BÖLÜM 26: ATEŞ

14.1K 683 20
                                    

En son hissettiğim şey, Derin'in belime baskı yapan elleriyken; göz kapaklarımı tam arkamdaki camdan gelen ani sesle araladım. Hızla arkama döndüğümde, orta yaşlı, üniformalı bir polisin eliyle cama tıklattığını gördüm. Yanaklarımdan başlayıp, tüm yüzüme yayılan utanç dalgasını saymazsak iyi görünüyordum aslında. Nedenini bilmediğim bir şekilde, şu an bu polise kendimi ispat etmek istiyordum. Günün kötü sonlanması istediğim son şeydi. Hemen camı açarak, karşımdaki asık suratlı polise gülümsemeye çalıştım. Nefes alışverişlerim hala düzenli değildi ve yüzümde eğreti durduğuna emin olduğum gülüşümü samimi göstermeye çalışıyordum. Derin'se tek kelime etmeden, doğruca önüne bakıyordu. Tekrar sabırsız polise dönerek, küçük oyunuma devam ettim. 

"Merhaba. Nasılsınız?" 

Ne saçmalıyordum ben böyle? 

Adam gözlerini birkaç saniye bana diktikten sonra, halinden memnun değilmiş gibi bir hırıltı çıkardı ve gözlerini Derin'e çevirdi. Derin, hala onunla ilgilenmiyor ve sadece yola bakıyordu. Gerilen çene kaslarına baktığımda ürperdiğimi hissettim. Nasıl bu kadar kusursuz görünüyordu? Bu soruyu kendime defalarca sormuştum ama sanırım hiçbir zaman yanıt alamayacaktım. Birşeylerin ters gitmesinden korkarak, acemice atıldım. 

"Sanırım kaybolup, kaybolmadığımızı soracaksınız. Gayet iyiyiz, birazdan tekrar yola çıkacağız." 

Uykulu olduğu her halinden belliydi ve baygın gözleri bu işi kesinlikle severek yapmadığını söylüyordu. 

"Kimliğinizi görmek istiyorum." 

Hemen, arka koltuktaki çantama davranıp, içinden cüzdanımı aramaya başladım. İşime yaradığı zaman ortadan kaybolup, hiç yaramadığında burnumun dibinde biten iki şey biliyordum: Cüzdanım ve Naz. Nihayet cüzdanı bulduğumda, içinden kenarları yıpranmış kimliği çıkartıp adama uzattım. Yavaşça elimden alarak incelemeye başladı. Ortamda nedenini anlayamadığım bir gerginlik vardı ve kesinlikle Derin'den yayılıyordu. Polis de bunun farkında olacak ki, sürekli Derin'e kaçamak bakışlar atıyor ve ardından bana bakarak burnunu kırıştırıyordu. Bense, güven aşılamak için sadece gülümsüyor ve hayatımda hiç olmadığım kadar nazik davranıyordum. Polis, kimliğimi bana vererek bakışlarını tekrar Derin'e dikti. Boğazını, sesli bir şekilde temizledikten sonra kolunu cama yaslayarak vücudunu arabanın içine doğru eğdi. 

"Senin de kimliğini görmem gerek, delikanlı."

Ortamdaki gerginliği elle tutabileceğime yemin edebilirdim. Sadece kimliğini gösterecekti. Neden bu kadar sinirlenmişti ki? Elimi, direksiyondaki bileğine atarak hafifçe sıktım. Kahverenginin en güzel tonu olan gözlerini bir anlığına benimkilere dikti ve hemen önüne döndü. Umursamaz tavrına genel olarak hayran olsam da, şu an bunun sırası değildi. Şakaklarımda biriken teri koluma silerken, açıklama yapma gereği duyuyordum. 

"Kimliğini size hemen gösterecek." 

Derin hiç tepki vermiyordu ama hızla kırptığı göz kapakları, beni her geçen saniye korkutuyordu.

"Evde unutmuş olmalı. Lütfen, sorun olmayacağını söyleyin."

Adam tam ağzını açacakken, belindeki küçük telsizden gelen karmaşık ses buna fırsat vermemişti. Hemen eline aldığı telsizden gelen sese göre, hemen gitmesi gerekti ve bu bu gece bizi kurtaracak tek şeydi. Bu civardaki polisler gerçekten uğraşılır cinsten değildi ve bütün gecemi tahta bir sandalyenin üzerinde geçirmek istemiyordum. Minnet dolu bakışlarımla ona baktığımda yüzündeki ifadesizlik aynı yerinde duruyordu. Kemerini düzelterek ağzında birşeyler geveledi. Parmaklarını seyrek saçlarının arasından geçirirken, çoktan arabasına doğru yürümeye başlamıştı. Gittiğinden emin olmak için aynaya baktığımda, hala yürüyordu. Gözden kayboluncaya kadar onu izledikten sonra hızla Derin' e döndüm. Dünya yıkılsa, umurunda olmayacak gibi duruyordu. 

"Sadece bir kimlikti. Neden bu kadar uzattın?"

Bakışları hala karanlık, düz yoldaydı.

"Neden merak ediyorsun?"

Ağzımdan çıkan kuru gülüşe engel olamadım.

"Seni anlamakta gerçekten zorlanıyorum."

Dünyanın en garip şeyini az önce söylemişim gibi yüzüme baktı ve elini elimin üzerine koydu. Elleri gerçekten sıcaktı ve güven veriyordu. 

"Ama yine de bunu yapmak istiyorsun."

Dudağının kenarındaki gülümsemesi, alaycı ve umursamazdı. Gülümsedim.

"Haklısın. Seni anlamak istiyorum." 

"Beni, ben istemedikçe anlayamazsın Dünya."

Gülüşüm yarıda kalmıştı. Yine. Onunlayken, hiçbir şeyin garantisi yoktu. Çok mutsuzken, sizi bir bakışıyla çok mutlu kılabilirdi ya da mutluluktan ölüyorken kendinizi bir anda uçurumun kıyısında gibi hissedebilirdiniz. Bu duyguya galiba hiçbir zaman alışamayacaktım. 

Suçlulukla öne eğdiğim başımı bir daha hiç kaldırmak istemiyordum çünkü şu an yaptığım şeyin doğru olduğunu hiç kimse söyleyemezdi. Ne olursa olsun, o ve ben burada yalnız olmamalıydık. Gözümün önüne gelen Naz'ın hayali; bana öfkeyle bakıyordu.

Yumuşak parmaklarını tenimde hissedince, içimde bir yerlerde birşeylerin yine yıkıldığını hissettim. Çenemi yukarı kaldırarak, kendisine bakmaya zorladı. Gözlerindeki karışıklık beni ona daha çok çekiyordu. Kısık gözlerini hafifçe aralayarak, başını yana eğdi. Aklındaki bütün soruları aynı anda hem okuyor, hem okuyamıyordum. Nihayet güzel dudaklarını araladığında, kulağıma gelen ses tonu bütün düşüncelerimi dağıttı. Dünyanın en güzel melodisiydi.

"Ne düşünüyorsun?"

Kısa bir tereddütten sonra cevap verdim.

"Bizi."

Önüne döndü. Elini, o kadar hızlı çekmişti ki; sanki ateşe dokunuyordu.

"Bu istediğin cevap değil miydi?"

Hiç düşünmeden cevapladı.

"Tam olarak istediğim cevaptı."

"Öyleyse..."

Sözümü kesip devam etti.

"Sen ateşsin, Dünya. Sana yaklaşmak doğru olmasa da, bunu yapmak istiyorum. Sana yaklaşmak, kendimden vazgeçmek olsa da, bunu düşünmüyorum... Yanmaktan korkmuyorum, Dünya."

Açık kalan ağzımı kapatmaya çalışsam da yapamamıştım. Bu çocuk akıl falan mı okuyordu? Nasıl içimden geçirdiğim şeyi söyleyebilirdi. Hayretle bakan gözlerime aldırmadan devam etti.

"Konuşulması gereken her şeyi, yarın konuşacağız. Sadece, yarını bekle."

Sessizce başımı onaylarcasına salladım. Sonunda içindekileri bana döküyordu ve bunun ne zaman olacağı umurumda değildi. Hiç açamayacağımı sandığım o kutuyu açıyordum galiba. Bu dudaklar bana, uzun süredir duymak istediğim her şeyi söylüyordu ve ben bunu bozmak istemiyordum. Bana anlatıyordu. Benimle konuşuyordu. Yarını pekala bekleyebilirdim. Kucağımdaki çantayı göğsüme sıkıca bastırarak, farın aydınlattığı ıssız yolu izledim. Bana kendini açtığı için, bu adama minnettardım.

SİYAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin