2. Bölüm: Teşekkür Borcu

296K 13.8K 10.3K
                                    

ALPER EGE DEMİRCİOĞLU¸.

Terden sırılsıklam olmuş tişörtü yakasından kavrayarak çıkarıp sandalyenin üstüne attığımda nefeslerimi düzene sokmaya çalışıyordum. Havaya aldırış etmeden dolaptan buz gibi suyu aldım. Cam şişeyi boynuma bastırarak başımı geriye attım.

İki saatlik bir antrenman pestilimi çıkarmıştı. Kas yapmakla bitmiyordu bir de bu kasları eritmemekle uğraşıyorduk. Bir göknar ağacı kadar uzun olmam da işleri zorlaştırıyordu. Davullara vururken herkesten çok efor harcadığımdan ve her konserde birden fazla kez tişört değiştirdiğimden bu kasları eritmemem lazımdı.

Evet, işe yarar tek yanı buydu.

Suyu yanan bedenimde ılıtmadan kana kana içtiğimde Can kokusunu aldı. "Terli terli soğuk su içme." diyerek girdi mutfağa.

Su şişesini bitirdikten sonra cevap verdim: "İçmem."

Az önce çıkardığım tişörtü yüzünü buruşturarak parmak uçlarıyla tuttu ve sandalyeye oturduğum sırada nazikçe bana uzattı. "Tişörtünü odana çıkarken kendinle götürüp kirli sepete atmak senin için bile çok zor olmaz değil mi Ege?" Dalga geçerek onun gibi tişörtü parmak uçlarımla tutup aldım. "Sonra evde..."

"Hayvan beslediğini söylemek zorunda kalıyorsun."

"Evet." Parmak uçlarını birbirine sürtüp temizlemeye çalıştı, biraz sonra elini yıkamaya gidecekti. "Kendi evinizi ne kadar pis kullandığınız umurumda değil ama grup evini temiz kullanın. Cidden dört oğlan çocuğu büyütüyormuşum gibi hissediyorum." Benden tarafa eğilerek kafasının tepesini gösterdi. "Bak, görüyor musun? Bu yaşımda beyazlarım çıktı."

Kahverengi teller arasında beyaz teli aradım ama bulamadım. "Yaşına göre beyazlarının çıkması normal değil mi? O yaşta beyazlar çıkmıyor mu zaten? He, yoksa elliye kadar yolu mu var?"

Hızla başını kaldırıp bana ters ters baktı. Bir tirada hazır değildim de uğraşmadan duramamıştım. Bunu hak etmiştim, hazırlanmaya niyetlendim fakat neyse ki buna gerek kalmadı. Ev çok kalabalıktı, her delikten biri çıkıyordu ve asla doymayan adamlar olarak mutfak buluşma noktamızdı.

"Baba kadın pazarlamıyorum, müzik yapıyorum!" diye bağırdı Levent. Sinirden kıpkırmızı olmuştu. Babasıyla konuşmalarına alışıktık, şaşırmadık. Babası milletvekiliydi. Bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılacağı şimdiden biliniyordu ve güçlü bir adaydı. İtibarı her şeyiydi.

Levent'in, kendi tabiriyle "kafa şişiren" müzik yapan grubun üyesi olmasından nefret ediyordu. Dünyanın sevgisini kazanmıştık, bu ihtiyar bizi utanç kaynağı olarak görüyordu. "Yediğin haltların konusunu açınca yine lafı buraya getirdin." Sakinleşmek için derin derin nefesler aldı, Can'la göz göze geldik. Durumu hiç iyi görünmüyordu. Ayağa kalkıp telefonu bir çırpıda ondan aldım.

"Alo? Atilla amca, ben Ege." dediğimde kulak tırmalayan sesiyle bağıra bağıra öğütler veriyordu.

Bir anda sustu. "Ege, oğlum merhaba." dedi sakin bir şekilde. Hem Levent'i aramızdan çekip almak hem de bizimle ters düşmemek istiyordu. İnsanlar üzerinde nasıl bir etkimiz olduğunu biliyordu.

Seçim zamanı bize şarkı yaptırmaya çalışmazsa ben de hiçbir şey bilmiyordum anasını satayım.

Seçim arabalarından Cihan'ın sesini duyar gibi olup ürperdim. Seçim için şarkı sözü yazarsam parmaklarımı keserdim.

"Levent'i esir aldın yine ama provanın ortasındaydık. Biliyorsun, birkaç aya dünya turumuz var. Boşa giden her dakika bize zarar. Kusura bakma." Cevap vermesini beklemeden telefonu suratına kapattım. Israrcı bir ihtiyardı, tekrar arardı. Telefonu tamamen kapattım.

BATERİSTWhere stories live. Discover now