istemiyor?

Yatağıma uzandım ve düşünmeye başladım ama aklıma bir şey gelmiyordu. En iyisi ona sormaktı ama cesaret edebilecek miydim?

Telefonunu geri veriyim sonrasına bakarım diye düşündüm. Ödevlerimin başına oturdum, yapılması gereken çok fazla ödev vardı. Matematikçi acımıyordu.

>***<

Sabah olmuştu ve okula gitme vakti gelmişti. Berbat bir haftaya daha başlangıç yapıyoruz ama en azından okulda Yeosang'ı görecektim.

Hızlıca yatağımdan kalktım. sabah rutinimi gerçekleştirdikten sonra evden çıktım ve otobüs durağına doğru yol aldım. Dersin başlamasına 10 dakikadan az vardı ve ben geç kalacaktım.

Şansıma otobüs erken gelmişti ve boştu. Otobüse bindim ve arkalara doğru ilerledim. Boş olan koltuklardan birine oturdum. Kulaklığımı takıp müzik dinlemeye başladım.

O kadar dalmışım ki neredeyse durağı kaçıracaktım, son anda fark ettim.

(y/n: her gün benim eşgal)

Otobüsten indim ve okula doğru yürümeye başladım, okula geldiğimde dışarıda kimse yoktu bu yüzden derslerin başladığını anlamıştım.

Müdürden geç kağıdı alıp sınıfa gittim, özür dileyerek yerime oturdum.

Yeosang'ın sırtına dokundum. Arkasına döndü ve bana ne olduğunu sordu. Ben de ona telefonunu verdim, sessizce teşekkür etti ve önüne döndü.

Hoca sürekli bir şeyler anlatıyordu ve ben dinlemiyordum. Bir süre sonra uyuyakalmıştım zaten, sonra başımda dikilen öğretmeni görünce yerimden fırladım desem yeri var.

"H-hocam."

"Jongho."

"Hocam, üzgünüm."

"Hayır biliyorum senden adam olmayacağını ama bari dersi dinleyip anlamaya çalış, hiç değilse ailenin yüzü gülsün diyeceğim de o da yoktu değil mi? Bak bu hayatta her şeyin kendiliğinden olmasını bekleyemeyiz. İstediklerimizin gerçekleşmesi için bizim çabamız da gereklidir."

Hoca neden bu kadar boş yaptı anlamıyorum.

"Anladım hocam."

"Pek sanmıyorum ama neyse... Nerede kalmıştık arkadaşlar?"

En çok sinirimi bozan benimle aşağılayıcı konuşmasıydı. 'O da yoktu dimi.' Aşırı sinir bozucu. Neden böyle kişileri öğretmen yapıyorlar ki...

Neyse ki zil çalmıştı ve sonunda teneffüse girmiştik. Tam Yeosang'a birlikte kantine gitmeyi teklif edeceğim sırada Seonghwa geldi.

"Geliyor musun?"

Dediğinde Yeosang'ta gülümsemişti.

"Tabii."

Birlikte sınıftan çıktılar. Kim bilir nereye gideceklerdi...

Giant «JongSang»Where stories live. Discover now