14. Bölüm

3.8K 455 24
                                    

Vance gittiğinden beri içimdeki huzursuzluk katlanarak büyüyordu. Bu kadar uzun konuşacak ne vardı Tanrı aşkına! Ayrıca ne konuştuklarını bilmemekte ayrı bir zordu. Okul çıkışı olduğu için etraf çok gürültülüydü ve eğer havayı kullanarak onları dinlemeyi denersek gözlerimiz parlayacaktı. Yani her saniye içimizde büyüyen kocaman merakla Vance'ın dönmesini beklemekten başka çaremiz yoktu. Raquel'le birbirimize baktık. Acaba yanlarına gitmeli miydik? Tam bu soruyu sormak üzereyken görüş açımıza Gregory girdi. Bize ufak bir bakış atıp iyi olduğumuzdan emin olduktan sonra Vance'ın yanına gitti. Gregory'nin gelmesi bir nebzede olsa rahatlamamı sağlamıştı. Hannah kolumu dürtünce ona doğru döndüm. Konuşmak yerine eliyle bir yeri işaret etti. İşaret ettiği yere baktığımda karşıda ki binanın çatısına yerleşmiş keskin nişancıyı gördüm. Etraftaki binalara göz atınca oralarda da keskin nişancılar olduğunu fark ettim. Kuyumcu'nun korumalarının da burada olduğunu görünce biraz daha rahatladım. Vance ve erkek grubu konuşmaya ilk başladıkların da Vance'ın etrafında esen rüzgar dikkatimizden kaçmamıştı. Acaba konuşma kötü mü gidiyordu? Eğer karşı taraftalarsa onlara hemen şimdi saldırmak en iyisi olurdu. Muhtemelen onlara şu an saldırmamızı beklemiyorlardı ve eğer şimdi saldırırsak avantaj bizde olurdu. Onları öldürdükten sonra geriye yalnızca Amerika kalırdı. Zaten uzun zamandır  Amerika ile yalnız başımıza karşılaşma fikrine alışmıştık. Yani onları yok etsek ne kaybederdik ki? Vance ve Gregory aynı anda bir iki adım gerileyince daldığım düşüncelerden çıktım. Ters giden bir şeyler vardı. Onlara zarar mı veriyorlardı? Camilla ve ben aynı anda o tarafa doğru hareketlendik ama Raquel kolumuzu tutarak bizi  engelledi. 

"Siz aklınızımı kaçırdınız? Vance'ın gitmeden önce söylediklerini unuttunuz mu?" dedi.

"Yardıma ihtiyaçları olabilir" dedim. Raquel gözlerimin içine bakarak 

"Seninle bu konuyu daha önce konuştuk sanıyordum Alexis." dedi.

"Sana senin kadar fedakar olamayacağımı söylemiştim Raquel" dedim. Tam o sırada Melanie 

"Tamam gidelim hadi" dedi. Raquel şaşkınlıkla Melanie'ye bakıyordu. Sonunda kolumu Raquel'in elinden kurtarıp okulun çıkışına doğru koştum. Kızlar da peşimden geliyorlardı hatta en son Raquel'de küfür ederek peşimizden koşmaya başlamıştı. Okulun çıkış kapısına geldiğimizde yavaşlayarak Vance'ın yanında durdum. Önce Vance ve Gregory'e baktım. Acı çekiyor gibi durmuyorlardı. Yani yardıma ihtiyaçları yok muydu?

"Aman Tanrım!" Hannah'nın sesi üzerine gözlerimi Vance ve Gregory'den ayırıp Hannah'ya baktım. Gözlerini kocaman açmış bir yere bakıyordu. Bakışlarını takip ederek nereye baktığına baktım. Karşımızda duran erkek grubuna bakıyordu. Hepsine tek tek bakarken gözlerim ortalarında durana takılı kaldı. Bu gerçek olamazdı öyle değil mi?

"Ah evet, hepiniz öyle dik dik bakmaya devam edin. Bütün ülkeyi başımıza toplamaya falan mı çalışıyorsunuz siz?" gelen sesle gözlerimi konuşan kişiye çevirdim. Ses kahverengi-kızıl gözlü çocuktan gelmişti. Ateş. Çocuk haklıydı haklı olmasına ama nasıl bakmazdık? Karşımızda James Mountbatten Windsor vardı. Nam-ı diğer İngiltere Prensi. Tahtın sonraki varisi. 

"Hadi artık gidelim buradan." dedi Gregory etrafa tedirgin bakışlar atarak. Şükürler olsun ki kimse yanımızda bir prens olduğunu fark etmemişti. 

"Nereye gideceğiz?" dedi arkalarda duran mavi gözlü, siyah saçlı çocuk. Su.

"Kuyumcu'ya" dedi Prens. Camilla'yla bakıştık. O da benim gibi hala olanlara inanamıyor gibiydi.

"Buraya arabalarınızla mı geldiniz?" diye sordu Gregory. Ateş başıyla onayladı.

"Hadi gidelim o zaman. Sanırım yolu biliyorsunuz?" dedi Raquel.

ElmasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin