GİDECEK OLURSAM ~tut beni~ A...

By SEMANUR-ERSARI

12.4K 4.6K 7.8K

TAMAMLANDI ✅ Güneşi batan bir kadının gecesine kaç yıldız doğabilir ki! Bin kez ölümle yüz yüze gelen biri ya... More

|~YAZAR'DAN~| 'açıklama'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| 'Sözüm olsun'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| 'gösteri başlasın'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| 'babamın anlattıkları..'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| ' babamın sesi...'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| ' o zaman...'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| 'bu kadının....'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| 'beni neden...'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| 'kusura bakma...'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| 'insan kendi kızını...'
|~SIRLARIN KALKANLARI~| 'yığılıp kaldığım...'
|~SIRLAR ARALANIYOR~|'Babasını kaybeden küçük Firûze'
|~SIRLAR ARALANIYOR~|' tek nefesle başlayan buruk bir hikaye'
|~SIRLAR ARALANIYOR~|'ve ben koşmayı çok seviyorum'
|~SIRLAR ARALANIYOR~|'başlayan oyunların kirli yüzleri'
|~SIRLAR ARALANIYOR~|' yarım kalmaktan korkuyorum'
|~SIRLAR ARALANIYOR~| 'sana sarılabilir miyim?'
|~SIRLAR ARALANIYOR~| ' her sarmaşık Aşekâ değildir, Matmazel'
|~SIRLAR ARALANIYOR~| 'bizi yanlış mı anlamıştı'
|~SIRLAR ARALANIYOR~|'bir kez daha aşık oldum'
|~KENDİ SIRLARIM~| 'iyi ki varsın yarı'm'
|~KENDİ SIRLARIM~|'kim bilmiyorum..'
|~YAZAR'DAN~| ' DUYURU!'
|~KENDİ SIRLARIM~|'sonun geldi Anne'
|~KENDİ SIRLARIM~|'görünmeyen hançer yarası'
|~KENDİ SIRLARIM~|'affet yarı'm'
|~KENDİ SIRLARIM~|'bu kadını unutmasın'
|~YAZAR'DAN~| 'TANITIM VİDEOSU'
|~KENDİ SIRLARIM~|'bu kalp seni unutmaz'
|~KENDİ SIRLARIM~|' mürekkebin yetmediği hikaye'
|~KENDİ SIRLARIM~|'sana geç kalmayacağım, yar'ım'
|~KENDİ SIRLARIM~|'Gidecek olursam tut beni Aşekâ'
|~YAZAR'DAN~| 'veda konuşması'

|~SIRLAR ARALANIYOR~| 'yeniden yazacağız bu hikâyeyi'

294 146 81
By SEMANUR-ERSARI

Merhabalarrrrrr 💫
Açıkçası kitabımın 2.000 okunma oranı beni nasıl mutlu etti sizlere anlatamam. Ah, keşke üşengeçlik edip geçmeden ⭐ yıldıza basarak oy da verseniz🙃
Neyseee şöyle düşündüm ben. (Kısaca konuşmak istiyorum daaa)))
Kitabımı yazmaya ve yayımlamaya devam edeceğim.  Okuyanlara sözüm yok iyi ki varsınız. Oy vermeyenleri de vicdanlarına bırakıyorum.
Ben emekle ve özenle işliyorum her harfi bu kitaba eğer siz iki saniyenizi ayırıp oy vermeden geçiyorsanız ne diyebilirim ki😥 vicdana bırakmak en doğrusu...
Bu kadar konuştuk yeterrrrrrr!!!!
Sizleri kitaba alalım hemmmennn😂😁

Bölüm Müziği / SEZEN AKSU/ senağlama

💫

|~SIRLAR ARALANIYOR~| 13. BÖLÜM

"yeniden yazacağız bu hikâyeyi"

Korkunun kollarında kendimi titrerken bulmuştum. Henüz arkamı dönmeden arkamdaki kişinin ses çıkarmasını bekliyordum. Pamir olamazdı bu kişi çünkü onu birçok kez arkamdan sessiz gelmemesi adına uyarılar yapmıştım. Bu gerçek beni daha fazla endişelendirmişti. Nefeslerim sıklaşmış daha fazla beklemeye dayanmak istemeyen vücudum kasılmıştı. Usulca çantamda ki elimi çıkardım ve arka cebimde bulundurduğum bıçağı almak için harket ettiğimi bu kara gecede belli etmeden almaya çalıştım.
Arkamdaki nefes hâlâ yerini koruyordu. Ne bir ses veriyordu ne de başka bir şey. Gölgesini ise sokak lambasının yardımıyla ahşap evimin kapısına vurmasıyla erkek olduğunu anlayabiliyordum.
Cebimdeki bıçağı elime sabitleyip derin bir nefes alarak daha fazla korkuma teslim olmadan ani hareketle dizine tekmeyi savurup hızla arkamı dönerek saçlarından tutma hamlemi yapacaktım lakin saçları asker tıraşı olduğu için dikkatimi toplayıp ensesinden kavrayarak bıçağı nefes nefese boynuna doğrulttum.
"Kimsin?" diye sorduğumda genç olan bu kişi yere düştüğüne tepki bile vermeden öylece bakıyordu.
Bıçağı boğazına dayamıştım. Ona her an zarar verebilirdim fakat onun yüz ifadesinde korkunun izlerinden zerre yoktu. Gayet sakindi. Sokak lambası yüzünün yarısına ışık veriyordu. Ve gözlerinin kızarıklığı direkt oraya odaklanmamı sağlasada boynundaki elimi iyice bastırdım.
"Kimsin dedim."

Gözleri doldu üstten baktığım kişinin. Tavrımdan ödün vermek istemiyordum. O da ısrarla cevap vermiyordu. Sinirden dudak içi etimi ısırırken kaşlarımı çattım. "Dilini mi yuttun lan, konuşsana!" diye yüzüne çemkirdim.
Ama o öyle bakıyordu ki sanki gözlerindeki kasvet kırk yıllık hasret olmuştu pınarlarında. Bir müddet bakıştık.
Çok genç bir adamdı. Benden üç dört yaş küçüktü. Ve inkar edilmeyecek kadar yüzündeki yorgunluğa rağmen fazlasıyla yakışıklıydı. Burnu düz bir şekilde uca doğru sivrilirken yüzüne bebeksi bir görüntü veriyordu. Dudakları küçük ve dolgun. Kaşları kavisli ve gözleri alabildiğine en güzel kahve tonlarıydı. Bu adam benim babamın gençliğinin bir kopyasıydı adeta.
Bu fark ettiğim detay beni daha fazla germişti. Hayır, konuşmuyordu da. Daha fazla diretmeden bıçağı çektim boynundan.
"Kimsin nesin bilmiyorum genç adam. Fakat bana zarar vermeyeceğini anladım. Şimdi ya konuş burada olma nedenini anlat. Ya da kalk git daha fazla huzursuz etme içimi."
Gözlerimi gözlerinden ayırmadan bıçağı kapatıp arka cebime geri koyarken bir iki adım geri çıktım.
Genç adam yere sabitlediği ellerini hafifçe birbirine vurarak tozunu silkeledi ve gözlerini gözlerime bilmediğim bir sıcaklıkla sabitledi.
Kuruyan dudaklarını diliyle nemlendirirken sanki buna bile gücü yetmeyecek kadar yorgundu. Birkaç saniye sonra sendeleyerek kalktı yerden. Boyu benden hayli uzundu.
Ayağa kalktığında daha da algıladım gördüğüm yüzünü. Ve aniden gözlerim uğradığım şokla kocaman açıldı.
"Sen-" dedim sertçe yutkunarak. "Sen o adamsın." diyerek geri çekildim.
Neler olduğunu anlayamıyordum. Ama karşımdaki kişinin Ender hanımın özenle anlattığı ve benim iki kez onu görüp peşinden gitmeme rağmen yakalayamadığım o gizemli adam olduğuna emindim. Görsel hafızam iyiydi ve ne kadar onu uzaktan görmüş olsamda siması benliğimde yer edinmişti. Ki Ender hanımın anlattığı kadar da vardı.

"Çok güzel bir kadın olmuşsun."

Güçlükle araladığı dudaklarından çıkan ilk cümle bu olmuştu. Öylece bakakaldım gözlerine. Ne diyordu bu adam! Derdi neydi!

Öfkeyle nefes alıp çenemi sıktım. "Psikopat mısın sen!? Güzel falan değilim ben. Ayrıca kimsin sen bana böyle iltifatlar edecek cesareti kendinde görüyorsun."

Hiç bilmediğim birinden iltifat almak benlik bir hareket değildi. Benim güzelliğim de hiç kimseyi ilgilendirmezdi.
Sert bir çıkış yapmıştım. Ama ses tonundan bile sapık olmadığını anlayabiliyordum. Yine de haddini bildirmem icap ederdi. Nihayetinde karşımda bana özlemle bakan adamı daha önce görmemiştim ve tanımıyordum.

Bir adım attı bana doğru.

Ne yapacağımı bilemedim. Gözleri ise hâlâ gözlerime odaklı hiç yerini değişmeden bakıyordu.

Bir adım daha...

Dondum kaldım. Hareket dahi edemedim. Sanki birileri beni oraya çiviledi de ben kaskatı kesildim.

Ağzımı açıp onu tehdit edecektim ki;

Sarıldı.

Öyle sarıldı ki sesimi çıkarmak bir yana sadece bedenimi saran kolların arasında durdum, kaldım. Neler yaşıyordum bilmiyorum ama bana yıllarca hasret duyan kocaman sarılan ve omzumda ağlayan bu genç adamdan çekmedim kendimi.

Ellerim hafifçe havaya kalkarak karşılık vermek bile geldi bir an içimden. Lakin bu kadarı fazlaydı.

İndirdim ellerimi.

O ise incitmeden sarıldı. Öyle naifçe kollarında sarmıştı ki bedenimi kendimi değerli hissettim. Ben ki Firûze babamdan sonra ilk kez kendimi bu yabancı kollarda güvende hissettim.
Saçmalıktı bu. Tam bir saçmalık.
İnsan nasıl izin verirdi yabancı birinin kendisine sarılmasına. Elbette izin vermezdi. Onu itmek için hamle yaptığımda bunu anlayarak daha da sarıldı. Yüzünü boynuma gömerek derince nefesler alıyordu. Göz yaşlarını boynumda hissetmek zamanımı almamıştı.

"Lütfen-" dedi titreyen sesiyle. "Lütfen bana sarılır mısın-" derken sanki benden sarılmak değilde hazine istiyordu. Öyle özenle öyle güzel söylemişti ki bu cümleyi ona karşı merhamet etmek istedim. Ellerimi usulca kaldırıp sırtına koydum. Bunu neden yaptım bilmiyorum. O kadar ani gelişen ve öyle duygusal bir çember içinde kıvranmıştım ki sanki sarılmasam daha fazla ağlayacaktı. Sanki daha fazla kırılacak gibiydi yabancı adamın kalbi..
Sarıldım bende.

Sonra bir şey oldu.

Başını biraz daha kaldırıp dudaklarını kulağımın hemen üzerindeki saçlarıma nazikçe bastırıp kokumu içine çekerek minnetle, duyacağım kadarıyla fısıldadı. "Teşekkür ederim Abla."

Zihnime demir toplardan aldığım ağır bir darbeden halliceydi hissettiklerim. Sanki içten içe çürüyen kalbim bir anda yeşerdi içimde fakat darbeler bu yeşermeyi reddediyor beni koca bir boşlukta alt ediyordu.
Bir şeyler yapmam gerekiyordu da ben sessizce kayboluyordum bu kolların arasında. Çıkıp kurtulmak bile istemek bir yana dursun sesindeki o şefkatle daha da sarılmak istiyordum.

"Ne!?" dedim ürkekçe gözlerine bakarak bedenimi ondan ayırdığımda. "Kimsin sen?"

Sorduğum soruya karşılık yüzünde hafifçe gülümseme meydana geldi. Yavaşça ellerini kaldırıp gözlerinin altındaki yaşları sildi. Derin nefesler alıyordu. Ama aldığı nefesler ciğerlerine soluk olmaktan çok onu sakinleştirsin diye çektiği apaçık belliydi. İnsan bazen konuşmadan gözleriyle bir şeyler anlatmaya çalışır ya, hah işte  bu genç adam gözlerinde koca bir ömrü taşıyordu da sanki ama  bunu cümlelere dökmeye alabildiğine çekiniyordu.
Ben ise hâlâ anlamsızca yüzüne bakmaya devam ediyor gecenin karanlığında karşımda ağlayan kişiden kendini anlatmasını hevesle bekliyordum.
Sildiği gözlerinden ellerini çekti.
"Teşekkür ederim sarıldığın için. Teşekkür ederim..."

Cümlesini kuruyan dudaklarından döker dökmez geri çekildi. Gidecek miydi!

"Yarın sabah tekrar geleceğim. Aklındaki ve kalbindeki tüm soruları cevaplayarak özlemini dindireceğim."

Son kez güldü. Öyle güldü ki yıllarca  ulaşmayı bekleyip nihayetinde sonucunu bir küçük sarılmayla dindirircesine hasretle güldü.

Ve gitti.

Ardından öylece baktım. Olanları anlamlandırmayı bile düşünmeden karanlık sokakta kaybolana dek baktım.

Bazı duyguları hiç bilmeyiz. Belki de yıllar boyu hiç tatmadığımız için böyledir burukluğumuz. Yaşadığım bu olay neydi hiçbir fikrim yok. Gizemli bir adamın bedenime sarılmasına izin verecek kadar da halsizdim. Oysaki içimde yeşeren bir şeyler var oldu sanki. Ne bileyim hani bir gül fidanını hevesle diktiğin toprağa ilk can suyunu verir gibi kana kana susamıştım sanki bu sarılmaya. Ben içimi dökmezdim kimseye. Dökmek bir yana çürüyen içimden ben bile senelerce bahsetmezdim kendime. Oysa şimdi karanlık sokakta silüetinin kaybolduğu bu adamda sanki içimi dökmüştüm gibi. Sanki yıllarca kalem kağıda yazamadıklarımı omzumda ağlayan yabancıya yazmışım gibi.

Kolumu kaldırıp burnumu sildim.

Ah bu burnum asla ağlamama müsade etmez, illa göz yaşımdan hemen önce akardı.

Kafamdaki düşüncelerle ve içimdeki huzursuzlukla kapıyı açarak içeri girip hemen yaslandım kapıya. Başımı hafif yukarı kaldırıp gözlerimi kapadım.

Bana 'abla' diyen bir yabancı az önce gitmişti değil mi! Ve ben saf saf düşünmekle yetinecektim.

Ta ki;

Sabaha kadar.

Geleceğini söyledi.

Neyi kast etti bilmem ama özlemimin dineceğinden bahsetti.

Artık her şey rayından çıkan trenin vagonlarının dört bir yana savrulması gibi allak bullak etmişti beni. Asla yapmayacağım şeyleri yapar olmuştum. Belki de bu aralar hayli duygusaldım. Yıllarca süren hasret duyduğum babamın vefatı beni Firûze yapmıştı ve ben iyice ruhumu üşütmüş bir yabancıya sarılmakta kendimi bulmuştum.

Çektim artık ayakta durmaya takati kalmayan bedenimi kapıdan bir sarhoş gibi. İlerledim ve eskiyen koltukların birine bıraktım bedenimi. Öyle bomboş izledim tavanı. Belki de içimde kasırgalar kopuyordu da dışımı engin denizlere teslim etmiştim çoktan...

🍂

İçimin tüm vazgeçmişliği bedenime ağrılar halinde saplanıp beni huysuzlandırmaya başladığında boğazımı yakıp kavuran öksürükle güne uyandım.
Yüzüm ekşimiş dilimde acı bir tat vardı. Evet, dün gece öylece uyuyakalmış şömineye odun atmamıştım. Bunun neticesinde tüm vücudum tutulmalardan nasibini almıştı.
Yattığım koltukta sıkı sıkı tutunduğum kabanıma iyice sarıldım daha sonra ayaklarımı yere bastırdım lakin kalkacak takatim kalmamış adeta kendimi berbat hissettiren öksürük ise beni yalnız bırakmadan boğazıma yapışmıştı.

Kuru öksürük belasından kurtulmadan bir elimi ağzıma koruma yaparak kalktım. Belim feci şekilde ağrıyordu ve benim buna yapabileceğim tek bir çözümüm bile şu an için yoktu.

Aksilik de bu ya, şöminenin yanında odun kalmamıştı. Ve bildiğim kadarıyla da odunlukta odun yoktu. Yıllarca uğranmayan eski bir evde insanların odun bırakacaklarını zannetmiyordum zaten.

Üşümeye başlayan ellerimi birbirine sürterek başka çarem olmadığı için oturduğumda kırılan koltuğa doğru ilerledim. Ahşap ve bir o kadar da şatafatlı bir koltuktu. Annem çok severdi gösterişi. Çok arzulardı zengin bir hayatı. Ki zaten annemin değer verdiği tek şey para olduğu için biz bu haldeydik. Ben bu haldeydim; kırık ve bir o kadar da dökük...

Düşünmemek delilikti. Acaba normal anneye sahip olsaydım yine böyle kendimi çaresiz ve bitkin hisseder miydim? İnsanoğlu ne yaşarsa yaşasın hep bir 'acaba' barındırıyordu içinde bir yerlerde, gizlice. Ben de  bundan nasiplenerek düşünüyordum işte. Hoş sadece düşünmek neye yarayacaksa. Sanki zamanı geri sarıp kaderimi mi değiştirecektim! Sadece bir umut tohumuydu 'acaba' demek benim için. Küçük bir umut...

Kırdığım tek koltuğun parçalarını bir yandan öksürerek bir yandan da üşüyerek şömineye bir bir yerleştirdim. Hemen yukarıda kalan kibrit kutusunu elime aldığımda uğradığım hayal kırıklığı ile öylece bir müddet bakındım boş kutuya. Sanki tüm aksilikler bir günü, bugünü bulmuştu.

İç çektim.

Yattığım koltuğun kenarına bıraktığım çantamdan çakmağı bularak nihayet küçük çıralarla tutuşturdum odunları.

Başım fena halde zonkluyordu. Ve yanımda ağrı kesici yoktu. Alevlerin karşısında bağdaş kurarak oturdum ve başımı hafif eğerek şakaklarıma usul usul masaj yaptım.

Bir süre sonra telefonum çaldı. Yerimden kalkmak bile bana zor gelirken koltukta çalan telefonu açmadım ve oturmaya devam ettim. Birkaç dakika geçti geçmedi bu sefer de kapı çaldı. Bıkkınlıkla gözlerimi devirmiştim. Hastayken bile rahatsız ediliyordum.

Ah, tabi ya!

Sabah geleceğini söyleyen genç adam gelmişti.

Bunu nasıl unuturdum.

Hızlıca yerimden kalktım ama gözlerimin kararmasıyla ellerimi yana açıp dengeyi sağlayarak biraz bekledim. Kesinlikle bugün benim için aksiliklerle dolu bir gün olacaktı.

Kendime gelip kapıya doğru ilerledim. Sanki içimde bir sızı meydana geldi. Bilmiyorum işte küçük bir sızı. Belki de genç adamı göz yanılmasıyla babama benzettiğim içindi bu hissettiğim hoş heyecan. Ölümün biz de bıraktığı bir izdi bu aslında; birilerinde onu aramak, birilerinin yüzünde ona dair benzetmeler yapmak.

Derin bir nefes alarak kapıyı açtım. Düşüncelerimde yanılmamıştım. Genç adam düne kıyasla daha iyi görünen vaziyetiyle tam karşımda duruyordu.

"Fazla vaktim yok. Geç içeri ve bana neden aylar önce babamın yanına gittiğini, daha önceki sorum ise babamın yerini nereden öğrendiğini ve benden neden kaçtığını, şimdi de karşımda neden dikildiğini bir bir anlat."

Duygusal bir insan olmamın yanında bir o kadar da gaddar olabiliyordum. Çünkü bu beden iki kişilik bir kalkandı. Çünkü bu beden harlanacak olan intikamın dirilişiydi.

Dik dik baktım yüzüne. Karşımdaki adamda mimik oynamadığından kapıyı girmesi adına açtım. Başını hafifçe eğip içeri girdi. O girer girmez eve hücum eden soğuğa daha fazla müsade etmeden kapıyı kapattım.

Genç adam içeri doğru yavaş adımlarla ilerliyordu. Bende ardından temkinli bir şekilde devam ediyordum ki ani gelen öksürükle iki büklüm olarak ellerimi ağzıma kapadım ve ciğerlerim sökülürcesine öksürdüm. Lanet şey boğazımı yırtacak cinsten bir hastalıktı.

Omzumda bir el hissettiğimde güçlükle kendimi geri çektim ve ellerimi ağzımdan çekip bana dokunmaması gerektiğini hatırlatacaktım lakin öksürük ve hapşırık aynı anda olunca kendime hakim olamadım ve galiba genç adamın kıyafetlerine salyalarımı arsızca boşalttım.

Ah, bugünün tarihi neydi Allah aşkına! Tam bir felaketler günüydü.

"Şey, b- ben üzgünüm." diyebildim eliyle üzerindeki salyaları temizleyen kişiye.

"Hasta olduğun için mi?" dedi hiç bir tepki vermeden. Ne yani iğrenmiyor muydu salyadan? Hem de yabancı bir kadına ait salyalar!

"Hayır tabiki. Üzerini kirlettiğim için. Pek etik bir karşılaşma olmadı kusura bakma."

Belimi düzeltip doğrulttum ve çantama ulaşarak ıslak mendili ona uzattım.

"Dalin kokmasından rahatsız olmazsan bununla silebilirsin." diyerek gözlerine baktım.

Tek kaşını yoğun bir duyguyla hafifçe kıvırarak ıslak mendilden bir tane aldı. " Bebek kokan kadınları severim, ben. Tıpkı babam gibi..." diyerek üzerini sildikten sonra ellerini sildi.

Söylediği şeye anlam vermek beni hayli güç bir duruma sokmuştu. "Pekâlâ. Artık konuşalım değil mi?"

Ona şömineye yakın bir koltuğu gösterdim. "Dışarısı soğuk. Üşümemen için oraya oturmalısın."

Bana hayranlıkla baktı. Sanki daha önce ona kimse böyle bir şey söyleyip onu soğuktan korumamış gibi bir bakıştı yüzündeki.

Ses etmeden dediğim yere oturdu. Bende hemen mesafe koyarak yanına oturdum. Artık ikimizde bizi ısıtan şöminenin tam karşısına geçerek birbirimizin yüzüne bakıyorduk.

İnsan sarrafı değildim. Bir bakış bir gülüşten bin tane mâna çıkarmak asla bana göre değildi ki zaten böyle şeylerle pek vakit harcamazdım. Lakin karşımdaki genç adam o kadar derin birine benziyordu ki bakışlarında yatan koca yükleri görebiliyordum. Omuzlarında görünmeyen izlerin acısını hissediyordum. Ve bu adam bana böyle sıcak baktıkça ben artık kendi içimi toparlayamıyordum.

"Seni dinliyorum genç adam." dedim tüm duygularımı kalbimin ardında saklayarak.
Ellerini dizlerinin üzerinde birbirine kenetledi ve bakışlarını benden alarak yere değdirdi.

"Senin hayatına damdan düşer gibi girmek, mezardan hortlayan birinin karşında dikilmesi kadar ürkütücü, biliyorum. Fakat artık ne dayanacak gücüm kaldı ne de saklanacak takatim. Hele bir de babama bir kez bile dokunamadan onu toprağa verince daha da çöktüm. Daha da yok oldum."

Çatılan kaşlarımı düzelttim. Yanımda küçük bir çocuk gibi sızlanan adama döndüm. "Başın sağ olsun. Babanı kaybettiğine üzüldüm."

Aynı acıyı yaşıyor olmak hırçın duygularımın üzerini örtmeye sebep olmuştu. Ve artık dobra dobra konuşarak hesap sormak babasını kaybeden birine yapacağım en kötü eziyet olurdu.

"Sağ ol, çok sağ ol..." diyerek akan burnunu çekti.

Ve kızaran gözlerini bana çevirip gülümsedi. "Seninde baban öldü. İkimizinde başı sağ olsun."

Yutkundum.

"Sen benim babamın öldüğünü nereden biliyorsun?" dedim öfkeyle yerimden kalkarak.
Korkmaya başlamıştım. Karşımda bir yabancı vardı. Ve belli ki benimle ilgili bilgi sahibiydi.

Korkudan titreyen dudaklarımı araladım başımı iki yana duygusuzca sallarken.  "Yoksa sen-" deyip geri geri gittim. "Sen onun adamı mısın?"

Gözlerime biriken damlaları yerlerinde tutmaya çalışarak zayıf yanımı belli etmeden yerinden kalkan kişiye doğru işaret parmağımı salladım. "Öğrendi değil mi? Tabi adamları bir bir hapisi boylayınca anladı. Peşinde olduğumu anladı ve seni buraya beni kandırman için ya da daha kötüsü beni öldürmen için gönderdi. Söylesene sen benimle ilgili bu kadar bilgiyi nereden biliyorsun? O mu öğretti sana? Hah! O zehirli yılan mı emretti beni öldürmeni?"

Nefeslerim kesik kesik çıkarken boğazımı yakan öksürük de inatla beni daha zor duruma sokarcasına canımı yaktı. Ellerimi ileri uzatıp kendimi siper ederken korkuyla yerde kırdığım odunların birini aldım ve sıkıca kavradım.

"Sen beni öldüremezsin Genç Adam. Çünkü sen beni daha hiç tanımadın." diyerek odunu vurur şekilde tuttum ve onun hamle yapmasını bekledim. Yıllar önce aldığım dövüş eğitimleri ve savunma dersleri boşuna değildi. Ben bu yola tedbirli çıkıp işimi riske bırakmamıştım. Ve babamın intikamını almadan ölmeye niyetim hiç yoktu.

Yeşil gözlerimin etrafı kızarmıştı çoktan. Fakat ağlamayacaktım. Bana karşı yoğun duygu ile bakan yalancı bakışların asıl nedenini öğrenmeden de pes etmeyecektim.

Öylece kaldı yerinde. Omuzlarını düşürdü. Başını sağa sola beni reddetme adına sallayarak dolu olan gözlerindeki nemin yanağına inmesine izin verdi. Dudaklarına işkence etmeden küçük ısırıklar bırakarak gözlerime derinden yol çizdi. "Ben-" dedi ve nefesini düzene sokup devam etti. " Öldü bildiğin kardeşin, Seyit Ali Sancaktar!"

Başımdan aşağı dökülen kaynar sulara teslim olan bedenim buharlaşıp yok oldu sanki bu yakıcı cümleden sonra. Öyle bir savunmasızlıkla ellerimde tuttuğum odunu serbest bıraktım ki yere düşüp çıkardığı sesleri bile duymadı kulağım. O an yok oldum, hiç oldum sıkışan kalbime elim gittiğinde. Sanki beynimdeki sesler susmuştu ve gözlerim bulanıklaşıp gördüğüm her şeyi kaydırmıştı zihnimde. Bedenim artık dayanamayacak kadar güçsüzleştiğinde hatrımda kalan tek şey gözlerimin kapanması ve benim tahta zemine sertçe düşmem oldu.

🍁


Titriyordu bedenim. Çok fazla üşüyordum. Gözlerimi güçlükle aralayıp bir iki kez kırpıştırdıktan sonra uzandığım koltukta dikeldim ve burnumu çekerek elimi başıma getirdim. Fena halde ağrıyordu başım. Birkaç saniye şakaklarıma masaj yapıp gözlerimi iyice açtıktan sonra gözlerimi etrafta gezdirdim.

Ve tam başımda bekleyen genç bir kadının bana baktığını fark ettim.

Korkuyla yerimden kalkmaya çalıştım. "Lütfen Firûze hanım, hareket etmeyin. Kafanıza aldığınız darbeyle sarsıntı yaşadınız ve -" diye cümleler kuruyorken hızla kolundan tutup sertçe çektiğimde tam yanıma düşen kıza öfkeyle baktım.
"İsmimi nereden biliyorsun?"

O kadar halsizdim ki belki de şu an kolunu sıktığım kadın ani hareketimle korkmasa ve biraz cesareti olsa beni alt edebilirdi.
"Kolum acıyor Firûze Hanım! Ben sadece Seyit Ali beyin özel hemşiresiyim ve size yardım etmek için buradayım."

Duyduklarımdan sonra kadının kolunu gevşettim ve sanki hafızam tazelenir gibi son olanları hatırladım.

Seyit Ali mi!?

O adam benim kardeşim falan değildi. O öldü. Benim kardeşim yıllar önce gözümün önünde öldü. Ben bu intikam yoluna girerken kayıp giden yıldızlarımın babamın, Seyit Ali'nin, Fezâ'nın intikamını almak için onları kaydıranların ayaklarını kesmek için Süveydâ oldum. Ben Firûze olmaktan vazgeçip annemin nefretle dilinden döktüğü kara bir leke oldum... Bunlar boşuna değildi. Benim ikinci bir karaktere bürünmem kaybettiklerim içindi...

Uğradığım bu ağır travma beni güçsüzleştiriyordu. Zihnim çok fazla karışıyordu. Kolunu serbest bıraktığımdan habersiz olduğum kadın inatla bana dokunup yerime yatırmaya çalıştığında sinirle ona baktım. "Bir daha bana dokunursan, seni şuracıkta gebertirim anladın mı?"

Gözlerinde korkuyu gördüğüm her düşmanımı kolaylıkla ezerdim ben. Çünkü ben demek kalpteki kara leke demekti. Çünkü Süveydâ demek annemin kalbinde yer edinmeyen kara Firûze demekti.

Gözlerinde korkuyu keşfettiğim kadını da ezmiştim ve o da pes ederek çekti ellerini üzerimden. Kalkmaya çalıştım lakin başımın ağrısından ve vücudumun kırgınlığından bir türlü kalkamıyordum. Üzerine bir de kuru bir öksürük vardı. Tam da hasta olunacak zamandı sanki!

"Çık evimden." diye kadına söylendiğimde arkadan "Çıkabilirsin Yasemin. Ben hallederim." diyen sözde Seyit Ali olan kardeşim (!) geldi.

Ve elinde tepsiyle bir şeyler getirip tam önümde durdu. Oysa evde yenilecek bir şey yoktu ki! Ne belliydi o tepsideki yemeklerde zehir olmadığı.

"Çek şunu önümden seni seni küçük yılan." dedim tam karşıma oturan kişiye. Tepsiyi kucağıma koymuştu. Grip olmamdan dolayı net olarak koku almasam da hafiften hoş koktuğunu anlayabiliyordum. Ve ben deli gibi açtım.

"Almıyor musun?" diyerek tek kaşımı kaldırdım ve lafı uzatmadan tepsiyi hışımla yanan şömineye doğru fırlattım. Evet, bunu yaptım. Hem de hareketlerimi hiç bir şekilde şaşırmadan izleyen, sanki bunu bekliyormuş gibi bana bakan bu gözler karşısında.

"Haklısın Abla-" diye söze başlayıp kafasını diğer yana çevirdi ve ellerini dizinde birleştirip bana dönecekti ki sözünü kesip "Sakın!" dedim ve arka cebimde varlığını bildiğim bıçağı elime alarak boynuna dayadım. "Bir daha bana Abla deme. Ve bir daha kardeşimin adını o ağzına alma. Yemin ederim ki seni gebertirim."

Bıçak tamamen boğazına değiyordu ve o yutkunduğunda ölümle biraz daha yakınlaştığını biliyordu.

"Sana ben Seyit Aliyim diyorum. Tepkin bu mu gerçekten?! Sana ölmedim diyorum. O manyak kadın beni öldürmedi diyorum. Sadece senin beni öldü bilmeni istedi. Ve sen buna inandın." diye hiç teklemeden bu sözleri söylerken ufak bir boşluğa düşer gibi oldum. Hayır! Hayır, bu doğru değildi!

"Kes sesini ve gerçeği anlat. Ölmediğimi öğrendi ve seni işimi bitirmen için buraya gönderdi. Götü korktu tabi! Kendisi karşıma gelmeye cesaret edemedi değil mi! O tam bir korkak! Senin patronun-" dediğimde duraksadım ve devam ettim. "Tam bir korkak."

Başını sağa sola sallamaya başlayınca bıçağı az bir farkla geri çektim. Manyak adam,ben ona bir şey yapmadan kendisi kendine zarar verecekti.

"Neler hissettiğini tahmin edebiliyorum. Fakat Süveydâ olmayı bırak artık. Sen Süveydâ değilsin. Annem bu evde  yok artık. Lütfen Firûze ol. Lütfen ablam ol ve beni dinle. Lütfen-" dedi çaresizce "Beni bir kerecik olsun dinle. Sonra söz veriyorum eğer inanmazsan gideceğim. Ve bir daha asla karşına çıkmayacağım."

Boğazımı yakan öksürük tekrar edince bıçağı çektim boynunda ve elimi ağzıma kapatarak öksürdüm.
O sırada karşımdaki adam arka cebinden silah çıkarıp bana doğrulttuğunda vücudumda korkunun her zerresini hissettim. Tırsarak dik dik yüzüne bakmaya devam ettiğimde silahı kucağıma bıraktı. Bununla birlikte derin bir nefes aldım. Babama yeminim vardı intikam bitmeden, zehirli sarmaşığın kökünü sökmeden ölmek yoktu kitabımda.

"Silah sende kalsın. İçi dolu olduğuna emin olabilirsin. Eğer ki sana zarar vereceğimi düşünüp bana güvensizlik hissedersen onu kullan."

Gözlerime emin şekilde bakması ve dolu silahı bana vermesi hayret uyandırmıştı bende. Kucağımdaki silahı aldım ve şarjörünü açıp bakarak doluluğunu kontrol ettikten sonra tereddüt etmeden ona doğrulttum. Şu an tetiğimin ucundaydı.

"Tek nefeste anlat ne anlatacaksan. Sözünü kesmeden dinleyeceğim. Ve tek hatanda seni acımadan geberteceğim."

Aslında bu kadar cesur olmam benim için çok büyük bir şanstı. Çünkü kardeşimin adını duymak ve onun yaşıyor olma ihtimali bile beni umutlandırıyordu. Lakin bu bir oyunsa!

Bugüne kadar kimseye kanmadan ilerledim bu yolda. Önüme gelen içki şişelerindeki yudumları bile tükürdüm. Yeri geldi uyuşturucu bile ağzımda beklettim inanılmak adına. Ve hiçbir bataklığa saplanmadan aklımı kullanarak yolun yarısından fazlasını yürüdüm. Ama şimdi öyle bilmediğim bir oyun içinde buldum ki kendimi! Bu öyle basitçe peçeteye tükürülecek yudum değildi. Bu koca bir denizdi. Beni boğabilecek güçte bir su birikintisiydi.

Silahın odağındaki kişi sıkıntıyla soluklanıp titreyen dudaklarını dizginlemek adına dişledikten sonra konuşmaya başladı. Gözlerimin en derinlerine bakarak...

"Küçüktüm fakat aklım kesiyordu Abla. Babamın sürekli evden uzaklaşarak günlerini pastanede geçirmesini çok net hatırlıyorum. Çünkü babamın yokluğunu ne kadar küçük olsam da içimde kocaman bir acı ve ızdırap olarak hissettim zamanında.

Annemin ise sürekli seni, benden ve Fezâ'dan farklı bir şekilde ayrı tutup basitleştirmek adına ismin Firûze olduğu halde Süveydâ diye seslendiğini unutmam mümkün değildi. Büyüdükten sonra en çok bu ismin anlamını araştırmak istedim ve buldum.

Süveydâ; kalpte beliren kara bir leke demekti. Ve annem seni bu evde kara bir leke olarak görüyordu."

Bu cümleleri duymak kalbimi paramparça ederken gözümden akan bir damlayı fark etmemle doğrulttuğum silahı bir şey demeden daha da sabitledim elimde. Devam etmesini istiyordum. Fakat bunlar eğer ona öğretilmediyse gerçekleri öğrenmeyi kaldıramayabilirdim. Öldü bildiğim canımdan öte kardeşime silah doğrulttuğumu asla kaldıramazdım.

Derin bir nefes alarak devam etti. "Sen ise bırak kara leke olmayı bu evde ki tek huzurdun. Annemin babamı aldattığı gecelerde bile sen bizi yalnız koymadan kandırmaya devam ettin. 'O annemin iş arkadaşı çocuklar. Lütfen sessiz olun ve uyuyun.' diyerek beni ve Fezâ yı uyutup ağlardın. Çünkü sende bilirdin ki biz küçükken bile olgun düşünecek kadar çok şey yaşamıştık.
Sen benim uyuduğumu sansan bile emin ol ki senin ağzını kapatıp köşeye oturarak ağlama seslerini duyacak kadar uyanıktım Abla!"

Şaşkınlıkla anlattıklarını dinlerken dudak içi etimi ısırmaya başladım. O da gözlerini hafifçe büyültüp işaret parmağını onaylar şekilde bana doğru uzatarak burukça gülümsedi.

"Bak işte böyle yapıyordun. Küçükken bile sinirlendiğinde ya da aklına takılan bir şey olduğunda ' sana dudaklarına zarar verme ' diye uyarı yapmama  rağmen onları dişlemeye devam ederdin."

Kaşlarımı çattım. Bu kadar derin konuşması beni darmaduman etmişti. Yanağımda hissettiğim fütüratsızca akan  yaşları fark edince daha fazla bekletmeden silahı çektim yüzünden.  Ses etmeden anlattıklarını dinledim.

"Çok iyi hatırlıyorum o günü. Sen babamla pastaneye gittin. Babam zaten seni sık sık götürürdü. Galiba annemin aksine seni bizden daha çok seviyordu.
O gün de hava kasvetliydi ve yağmur yağacaktı. Babama yalvardın ki 'seni yalnız bırakmam baba. Bende geleceğim. Seni şimşeklerden koruyacağım.' diyerek yapıştın dizlerine. Babam seni kıramazdı ki Abla. Kâmuran Sancaktar belki de en çok seni kıramazdı bu hayatta. Siz gittikten sonra annem apar topar  beni ve Fezâ'yı hazırlayarak çıkardı evden. Babam giderken şöminenin yanına odunlar bırakmıştı. Sırf annem odunluğa gidip üstü pislenmesin diye ince düşünmüştü. Hâlâ yanan şöminenin bir daha yanmayacağını ve o odunların bir daha o ateşlere atılmayacağını anlamam uzun yıllar aldı.

Nihayetinde artık biz Türkiye de bile değildik. Ben başka bir yere Fezâ başka bir yere gönderildi ve izlerimiz birbirimizden tamamen kaybettirildi.

Yıllarca başka bir ülkede yaşadım ve başka biri himaye etti beni. Annem bir kez olsun gelmedi yanıma. Fakat beni çok güvendiği birine emanet etti. Zerrin Özaslan'a kendi öz evladını yıllarca teslim etti."

Duyduğum isimle gözlerim açılınca bir şeyler diyecek gibi olsamda sustum ve birlikte ağladığım bu adamın sözlerini kesmeden devam ettirmesini bekledim.

Çok zorlanıyordu anlatırken. Ve korkuyordu. Ona inanmamamdan korktuğu, parmaklarını sertçe sıkmasından anlayabiliyordum.

"Sonra büyüdüm. Kocaman adam oldum. Ve çevresinde tanınan bir ressam oldum. Babamın evde çizdiği resimlerden çizmeyi çok istedim ve mesleğimi seçmemde yüzünü unuttuğum babam etkili oldu.

Reşit olduktan sonra da Türkiye'ye geldim. İki ay falan oldu geleli. Kimsenin haberi yok geldiğimden. Zerrin Özaslan'ın bile. Onun adamları biliyor ama geldiğimi. Fakat sürpriz yapmak istediğimi söyleyince seslerini kestiler.

Hiç zaman kaybetmeden daha önceden bulduğum Zerrin Özaslan'ın koruması altındaki arşiv dosyalarından babamın yerini öğrendim. Oraya gittiğimde yıllar önce çıkarıldığını ve başka bir servise gönderildiğini öğrendim. Meğer sen izini kaybettirmek amacıyla köhne bir yerde babamın güvenliğini sağlamışsın. O yeri öğrenmek açıkçası zor oldu ama günlerce pastanede bekleyip seni takip ederek sonunda buldum.

Babamı yıllar sonra bulduğumda beni tanımıyordu. Yanına bile yaklaştırmadı biliyor musun? Oysa onu o hale getirenleri çok iyi biliyordum. Onlar benim sadece her şeyi çocuklukta bırakıp büyüyünce ressam olan Seyit Ali Karakılıç olarak bildiler. Annemin soy adı ile andılar beni. Lakin ben hiçbir şeyi unutmadım ve kendime çok özel insanlar seçerek babamın başına gelenleri öğrendim. Açıkcası ne kadar tedbir alsalarda içlerinde olduğum için açıklarını bulabiliyordum.

Babam beni reddedince onu daha fazla zorlamadan çıktım. Ender Hanımdı galiba beni içeri alan. Firûze hanım çok kızar sizi alamam dese de bana hayranlıkla bakması onu ikna etmemde yardımcı oldu. O da bir işe yaramadı zaten. Babam çoktan silmişti izlerimi. Daha doğrusu izlerim sildirilmişti.

Cesaretimi toplayıp tekrar denedim şansımı ve ikinci kez gittim fakat kapıyı bile açamadan geri döndüm. Gücüm yetmiyordu çünkü. Yıllarca hasret duyduğum adam benden korkarak kaçıyordu. Onu zorlamak istemedim."

Ellerimle akan yaşlarımı silip burnumu çektim. Anlattığı her şey kalbimi yaralasa da artık bir ihtimal vardı içimde. Karşımda ağlayan genç adam benim kardeşim olabilirdi sahiden!

"Sen Abla" dedi huzurla iç çekerken. "Seni izledim ve anlamaya çalıştım. Çok tedbir almıştın. Gerçekten yolda yürürken bile sürekli diken üzerinde olup takip edilmediğinden emin olmaya çalışıyordun. Babamın emaneti olan pastaneye gidip hala babamın poğaçalarından yapıp bir de onları ucuz ucuz veriyordun müşterilere. Çünkü amacın para kazanmak değildi. Babamın emanetini yaşatmaktı. Seni birazcık tanıdıysam küçüklüğünde, o pastaları bedava vermeyi bile düşünmüşsündür ama tabiki o zaman bir değeri olmayacağı için fiyatları düşürerek satmayı tercih etmişsindir."

Gözlerinde sevgiye muhtaç bir çocuk görüyordum karşımda, bu sözlerin nice ardında...
Oysaki söyledikleri bir çocuktan çok yıllarca sevilmeyen bir adamın yüreğiydi.
Anlattıkları o kadar benimle örtüşüyordu ki bu sözlerin karşısında ağlıyordum. Salya sümük ağlıyordum. O da ağlıyordu ama benden daha farklı ağlıyordu. Sanki bu hüzün dolu  ağlaması ' gel sarıl bana' diyordu.

"O gün hiç tanımadığın bir adama eldivenlerini verdin Abla. O gün koşup sana sarılmak istedim ve tüm dünyaya şunu haykırmak istedim. ' iyi insanlar hâlâ yaşıyor.' ama yapamadım. Beni tanımayacaktın ki! Haksız da sayılmazsın. Yıllar abla, bu yıllar çok geçti çok değiştirdi. Ablayı kardeşe unutturdu. Ama ben buna izin vermeyeceğim. Ben kendimi sana hatırlatacağım. Kendine kalkan olarak annesinden ona kalan Süveydâ olarak güçlü durmaya çalışsan da ben senin yüreğindeki merhameti, küçük ablam Firûzeyi gördüm gözlerinde. " diyerek ellerini yukarı kaldırıp arkasına götürdü. Sırtına, tam kürek kemiğinin arasını işaret parmağı ile gösterirken yandan arkasını dönmüştü bana.
"Tam burada 'ben' var Abla. Biliyorsun. Çünkü aynı yerde ama biraz aşağısında sende de var aynı 'ben'den. Fezâda da vardı fakat onunki tam kürek kemiğinin üzerindeydi." diyerek düzeltti bedenini.

Tüm şaşkınlığımla izliyordum hareketlerini. Dinliyordum söylediklerini. Doğru söylüyordu. Bir yabancı bu kadar tanıdık olamazdı değil mi?!

Ben hâlâ aval aval bakarken ellerini naifçe bana uzatıp kucağımda silahı tutan elimi kavradı ve eğilerek öptü.

Güçlükle konuştum. "Sen, daha düne kadar nefesinden korktuğum bir yabancıydın bana."
Algılarıma giden yollar kapanmıştı sanki. Fakat kanlı canlı biri vardı karşımda şimdi. İnanması zor olsa da o benim kardeşimdi.

Başını usulca kaldırdı. Artık onun da gözlerinde yağmurlar yerini almış gök gürültüsü benim sağanaklarıma bulanmıştı.

Güldü, yüzünde ufak bir hareketlenmeyle ve ekledi tüm masumluğuyla. "Bizimkisi tek nefesle başlayan buruk bir hikaye, Ablam. Ve sana söz veriyorum yeniden yazacağız bu hikâyeyi. Kalemi ben, mürekkebi sen olacaksın yeni hayatımızın. Babam gitti ama ben varım artık. Senin yaralarını ben saracağım."

Bu sözlere dayanmak ne mümkün. Yıllarca içimde yara olan kardeşim gözlerimin önündeydi. Tüm kalan ukteleri topladım gönlümün baharında ve  hiç korkmadan hızla sarıldım ona. Küçük bir fısıltı çıktı dudaklarımda "Kardeşim" diye..

Belki bu fısıltı sessizdi lakin koca bir yüreği  yerinden oynatacak güçteydi.

Bölüm sonu....❣️

Hikâyemizin aksiyonlu ve romantik kısımları daha yeni başlıyor desem 🎶🎶🎶🎶 ( lay layyyy laaayyyy)

Tek isteğim kurgumun beğenilmesi dostlar. Zira siz yoksanız benim yazdıklarım bir HİÇ!

Desteklerinizi esirgemeyin ☺️

Sizleri seviyorummm🌺

Güzel kalın olur mu? Veeeee hep güzelce Gülün 😚

....Sema Nur Ersarı.....

Continue Reading

You'll Also Like

1M 46.8K 58
(Bu isimle yazılmış ilk kitaptır.) Girdiği depresyon sonucu gittiği bir barda birlikte olduğu adamdan hamile kalan Hira, hayatında bir çocuğa yer ver...
408K 22.8K 21
Öyle bir seveceksin ki yüreğinden kimse ayıramayacak. 17eylül 2014-29mayıs 2015
1.6M 84.5K 44
Miran ağa öleceğini düşünürken bir karar verdi kardeşi Diyar'ı en yakın arkadaşına emanet etti . İnsan'ın öleceği gün alnına yazılıdır ve bizim şer g...
11.3K 270 29
Siz hiç aldatıldınız mı? 🍁 Ali'den kaçan Suna'nın uzun yolculuğunun ardından karşılaşacağı zor hayatı. Ali'yi unutabilecek mi? Başkasına yine güvene...