22. Bölüm

3.7K 473 102
                                    

Sabah yine Dwayne'in odasında tek başıma uyandım. Edith ile olan çirkin konuşmadan sonra odaya geri dönmüş, hiçbir şey olmamış gibi yanına kıvrılmıştım. Öğrendiklerimi hatırlamayı reddetmiş, uzun düşünceler sonucu kendimi uykunun kollarına bırakmıştım.

Ona kitap karakteri olduğunu söylemenin ne faydası olacaktı ki?

Birisi bana kendi dünyamda sen aslında gerçek değilsin dese ona delirdiğini söylerdim. Benim için evim ve Alex ne kadar gerçekse, Dwayne için de burası gerçekti. Ona karakter olduğunu açıklarsam her şey sarpa sarardı. Ne olacağını bile kestiremiyordum, Payidar'ın böyle bir seçenek sunması bile aptallıktı. Ben ona doğruları söylersem, kitap nasıl ilerlerdi ki? Bunun bitmesi gerekiyordu, kitaba girme amacım buydu, sonunu görebilmem gerekirdi ama doğruları öğrenmesi demek, kitabın bambaşka bir yöne sapması demekti.

Her şeyi geçiyordum, boş veriyordum, Dwayne'in bana bir deli muamelesi yapmayacağını göz ardı ediyordum... O zaman bile söylemek istemezdim. Açıkladığım gerçekleri hemen kabul etse bile ona bunları söylemezdim. Benim için gerçekti, bana gerçek bir insanmışım gibi davranıyordu. Eğer kitabın bitmesine bin sayfa daha olsaydı, bin sayfa daha böyle ilerlemesini isterdim.

Düşünürken yürüdüğüm için nereye geldiğimi fark etmedim ve kendimi kapısının önünde buldum. Adım seslerimi duymuş olmalıydı ama içeri giremiyordum. Mırıldanamadığım için içimden kendimle konuştum, Edith'i görmemiş gibi davranmayı kafama koydum.

Kapıyı bir kere tıklatıp içeri girdim. Dwayne bilgisayara bakıyordu, sanırım adımlarımı duymamıştı çünkü kapıda beni görünce suratı değişmişti. Hemen bilgisayardan gözlerini çekti ve aşağıdan yukarı hızlıca süzdü.

Tekrar ekrana dönmeden önce elini kaldırıp işaret etti. "Gel." dedi yanını göstererek.

Yanına yürürken "Seni göremedim." diye mırıldandım.

Kendisini ekrana kaptırmıştı, oraya bakarken hafifçe tebessüm etti. "Görmeyi mi tercih ederdin?" dedi ben yanına ulaştığımda. Bir şey demedim, elbette isterdim. Sandalyesiyle hafif geri gidip geçmem için yer açtı, bileğimden tutup beni bacaklarının önüne ekranı görebileyim diye çekti. Ekrandaki görüntülere doğru eğildim. "Jacob'ın malikanesi." dedi ben incelerken.

Dışarıdan, güvenlik kamerasından alınmış gibiydi. Koca kapının önünde izbandut gibi iki adam duruyordu, karşılarına bakıyorlardı. Kamera, ağaçların üzerine monte edilmişti, ormanın içindeki bir alandı ve dallar görüntünün sağına soluna uzanıyordu.

Elimi masaya yaslayıp Dwayne'in tam önünden eğildim, gözlerimi kısmış bir şekilde ekranı izlemeyi sürdürdüm. Bileğimi tutan parmaklarıyla beni hızlıca çekince ona doğru yalpaladım. Bacaklarının üzerine çekişiyle oturdum, ekran tam göz hizamda kaldı.

Dip dibeydik. Bir elini arkamdan sardı, diğer elini de ekrana kaldırdı. "İkisi orada. Üç tane arkada var." Görüntüyü değiştirdi. Farklı açılardan çekilen bir sürü fotoğraf vardı. "Ormanın içinde ise beş tane. Tahminim doğruydu, Jacob hariç on kurt adam bekliyor."

"Bunları partideki o adam mı sağladı?"

Başın yavaşça salladı. "Oradan kimliğini belli ederek koşmaya başlarsan, hepsi peşine düşecektir. Jacob işaretli avcılarla besleniyor ama bunu onların göreceği yerlerde yapamaz. Elbet onlara da avcı götürüyordur ama işaretlilerin hepsini kendisine saklar çünkü açgözlü. Senin kalbin, onların görevlerine olan bağlılığının önüne geçecek." Bana değil, bilgisayara bakıyordu ama kulağı bendeydi. Bacaklarına yan bir şekilde oturmuştum ve dün istediğim gibi ona dokunabilmeme rağmen kalbimde gereksiz bir çarpıntı vardı. Yüzde yüz ihtimalle kalbimi dinliyordu, yüzünü yüzümün hemen yanına yaklaştırdığında nefesim kesilmişti ve göremesem bile o ifadesini takındığını hissetmiştim. "Farklı açılardan görmek istiyor musun?"

PayidarWhere stories live. Discover now