◖ 1 ◗

221 15 134
                                    

◖ Geçmişe Saplanan Acılar ◗

Hüzün yağmuru bulunduğum odanın camına hızla vuruyordu o gece. Öyle hızlı çarpıyordu ki onu o anki ruh hâlimle bağdaştırıyorum. Benimde içimden onun gibi çığlıklarımı dışarı savurmak geliyor ama yine susuyorum. Yine iki dudağımın arasından tek bir söz bile dökülmüyor. Oysa söylemek istediğim çok şey var. Dile getirmek istediğim çok yara var.

Yara. Bizde en çok yer edinen şey. Bazen düşünüyorum; neden birileri hayatımıza girip, bize güzel anlar yaşatıyor ve daha sonra da hayatımızdan çekip gidiyor? Kısır bir döngü gibi devam ediyor bu. Hayatımıza ister istemez birini dâhil ediyoruz, onun için bir yer açıyoruz, sonra yine ona bağlanıyoruz ve sonuç olarak hep kaybediyoruz. Yeniliyoruz tüm yaşanmışlıklara. Kaybediyoruz birini ve yitiriliyor umutlarımız.

Hâlbuki umut etmek güzel şey, öyle değil mi? Seni yaşama bağlıyor. Tanrı'nın bize sunduğu hayatı yaşamaya değer kılıyor. Bir anlık da olsa kalbinin mutlulukla çarpmasını sağlıyor. Gerçek olma ihtimali bile bazen yetiyor insana.

Bende önceden geleceğe dâir umut beslerdim -önceden dediğim, birkaç saat öncesine kadar, bir güne yakın hatta- ama insan aynı şeyi bir kez daha yaşayınca, umut etmemeyi ders ediniyor. Çünkü öyle ki bazen umut etmek bile can yakıcı olabiliyor.

Şimdi ise yine geleceğe dâir umudumu kesmiş bulunmaktayım. Yine zihnimin zehirli sarmaşıklarına takılmıştım. Kurtulmak istiyor muydum, emin değilim. Önceden olsa elbette isterdim, çabalardım ama artık çok şey değişti. Ne çaba gösterecek gücüm kaldı ne de eski benden eser. Artık tek istediğim, zihnimi susturmak. Başka bir şeye ihtiyacım yok gibi.

Zaten insan ne çekerse zihninden, düşüncelerinden çekmiyor mu? Sanki onlarda birer insanmış ve hep yanımızdaymış gibi bizimle konuşuyor. Sanki zihnim benim düşmanımmış ve bana sürekli nefretini kusuyormuş gibi. Her zaman benimle olan ve sadece kötülükten beslenen biriymiş gibi.

"Oğlum, içeri gelmeyecek misin?"

O anda düşüncelerimden sıyrılıyorum. Annemin sesi beni gerçek dünyaya döndürüyor ve düşüncelerime ara vermemi sağlıyor. Sesi, oldukça yumuşak çıkıyor. Hatta fazla yumuşak. Benim için üzüldüğünü anlayabiliyorum. Onu üzmek istemiyorum. İyi olmak, onun için iyi bir evlat olmak istiyorum ama bunun için yetersizim. Onun istediği gibi bir evlat olamıyorum.

Dudaklarımı aralayıp ona bir cevap vermek istiyorum ama bunun için gücümü toparlayamıyorum. Onu duyuyorum ancak hareket edecek gücü dâhi kendimde bulamıyorum. Tam o anda ise odada varlığını yeni fark ettiğim bir kadının sesini duyuyorum.

"Bugün çok zor bir gündü canım, onu biraz da kendi hâlinde bırakalım olur mu?"

Kim olduğunu çıkaramıyorum ama anlayışlı çıkan sesi beni kurtarıyor. Annem üzgün bir şekilde başını sallayıp yanındaki kadını onaylıyor ve bakışlarını tekrar bana çeviriyor.

"Bir ihtiyacın olursa içerdeyim, tamam mı yavrum?"

Ona bir cevap vermek istiyorum ama yine dökülmüyor kelimeler dudaklarımdan. Hareket etmiyor bedenim. Odanın bir köşesine kıvrılmış duran bedenim dimdik karşıya bakıyor. Kendime çektiğim bacaklarımın etrafını kollarımla sarmış, çenemi dizime yaslamış bir şekilde doğruca karşımdaki beyaz duvara bakıyorum. Tam o anda ise bir heykel gibiyim. Gözkapaklarım hariç bedenim hiçbir hareketlilik göstermiyor. Bu hâlimin annemi endişelendirdiğinin farkındayım ama elimden bir şey gelmiyor.

Acının yer ettiği odada bir köşeye kıvrılmış otururken işittiğim sözleri sadece duyuyorum, bir tepki gösteremiyorum. Ne konuşacak gücü ne de o isteği kendimde bulabiliyorum. Birkaç dakikanın ardından ise annem ve arkadaşı odadan çıkmış ve kapı kapatılmıştı.

Artık yalnızım.

Sevdiğim kadının odasında tek başımayım.

Başımı geriye atarak sırtımı verdiğim duvara yaslayıp gözlerimi ağır ağır odanın içerisinde gezdiriyorum. Beyaz ve kahverenginin ağırlıklı olduğu oda, o kokuyor. Odası da onun gibi kokuyor.

Yavaş hareketlerle oturduğum yerden kalktığımda ağlamaktan acıyan gözlerimin yanında ağrıyan başım beni yorgun düşürüyor. Bunu yok saymaya çalışarak hemen yakınımdaki yatağa oturuyorum. Bir elim yastığına dokunurken dudaklarımı birbirine bastırıp ağlamamak için direniyorum ama nafile. Sanki hiç ağlamamışım gibi gözlerim tekrar doluyor.

Dudaklarımın arasından bir hıçkırık kurtulup özgürlüğünü ilan ettiğinde başımı eğiyorum ve yastığına burnumu bastırıp kokusunu içime çekiyorum. Sanki günlerdir bu kokuya hasret kalmış gibiyim. Düne kadar burada uyuduğunu düşündükçe ise kafayı sıyıracak gibi oluyorum. Onun gerçekten gittiğini kabullenemiyorum.

Bacaklarımı da kaldırıp yatağa yattığımda cenin pozisyonunu almıştım. Hala onun kokusunu soluyorum. Sahibini bulamadığım o kokuyu.

Uzunca bir süre öyle kalıyorum. Aynı pozisyonda belki de saatlerce kalıyorum. Ta ki gözlerim yanımdaki açık komidinin içindeki bir defteri görene kadar. Yattığım yerden yavaşça doğruluyorum ve tutulan boynuma bir elimi götürüp sıvazlarken diğer elim ile defteri kavrıyorum. Yine onun en sevdiği renk olan kahverengine sahip bir defterdi. Sadeydi. Üstünde anlamını bilmediğim bir cümle yazıyor. Hoş, güzel bir defter olduğunu düşünüyorum.

Rastgele bir sayfasını açıp okumaya başladığımda ise bu boğazımda bir yumrunun oluşmasını sağlıyor. Gözlerim anında tekrar dolmaya başlarken hayatım boyunca hiç bugünkü kadar ağlamadığımı düşünüyorum. Sanki sonsuz gözyaşına sahip gibiyim.

7 Ağustos 2021

Bugünün hayatımın en mutlu günü olduğunu söyleyebilirim, günlük. Öyle mutluyum ki içim içime sığmıyor. Yüzümde engelleyemediğim bir gülümsemem var. Hiç böyle güldüğümü, mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Hatta hâlâ bile yaşadığım bu anın gerçekliğini sorguluyorum. Güzel bir rüyaymış gibi hissettiriyor ama yaşananlar güzel bir rüyadan çok daha fazlası. O, bir rüya olamayacak kadar güzel.

Sevmek böyle bir şey mi günlük? Gecenin bir yarısı aptal aptal sırıtmana mı neden oluyor? Veya onu düşünmek bile kalbinin ritmini değiştirmeye yetiyor mu sahiden? Eğer öyleyse, ben bu çocuğa çok fena âşık oldum günlük.

Hele bir gülüşü var... Bana en sevdiğim şiiri defalarca kez bıkmadan okuyormuş gibi hissettiriyor. Hatta öyle güzel bir gülüşü var ki, oturup sabaha kadar gülüşüne mısralarımı sıralayabilirim.

Daha fazla dayanamayıp defteri kapattığımda eş zamanlı olarak dudaklarımda tuzlu bir tat hissediyorum. Bir elimi ağzıma bastırıp hıçkırıklarımı susturmaya çalışsamda bunda başarılı olamıyorum. Elimde, sevdiğim kadının günlüğünü tutuyorum.

Bazı anlar onu bu deftere yazarken görürdüm ama hiç okumamıştım. Merak etsem bile ona duyduğum saygıdan dolayı hiç okumaya çalışmamıştım. Şimdi ise hiç beklemediğim bir anda günlüğü elime geçmiş ve bir sayfasını okuyuvermiştim.

Defteri yastığın altına koyarak tekrar yatağa uzanıyorum. Bir elim ise yastığın altında hâlâ defteri tutuyor. Sanki biri günlüğünü de onun gibi elimden alacakmış ve onu da kaybedecekmişim gibi bir his var üzerimde. Bu yüzden ani bir hareketle defteri yastığın altından alıp göğsüme yaslıyorum ve sıkıca sarılıyorum. Sanki kollarımın arasında o varmış gibi, küçük deftere sıkı sıkı sarılıyorum.

Yavaşça yutkunup gözlerimi yumuyorum. Başım feci hâlde ağrıyor. Bedenim ise uzun bir günün ardından yorgun düşüp sonunda uykuya yeniliyor. Sevdiğim kadının odasında, kokusunun sindiği yatakta günlüğüne sarılarak uyuyakalıyorum.

09.08.2021⚘
00.30

Geçmişe Saplanan AcılarWhere stories live. Discover now