sen ölüsün arkadaşım ama eğleniyoruz, değil mi?

Start from the beginning
                                    

komik olan kısmı sadece iki bin gün önce falan bana bunun gibi bir soru sorsaydı gözlerimi devirirdim. içimdeki jisunglar bana koşup saklanmamı söylerken ben karşımdaki kişi ne kadar savunmasız olduğumu görmesin diye onları dinler sonra da soluğu hiç tanımadığım birinin yanında ona tüm özel hayatımı anlatırken bulurdum. yapardım biliyorsunuz.

bu yanlış bir şey olduğundan söylemiyorum bunu. tam aksine size -ve sizeden kastım kendime- bir şey farkettirmeye çalışıyorum, bugün derin bir nefes alıp karşısında korktuğumu kabul ettiğim kişi önceki günlerden birinde yanına kaçtığım yabancıydı.

kafamı salladım bu yüzden. yukhei zaten korktuğumu biliyordu, üstelik geçtiğimiz beş yılda öğrendiğim bir şey varsa o da bir şeylerden kaçmanın sonunun asla gelmediğiydi. bir de çince öğrenmiştim ama o bu kadar derin ve anlamlı değildi.

"neden korkuyorsun peki?" yukhei bu sefer ellerinden birini yanağıma yerleştirdi. hala suratında aynı gülümseme vardı ama bunun için yapacak ukala bir yorum aramadım.

"bilmem. biri niye evine dönmekten korkar ki?"

bir cevap bulamadım kafamda. yukhei de bulamadı. ya da belki cevap vermeye de çalışmadı bilmiyorum. elimi tutup beni ayağa kaldırdı çünkü, sonra da valizi benim yerime kapatıp yanağımı öptü.

"yarım saate çıkmamız gerekiyor." dedikten sonra da diş fırçasını bardaktan alıp gitti.

~

trajediler insanları huzurdan daha iyi bağlardı. bunu bilmeme rağmen bizim trajedimiz bizi koparmış gibi hissetmeden edemiyordum.

aslında ben bir günümü bile hyunjin'le konuşmadan geçirmemiştim. changbin'i aramadığım gün sayısı en fazla ikiydi ve jeongin zaten sürekli konuştuğum biriydi. seungmin'i saymıyordum bile.

bir de chan ve minho vardı ki onlarla da konuşuyordum. yani bazen. diğerleri kadar sık değildi ama ne yaptıklarını biliyordum en azından.

sorun şuydu ki ben yasımı onlarla tutmamıştım. ben kaçmıştım.

çok sarhoş olduğum bir gece bunu yukhei'ye söylediğimde bana "sen kaçmadın. sen yapman gerekeni yaptın." demişti. ama o bana aşık olmak gibi kör edici bir şeyle meşgul olduğu için ciddiye almamıştım onu.

kaçmıştım ve hiçbir 'herkes acısını farklı yaşar' mantalitesi bunu değiştirmeyecekti.

yine de hyunjin ve seungmin'in düğününün yapıldığı bahçeye girerken kontrollüydüm. ağlamıyordum, ki bayadır yapmıyordum bunu, ve kesinlikle koşarak havaalanına gidip ilk uçakla çin'e dönmeye çalışmıyordum.

yukhei'in elimi tutuşunun etkisini yadırgadığımdan değil ama bunu kendimle yeni sayılabilecek ateşkesime bağlamak istedim.

gerilmedim değil ama. uçak durduğundan beri gergindim zaten. sadece o henüz dolmamış bahçeye girdiğimde midemde ne varsa yanımdaki saksıya bırakma hissi aniden güçlendi.

sonra çok garip -nerde olduğumu varsayarsak aslında normal olan- bir şey oldu. hyunjin kendisinden duyduğum en yüksek iç çekişlerden biriyle tam karşımızdan geçti. koştu daha doğrusu. bizi görmeden koştu ve "jisung nerde?" diye bağırdı.

ben sanırım onu en son iki yıl önce seungmin'le beijing'e geldiklerinde gördüğüm için şoka girdim. boyu hep bu kadar uzun muydu yoksa evren 'sen kısasın jisung' gündemini fazla mı zorlamaya başlamıştı?

"evleniyorum. ve o hala gelmedi. uçağı düşmüş olsa bile yarım saat içerisinde buraya gelmesi lazım jeongin." hyunjin'in bize arkası dönük olduğu için homurdanmaya devam ettiğini biliyordum ama jeongin'in bir kaç saniye önce kurduğumuz göz temasımıza rağmen tepki vermemesini açıklayamadım.

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now