4. Dana Güveç

186 38 68
                                    

Erik Satie - Gymnopédie No.1
_______


Île-Molène Adası'nda geçirdiğim üç günde gerek şato gerekse yerli halk hakkında ziyadesiyle bilgi edinmiştim.

Kafa karıştırıcı gezimizin sabahı üsteğmen Seokjin dışarı çıkmayacağını söylemiş, diğer gün de aynısını yinelediği için adayı keşfe çıkmayı kararlaştırmıştım. Benim onu çizecek bir ressam olduğumu anladığını düşündüğüm, kan ve çığlıklarla dolu korkunç endişelerimi bastırmak içindi bu gezi. Artık eşlik etmemi de reddediyorsa çoktan benim hakkımda bir kanıya varmış olmalı diye içim içimi kemiriyordu çünkü.

Ada halkının nüfusu tahmin ettiğimden daha fazlaydı. Erkekler balıkçılık ve Fransa karasına doğru deniz ticareti yapıyordu. İlk gün indiğim sahilin diğer ucunda küçük bir liman ve pazar inşa edilmişti. Lord Kim'in şatosuna hayli uzak olsa dahi bir o kadar da hareketli ve canlıydı. Keşke o gün de bu limana inecek gemilerden birinde olsaydım diye hayıflanmıştım. İçim açılmıştı gezerken. Kurutulmuş balıklar, fıçılanmış şaraplar, mayalanmış peynirler karın guruldatıyor; seramikten veya pirinçten envai çeşit eşyalar, zanaat dolu aynalar ve işlemeli kumaşlar, yanakları güneş yanığı kadınların tezgahlarını süslüyordu. Kafamı kaldırıp uzaklardan görünen Lord Kim'in şatosuna bakmıştım. Bir an için üsteğmen Seokjin'in de burada olmasını istemiştim. Martıların çığlıklarının, pazarın gürültüsünün, üzüm şaraplarının kokusunun onu sarmalamasını istemiştim. Sırtı deniz kabuklarıyla donatılmış el aynasından kendine bakmasını istemiştim. Evliliği değil, hayatı yaşamayı reddetmemesini istemiştim. Elimdeki aynayı tezgaha geri koyarken onu buraya getirmeye karar vermiştim. Tabi sırrım açığa çıkmaz da ömrüm yeterse.

Lord Kim'in şatosu ise ada meydanından tamamen zıttı. Öncelikle şatoda iki yardımcıdan başka kimse yoktu. Halihazırda tanıdığım hizmetçi kız haricinde kocası da Kim ailesine hizmet ediyordu. Adam genellikle köylüler ve topraklar ile uğraştığından dolayı şatoda görünmüyordu. Onu sadece bir kere, o da karısına erzak arabasının geldiğini söylediği sabah görmüştüm. Kasketini çıkarıp selamlarını iletmişti. Hizmetçi kız ise tüm şatoyu çekip çeviriyordu. Esasen zor olmadığını düşünüyordum. Kullanılan oda sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu ve koca şatoda birbirlerine yabancı baba oğuldan başka kimse yaşamıyordu.

Lord, kahvaltısını odasında yapıyor, akşam yemeğini yemek odasında yemeyi tercih ediyordu. İki gün boyunca akşamları ona eşlik etmiştim. Genç efendi yine isyanını sürdürmüş, Lord misafirinin, yani benim, yanında sakin durmaya kendini zorlayıp genç efendinin kabalığına tahammül etmeye çalışmıştı. Gel gelelim Lord da çenebaz sayılmazdı. Siyaset ve atlattığımız savaş ilişkin üç beş cümlelik sohbetler açmış, üstü kapalı kaç güne portreyi tamamlayabileceğimi sormuştu. Portre sorusu da olmasa bir oğlu olduğunu unutuyordu insan ona bakınca. Anlaşılan yıllar, lordun duygularını da beraberinde götürerek akıp yitmişti.

Île-Molène Adası'nda geçirdiğim üç günde gerek şatoya gerekse adaya ziyadesiyle alışmıştım.

Fakat üsteğmen Seokjin'in beni esir alan gözlerine alışamıyordum.

"Yüzmek istiyorum."

Yine bir öğleden sonrasıydı. Dördüncü günümde üsteğmen dışarı çıkmak istemiş, tam sevinçten havalara uçacağım sırada makus talihim bana gülmüştü. Çok sert bir rüzgar vardı ve biz birer eşarpla yüzümüzü korumak zorundaydık. Harikulade(!)

Üsteğmene döndüm. Bilmemi lüzum görmediği rotasında sessizce ilerlemiş, ilk gün indiğim sahile benzer kumlarının çarşaf gibi dümdüz olduğu, ayak basılmamış bir kumsala gelmiştik. Üsteğmen Seokjin yine ufuk çizgisine bakıyordu. Yüzünü biraz daha etüt etmek isterdim ancak lacivert şifon ipekten eşarbı buna mani oluyordu. Yine de beklemediğim başka bir fırsat elime geçti: ellerinin konumu.

Portrait of a Lord on Fire | NamjinWhere stories live. Discover now