sen ölüsün arkadaşım ama eğleniyoruz, değil mi?

Start from the beginning
                                    

bu yüzden onu öptüm. hala tam çıkaramadığı kapüşonlu boynundayken diğer elini de belime doladı o da.

ben o an başka bir şey öğrendim. gülümserken öpüşmek çok zordu. dudaklarım gerginlerdi bir kere, istediğim gibi hareket ettiremiyordum onları.

yine de güzeldi ama. gülümsemekten mi bahsediyordum yoksa yukhei'i öpmekten mi bilmiyordum ama güzeldi.

~

benim gibi birinin hayatını göze aldığımızda eminim ki sıradan ölçüler biraz değişiyordu. tam olarak ne uzun ne kısa emin olamıyordum. boyumdan başka, boyum hala kısaydı ona emindim.

ama özellikle zamanla ilgili fikrim yoktu. yukhei'yle çin'de geçirdiğim zaman uzun muydu bilmiyordum.

kore'ye dönmediğim zaman uzun muydu bilmiyordum. matematiksel olarak öyleydi belki de, çünkü benim uçaktan inmemin üzerinden beş yıl geçmişti. felix'in ölümünün üzerinden beş yıl geçmişti. yukhei'i ilk kez öpmemin üzerinden dört yıl ve bir kaç ay geçmişti.

ama yeterli miydi bilmiyordum. çünkü bazen uyandığımda ve yukhei yanımda kocaman vücudunu top haline getirmiş bir şekilde hâlâ uyuyorken benim emo yıllarım bir ömür önceymiş gibi geliyordu. hatta belki iki ömür. reankarnasyondan anlamıyordum.

ama aynı sabahın bir kaç saat sonrasında sanki felix dün ölmüş gibi oluyordu. yukhei'i ilk kez öpüyormuşum gibi hissediyordum o evden çıkarken. uçak beijing'e önceki gece inmiş gibi geliyordu.

bu yüzden eve dönme fikrinden korkuyordum. hatta bu yüzden biletleri aynı güne almıştım. bu yüzden en iyi arkadaşımın bu geceki  düğününe saat 7 uçağıyla gidecektim.

ama bunun sebebini kendime bile takımları içine koyduğum valizi kapatırken itiraf ettiğim için kimseyle konuşamamıştım. hatta fermuar sıkıştığında ve ben bir kaç saniyemi onu sertçe çekiştirerek kaybettiğimde içimdeki jisunglara 'gitmesek mi?' diye sormuştum.

pek olumlu bir cevap almadım gerçi. artık beni öldürmeye çalışmıyorlardı ama hyunjin ve seungmin'in düğününe gitmezsem yeniden bozuşabilirdik onlarla. iç huzurumu durduk yere bozmaya gerek yoktu.

zaten ben valiz yüzünden pes edip yatağın üzerinde bağdaş kurduğumda yukhei ağzındaki diş fırçasıyla odaya geldi. önce yarı kapalı valize baktı sonra da yatakta somurtan bana.

"gecikmek mi istiyorsun?" ağzında fırça vardı ama zaten genelde sesinin boğuk çıkmasını önemsemeden konuştuğu için onu anlamakta zorlanmadım.

kafamı iki yana salladım. gecikmek istemiyordum, gecikmek seungmin'le kavga etmek ya da jeongin'den azar işitmek demekti ki ikisine de cesaretim yoktu. gitmemek belki, ama kesinlikle geç kalmak istemiyordum.

yukhei başka bir yorum yapacak gibi oldu ama durdu. çok sık yaptığımdan değil ama bana öyle bir baktı ki son cümleyi sesli söylediğimi zannettim.

yaptıysam da bir şey söylemedi gerçi o. önce fırçayı ağzından çıkarıp komodinin üstündeki bardağın içine bıraktı -pek de iğrenç bulmadım bunu dürüst olmak gerekirse- daha sonra da hemen önüme oturdu.

bir şey söylememesi garipti bildiğiniz gibi. ya da bilmediğiniz gibi, hayır bilmiyorsunuz. yukhei hayatımda gördüğüm en çok konuşan insandı. rahatsız edici derecede konuşmuyordu ama bir şey söyleme şansı varsa kesinlikle söylerdi. bu yüzden çenesini benim dizlerimden birine yaslayıp öylece bana bakmasını garipsedim.

"ne var?" kaba olmadığımı biliyordum. yukhei de biliyordu. sanırım bu yüzden gülümsedi. "hiçbir şey. korkuyor musun diyecektim sadece."

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now