NEFES

By tukenmisyazar

57.1K 3.6K 828

Toprağın hayat, yaşamın ölüm koktuğunun farkında mısın, küçük çocuk? More

Önsöz
0. Başlangıç ♣
1. Benim Hikayem ♣
2. Cehennem Sıcaklığı ♣
3. Yardım ♣
4. Dengesiz ♣
5. Ufuk Çizgisi ♣
6. Aşılamayan Aptallık ♣
7. İyiliklerin Sebebi ♣
8. Emanet ♣
9. Alakasız İnsanlar ♣
10. Meydan ♣
12. Gülümseme ♣
13. Kanser ♣
14. Sessizlik ♣
15. İyi Biri ♣
16. Mavi ♣
17. Ruhsuz ♣
18. Çökük ♣
19. Güzel Vedalar ♣
20. Merhamet ♣
21. Tutku ♣
FİNAL
♣♣♣

11. Kıyamet ♣

1.3K 106 24
By tukenmisyazar


Göğsüme bağlanmış, mermere benzeyen ağır bir taş. Simsiyah rengiyle tam kalbimin üzerine oturtulmuş, soluklarımın önünü kesiyor. O kadar acıtıyor ki canımı, tenime değdiği ilk anda göğüs kafesimi parçaladığını hissediyorum ama o taşı bedenimden sıyıracak kuvveti bulamıyorum. En tenha köşelerimde aradığım enerji kabuğuna çekilmiş gibi, zerre gücüm yok. O taş beni yiyip bitirirken, paramparça olup ölümle kol kola girerken yalnızlığımdan başka bana kimse yardım edemez. Yine de zayıflığımın farkında olarak minik bir çabayla o taşı üzerimden atmayı deniyorum, son bir uğraşının beni ölümden ayrı tutacağını sanarken bir anda ikinci bir darbe en olmadık noktadan vuruyor.

Tamamıyla dolu bir havuzun içine, suya itiliyorum.

Saflığın sembolü sayılan su sanki asitmiş gibi yakıyor, ciğerlerim sıkılan bir sünger misali büzüşüyor. Can havliyle çırpınıyorum, ellerim orantısız bir hızla savrulurken kalbimin hizasındaki iri taş beni iyice dibe çekiyor. Ne yapacağımı bilemez haldeyim. Öyle şaşkınım ki, hiçbir hareketimi mantıkla planlayamaz olmuşum. Hazırlıklı olsam, havuza itileceğimi bilsem nefesimi tutar ve kendime bir dayanak sağlardım ama habersizdim. Ölüm bana çat kapı gelmişti.

Artık bilincim sallanıp gözlerim karanlığa kavuşuyorken sırtımda havuzun dibindeki sert fayansları hissediyorum. Dibe vurmak deyimi bundan daha fazla net olamazdı. Ölümle sırt sırta vermiştik ve ölüm benim ruhumun kapısını zorluyor, özgürlük içindeki tutsaklığı arıyordu. Serbest bırakacağı ruhumla eş zamanlı esir tutacağı bedenimden haberi yoktu.

Tam o an, kara bir gecenin en ilerleyen saatlerinde doğan güneş misali bir el uzanıyor suyun içine. Kemikli, upuzun ve bir erkeğin kaldıramayacağı kadar narin bir el. Vakit kaybetmeye gerek duymadan kolumdan yakalıyor ve ben, gözü yaşlı sevgilime yani ölüme elveda ederek kaçıyorum. O el beni kurtarıp su yüzüne çıkardığında taşın ağırlığı bile koymuyor artık, hayatın ve yaşamanın verdiği o tadın hissiyle cayır cayır yansam umrumda olmayacak. Ama o taş hala orada, ölümün nişanesi olarak başucumda.

Taşlar yerine oturup herkese bu benzetmelerden pay çıkardığım zamanda bile Deniz'in hayatımdaki rolünü kestiremiyordum. Beni kurtaran o el mi, göğsüme bağlanıp dibe çeken o taş mı, yoksa diri diri ölmeme sebep olan su muydu? Bilmiyordum ama Deniz'in varlığı beni korkutuyordu, adlandıramadığım bir parçam gibiydi.

Kapı açıldı ve tüm düşüncelerim, kaynayan bir tencere suyun kapağı açıldığında uçuşan buhar gibi havaya saçıldı. Deniz içeriye girerken sanki düşüncelerimi görmüş hissine kapılmıştım, duru bir metin misali yüzüme bakan ne karıştırdığımı anlardı ama Deniz hiç oralı bile olmadı.

"Selam," dedi çatallanmış sesiyle. Bakışlarım Deniz'in yüzümde sabitlenirken şaşkınlıkla onu izledim. Açıkçası fazlasıyla değişik görünüyordu, her zamankinden çok daha tuhaf gelmişti. Koyu saçları darmadağın, yanakları içeri göçük, gözleri baygındı. Neden böyle olduğuna anlam verememiştim ama sert elmacık kemikleri bile eriyip yüzünde kaybolduğuna göre cidden kötü olmalıydı.

"Selam, bir sorun mu var?" dedim merakla. Yorgun, kanlanmış gözlerle bana bakarken hasta olduğunu o an ele vermişti.

"Hayır, sorun falan yok." Deniz ve hasta kavramları bana çok uzak gözüktüğünden kısa bir süre onun hasta olabileceğine ihtimal veremedim ama sesindeki hırıltılar sanki özellikle kulağıma çalınıyordu. Omuzları dik yürüyen, asla sırtını eğmeyen Deniz Günsur hastaydı. Üstelik giydiği tişört ve eşofmanla tamamen harabe gibi görünüyordu. Bu hali bana fırtınalı geceler boyu gökyüzünde çakan şimşeklerden korkup, annesi ve babasına sığınan masum bir çocuğu anımsatmıştı.

"Hasta değilsin yani?" dedim, muzipçe sırıttığımda ifadesiz suratında tek kas oynatmayarak bana aptalmışım gibi hissettirdi. Ya çok basit hamlelerle insanı alçaltabiliyordu ya da ben gerçekten kolay bir yemdim. Her defasında üste çıkabiliyordu.

Bir şey demeden üzerime doğru gelirken bağdaş kurduğum yataktan kalkacak gibi oldum ama beni es geçerek, her zamanki yeri olan pencere önündeki koltuğa oturdu. Onun bu herşeye cevap vermeyen, suskunluğu tercih eden yanı beni biraz daha korkuturken usulca onu izledim.

"Neden her zamanki gibi neni buraya çağırdıklarını sormalı mıyım?" dedi tam gözlerimin içine bakarak.

Aslında eğer Canan Abla, canımın sıkıldığını söylediğim her anda Deniz'i işe bulaştırmasa onun buraya gelmesine gerek kalmayacaktı ama dün gece epey rahatsızlanıp hiç olmadığım kadar ateşlendiğim için bana istisna gösterdiğini düşünmüştü. Oysa Deniz'in araya girdiği her dakika biraz daha zarar gördüğümün ayrımında değillerdi.

"Sadece canımın sıkıldığını söylemiştim, seni çağırmalarıyla alakam yok." diye mırıldandım.

Cevap vermeden kolunun altına sıkıştırdığı hastane yastığını kucağıma fırlattığında bunu neden yaptığını çözememiştim ama yavaşca yatağa uzanırken ne planladığını fark ettim. Savsak hareketlerinden her şey belli oluyordu. Bana söz hakkı vermeden başını kucağımdaki yastığa koyarak gözlerini kapattı.

Ah.

Kıpkırmızı kesilen yanakları ve iyice renklenip aralanmış dudaklarına bakarken neye uğradığımı şaşırmıştım. Küçükken babam başı ağrıdığı zaman aynı böyle kucağıma uzanır, uzun bir müddet dizlerimde uyurdu. Bacaklarım kopacak kıvama gelse bile onu asla uyandıramazdım ve şimdi yine dizlerime uzanan bir erkek varken bu defa nasıl davranacağımı bilemiyordum.

"Dizlerimde mi uyuyacaksın yani?" dedim hafif bir şekilde onu dürterek. Parmaklarım sert karın kaslarına çarptığında ne kadar atletik bir vücudu olduğunu düşünmeden edemedim. Çok sıkı ve sportif görünüyordu, bunun için bir spor salonuna tonla para yatırdığına emindim.

"Hayır," Kısa cevaplar. Normalde bir işin uzatılmasını ben de sevmezdim ama bu bana karşı yapıldığında içimdeki baskı artıyor ve iyice geriliyordum.

"O zaman kalk." Gözlerini açtığında kalkacağını düşündüm ama sadece dik dik baktı.

"Uzatma, Ada." Çenesinin kasıldığını fark ettim. "Çok yorgunum."

İlk defa zayıflığını dile getirmesine şaşırarak gülümsedim, bu güne kadar güçlü duruşundan taviz verdiğini hiç görmemiştim. Bu durumda benim de ufak bir taviz vermemin sakıncası yoktu.

Daha fazla uzatmamamı onay olarak anlamış olacak ki, gözlerini kapattı. Sırtımı iyice yatak başlığına yaslayarak bacaklarını uzatması için ona geniş bir alan açtığımda, gözümü ondan bir saniye ayırmamıştım.

"Biri beni izlerken uyuyamam," diyerek homurdandı. Sitem ettiğini düşünecektim ama gülerek konuşmuştu.

"Sana tam olarak ne teşhisi kondu?" dedim dilimi tutamayarak. Bunu sormayı uzun zamandır planlıyordum ama doğru zaman ve yeri seçip seçemediğimden emin değildim.

"İlk önce şizofreni." Derin bir iç çekti. "Daha sonra psikoz."

"Bu ne demek oluyor?"

"Gerçeklikle bağımın koptuğunu söylüyorlar," dedi boğuk bir sesle. Elimi bir neden aramadan saçlarına uzatmak ve simsiyah saçlarının elimi kara edip etmeyeceğini öğrenmek istedim ama bunu yapmaktan o kadar çekiniyordum ki, Deniz'in anlık bir refleksle elimi kırabileceğini bile düşünmüştüm.

"Sence de bu böyle mi?" dedim sesimden acı duygusunu uzak tutmaya çalışarak. Onun acıma veya merhamet gibi aciz duygulardan tiksindiğini hissedebiliyordum.

Uzun uzun düşündü. "Akıl sağlığın ne kadar yerinde olursa olsun, birileri seni sürekli aynı şeyle yargıladığında kabulleniyorsun."

Sesinden uykuya dalmak üzere olduğu anlaşılıyordu ve bu hali çok hoşuma gitmişti. Kendini güçlü göstermek için savaşmadan tek bir dakikasının geçmeyeceğini sanıyordum ama şimdi, dizlerimde uyuyan adam yanıldığımın en büyük ispatıydı.

"Senin psikolojik sorunların yok, bundan eminim." dedim. "Zehir gibi kafan var,"

Gözlerini aralayarak o derin bakışlarından birini attı. "Bilemezsin. Ben bile bazen emin olamıyorum."

Zihninin neyle imtihan edildiğinin farkında olamayışını anlamıyordum, bir insan sağlıklı olup olmadığını nasıl anlayamazdı?

Ona tepeden bakarak, "Neden?" diye sordum. Mavi gözlerinin içinde kabaran köpüklü suları izlerken zihnime ilişen deniz manzarasına engel olamadım.

"Nasıl hissettiğimi biliyor musun? Kafanın içine onlarca beyni anda sokmuşlar gibi. Cızırtılı televizyonlarla dolu bir odada mahkum kalmışsın gibi. Sanki yüksek hızda çalışan bir matkap şurayı deliyor gibi," diyerek işaret parmağını kulağının biraz üstüne götürdü. "Senden daha çok ölüyor gibi hissediyorum, Ada."

Gözlerimin önüne sulu bir perde inerken soluklarımın önü tıkandı, Deniz daha önce kartlarını hiç bu kadar açık oynamamıştı. Hep bir sessizlik taraftarı olmuştu ve ben bu yeni tavrını o kadar çok sevmiştim ki, şimdi eski tavrına dönmesinden ölesiye korkuyordum.

"Sana kızmamın sebebi bu, ortalıkta ölmüş gibi geziyor ve üzülüyorsun. Aklın fikrin mezara girmekte. Oysa bana bak, bu şey beni öldürmüyor. Sapasağlamım ama var ya, şu kafamın içindeki kıyameti yaşamaktansa bin kez ölmeyi dilerdim." dedi ve güldü. Gözlerinin kenarı kırışırken elini uzatarak burnumun ucuna kadar inen bir gözyaşını yakaladı. Farkında olmadan ağlamaya başlamıştım ama bunu neden yaptığıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Bir anda, içimdeki kayışlar kopmuştu ve ciğerlerim patlayana dek ağlamak istiyordum.

"Şimdi uyuyacağım, suratını görmekten sıkılmaya başladım." dediği an bana söz bırakmadan gözlerini kapattı. Hıçkırarak geriye yaslandım. Gözyaşlarım yavaşca kururken bu sebepsiz ağlama içimde biriktirdiğim acıların milyonda birini kusmama yardım etmişti, kendi zehirimden arınmış gibi hissediyordum ama yine de içim öyle kararmıştı ki, öte yandan kafamı duvarlara vura vura ağlama arzusunu bastıramıyordum.

Gözlerim acı bir hisle kapanırken uykunun dibine doğru battım, zihnime kara mürekkep yayılırken ekran kapandı.

***

Ne zaman ağlayacak olsam, başım içine sızı tohumları ekilirdi ve iki dakikalık bir duygu patlamasının cezasını gün boyu çekerdim. Uykudan yeni yeni uyanırken başıma çekiçle vurulmuş gibi hissediyordum, sanki beynimin yerine külçeyle moloz doldurmuşlardı.

Gözlerim açılırken dilimi yakan ekşi tatla uyanmak iyice keyfimi kaçırdı, her yanım acıyordu. Hissettiğim moral bozukluğuna o kadar yoğunlaşmıştım ki, karnımda uyuan Deniz'i fark etmem çok geç olmuştu.

Deniz ve uyumak kavramlarına tamam ama benim karnımda kavramı kesinlikle çığlık atma sebebiydi, gerçi bir çok kızın ilk iki terime de çığlık atabileceğinden kuşkulanıyordum.

Bacaklarımı iki yana açmıştım ve onun başı göğsümün biraz altına yaslanmıştı, işin en vasat tarafı ellerimden biri omzunda, diğeri ise saçlarındaydı. Yanaklarım alevlenmeye başlarken onunla ten temasımı kesmek için ellerimi çektim ama karnıma yaslanan başı benden ayrılmamakta ısrarcıydı.

Yalnızca uyuyor, sakin ol.

Onu uyandırmayı düşünerek uzattığım elim, sıyrılmış tişörtünün altında baş gösteren yara iziyle donakaldı. Kabarmış, kahverengi et parçası gibi duruyordu ve yaranın bir kısmı kanayama meyilli bir şekilde hala açıktı. O yara sanki benim bedenimdeymiş gibi canım acıdı, bu tarz yaralara kumaş değdiğinde ne kadar acıdığını biliyordum ve katlanılacak türden değildi. Parmaklarımın ucunu yaraya değdirdiğim an çelik gibi eller parmaklarımızı ezme pahasına elimi yakaladı, Deniz gözlerini aralar aralamaz ayağa doğrulurken elimin kırıldığını sandım.

"Bıraksana elimi," diye cırladım.

Yarasına dokunacağımı fark etmiş olmalı ki, "Her şeye burnunu sokma, cidden sinirlenmeye başlıyorum. Kötü olacak." diyerek tehdit etti.

Başa döndük, artık eskisi kadar asabi ve sinir bozucuydu.

"Nasıl oldu o izler?" dedim. Merak benim başıma çorap örmeme sebep olan başlıca nedendi, dilimi tutamadığım için oluyordu bunlar.

"Seni ilgilendiriyor da, benim mi haberim yok?" dedi ayağa kalkarak. Mavi gözlerinde sakin olduğunu anlatan şeyler aradım ama şimdi o köpüklü gözlerinin yerinde, simsiyah bakışlar vardı. Gözleri sinirden kararmıştı.

Bir kaç saniye sessiz kalmayı tercih ettim fakat hemen ardından, dilim tekrar çözüldü. "Ne olduğunu merak ediyorum,"

"Bu seni uzaktan veya yakından, az veya çok ilgilendirmiyor. İşine bak,"

Odanın çıkışına doğrü yürüdüğünde önlenemez bir dürtüyle peşine takıldım, koridora çıktığında babasından harçlık dilenen masum liseli gibi bakarak yanında yürüyordum.

"Hadi ama, ne kadar önemli olabilir ki?" diye ısrar ettim. Göz ucuyla bana ters ters baktı.

"Küçük bir çocuktan farkın yok, " diyerek kaşlarını çattı. Sinirle nefes alıp verişlerini duyarken bu istikrarlı tavrımın nereden geldiğini merak ediyordum.

"O yaranın nasıl olduğunu söyle, ben de gideyim." dedim. Bu teklifime burun kıvıracağını düşünürken kolunu omzuma attı ve beni göğsüne çekti.

"Sen her defasında böyle peşime mi takılacaksın?" Koridorda yürürken göğsüne yaslanan sırtımı hissetmiyordum. Karıncalanmaya başlamıştı.

"Sadece merak ediyorum." dedim.

Koridoru dönüp merdivenlere yöneldiğinde kantine gideceğini anladım, aslında midem kazınıyordu ve bir şeyler atıştırsam fena olmazdı. Dün geceden beri mideme ilaçlae hariç tek lokma girmemişti.

"Para için bir kaç illegal işe bulaşmam gerekti," Ona saf saf baktığımı fark edince açıkladı. "Yaralar o yüzden."

Bu kadar derin bir yarayı açabilecek illegal işleri zihnimde sıralamayı denedim ama sonuç hüsrandı. Hem de benim bildiğim illegal işler kategorisi dar alanlı olduğu için elim bomboştu.

Kaşlarımı çattım. "Ne tür bir illegallikten bahsediyoruz?"

"Dövüş," Kantindeki kadına bir şeyler dedikten sonra bana göz ucuyla baktı. "Kafes dövüşü,"

Gözlerimin sonuna dek açılmasını engelleyemedim, filmlerin korkulu ana teması olan kafes dövüşü ve Deniz kavramlarını yanyana bile getiremiyordum. Anında kırmızı sinyaller zihnime üşüşüyordu. Bu durumda korkmalı mıydım?

Deniz elinde iki tostla bana doğru gelirken arkama bakmadan kaçıp gitme fikrine odaklanmıştım, nedense içimde bir ürperti baş göstermişti ve Deniz'in varlığından kuvvet buluyordu.

"Bakma öyle saf saf, herkes annesinin karnından zengin doğmuyor." dedi tostunu ısırırken. Elime tutuşturduğu lezzetli tosta baktım, hiç aç değildim. İştahım kesilmişti.

"O lüks arabalarla gezdiğine göre seni baban doğurdu." dediğim an gözleri hızla bana çarptı. Eğlenceden yoksun bir gülüşle masalardan birine otururken bana sinirli ya da öfkeli gözükmüyordu. Bugüne özel bir anlayışlı olma affı mı çıkarmıştı?

"Benim hayatım ve yaşayış tarzım, seni hiçbir zaman ilgilendirmeyecek." Tostunu bitirmişti. "Ama dahil olmaya çalıştıkça, sen zarar görürsün."

Ayağa kalktı ve kapıdan çıkmadan önce elimdeki tostu alarak saçlarımı karıştırdı. Benimle ölümüne dalga geçiyordu ve ben bu çarpık durumdan ölümüne rahatsız oluyordum.

***

Koridorda aylak aylak dolaşıyordum ve amaçsızca yürümek, odamda tıkılı kalmaktan çok daha iyiydi. En azından iki üç insan görüyordum ama hastane ne kadar büyük olursa olsun, insan bir noktadan sonra sıkılmadan edemiyordu. Koridorun köşesine yaklaşık, duvarla sırt sırta vermiş koltuklardan birine oturdum.

İnsanın beyninin patladığı, saf balıklar gibi alık alık baktığı sinir bozucu dakikalar geçmek bilmezken, sıkıntıdan tırnaklarımı bile yemiştim. Bu hastane git gide zindan olmaya başlıyordu. Yedi ay boyunca iyileşme yolunda milim ilerlememiştim, aksine gerileme vardı ve bu, daha nice yedi aylarımı hastanenin çatısı altında geçireceğim anlamına geliyordu. Onun da anlamı; sıkıntıdan, kuruyup gideceğime işaretti.

"Dertli görünüyorsun, prenses." Kalın sesi duymamla gözlerimi direkt yanımdaki sandalyeye çevirdim. Savaş. Eğer Deniz ismini söylemese, hakkında hiç bir şey bilemeyeceğim, bir aralar beni sıyırma noktasına getiren çocuk.

"Ne oldu sana böyle?" dedim hayretle. Hatırladığım kadarıyla beyaz olan teni şimdi sapsarı kesilmişti, yanakları hafif çürük gibi duruyordu ama darp veya fiziksel şiddetten ötürü olmadığı belliydi.

Gevşekçe sırıttı. "Sen beni sağlıklı mı sandın? Diyaliz görüyorum."

Kemikli ve bir o kadar da kusursuz yüzüne bakakaldım. Neden hep en yakışıklı erkekler hasta olurdu? Kahverengi saçları alnına dökülüyordu ve boncuk gibi siyah gözleriyle yakışıklı sıfatını dibine kadar hak ediyordu. Zihnim esmer erkekleri eleyip mavi gözlü erkekleri baş tacı ettiğinde bunun sebebi beni huzursuz etti ve tüm duygusal düşünceleri kapı dışarı ettim.

"Diyaliz mi? Ama geçen sefer gördüğümde iyiydin," dedim geçmişi hatırlarken.

"O kadar çok korkmuşsun ki, bakmaya fırsatın olmamış." diyerek, başını duvara yasladı. Saçları duvarda dağılıyordu.

"Ne zamandan beri?"

"Dört yıldır organ bağışı için bekliyorum," Yüzüne huysuz bir gülüş yerleştirdi. ''Bu da hayatın bana küfretme şekli, sanırım.''

Sırasıyla tartışılmayı bekleyen düşüncelerim minik birer baloncuk gibi zihnimde patladı. Sürekli bir şeyleri düşünmek, olayların düğüm olmuş kısımlarını çözmek beni kendi kendini imha eden bombalara çevirmişti.

Tam ağzımı açıp ona en iyi niyetlisinden, iyi dileklerimi iletecekken; eliyle uzağı işaret etmesi bir oldu. ''Seninkiler kadar küfür yemediğim kesin ama.''

Benimkiler lakabını almış olan kimseyi tahmin edemediğim için kafamı çevirip gösterdiği yöne baktım. Deniz ve yanındaki yaşıt çocuk ilk katın merdivenlerini çıkıp yukarıya doğru dönerken ufacık bir an Deniz'le gözlerimiz kesişti. Bir tepki vermesini bekledim ama tek yaptığı kısık gözlerle baktıktan sonra yoluna devma etmekti, belki de onun verebileceği tek yoğun tepki buydu. Gözlerini kısmak.

''Benimkiler derken ne kastettin?'' diye fısıldadım gözlerimi Deniz'den ayırmadan. Sırtını neden izlediğime dair bir fikrim yoktu ama merdivenleri çıkarken bile olsa onu izlemek keyifliydi.

''Deniz ve Demir, korkunç ikizler işte.''

Şaşkınlık beni esir etmeden gözlerimi dikerek ikisini izledim, yanındaki çocuğa Deniz'in ikizi gözüyle bakıldığında nutkum tutulmuştu.

Deniz'in ikizi, bir tane daha Deniz, bir tane daha.

Continue Reading

You'll Also Like

716K 31.9K 20
Yasmîn, annesiyle birlikte Zemheroğlu konağında çalışmaktadır. Zemheroğlu Mardin'in en köklü aşiretidir. Yasmîn'in babası bir gece ansızın annesini...
406K 22.1K 47
Şanlıurfa ☞ Muğla 0546****; Fotoğraf* 0546****; Belli ki bu yoldan yürümüşsün... 0546****; Yoksa etraf böyle çiçeklenmezdi. İlsu; Var öyle marifet...
155K 9.4K 49
"Neden kaçıyordun?" dedi merakla genç adam. Küçük kız yavaşça kafasını çevirip genç adama dikkatlice baktı. Genç adam, kızın konuşmayacağını anladığı...
1.6M 36.2K 44
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...