0.8 | Water : The Blue Spirit

667 86 229
                                    

O günkü fırtınadan bir kaç gün sonra Ron'un bir anda ateşlenmesiyle terk edilmiş bir köyde kalmaya başlamışlardı. Kendilerine güzel, büyük bir ev bulduktan sonra Ron'un dinlenebilmesi için onu yatağa yatırmışlar ve ellerinden geldiğince çorba tarzı şeylerle beslemeye çalışmışlardı. Ancak ortam hasta biri için mükemmel olmadığından, Ron bir türlü kendine gelemiyordu. Ateşi çıktığı için Harry hayatındaki en büyük saçmalıkları dinlemek zorunda kalmıştı.

Hermione Ron'un alnına sirkeli bezi koyup, "Bu ateşini düşürür." dedi. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

Ancak Ron sanki ona başka bir soru sorulmuş gibi sırıttı. "Appa'nın en çok nesini seviyorum söyleyeyim; Mizah anlayışını."

"Güzel." dedi, Hermione, gözlerini devirerek. "Ona iletirim."

Ron, Appa kükrediğinde ona baktı. "Her zamanki Appa."

Harry onların yanına gidip Ron'a baktı. "Ron nasıl oldu, Hermione?"

"Pek iyi değil. Fırtınada kalmak onu epey etkilemiş."

"Etrafta biraz dolaştım. Çay yapmak için zencefil kökü bulamadım ama bir harita buldum." dedi, Harry elindeki haritayı göstererek. "Şu dağın tepesinde şifalı bitkiler satan bir yer var. Ron için oraya gidebiliriz."

"O seyahat edecek durumda değil. Ron'un dinlenmesi lazım. Yarına daha iyi olacağına eminim." Ancak Hermione bir anda elini ağzına koyup öksürmeye başladı.

Harry endişeyle ona baktı. "Sen de öksürmeye başladın."

"Sakin ol," dedi, Hermione gülümseyerek. "Sadece ufak bir öksü-" Ancak yine cümlesini tamamlayamadan öksürdü.

"Ron da dün böyleydi." dedi, Harry. "Şimdiki haline bak. Kendini Toprak Bükücü sanıyor."

İkisi de Ron'a döndüğünde, Ron'un ellerini bir toprak bükücü gibi yumruk yaparak ileriye savurduğunu gördüler. "Al bakalım, seni kaya!"

Harry bakışlarını Hermione'ye çevirdi. Sonra da eline planörünü alıp haritayı da yanına aldı. "Birkaç saat sonra sen de saçma konuşmaya başlarsın. Ben ilaç bulmaya gidiyorum."

Sonra da evden çıkıp planörünü açtı ancak tam o sırada şimşek çakmasıyla olduğu yerde durmak zorunda kaldı. Planörünü kapatıp yan tarafa koydu. "Yayan gitsem daha iyi olur. Dışarısı baya kötü."

Hermione'ye gülümseyip kapıyı kapattı ve hava bükerek hızlı bir şekilde köyün çıkışına doğru koşmaya başladı. Koşarken arkasından büyük bir toz bulutu bırakıyordu. Kaç dakika öyle koştu, bilmiyordu. Ancak kısa sürede dağın tepesindeki şifacıya ulaşmıştı.

Hızla içeriye girdi ve şifacıyı görmesiyle, "Merhaba." dedi. Kadın bir şeylerle uğraştığı için ona dönüp bakmamamıştı. Harry bu kaba harekete rağmen konuşmaya devam etti. "Böyle daldığım için üzgünüm ama arkadaşlarıma ilaç lazım. Ateşleri var ve öksürüyorlar-"

Kadın, Harry'nün sözünü kesti. "Sakin ol, delikanlı. Arkadaşların iyileşecek. Ben kırk yıldır buradayım. Başkaları da vardı ama hepsi yıllar önce gitti." Sonra da beyaz kedisinin başını okşadı. "Artık sadece ben ve Miyuki kaldık."

Harry, kadına fark ettirmeden gözlerini devirdi. Bu garip tipler her zaman Harry'yi bulmak dorunda mıydı? Hafifçe gülümsedi. "Ne güzel."

"Yaralı Toprak Krallığı askerleri arada bir uğrar." diye devam etti, kadın. "Cesur çocuklar. İlaçlarım sayesinde hep geldiklerinden daha iyi halde ayrıldılar."

"Güzel." dedi, Harry. Sonra parmağı ile kadının uğraştığı ilacı işaret etti. "Bitti mi?"

"Bekle. Son malzemeyi eklemeliyim." Etrafta duran bitkilerin yanına gidip kendi kendine mırıldandı. "Sandal ağacı... Tamam... Hayır, bu iş görmez. Muz yaprağı? Olmaz." Bir süre daha dolaşmaya devam etti. Sonra bir ağacın önüne geldiğinde gülümsedi. "Ben de bunu arıyordum. Erik çiçeği."

The Last Airbender | Drarry Where stories live. Discover now