2. Bölüm: Sırtından vuran Azrail!

175 44 248
                                    







Keyifli okumalar. ^^

Bakışlarımı ondan çekip namlumun ucuna çevirdiğimde silaha doğru yürüyen adamların gerçek olması mı, olmaması mı daha çok işime yarar bilemedim. Gördüğüm bu iki adamın varlığına sevinmekte zorluk çekiyordu kalbimin çocuk yanı.

"Sizin ne işiniz var burada? Tüm bunlarda ne demek oluyor?"

"Senin için buradayız." Çocukluğumun kabusu konuşmuştu. Yüzünü net seçemesem de iyice yaşlandığını hırıltılı çıkan sesinden anlamıştım.

"Öyle mi? Biraz geç kaldınız çünkü ben başımın çaresine bakıyordum." Alaylı sesimin üstüne yaşlı adımlarını atarak karşıma geçti. İkisinin de yüzüne bakarken bütün gece boyunca yaşadığım olayları düşündüm ancak hiçbirinde kalbim bu denli atmamıştı. Lanet olsun ki onları çok özlemiştim. Yine lanet olsun ki onlara koşup sarılamamamın sebebi yine onlardı.

"Bizde zaten nasıl başının çaresine bakıyorsun onu görmek istedik. Sahi... O çakmağı nerden buldun? Çünkü seninki ceketinin cebinde." Neredeyse koskoca bir evi yakıyordum ve tek merak ettikleri çakmağı nereden bulduğumdu. Umutsuzca silahımı yere bıraktım. Seneler sonra hala şefkat dilenen yanımı kapılar arkasına kilitledim. İstedikleri neyse verip saatlerce önceki hayatıma devam etmek istiyordum.

"Beni buraya getiren adamları çakmağı düşürdüğüme inandırmak çok kolay oldu. Ama benim bilmek istediğim şey kim, neden beni bu harabeye sürüklesin? Burada, sizinle ne bok yiyorum?"

"Gerçekten hayranlık duymamak elde değil. O çakmağın işe yarayacağını nereden biliyordun peki?" Onun bu tavrını unutmuşum. Kendi istediğini almadan asla size istediğinizi vermez. Yıllar bu yaşlı bunaktan hiçbir şey götürmemiş ve anlaşılan o ki yine onun kurallarına göre oynayacaktık.

"Doğal şartlar altında elde ettiğin her madde imha edici olmalı!" Cümlem üzerine bedenini ve başını dikleştirip, yüzündeki gururlu tebessümüyle kollarını iki yana açmıştı. Bahşedilen kollara gitmeden önce karşımda duran ve sarılmak için bile savaşmam gereken adamlara baktım sadece. Elleriyle gelmemi işaret ederken derin bir soluk verdim sıkıldığımı belli etmek adına. O kollar arasında kendime bir yer bulmakta zorlandım ve bu oyuna son vermek adına konuştum.

"Artık sadede gelelim mi?" Samimiyetten uzak kahkahası yankılandı moruğun. Boşta kalan ellerini birbirine vurup kendince ritim tutmaya başladı.

"Torunum ne kadarda bana benziyor değil mi babası?" Babam ise karşısındaki çıplak varlığımdan yeni haberi olmuş gibi üstündeki ceketi çıkartıp bana adımladı. Elimle durması için işaret verip ihtiyara baktım ancak o beni kale almayıp yanıma geldi ve ceketi omuzlarıma bıraktı. Ceketin sıcaklığı bana üşüdüğümü hatırlatırken anlayışlı babam(!) benden uzaklaşıp eski yerine geçmişti.

"Seni buraya biz getirdik, bizim adamlarımız seni bağladı. Bu eve gelene kadarki her adımın, bu evden nasıl ve ne kadar sürede çıktığın hepsi bizim için önemliydi. Sen o iplerden kurtulup bu evden çıktığın andan itibaren görevi tamamlamış oldun, bu yüzden adamlardan hiçbiri sana karşı koyamazdı. Çünkü artık onların hepsi senin emrinde çalışan askerler." Babamın her bir kelimesinde ihtiyarın gözlerinden geçen gurur parıltısı midemin daha çok bulanmasına sebep olurken dakikalar önce kapılar arkasına kilitlediğim şefkat bekleyen kız artık yoktu. Kollarımı kaldırarak omuzlarıma bırakılan ceketin bedenimden kaymasına izin verirken arkamı dönüp yürümeye başladım.

Ben bu iki adama ne diyebilirim ki? Kırgınlığımı ifade edebilecek kadar dil biliyordum ancak karşımdaki adamlar sağırdı. Beni duymak istemeyen kalplerine seslenmeyi bırakalı çok olmuştu aslında. Bu geceye kadar ne dedilerse onu yapmış, onların kurallarına göre oynamıştım bir gün kabul göreceğime, sevileceğime inanarak.

HİDRA ⚔️ Where stories live. Discover now