Ya şimdi ya hiç diyerek arkasından bağırdım.

"Hayır, bekle." Yüzünü bana döndüğünde devam ettim.

"Sanırım, bir konuda sana ihtiyacım var." Düşüncelerine ek olarak bir şey daha fısıldamıştım.
"Korumam olarak."

Bunu duyması üzerine yüzünde büyük bir sırıtış belirmişti.

O, onu durdurmadığım takdirde Isaac'i, hatta Amy'i bile öldürecekti.

Bunun için üzgündüm ama bunu yapmak zorundaydım. Başkanın emrini yerine getirmekten başka çarem yoktu.

Önce bana güvenmesini sağlamalı, ardından onu öldürmeliydim. Aksi takdirde o bana ve sevdiklerime zarar verecekti...

Öğle arasında Isaac ile birlikte yemekhaneye inmiştik. O tabağına bir şeyler alırken ben de Blake ile olan diyaloğumu düşünüyordum.

"Waffle ister misin?"

Omuz silktim.

"Kahvaltıda değiliz."

"Waffle sadece kahvaltıda yenmeli diye bir kural yok."

"Evet, ama ben o şeyi kahvaltıda bile yiyemeyecek kadar tatlı buluyorum!"

"Hadi ama Josh, bu sadece bir önyargı." Tabağıma koymaya çalıştığı Waffle'ı elimle ittim.

"Öyle ya da değil, istemiyorum. "

Ellerini kendini savunurcasına yukarı kaldırdı.

"Ah! Pekala."

Tepsilerimizi alıp yemeğe başladığımız sırada Isaac konuştu.

"Hey, senin neyin var böyle? Fazla... düşüncelisin."

Güldüm. Ama bu samimilikten çok uzakta, histerik bir gülüştü.

"Tanrım! Felaketim."

"Ah! O kadar da değil. " Bunu söylerken o da gülmüştü. Ama benimkinden farkı, samimi olmasıydı.

"Blake'le nasıl geçti?"diye bir soru yönelttiği sırada masaya biri oturdu.

"Selam." Tüm neşesiyle aramıza gelen kişi Amy'den başkası değildi.

Ona, beni Blake sorusundan kurtardığı için içimden teşekkürlerimi ilettim.

"Nasılsınız bakalım?" Bir sandalye çekerken gülümseyerek bize baktı.

Isaac'in cevap vermeyeceğini bildiğimden ben konuştum.

"İyiyiz, sen... nerelerdeydin?"

Gülümsedi.

"Ah, bebeğim... Nerelerde değildim ki..."

Kollarını sosyetik kadınları taklit etmek için açtı.

"San Francisco'dan Paris'e. Oradan İtalya'ya derken tatilin tadını çıkardım." Isaac, bu duruma gözlerini devirirken ben asıl açıklamasını bekliyordum.

"Şaka! Las Vegas'taki aleyhime döküntüleri topladım o kadar. "

"Aleyhine döküntüler mi!?"

Umursamazca konuştu.

"Hı hı. İşte bir kaç ayak işi diyelim."

Başımı onaylarcasına salladım ve tam kafamı ellerimin arasına alıp gözlerimi yummaya hazırlanmıştım ki, karşıdan gelen Jason'ları fark ettim.

"Aman tanrım." Kimsenin duyamayacağı şekilde söylediğim için şanslıydım.

Çaprazımızdaki masaya oturdukları anda bize yakın oturmadıkları için şükrettim.

Dur bir dakika! Tanrım, bu olamaz.

Blake, gelen altı yedi kişilik diğer grubun da onlarla oturabilmesi için önümüzdeki masayla masalarını birleştirmişti ve şuan tam olarak bana doğru dönük bir şekilde oturuyorlardı.

"Josheline, sen... iyi misin?"

Amy'nin bana seslenişi ile kendime geldim.

"Ah! Elbette. Yalnızca... sanırım lavaboya gitmem lazım." Amy anlayışla başını sallarken Isaac onları yalnız bıraktığım için bana öldürücü bakışlar atıyordu. Dümdüz ilerledikten sonra sola döndüm ve kızlar tuvaletinin kapısına dokunacağım sırada karşımda Blake belirdi.

"Sen... ne yaptığını sanıyorsun!?"

Ellerini kendini savunmak istercesine havaya kaldırınca gözlerimi devirdim.

"Tanrı aşkına... biri görebilirdi."

"Koruyucu bir avcı olduğum için yeteneklerim tamamıyla kısıtlı değil."

Kollarımı göğsümde çaprazladım ve Blake'le göz teması kurdum.

"Komik."

"Öyle." Yüzüne indirmek istediğim yumruğumu sıktım ve kendimi bunu yapmamaya zorladım. Aksi takdirde her şey daha da çıkmaza sürüklenecekti.

"Düşündüm de.. sanırım.. ben.. gitmeliyim." Gitmeye yeltendiğim sırada kolumdan tuttu.

"Bekle." Umursamazca göz devirdim.

"Ne var?"

Başını kaşıdı.

"Buraya... lavabo için gelmediğini biliyorum." Kollarımı göğsümde çaprazladım. "Yani... Neden geldin?"

"Şey..ben.. bilmiyorum."

İfadesiz suratıyla doğrudan bana bakıyordu. Yavaşça başımı öne eğdim ve kendimi siyah bir arkaplan düşünmeye zorladım.

"Ah! Lanet olsun Josh, bunu yapma."

Başımı biraz daha öne eğdim.

"Neden benden bir şeyler gizliyorsun?"

"Gizlemiyorum. Yalnızca... düşüncelerimi okuma fikrinden hoşlanmadım."

Derin bir nefes verdi.

"Ah! Pekala. Yemeğin bittiğinde.. yani eğer vaktin boşsa Mrs. Smith'in cafesine gel."

"Şey... bunu neden yapıyorum?" Şakayla karışık üslubumun onun kafasında soru işareti bıraktığından emindim.

"Çünkü... Ihm... şey, seni götürmek istediğim bir yer var."

"Neresi?"

"Miami dışında bir yer... Las Vegas'ta."

Başımı öne eğerek güldüm.

"Bir şey mi var?"

"Ihm, aslında, hayır. Yalnızca... orası pek de gitmekten hoşlandığım bir yer değil."

"Neden?"

Gözlerimi yumdum. Biliyorum, bunu ona söylememeliydim ama anlatmadığım takdirde yine de öğrenecekti. Kafamın içindeki geçmişimle ilgili bilgi haritasının patlak vereceğinden ve o siyah boşluğu koruyamayacağından emindim ve bu yüzden anlatmaktan başka şansım yoktu.

Derin bir nefes aldım ve yere otırarak anlatmaya başladım...

Jason'sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin