22.Bölüm

820 88 125
                                    

Sonra zaman durdu, demişti okuduğum bir kitabın satırlarında. Savaşın ortasında, sürgün topraklarda senelerini geçiren bir adamın, çehresi islerle dolu sevdiğini gördüğü anda geçiyordu fakat aklımdan hiç çıkmamıştı. Sonra zaman durmuştu, demişti. Zaman durdu, çiçeklerin köklerinin yetiştiği, hamı kana dönmüş olan kan kokan topraklardan yaseminler çalındı burnuna, virane şehirden yükselen dumanlar çekildi geriye, gökyüzü yıkıldı yeryüzüne ve sürgün topraklarına basan ayakları kendisini, sevdiğinin toprak rengi gözlerinde vatanın ekmek kokan caddelerinde el ele yürürken buldu. Yıllardır aradığı sevgili karşısındaydı, tüm arzusu ve dualarını sadece bir kere olsun görmek için harcamıştı geceler boyu, Tanrı'sı tutmuştu elinden diye tasvir edilmişti. Oysa gerçekte karşısında kimse yoktu, sadece göğsüne saplanan kurşundan kurtulamayacağının bilincinde, biçare kalbi karşısına sevdiğinin serabını seyre dalmıştı.

Tam da bu an, Xiao Zhan'ın kalbi yüreğim altında güm diye, güm güm diye atarken ve dili yıllardır rüyalarımda işittiğim hayali cümleleri kulağıma fısıldarken, kalbim ona güm diye karşılık veriyordu, güm güm diye çarpıyordu göğsüne ve ben kendimi bu anın gerçekliğinde hissedemiyordum. Sanki gözlerimin içine bakan gözleri, çeneme değen solukları ve tenime karışan teni benim zebun yüreğimin çektiği elemi kaldıramayıp oluşturduğu bir hayalden ibaretti ve ben birazdan kendimi soğuk yatağımın içerisinde bulacaktım. Güm diyordu kalbim kalbine, fakat korkuyla çarpıyordu göğsüme. Uyanmak istemiyordum, bu kadar gerçekçi bir rüyanın ardından gerçekliği hissetmek istemiyordu zihnim, kendi dünyasında mutlu olup hakikiyete dönünce hissettiği boşluğun içinde dönmek istemiyordu ruhum. 

Sıkı omuzlarını saran elim, çekine çekine, biraz da anın büyüsünü bozmaktan korkarak yüzüne doğru tırmanıp sıcacık yanağını sardı. Koyu gözleri pür dikkat ne yaptığımı izliyordu fakat ben hala kendime anın gerçekliğini kanıtlamak için nefesimi tutmuş şekilde tenini muhtaçlıkla sarıyordum. 

"Gerçek mi bu?" diye fısıldadım yavaşça. Normal bir şekilde konuşursam her şey bir anda yok olacakmış gibiydi. "Bir daha söyle, gerçek mi bu? Rüyada değilim, değil mi?"

"Gerçek," dedi dudaklarıma doğru. "Te quiero."

"Ti amo." diye fısıldadı burnunu yanağıma hafifçe sürterken.

"Seni seviyorum," dedi gözleri gözlerimdeyken. "Sevmenin anlamının aslında ismin olduğunu bilmediğim o anlardan beri, şimdiye dek, ilelebet. Kalbimin tüm ölülüğü ve yaşam verdiğin yerleri ile."

Gerçekti. Belimi saran parmaklarının baskısı, soğuk avuç içlerimin tutunduğu sıcak yanağı, bana bakan gözleri, nefesime karışan nefesi ve sadece varlığı ile teklettiği kalbim gerçekti. Tesiri öylesi kuvvetliydi ki, ruhum şimdi karşısında gülerek keder gözyaşlarını akıtmak için doluyordu. Böyle bir acının gebe kalıp doğurduğu mutluluk hayal olamazdı, zira şimdi yüreğim bem beyaz kanatlarına sahipti fakat şimdiye dek karaya hapsolmanın getirdiği ağırlık bir anda çökmüştü üzerine. 

Bu nedendendir ki, dudaklarımı bir şeyler söyleyebilmek umudu ile araladığım anda bir hıçkırık firar etmiş, ben daha ne olduğunu anlamadan başına buyruk bedenim göz yaşlarını akıtmaya başlamıştı Xiao Zhan'ın göğsüne. Bedenim sarsılıyor, kemikli parmakları saçlarımda dolaşıp dudakları göz pınarlarıma dokundukça yaşlarım artıyordu. 

Meğer insan mutluluktan da ağlayabiliyormuş, bunu da o gece neredeyse her duyguyu bana tattıran adamdan, Xiao Zhan'dan öğrenmiştim. 

"Söyle bana figlio," dedi usul usul, parmak uçları bel kıvrımımı okşarken. Dudakları yakınımdaydı, sıcak nefesi boynuma çarpıyordu. "Kırıklarının neresinden, nasıl öpsün aşığın iyileştirmek için?"

Salvatore |yizhan|Where stories live. Discover now