sixteen, thought that you were smarter

Start from the beginning
                                    

"Sunbae-nim!"

Neşeli bir sesle konuştuğunda omuzlarımı düşererek onun bu haline güldüm, odaya girerken çantasını hemen köşede duran ayaklı askılığa astı. "Duydum ki, odandan dışarı çıkmıyormuşsun." Hala gülerek konuşuyor olması sinir bozucu olsa da onu burada görmek hoşuma gitti. Kapıyı kapatarak ona doğru döndüm, ellerini beline koyarak bana bakarken gülüyordu sadece.

Kollarım onun beline dolanırken o da boynuma sarıldı, tatlı duş jelinin kokusu kendi kokusuna karışmış halde güzeldi. "Seni özlediğim hyungie." dedi benden ayrılırken, gözleri kısılana kadar gülerken odayı incelemeye başladı. Nereye koyacağıma emin olamadığım ellerimi sonunda şortumun cebine koymanın ardından onu izlemeye başladım.

Odanın içindeki her şeyi eline alarak inceleniyor, bazılarını burnuna yaklaştırarak kokluyordu. Yüzü arada aldığı kokudan memnun olmayan bir ifade ile buruşurken onu izlemek hoştu, sonunda terasa çıktığında peşinden gittim.

Ellerini demir tırabzanlara koyarak Körfez manzarasını izliyordu, çenemi omzuna yaslayarak ellerimi karnında birleştirdim, başını hafif yana eğerek kıkırdadı. "Uçak biletlerimi Seokjin hyung aldı, ama bana oda ayarlamamış. Otelde de boş oda yokmuş." Körfez manzarasını izlemeyi bırakarak kollarımın arasında bana doğru döndü.

"Ya seninle aynı yatakta uyuyacağım ya da başka otel bakmak zorundayım."

Alt dudağı aşağı sarkarken başka otelde kalmasını istemeyeceğimi bildiğine emindim, gözleri muzip parıltılarla beni süzerken dudaklarımı yansıyan ışıklarla dikkatimi çeken yara izinde gezdirdim. Elleri boynumda birleşirken uzanarak dudaklarıma minik bir öpücük bıraktı. "Saat çok geç oldu, sunbae. Karar vermen gerek. Eğer beni istemesezsen... Otel bakmalıyım." Hala sevimli bir şekilde konuşurken bu kez kulağının hemen altına değdirdim dudaklarımı.

Jeongguk telefonumu alarak masanın üzerine koydu, hasır sandalyede bağdaş kurarak oturdu ve hırkasının cebinden kendi telefonunu çıkardı. Ben ona mini barın yanındaki geniş konsoldan kadeh getirirken Körfez manzarasını çekerek sosyal medya hesabına attı.

Boştakk hasır sandalyeye oturdum, ona bir kadeh doldururken telefonunu benimkinin yanına bıraktı. "Beni çok sinirlendirdin." dedim kadehi onun parmaklarının arasına bırakırken, kaşları çatılarak bana bakmanın ardından "Neden ki hyung?" diye sordu, "Telefonlarıma hiçbir zaman düzgün cevap vermedin. Seni görüntülü aradığımda hep geçiştirdin, normal konuşmalarımızda etrafında sürekli birileri vardı ve benimle konuşmak yerine hep onlarla ilgilendin." On gün içinde yaşadıklarımı ona dönerken kadehi dudaklarına götürdü, gözleri irice açılırken büyük bir yudum aldı, bu hali gülmek istememe sebep oldu.

Kadehi masanın üzerine bırakarak hırkasının kollarını parmak uçlarına kadar çekti, büyük gözlerini bana çevirerek bana baktı. "Özür dilerim, öyle davranmak istemedim hiç. Tüm kulüp bizim sevgili olduğumuzu konuşuyor, yani, kötü imalar değil ama bazen çok hadsizce konuşuyorlar." Hızlı bir şekilde konuşurken benden çekti bakışlarını, "Bu aralar hep antrenman yapıyorum, hyung. Beni aradığında hep kulüpte oluyorum ve insanların etrafında konuşmalarım değişiyor ister istemez." dedi Jeongguk, yaptığının yanlış olduğunun farkındaydı, ona sorun olmadığını söylemek istiyordum ama içimden gelmiyordu bu.

Arkama yaslanarak ona bakarken gözlerini yeniden bana çevirdi, "Hala sinirliyim. Seokjin hyung dedikodular kötü yöne gitmesin diye söylemiş sevgililer diye. Bana bunu açıklayabilirdin Jeongguk, sürekli bir sorun olup olmadığını düşünmek zorunda kalmazdım." Ellerini uzatarak hırkasına gizlediği parmakları ile yanaklarımı sıkıştırdı, "Üzgünüm sunbae-nim, lütfen bana kızgın olmayın." Sesini incelterek tatlı bir şekilde söylediğindd gülmeden edemedim, benim gülmem, onun da gülmesine sebep oldu.

"Hala kızgınım Jeongguk, sevimlilik yapma bana."

Kızgın falan değildim sanki, ellerini yanaklarıma koyduğu an hırka yüzünden tenlerimiz birbirine değmemiş olsa bile tüm içimdekileri almıştı. Kadehini eline alarak şarabına devam ederken yerinde daha çok yayıldı, "Manzarası da çok güzelmiş, bayıldım!" Neşeli görünüyordu, gözleri tatlı bir şekilde parlıyor, dişleri görünüyordu güldüğünde.

Sessiz bir şekilde manzaraya dalmış bir şekilde devam ediyorduk karanlıktaki ışıkları izlemeye, Jeongguk kadehini bitirmenin ardından yenisini doldurdu. "Hyung..." Bana seslendiğinde ona baktım fakat gözlerini bir an olsun bana çevirmedi, bakışları manzaradaydı ve parmakları kadehin çevresinde dolanıyordu.

Yutkunduğunu gördüm, başını hafif yana eğdi, kadehi dudaklarına götürerek bir yudum aldı. "Seni özlemişim." dedi bakışlarını bana çevirerek, "Burada yanında oturmak bile o kadar iyi geldi ki, senin yanında kendimi hiç olmadığım kadae huzurlu hissediyorum." Gülümseyen yüzüne aldanmamak elde değildi, ona gülmenin ardından o da güldü daha çok. "Huzurlu hissetmek tuhafmış." dedi bakışlarını gökyüzüne dikerek, iç geçirerek olmayan yıldızları, gri bulutların arkasına saklanmış Ay'ı izledi.

Şu anda daha iyi anlıyordum Seokjin hyungun onu benim yanıma getirmesini, Jeongguk'un hislerini de iyi anlıyordum, ben de onun yanındayken kendimi huzurlu hissediyordum, bunu inkar etmeye gerek yoktu.

Saat sabaha yaklaştığında ve alacakaranlık bastırdığında kalktık yerimizden, kadehleri konsolun üzerine bırakmanın ardından balkon kapısını kapattım soğuk hava dışarıda kalsın diye. Jeongguk odanın ortasında dikilerek bana bakarken "Pijamam yok yanımda." dedi, kollarını bedenine sararak, bazen o kadar sevimli davranıyordu ki, ne yapacağımı bilemez hale geliyordum.

Ona kendi pijama takımlarımdan birini verdiğimde utanarak banyoya ilerledi paytak adımlarla, oda servisini arayarak yeni bir terlik ve banyo seti istemenin ardından yatak için de yeni bir nevresim takımı istedim.

Jeongguk odaya geldiğinde mini buzdolabıncan cam bir su şişesi alarak açtı, hafif çalınan kapıyı açtım ve gecenin bu saatinde rahatsız ettiğim için özür dileyerek eşyaları aldım. Sandalyenin üzerine bıraktım hepsini, nevresim takımını değiştirmeye koyuldum.

Kalçasını konsola yaslayarak beni izlemekte olan odamdaki minik tavşan, elindeki boş şişeyi de konsolun üzerine bırakmanın ardından bana yardım etmek için ilerledi, "Oda terliği de istedim, ayakkabılarını çıkartabilirsin." dedim, o terlikleri alarak değiştirirken giydiği çizgili takımın içinde güzel görünüyordu.

Elinden tutarak yatağa çektim onu, ışıkları kapatarak yatağa girdim ve onun da girmesi için yer bıraktım. Abajuru kapatarak yatağa girdiğinde bana yaklaştırdı, kollarımın arasına girerek bana sokuldu. Dudaklarımı alnına değdirerek elimi sırtına götürdüm, yavaş bir şekilde okşarken "Sunbae..." dedi, arada hyung arada sunbae diyordu, parmaklarımı sırtından saçlarına götürdüm, parmakları doladığım siyah tutamlar papatya gibi kokuyordu.

"Başkasına aşık olmayacaksın, değil mi?"

Bu soru yeniden gündeme geldiğinde bu kez gülerek, parıltıların arkasında daha az hüzün vardı. "O kadar çok söylüyorsun ki Jeongguk, olmayacaksam bile olacağım sanırım." dedim, karnıma sert bir yumruk attığında bunu beklemiyordum. "Jeon Jeongguk!" diye bağırdım, gülerek kollarımın arasına yeniden sığındı. "Ihm, o zaman... Başka bir şey sorayım mı?" Gözlerimi ona diktim, "Sor bakalım, minik tavşan." dedim gülerek, başını boynuma soktu yeniden, orada nasıl nefes aldığına dair hiçbir fikrim yoktu.

"Bana aşık olur musun, sunbae?"

🍷

hello 🥰
bu emoji sizce de çok samimiyetsiz durmuyor mu ya sanki?

sabah yıldızı' taekookWhere stories live. Discover now