“Al iç. Kendine gelmeni sağlar. Uzun süre bekleyeceğiz gibi görünüyor.” Dediğimde bir an bana baktı sonra tekrar önüne bakarak kahveyi almadı. Yorgun görünüyordu. Kahve onu biraz olsun kendine getirirdi ama bunu reddediyordu. “Madem kahve içmeyip kendine gelmeyi reddediyorsun eve gidip dinlen” dediğimde bana öldürecekmiş gibi bakıp elimdeki tepsiden kahvesini aldı.

 

Elimdeki tepsiden kendi kahvemi de alıp tepsiyi boş sandalyelerden birini üzerine bıraktım. Kahvenin acı tadı genzimi yakarken zorla yutkundum.  Efeye dönüp "Bir haber var mı?"diye sordum.

 


Eğik başını kaldırıp başını olumsuz anlamda sallayıp "Kimse bir şey söylemedi. Bir haber yok" dediğinde Batuhan da "Kötü bir haber olsaydı söylerdiler değil mi?" diye sordu. Sanırım kendisini böyle avutuyordu. Ya da böyle avutuyorduk desem daha doğruydu. Bu sorusuna kimse bir şey deneyip önümüze dönüp beklemeye başladık.

 


Şimdi her şey o kadar zor geliyordu ki. İçerde yatan için elbette zordu da ya bekleyen için? Dakikalar geçmek bilmiyorken her saniyeyi bin asır gibi yaşamak gibiydi. En azından biri çıksa ufakta olsa bir şey söylese burası daha katlanılır olurdu. En azından çıkacak sonuca kendimizi hazırlayabilirdik. Bu belirsizlik insanı katil eden cinstendi!

 


Geçen her dakikada işin ciddiyeti biraz daha artarken ailesinin bu durumdan haberdar olması gerekiyordu. Eminin ailesi yanında olmak isteyecekti. Böyle bir haberi onlardan saklayamazdık. Ama bunu diğer çocukların düşünmediğinden de emindim! Bunu bilmek haklarıydı.

 


Başımı hafifçe kaldırıp çevreme bakındıktan sonra sesimi kısık tonda çıkarmaya çalışarak "Damlanın ailesine haber vermeliyiz." Dedim. Bunu dememle çocukların gözü üzerimde toplanmıştı.

 


Batuhan ve Efe sessiz kalırken Demir keskin ve net ses tonuyla  "Hayır!" demişti. Nedense bu çıkışı beni hiç şaşırtmamıştı. Şuan ben merkezcil davranıyordu. Olanlardan sonra bile değişen bir şey yokmuş gibi her şey normalmiş gibi bu tepkiyi vermesi beni sinir ediyordu.

 


Sinirimi belli edercesine kaşlarımı çatıp  "Bencil olma attık.  Haber vermemiz gerekiyor" dedim. Sesim yeterince kararlı ve kendimden emin çıkmıştı. Bu çıkışıma çocuklardan da destek gelmişti. Sanırım onlarda en doğrusunun bu olduğuna kanaat getirmiş olmalıydılar.

 

"Evet, ağabey haber vermeliyiz." Dedi Batuhan da. Bunun üzerine Efe telefonunu cebinden çıkararak "Ben Doğanı arıyorum o zaman" deyip tuşlara basmaya başlamıştı.

 


"Hayır dedim !“ Demirin keskin sesi bir kez daha kulaklarımıza ulaştığından; ben öylece durmuş onu izlerken Efede tuşlara dokunmayı bırakmıştı. 25 yıllık anlayışlı şefkat dolu ağabeyimi tanıyamıyordum artık. Ona ne olmuştu da böylesine bencil bir adama dönüşmüştü. Bu yaptığının işkence olduğunu dahi göremiyor muydu ki?

 


Demir yüzünü Efeye dönerek “Doğanı ya da o evden başka herhangi birini aramayacaksın.” Ses tonu normal olmasına rağmen öyle ürpertici çıkıyordu ki. Öz ağabeyim olmasına rağmen zaman zaman ben bile korkmuyor değildim. Öfke ve sinir problemi yüzünden her şeyi ve herkesi gözünü kırpmadan yok ediyorken an geldiğinde de bizi bile görmezden gelebilecek gibiydi. Sanırım bu yüzdendir ki çoğu yaptığına ses etmiyorduk. Ama  bu biraz fazla değil miydi? Hatta birazdan da fazla.. “Onun tek ailesi benim! Biziz!" fazlaca bencil.. Hem onu yok etmek isteyip hem de avucunda her zaman var olduğunu bilmek istemesi..

SahibimWhere stories live. Discover now