22. BÖLÜM

425 35 8
                                    

Medya;Deadpool

2 filmi var ve mükemmel bir şey diyebilirim.

Onlar ilerlerken arkalarında sessizce takip ediyorduk ama sanki bir sorun varmış gibi hissediyordum. Sanki çok temkinli ve şüpheli davranıyorlardı. Sonra kimsenin olmadığı bir sokağa döndüler, sokak baya karanlıktı ve ben korkuyordum. Bunu Burak anlamış olacak ki bana bakıp elimi sıkıca tuttu, cesaret verecek bir şekilde. O an rahatladım çünkü yanımda güvendiğim insanlar vardı. Yavaş yavaş ilerlemeye devam ettik ve biranda onları kaybettik. Ben tam nereye gittiler diyecek iken Burak ağzımı kapadı ve bir yeri işaret etti. Onlar oradaydı bir kapıdan içeri giriyordu ama karanlıkta çokta görünmüyordu. Yavaş ve temkinli bir şekilde kapının önüne geldik. İçeri girmekte tereddüt ediyorduk tuzak olma şansı vardı. Burak bana baktı ve kapıya yaklaşıp önden o girdi. Hemen arkasından atıldım ona birşey olmasına izin veremezdim herhalde. İçerisi toz ve örümcek ağları ile doluydu. Burak ilerler iken bi odaya denk geldik bir sürü bilgisayar ve tertemiz bembeyaz gizli bir sığınaktı resmen. İçeride kimse yoktu ama bilgisayarların aralarında tahtalar vardı yani gözükmüyordu;

"Burası da ne böyle?"

"Onların çalışmalarını yaptığı yer olmalı"

"Hey ikiniz sessiz olun yakında olabilirler"

Burak ile beni susturan Joseph oldu. Yavaş yavaş etrafa bakınarak tahtaların arasında gezindik. Gerçekten kimse yoktu, tuhaf;

"Nereye gittiler daha az önce buradaydılar"

"Bilmiyorum ama şu en önde hepsinden farklı 4 bilgisayar var"

"Onların olabilir mi yani?"

" Evet"

"Bence bakınmaktan zarar gelmez"

Son sözü Kayl söylemişti. Hepsi topluca bilgisayar başına geçerken ben biraz daha etrafa bakınmaya karar verdim. En arka tarafta duvarın yanında gezinirken birşey fark ettim. Bir kapı kolu mu? Ama duvarda kapı izi yoktu. Duvar ile aynı renk aynı şekilde, sadece küçük bir kol vardı. Merak edip kolu indirdim ve gerçekten bir kapı olduğunu anladım. İçeri girdim burası tuhaf kokuyordu ve biraz karanlıktı. Sadece loş ışıklı lambalar vardı ve biraz ürkütücü duruyordu. İlerlemeye başladım aşağıya inen bir merdiven gördüm, tek başıma inmekte güvenli gözükmüyordu. Geri dönüp diğerlerini çağırmalıydım. Tam geri adım atıp arkamı döndüğümde bir vücuda çarptım. Düşücekken çarptığım benden beni tuttu ve bana baktı;

"Burak sen miydin? Az kalsın korkudan kalp krizi geçiriyordum"

"Tek başına yanımızdan neden ayrılıyorsun? Ya senin gittiğini fark etmeseydim burada sana neler olacağını kim bilirdi acaba? Etrafına baksana, korku filmlerindeki mahsenlere benziyor"

"Haklısın üzgünüm"

"Tamam sakinim sadece birdaha yanımızdan öylece ayrılma. Şimdi gel diğerlerine haber verelim ve öyle inelim o merdivenden"

"Tamam"

Geri dönüp geldiğim kapının önünde durduk. Kapıyı açmak için elimi uzattım ama kapının kulpu yoktu;

"Burak?

"Efendim"

"Bu kapının kulpu yok!"

"Nasıl yani?"

"Ciddiyim gel bak"

" İyi de buradan nasıl çıkıcaz"

"Bilmiyorum"

"Telefonunu çıkar diğerlerini arayıp haber verelim"

Telefonumu çıkardım ve Joseph'ı aramaya çalıştım ama sinyal yoktu;

"Burada sinyal yok arayamıyorum"

"Peki ya ne yapacağız?"

"Bilmiyorum aşağıya inip kendimiz mi bakıcaz?"

"Başka çaremiz yok buradan sesimizi duyuramayız bizi gelip alıcaklardır"

Aşşağıya temkinli adımlarla inmeye başladık. Önden Burak arkasından ben ilerliyordum. Kalbim korkudan fırlayacak gibi hissediyordum.

Burak bir yandan elimi tutup bir yandan yavaş ve küçük adımlarla ilerliyordu. Etraf önümüzü göremeyeceğiniz kadar kararmıştı ve adımlarımı nereye atacağımı bilemiyordum;

"Burak önümü göremiyorum"

"Bende ama dikkatli bir şekilde inmeyi becermeliyiz"

Biranda ayağım takıldı ve Burak'ın üstüne düştüm. Şansımıza merdivenin bitimine gelmiştik ve üstünde duruyordum. Utanç içinden üstünden kalktım ve ona kalkması için yardım ettim;

"Ü-Üzgünüm, etraf çok karanlıktı önümü göremedim"

"Ashley bunun için özür dilemene gerek yok, etraf çok karanlık olduğundan bende düşebilirdim. Genede ilk senin düşmen güzel oldu hafifletmiş oldum

Son cümlesini gülerek söylemişti;

"Hadi devam edelim, ileride sanırım loş bir ışık var"

"Evet bende görüyorum ama genede temkinli olmalıyız. Burası her an biri karanlıktan çıkacakmış gibi duruyor"

"Evet, doğrusu biraz ürkütücü"

"Korkutma!"

"O zaman elimi tut, o zaman korkmasın"

Bana bakarak elini uzattı, gözlerindeki güven veren hissi görebiliyordum. Bana doğru uzattığı elini sıkıca tuttum ve bana güven vermesine izin verdim. Elini tutmam ile gülümsemişti ve yavaş yavaş loş ışığa doğru yürümeye geri dönmüştük. Önümüzde bir kapı vardı üstünde ise "213" yazıyordu. Bu ne anlama geliyordu? Burak dönüp bana baktı, sanırım girip girmemeyi soruyordu. Kafamı olumlu anlamda salladım ve kapıyı açıp benide peşinden içeri götürmesine izin verdim. Biz.. dışarıdaydık, burası bir ara sokaktı. Yani o çocuklar bizi farkedip buradan mı kaçmıştı? Burak sakince;

"Dışarıdayız, yani buradan mı kaçtılar?"

"Bilmiyorum ama bence ilk düşünmemiz gereken bizimkilerin nerede olduğu"

Burak bana katıldığını belli eden sesler çıkararak telefonunu çıkardı. Ekranına baktığımda Joseph'ı arıyordu;

"Sakin ol Joseph, Ashley yanımda"

"..."

"Evet iyiyiz, biz dışarıdayız yanımıza gelmelisiniz"

"..."

"Söz anlatıcam, sadece şu telefonu kapat ve dışarı gelin!"

Telefonu kapatıp cebine geri koydu. Biranda yüzü kızarmaya başladı, neden olduğunu düşünürken gözlerimiz hala birbirlerine kenetli ellerimize kaydı. Utanarak elini çekti ve;

"Şey sana güven vermeme izin vererek elimi tuttuğun için sağol"

"Her zaman"

Aptal mısın Ashley?! Her zaman denir mi, bu istediğin zaman elimi tutabilirsin demek. Burak biranda şaşkınca bana baktı ve sonra gülmeye başladı. Onun güldüğünü görünce bende gülmeye başladım. Şuan ikimiz birbirimize baka baka kahkahalar atıyorduk, sanki az önceki gerilim hiç olmamış gibiydi. Kendimize geldiğimizde binanın girişine doğru ilerlemeye başladık. Şimdi ne yapacaktık? Kaçmışlardı, kaçırmıştık...

Hacker GirlWo Geschichten leben. Entdecke jetzt