Bölüm 54: Dikiş, Part 2

Start from the beginning
                                    

Uluç'un sesi arafta kalmış gibiydi, ne bağırıyor ne de fısıldıyordu. Usulca ona döndüm. Gözleri doğrudan gözlerime bakıyordu ve yemin ederim gözlerindeki parıltıda beni kendine çekip sakinleştirmeye çalışan o panik vardı.

"Sakince ara güzelim. Acelemiz yok, tamam, sakince, canın ne zaman isterse o zaman ara."

Bu ses tonuyla bana her şeyi yaptırabilirdi. Bana böyle bakarken ve bu ses tonunu kullanıyorken beni ölüm uykusuna bile yatırabilirdi. Bu ses tonuyla beni sevmediğim şeyleri sevmek zorunda bile bırakabilirdi. Parmak boğumlarını görmesem, tüm bunlar benim tarafımdan koşulsuz şartsız kabul görürdü ancak sertleşmiş ve eklem yerlerinden beyazlaşmış parmak boğumlarının birer ahtapot gibi direksiyona yapışmış görüntüsü beni bu rüyaya dalmaktan kurtarıyordu. Arkamızdan yükselen far ışıkları, Uluç'un parmak boğumları son nefesini almaya çalışan bir ahtapot kolları gibi direksiyona sarıldığında gözüme denizin orta yerinden harlanan bir ateşmiş gibi geldi. Bir yanan bir sönen sinyal ışıkları da kesintisiz devam edince bu görüntü zihnimde bana oyun oynayan bir çift elin kuklası gibi büyüdükçe büyüyordu.

İçinde bulunduğumuz alevlerin bizi sarmak üzere olduklarından adım kadar emindim. Dönüp ona aslında yangından kaçan iki aşık mıyız biz Uluç diye sorarcasına bakmak istedim, baktım. Görüntüsü, ses tonu, bakışlarına yerleştirdiği ne olursa olsun yıkılmayacağız sağlamlığı beni bunu düşünmeye itiyordu. İçinde bulunduğumuz alevlerin bizi sarmak üzere olduklarından adım kadar emindim ancak Uluç bu gerçeği göz ardı ederek bana rol kesmeye devam ediyordu. Rol kesiyordu biliyordum çünkü aramızdan geçip giden mermilerin sıcak ısısının tenime vuruşunu hissedebiliyordum.

Dediğini yaptım. Kendim için, ölmemek için, onun için, ölmemesi için. Faruk'u aradım.

Telefon çaldığını belirten kesintili seslerini aramızda kalan boşlukta açığa çıkardığında sertçe yutkunmuş hemen ardından telefonu hoparlöre almıştım. Bir polisi aramanın tedirginliğini normal şartlar altında olsaydık beni ellerimi terletecek kadar endişelendireceğini biliyordum ama normal şartlar altında değildik, peşimizde içerisinde kaç tane adamın barındırdığını bilmediğim üç araba vardı ve ateş ediyorlardı. Ellerim titremiyordu, ellerim zangır zangır titriyordu. Uluç'un bana baktığını biliyordum ama ona bakmak yerine çalan telefon sesini dinleyip dikiz aynasından vuran far ışıklarına bakmaya devam ettim.

Bir diğer yandan Uluç'un yanımdaki varlığına şükür ediyordum ki bu şükür samimi bir şükürdü. Ne olursa olsun bu geceyi atlatabileceğimizi biliyordum. Uluç'un hemen yanımda düzenli nefes alışveriş seslerini duymaya devam ettiğim sürece bu benimsediğim bilgiden kolay kolay vazgeçmeyeceğime de emindim.

Sonunda bir ahize kolu kaldırılmışta tok bir ses yükselmiş gibi telefonun çaldığını belirten ince ses kaybolup yerine kalın ve tok sesler dolmaya başladığında ilk olarak çok uzaklardan geliyormuş gibi duyulan polis telsiz seslerini işittim. Bir an bu kadar uzakta oldukları için ağlamak, anında ışınlanarak buraya gelmeleri için tanrıya yalvarmak istedim. Sonra beş altı kişinin birlikte olduğuna ve aynı anda konuştuklarına görmeden de şahit olabileceğim karışık sesleri duydum. Ne söyledikleri anlaşılmıyordu ama önemli bir mesela hakkında tartıştıkları ortadaydı.

"Haldun peşimde." Diye konuştu Uluç, karşı taraftan bir insan sesinin kendine karşı yükselmesine izin vermemişti. Telefona bakmıyordu ancak baktığı yolun sonunda Faruk'un bedenini görebiliyormuş gibi keskin ve kısık gözlerle yolu takip ediyordu. Telsiz sesleri bir çoğalıp bir kayboldu, yaklaşık iki dakikanın sonunda ahizenin gerisinde anlamlı cümleler kuran tek bir insan sesi yükseldiğinde Uluç'la aynı anda nefes alıp verdik. Benim aksime Uluç daha dingin bir nefes almıştı ancak benim nefesim uzunca bir zaman önce nefes almayı bırakmışta şimdi yeniden nefes almaya kavuşmuş bir ölü gibi coşkuluydu.

SAHİPSİZWhere stories live. Discover now