1. BÖLÜM; YOLCULUĞA ÇIKAN YABANCI

3.3K 129 18
                                    


Uyandım.

Gözlerim odanın loşluğuna alışırken tüm odayı kolaçan edip kendi gerçekliğimde olduğumu anladım. Terden dolayı ıslanıp üstüme yapışan kıyafetlerim ve yüzüme yerleşke kurmuş saçlarımla beraber yatakta doğruldum, huzursuzca olduğum yerde durarak etrafa bakındım. Dizlerimi bağdaş kurdum ve derin derin nefesler alarak kendimi telkin etmeye çalıştım ama bunu yapmak gördüğüm kabusun etkisini azaltmaktan ziyade beni daha da dibe çekiyor gibiydi.

Ellerim titriyor vücudumda korku giderek artıyordu. Ölüm tüm iblislerini peşime takmıştı. Ve bana pençesini geçirmeden beni asla bırakmayacaktı. Yine odamda, yatağımda yakalamışlardı beni. Kafamın içindeki uğultular giderek büyüyor ve tüm odada geziyordu. Hepsi hırsla bir şeyler fısıldıyor ve özgür kalıp beni parçalara ayırmak istiyordu. Zihnimin karanlıkta kalmış dipsiz kör kuyularından çıkarak, kendileri aydınlığı bulurken beni o kör kuyulara itmek istiyorlardı.

Karanlık...

Göremediğim şeylere karşı bir zayıflık vardı. Ve karanlıktan bu yüzden hoşlanmazken onları oraya mahkum etmiştim. Ben göremediğim hâlde onları savunmasız bırakmak istemiştim, ama karanlığa çekildiğimden habersiz.

Korku...

Tüm benliğimi ufak ufak ele geçirmekle kalmıyor bir bütün halinde pençesini geçirmişti vücuduma tıpkı ölümün bana yapmak istediğini korku çoktan yapmıştı. Yenilmiştim korkuya hem de defalarca. Pençe izinin açtığı yaralardan bir bir içeriye hücum eden korku sinsice vücudumda kol geziyordu.

Ellerimi saçlarıma götürüp yüzümü sıvazladım. Saç diplerime kadar sırılsıklam olduğumu fark ettim. Yatağımın hemen yanındaki komodinden su dolu bardağı alıp içtim. Susuzluktan kurumuş boğazım en sonunda kavuştuğu suyla huzur bulurken ruhum hâlâ büyük bir huzursuzluk içerisinde kıvranmaya devam ediyordu. Bir yangının ortasında kalıp ateşler içerisinde kavrulmuş bedenler gibi acı içindeydi.

Gözyaşlarımı silmeye çalıştıkça bir yenisi ekleniyordu göz pınarlarımdan süzülen yaşlara. Sanki ne kadar ağlarsam içimdeki bu korkuyu ancak o şekilde atabilirdim.

Bir süre daha ağlamaya devam ettim fakat asla sakinleşemiyordum. Aksine giderek artıyordu. Yataktan çıkarak kapıya ilerledim, babamın yanına gitmek en doğru ve güvenli karar olacaktı. Onun varlığı benim tüm benliğimi huzura kavuşturmaya yetiyordu.

Ahşap zeminde terliklerimin çıkardığı sesten başka ses işitemiyordum. Güven dolu yuvamda duyduğum bir dolu huzursuzluk bana cehennemi yaşatıyordu.

Yavaş adımlarla merdiveni inerken babamın çalışma odasında olduğunu ve içeride misafirleri olduğunu gelen seslerden anladım. Fakat bunun için yapabilecek bir şeyim yoktu. Korku tüm vücudumu sarmaya devam ederken kendimi tutamadım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Ayaklarım beni taşıyacamayacak duruma geldiğinde usulca kapının önünde yere çöktüm. Kendimi sakinleştirmeye çalıştığım her dakika beni daha da kötü yapmıştı ve dayanacak yeterli gücü kendimde bulamıyordum artık.

Kapıyı tıklama ve açmaya gücüm yokken usulca kapının önünde durmuş şekilde sakinleşmeyi bekliyordum fakat kendimi tutamadığım gerçeği beni derinden sarsıyordu. Bana gerek duymadan içeride olağan akışına son verilen bol hararetli tartışmaları bir bıçak keskinliğiyle bölünmüştü. Sesleri anlamaya çalışıyordum ancak uğultular ve odadaki sesler birbirine karışmış hâldeydi.

"Begüm!" dedi güçlü bir ses ve adım seslerini duymuştum. Kapı hızlıca iki yana açılırken gözlerimi öylece yukarı kaldırdım, mavi safir gözleri korkuyla daha koyu renge bürünürken gözlerinde dolaşan endişe yüklü bakışlar tüm vücudumu sararken sinirlendiğini gerilen vücudundan anladım. Koluyla beni sarmalayıp diğer eliyle saçlarımı okşamaya başladı.

"Kötü bir rüya gördüm!" dedim fısıldayarak ve daha fazla dayanamayıp kendimi babamın kollarına bıraktım. Rahatlayan yüzü yumuşarken odanın kapısını kapattı. Ceketini çıkartıp kenara bıraktı ve siyah gömleğinin kollarını kıvırdı ardından ceketi omuzlarıma bırakıp beni tekrar sarmaladı. "Geçti bebeğim," dedikten sonra saçlarımla oynamaya devam etti.

Ağlamam biraz daha dinene kadar odanın kapısında duran babam ve ben haricinde, salondaki korumalardan ses çıkmıyordu. Usulca yanımda durmaya devam etti. Sonrasında daha iyi olduğumu fark eden babam toparlandı. "Hadi, odana git tatlım," dedi hafif emrivaki tonda sesiyle. Saçlarımı bir kez daha kenara itip kulağımın arkasına sıkıştırdı.

Sonrasında gözünü odanın kapısında gezdirdi ve tekrar bana baktı. "Çünkü babanın çalışması gerekiyor," diyip göz kırptı. Gülümsememe engel olamadım ve başımla onaylayıp ayağa kalktım. Salonda ve odada olan herkesin gözü babamın gözlerinin içine bakarken babam ise benim gözlerimin içine bakıyordu her zaman. Salonda bulunan korumaları tanıyordum, onlarda benim kim olduğumu biliyorlar ve gözlerini bir saniye üzerime değdirmeden tek odakları babamdı. Salonda olan herkese kısa bir baş selamı verip çalışma odasının kapısını kapatıp içeri giren babamın ardından öylece durdum bir süre.

Bir daha uyuyabilecek enerjiyi ve o gücü kendimde bulamıyordum. Bu yüzden odama çıkmak yerine olduğum yerde bir süre bekledim tekrar. Ev üzerime geliyor ve ben her bir duvarın altındaki enkazdan kurtulmaya çalışıyordum. En mantıklısı bahçeye çıkıp hava almak olacaktı.

Verandaya doğru ilerledim ve kapıyı açıp dışarı çıktım, beraberinde salonda bulunan korumaların birkaç tanesi de eşlik etti. Soğuk hava tenime çarparken babamın ceketi beni koruyordu gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

Sandalyelerden bir tanesine oturup bacaklarımı karnıma çektim ve kollarımı sarıp başımı dizlerime yasladım ve dışarıyı izlemeye başladım. Üstümdeki tişörtün inceliği ve aynı zamanda hala terli olmam beni soğukla baş başa bırakmaya devam ediyordu fakat ceket tıpkı babam gibi beni her şeye karşı koruma görevini çoktan üstlenmişti. Soğuğu seviyordum en azından hayatta olduğumu hissettiriyordu bana.

Ufukta geceye veda eden yıldızların sönük güzelliğine bakarak gülümsedim. Tıpkı annem gibi onlarda veda edip gidiyorlardı. Hafif mor rengini almaya başlayan gökyüzü güneşin doğacağının habercisiydi. Huzur dolu şekilde gözlerimi kapattım ve bu sakinliğin tadını çıkarmaya başladım.

Aradan geçen zamanın acımasızlığı gün yüzüne çıkarken güneş çoktan doğmuştu. Babam yanıma gelmişti ve sessizce oturmaya devam ediyordu. Siyah gömleğini ve kumaş pantolonu değiştirme fırsatı dahi bulamamıştı yoğun yaşantısı sebebiyle.

Gözlerinden akan yorgunluğun o acı dolu ifadesini kendimi bildim bileli görüyordum. Masanın üzerindeki elini tuttum. "Canım babam, sen de olmasaydın ben ne yapardım bu hayatta," dediğim zaman gülümsedi. Diğer koluyla beni yanına çekti ve başıma bir öpücük kondurdu. "Asıl sen olmasaydın ben ne yapardım bu hayatta canım kızım," dedi ve bir süre babamın kolunun altında durdum.

Zamanın işleyen tıkırtıları çoktan babamın aklına düştüğünde saatine baktı ve ayağa kalktı. "Hadi bakalım küçük hanım, okulunun ilk günü," dedikten sonra usulca yanımdan ayrıldı. Derin bir nefes aldım ve usulca ardından baktım.

Ellerimi dizlerime koydum ve oturduğum yerden kalktım. Gözlerimi gökyüzüne çevirdim. "Evet! Ne demiş Tolstoy? Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir..."

URAGOS'UN KIZI (+18)Where stories live. Discover now