ikinci sayfa | yazıklar olsun logar

142 17 10
                                    

CHOI LENORE

"Tamam anne, aldım kargoyu. Görüşürüz." deyip kapattım telefonu. Elimdeki büyük karton kutuyu açmak için çıkardığım maket bıçağını Mandu yetişmeden alıp bantın üzerine yerleştirdim ve kesip açtım. Dizime kadar gelen büyük paketler duruyordu içinde, oldukça ağır görünüyorlardı ama hepsini kutudan çıkarabildim.

Kaliteli kedi mamalarıydı, ailem bana verdikleri harçlığı Mandu'nun ihtiyaçları için değil kendime harcamamı istiyordu ve bu yüzden onun gelirini kendileri karşılıyorlardı. Gri ve beyaz renkli kedim ise mamaları umursamıyor, kutunun içine girmek için tırnaklarını kahverengi yüzeyine sürtüyordu. Beni huylandıran tırmalama sesine dayanamayıp kutuyu yan çevirdiğimde ise hemen içine girmiş ve artık küçük bir bebek olmamasına rağmen orada oynamaya başlamıştı. Ben de iki elime aldığım torbaları mutfağa, Mandu'nun mamalarını her zaman koyduğum dolaba götürdüm.

Hırkamın cebindeki telefonum mesaj geldiği için titreşti, alıp baktığımda Jisung olduğunu gördüm. "Seungmin bizim cadden geçiyor. Hazırlan, sana uğrayacak. Stüdyoda buluşuyoruz." yazmıştı.

Soru sormaması, sadece hazırlanmamı söylemesi hep komiğime giderdi çünkü reddetmeyeceğimi biliyordu. Onlarla buluşmaya hep hazırdım ama onlar dışındaki birileriyle buluşacaksam gelmemek için hep bahane arardım. Bu diğer arkadaşlarımı sevmediğim anlamına gelmiyordu tabii, sadece üşeniyordum. Çünkü Jisung ve diğerlerinin yanına giderken nerede olursam olayım kendimi evimde hissedecektim, onların haricinde birileriyle olunca hep eve dönmek isterdim.

Hemen hazırlanmaya koştum. Havanın soğuk olduğunu göze alarak üstüme kalın, açık renk bir kazak ve büyük beden kahverengi bir örme hırka giydim. Rahat oturmak için altıma siyah, bol paça bir viskon pantolon çektim ve Mandu'yu bir süreliğine evde yalnız bırakacağım için mamasıyla kumunu kontrol ettim.

Seungmin'in aramasıyla titreşen telefonuma iç çektim. Telefonla konuşmayı sevmiyordum, kısa ve garip oluyordu. Aslında konuşmalarda garip olan taraf bendim, bu yüzden mesaj atmak benim için daha rahattı. Ancak bunu bilmelerine rağmen uygulamaya geçiren tek kişi Jisung'du. Muhtemelen bunun sebebi, Jisung'un da aynı şeyden muzdarip olmasıydı. Ölüm döşeğinde bile olsa beni arayacağını sanmıyordum. Birbirimize çağrı attığımız tek zaman, ikimizden birinin ortamda tek başına olması ve başka kalabalıkların içinde yalnız kalmaktan endişelendiğimiz anlarda olurdu.

"Ben geldim Lenore, aşağı inebilirsin." demişti Seungmin. Kısaca onaylayıp uzatmadan kapattım ve kedimin gri tüylü kafasını öptükten sonra kapının önündeki çantamı ve kabanımı alıp kapıya çıktım. Apartmanın dışında Seungmin'i elleri cebinde bir hâlde buldum. Üstünde gri kapüşonlusu ve şişme siyah montu vardı. Beyaz spor ayakkabıları yoldaki taşları tekmeliyordu, koyu mavi kot pantolonu ise uzun bacaklarını sütun gibi gösteriyordu.

"Geldim." dediğimde gülümsedi, telefonunu çıkarıp sohbet grubuna beni evden aldığını yazdı. Aynı bildirim bana da gelmişti. Birlikte yürürken ona gün içinde ne yaptığını sordum. Benim bugün dersim yoktu ama Seungmin ve Jisung Sosyal Bilimler'de olduğu için gitmek zorunda kalmışlardı.

"Vizem iyi geçti. Jisung için aynı şeyi söyleyemem." dediğinde güldük. Bu çok da şaşırtmamıştı, ders çalışmayı sevmediği için çalışmazdı, basit.

"İyi iş çıkardın Seungmin hyungnim." dedim ve şişme montla kapalı kolunu sıvaladım. Benden büyük oldukları için onlara bu şekilde seslenirdim. Diğer türlüsüne huylanıyordum.

Seungmin gülümsedi ve "Sağ ol, biliyorum zaten." diye cevapladı. Bu sefer sıvazladığım omzuna şakayla vurdum ve uzun olmasına rağmen sahte ağlamalarla karışık kıkırdamaya başlayınca durdum. O da normale döndüğünde esnedi ve "Uykum var ama saatini bekliyorum." dedi sessizce.

sunflowers still grow at night | han jisungWhere stories live. Discover now