four, dance around the living room

Start from the beginning
                                    

Ne zaman uyuyakaldığımı bilmiyordum fakat Seokjin hyungun salondan gelen bağırma sesleri, uyanmak için iyi bir yöntem değildi. Terliklerimi ayağıma geçirerek girdiğim salonda Seokjin hyung ayakta dikiliyor, Jeongguk koltukta oturmuş halde yere bakıyordu. Ellerini iki bacağının arasına hapsederek suçlu bir çocuk gibi bekliyor olması canımı sıktı. Ahjumma ise ikisini umursamadan hazırladıklarını masaya taşıyordu.

"Günaydın, Seokjin hyung."

Onun dikkatini çektiğimde öldürücü bakışları koltukta çocuktan beni buldu, "Kim Taehyung." dedi kendine hakim olmaya çalıştığını belirten bir ses tonuyla. Omuz silkerek koltuğun kenarına oturarak elimi Jeongguk'un omzuna koydum, parmaklarımla sıkarak biraz rahatlamasını istedim. "Küçük çocuğu sorguya çekmen hoş değil." dedim Seokjin hyunga dönerek, "Dün yemek yedik ve uyuyakaldı, ben de eve getirdim." Açıklamamı bitirdiğimde kaşlarını çatar halde bana bakıyordu, ellerini beline koymuştu. "Uyandırmayı düşündün mü?" Jeongguk başını kaldırarak bana baktığında gülümsedim, "Sejin hyung diye biri aradı, sen ona haber ver, sonra kahvaltı edelim." dedikten sonra kalktım, banyoya ilerledim.

Üçümüz kahvaltı masasına oturduğumuzda ben köşedeydim ve onlar iki yanımda, karşılıklı oturuyorlardı. Jeongguk çekingen bir şekilde önüne bırakılmış sıcak sütü içerken gülümseyi durduramadım. "Dün biraz içmiştim, Taehyung sunbae beni eve getirmiş." Jeongguk parmakları arasındaki bardağı masaya koyarak konuştu. Seokjin hyung bakışlarını bana çevirerek yemeği ağzına attığında bir şey demeden bakışlarımı yeniden Jeongguk'a çevirdim, orada utangaç bir şekilde duruyor olması sevimli geliyordu.

Kahvaltı masasının geri kalanı sessiz bir şekilde geçerken Jeongguk'un önüne bazen yemeklerin bazılarından veriyordum, Seokjin hyungun rahatsız edici bakışları da eşlik ediyordu bana. "Ben gitsem iyi olur, sunbae. Sizi de rahatsız ettim." dedi Jeongguk masadan kalktığımızda, "Rahatsızlık değildi, sorun değil. Bekle arabamın anahtarını alayım, çantanı vereyim." Onunla beraber kapıdan çıkarken Seokjin hyung koltuğa yayılmış haldeydi, ondan uzun bir azar işiteceğim kesindi.

Arabanın yanına geldiğimizde arka kapıyı açarak çantasını almasını izledim, "Özür dilerim, sunbae." Tekrar bana bakarak özür dilediğinde omuzlarımı düşürdüm, "Özür dilemene gerek yok, Jeon. Benim için sorun değildi. Seninle vakit geçirmek güzeldi." dedim gülümseyerek, yüzü utangaç bir gülümseme ile yere eğildi, parmaklarım çenesini tutarak yüzünü kaldırırken yumuşak teni hoştu.

"Maçta görüşürüz, Jeon."

Eve girdiğimde kahvaltı masası toplanmış, Seokjin hyung hala koltuktaydı ve elinde her zaman kullandığı üzerinde siyah bir fil bulunan kahve kupası vardı. Onun yanına kendimi bıraktığımda eski tenis maçlarımı izliyor olduğunu gördüm. "Jeongguk ile ilgin ne?" Gözlerini bana çevirmeden sordu, elimin altındaki yastığı kucağıma alarak boşalan alana daha çok yayıldım. "Bir ilgim yok." dedim, ekranda bu seneki üçüncü maçım vardı ve seti alıyordum.

Jeongguk'a ilgim olduğunu nereden çıkarmıştı bilmiyordum, yalan söylemiş gibi hissediyor olsam da bir şey demedim. "Sana inanmıyorum." dedi bana bakarak, "O çocuk evindeydi Taehyung. Evine kimseyi almazsın sen." Bu doğruydu, keskin kurallarım vardı ve bunları asla esnetmezdim. "Çocuk sarhoştu, sokakta mı bıraksaydım?" Bana inanmadığını görebiliyordum, aslında ben de dün gece Jeongguk'u neden eve getirdiğimi bilmiyordum.

Bugünlerde kendimi anlamadığım anlar oluyordu, Jeongguk maçta hapşırdığı ve benim dengemi bozduğu andan beri toparlamam zordu, bunu kabul ediyordum. Bu hatayı yapabilecek en son insan bendim, bunu atlatmanın zor olacağının farkındaydım.

İç geçirerek yerimde daha çok yayılarak ayaklarımı orta sehpaya uzattım. Tamamen televizyona odaklanmış olan Seokjin hyung benim buradaki varlığımı unutmuş gibiydi. Telefonumu sehpadan alarak aramalarıma bakarken önemli bir şey olmadığını gördüm.
Yanıma bırakırken ahjumma markete gideceğini söylemek için yanıma geldi, onun gitmesine izin vermenin ardından Seokjin hyungun yanından kalkarak odama gitmek istedim, misafir odasının açık kapısından baktığımda yatağı düzeltmiş olduğunu gördüm.

Kendi odama girdiğimde bir kazak ile siyah bir kadife pantolon çıkardım dolabımdan, üzerimi hızlıca değiştirerek aynada saçlarımı düzelttim ve salona geri dönmeden önce cüzdanımı aldım. Sehpanın üzerindeki telefonu alarak "Ben Jimin ile buluşmaya gidiyorum." dedim, sadece başını salladı, kahve kupasını sehpanın üzerine bıraktım.

Onu evde bırakarak gitmeye oldukça alışıktım, arabaya binerek emniyet kemerini taktım, telefonu yan koltuğa bırakarak arabayı çalıştırdım. Biri ile gerçekten konuşmaya ihtiyacım vardı.

Geniş plazanın otoparkına girerek arabayı işaretli yere park ettim, telefonu alarak arabadan indim. Asansörü çağırdığımda bedenimi duvara yaslayarak beklemeye başladım. Asansörden inen aileye selam vermenin ardından bindim, Jimin'in katına basmanın ardından başımı kaldırarak kat numaralarını kontrol etmeye başladım.

"Taetae!"

Jimin kapıyı açmanın ardından kollarını bana sardığında ben de onun minik bedenini kollarımın arasına aldım. "Jiminie, seni özledim." dedim ondan ayrılırken, beraber eve girdiğimizde verdiği terlikleri giydim.  Salona geçerken minik calico kedisi Minimini gelerek ayaklarıma dolandı, kucağıma alarak tüylerini okşadım. "Minimini, çok özledim seni." dedim burnunu öperken, patileri ile yüzüme vurduğunda kıkırdadım. "Ben görmeyeli büyümüş." dedim koltuğa kendimi bırakırken, kollarımın arasından çıkan kedi koltuğun diğer ucuna giderek top haline geldi ve yayıldı.

Jimin getirdiği çay dolu fincanı elime bıraktı, kediye dikkat ederek onun yanına oturduğunda bedenini bana döndürdü. "Nasılsın, Kim Taehyung?" Bitki çayından büyük bir yudum alarak yerimde yayıldım, "Bilmiyorum, Jiminie." dedim, fincanı sehpaya bırakarak yerimde daha çok yayıldım. "İnsanlar yaptığım hata hakkında çok fazla konuşuyorlar, deliriyorum. Jimin, ben bilerek hata yapmadım ki! Hepsi o aptal çocuk yüzünden ama ona kıyamıyorum da, çok sevimli biri." Jimin anlamadığını belirten bir şekilde bana bakarken Minimini miyavlayarak yerinden kalktı ve koltuktan indi.

Jimin onun gitmesi ile arkasına yaslanarak "Kimden bahsediyorsun?" diye sordu, ona maç anından itibaren olanları anlatmaya başladım. Kelimeler hızlı bir şekilde dudaklarımın arasından çıkarken beni dikkatle dinliyordu. "Çok kızgınım kendime." diye bitirdim cümlelerimi, "Taehyung, hata yapman doğal. İnsansın sen. Jeongguk ya da başka biri fark etmez, başka bir yerde de yapabilirdin. Bunun için kendine yüklenme artık." İç geçirdim, hata yapmayı kabullenemeyen bir yanım vardı. "Jeongguk nasıl bir çocuk?" diye sordu bu kez. "Tatlı, seksi, tatlı? Bilmiyorum Jimin, bazen aşırı tatlı bir çocuk ama maç sırasında bambaşka biri oluyor." Başını salladı Jimin, çayımı bitirmenin ardından fincanı yeniden sehpaya bıraktım.

Kapının açılma sesini duyduğumuzda ikimizin de bakışları o yöne kaydı, edebiyat profesörü olan Jimin'in erkek arkadaşı Yoongi hyung elindeki kahverengi çantayı bırakarak ceketini çıkarıyordu. "Hyungie!" diye seslendim, bakışlarını bana çevirdi, Minimini yeniden oraya koşturmuş ve Yoongi hyungun ayaklarına dolanmıştı. "Hoş geldin, Taehyung." Ayağa kalkarak ona sarıldım, "Ne zamandan beri gözlük kullanıyorsun?" diye sordum, oturmadan önce Jimin'in dudaklarına minik bir öpücük bıraktı. "Bir süredir görme konusunda sorun yaşıyordum." Üzerini değiştireceğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı Yoongi hyung, Jimin onun salondan gidişini izlerken iç geçirdim.

Onların aşkı benim için asla bulamayacağım bir aşktı, birbirlerini üniversite yıllarından beri tanıyorlardı ve her zaman birbirlerine karşı derin bir sevgileri vardı. "Sizi kıskanıyorum." diye itiraf ettim, Jimin utangaç bir şekilde gülümsedi, parmakları elindeki fincanı daha sıkı kavradı.

"Belki de yakınlarında vardır."

☁️

sabah yıldızı' taekookWhere stories live. Discover now