6

199 23 3
                                    

İkisi de bakakaldılar, gökyüzüne.

İkisinin de yüzünde bir tebessüm belirdi. Havai fişekten korkan deliler kaçışmaya başlarken Minho ve Thomas heyecanla daha da hızlandı. Fakat başlarına gelecek sorunu bilmiyorlardı, henüz.

Gecesine konaklayacak bir araba buldular yine. Çalışmasa da koltukları hâlâ yumuşak sayılırdı. Uyumak için idealdi. İkisi de tedirginlikle uyuyorlardı. Her gün.

"Yüz tane sorunumdan doksan dokuzunu o havai fişek giderdi. Şimdi sadece omzun için endişeliyim." Minho, yanındaki Thomas'a dikti gözlerini. "Ben iyiyim."

Thomas alay eden çocuk gibi, "Hıı, kesin öyledir." diye mırıldandı, Minho duymamazlıktan geldi. Tekrar yola çıkmak için hazırlandılar.

Ve, yolun ortasında kaldılar.

Haritalarını düşürmüşlerdi ve geri de dönemezlerdi. Deli gibi bağırmak geldi Thomas'ın içinden. Fakat yaparsa arkadaşı daha kısa sürede deliye dönüşecekti. Bir iç çekmekle yetindi sadece.

Çaresiz çaresiz yürümeye başladılar. İkisi de mızmızlanan ilkokul çocuğu gibiydi. Sırtlarına çantalarını takmış, ayaklarını sert sert yere vurarak ilerliyorlardı. Sıkıntıdan patlayacak gibilerdi.

Suları gittikçe azalıyordu, neyse ki Labirent'te öğrendikleri bir şey de, ellerindeki kısıtlı yiyecek ve içecek ile yaşamasını, daha da önemlisi Labirent'i keşfederken hayatta kalmayı öğrenmekti. Bu yüzden pek de sıkıntı çekmediler.

Sadece artık bacakları kopacak gibiydi. Nasıl dayanacaklarını bilmiyorlardı. Daha çok yol olduğuna eminlerdi yalnızca. Havai fişek ateşleseler delilere yerlerini belli ederler miydi? Yoksa onları korkuturlar mıydı? Artık tecrübe kazanmışlardı. Thomas bir tane daha ateşleyecekken Minho durdurdu onu.

"Boş yere harcamayalım. Zor durumda kaldığımızda şey ederiz."

"Ney ederiz?"

"Ateşleriz işte."

İkisi de kıkırdadılar. Hava iyice kararmaya başlamıştı bu sırada. Aynı zamanda ürpertici bir soğuk vardı. Bu havanın nesi vardı böyle? Güneş olsa da buz gibi esiyordu.

"Bu arada, omzun nasıl?" diye sordu Thomas. Minho başını kaldırıp bir ona bir de omzuna baktı. "İyi." diye mırıldandı. Ama ikisi de biliyordu iyi olmadığını. Sol omzundan ısırıldığı için virüs kalbe doğru yayıldığında ölecekti. Yine de sorun yokmuş gibi ilerliyorlardı.

İstemiyordu Thomas. Newt'e olanların Minho'ya da olmasını istemiyordu. Onu kaybetmeye dayanamazdı. Minho da öyle. "Çaylak" onsuz ne yapardı, ne yapmazdı az çok tahmin edebiliyordu. Onun içini rahatlatmak istercesine elini sertçe onun omzuna koydu.

"Eskisi kadar acımıyor. Daha iyi." Thomas bir iç çekti, yalan söylediğini bilse de bir şey diyememişti. "Bir yer bulalım da, geceyi orada geçirelim."

Başıyla onu onayladı Minho. Karanlıkta hiçbir yeri göremiyorlardı. Fenerleri de fazla bir alanı aydınlatmıyordu. O sırada bir kadının kahkaha atmasını duyup ürperdiler. Gözlerini dört açıp etrafa baktılar, ama kimseyi göremediler. Oysa ki tam önlerinde duruyordu o kişi. Büyük bir binanın önünde durmuş, ikisine bakıyordu. "Bu saatte dışarıda ne işiniz var? Koloniniz falan mı kovdu sizi? Yoksa delirdini-"

Kadının lafını heyecanla böldü Thomas. "Birisini arıyoruz. İsmi Tina. Oraya ulaşana kadar burada konaklasak sizin için sorun o-" Kadının aniden ciddileşen yüzü, Thomas'ın boynuna batırılan iğneyle bulanıklaşmıştı. Minho'nun da sesi kesilmişti.

"Şu tedaviyi bulan salak kızı arıyorlarmış. Hah, şu işe bak sen. Kesin yerini de biliyorlardır."

Ve ikisi için de ses kesildi. Her yer karanlık oldu.

hey brother, thomasWhere stories live. Discover now