ep 1: confessions and promises

1.4K 86 34
                                    

kahverengi saçlı genç, tereddütlü adımlarla apartmanının önünde bekleyen arkadaşına yöneldi. ikisinin de bakışları kaldırım taşlarından ayrılmıyordu, gergin oldukları her hallerinden belliydi. her ne kadar içlerine bu endişe ve tereddüt tohumlarını eken sebepler tamamen aynı olmasa da, bir şekilde hareketlerini aynı yolda buluşturuyordu hisleri onlardan habersizce.

daha ufak olan beden, yalnızca birkaç saat önce yaptığı itiraf yüzünden utangaçlık ve endişe ile gerilirken, diğeri birazdan dudaklarından dökülecek olan kelimeleri tartıyordu zihninde. doğru olanı yapıp yapmadığından emin değildi aslına bakılırsa, ama küçüğü mutlu etmek için her şeyi yapmaya adamıştı kendini, zira ona fazlasıyla değer veriyor ve bunu her şekilde de belli etmekten kaçınmıyordu.

"minho,"

"bir sorun mu var?"

ikisi aynı anda konuştuğunda büyük olan, diğerinin hayli yumuşak ve çekingen çıkan ses tonu yüzünden duraksamıştı. oraya geldiğinden beri yüzüne ilk defa baktı o an, minho bakışlarındaki korkuyu ne kadar geriye itmeye çabalasa da barizdi büyüğün ne söyleyeceğinden korktuğu. sarışın beden bir adım ilerledi, küçüğün bileğinden nazikçe kavrayıp apartman kapısının önündeki merdivenlere yöneltti. soğuk, mermer basamağa yan yana oturduklarında bedenleri ürpermişti ikisinin de.

"söylediklerimle ilgili konuşmaya geldiysen," minho derin bir nefes alıp bakışlarını büyüğün yüzüne dikti, "inan bana gerek yok. bunun için söylemedim sana duygularımı."

chan başını aşağı yukarı salladı kabullenmişlikle. çok dikkatli davranması gerektiğinin bilincindeydi. söyleyeceği herhangi bir kelime, arkadaşının onu yanlış anlamasına sebep olabilir ya da duygularını incitebilirdi, onun kalbini kırmaktansa sonsuza kadar susmayı dilerdi sarışın. ellerini yüzüne bastırıp ofladı, cümlelerini toparlamakta zorlanıyordu.

"seni yanlış anlamayacağımı biliyorsun chan, gerilmene gerek yok."

"şey," cümleye olabildiğince saçma bir şekilde başladıktan sonra duraksayıp gerginlikle dudaklarını ıslattı, ardından bedenini minho'ya doğru çevirip gözlerinin içine baktı. "sana ne kadar değer verdiğimi biliyorsun, asla seni incitmek istemediğimi de öyle, değil mi?" küçüğün başını onaylarcasına sallamasını bekledikten sonra lafına devam etti. "minho ben, yani şöyle ki-"

minho, bir elini diğerinin dudaklarına bastırıp susmasını sağladıktan sonra sakince gülümsedi. şaşkınca ona bakan büyüğünü umursamıyordu o an için. chan'ın koluna sarılıp başını omzuna yasladı, gözlerini kapatırken hâlâ yüzünde minik bir tebessüm vardı. nasıl ki kendisi onu yanlış anlamayacaksa, onun da kendisini yanlış anlamayacağından emin olduğu için hareketleri rahattı. "önce biraz sakin ol, sonra konuş."

chan koluna sarılan bedenle kendine engel olamayarak gülümsedi, gözleri kapanıvermişti bile. başını eğip yanağını küçüğün saçlarına yasladı huzurla. sahiden de sakinleşmişti, nasıl olduğunu anlayamadan düşünceleri berraklaşmıştı. sessizce otururlarken ikisi de dış dünyaya dair hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi görünüyordu.

büyük olan, dizinin üzerinde duran eli sıkıca kavradığında minho'nun gözleri deyim yerindeyse faltaşı gibi açılmıştı, başını hâlâ chan'ın omzundan kaldırmamış olsa da şaşkınlıkla ellerine bakıyordu. chan da dakikalardır kapalı olan gözlerini aralamış, birbirine kenetlenmiş olan ellerini izliyordu. ellerimiz birbirine yakışıyor. böyle düşündüğünün ayırdında bile değildi sarışın genç.

"minho, ben seni sevmek istiyorum."

dudaklarından tereddütsüzce dökülen kelimeler, diğerini dumura uğratmıştı. başını hızla arkadaşının omzundan kaldırdı, doğru duyup duymadığını anlamak istercesine yüzüne baktı gözlerini kırpıştırarak. her şeyi duymayı bekliyordu, ona bir cevap verme fırsatı bırakmadan kaçıp gittiği için söyleyeceği şey hakkında bir fikri de olamamıştı ancak duyduğu şey, kesinlikle beklentilerinin dışındaydı.

fall on meWhere stories live. Discover now