20. Merhamet ♣

905 78 11
                                    

Ölüm.

Kan ve hüzün kokan dört küçük harfin birbirinden habersiz yan yana gelmesiyle oluşmuş, kitap sayfalarının arasında, kimsenin vakit ayırıp üzerinde düşünmeye tenezzül etmediği bu kelimeye karşı umulmadık bir heyecan duyuyordum. Okuduğum bir kitapta yazar, ölürken insanın burnuna güzel kokular dolup kulaklarında melodiler çınladığından çünkü meleklerin, ölen insana acıdığından ve onun acısını hafifletmek istediğinden bahsetmişti. Bundan sonra gerçekten ölürken insanın ciğerlerinde taze, esaslı bir kokunun ayak izlerinin kaldığına inanmıştım, ruh tam bedeninden sıyrılırken güzel bir melodinin çürümüş bedenlerin üzerine ilahi gibi döküldüğünü ve sırf bu yüzden, ölen insanların yüzünde eşsiz bir gülümseme yayıldığını düşünmüştüm. Bunları düşünürken, henüz ölüm takviminde adımın ön sıralara alındığını bilmiyorum, bu yüzden hayal kurmak beni korkutmamıştı ama şimdi, insan bir saniyesini ayırıp öleceği zamanı düşündüğünde içine dolan o his yumağı git gide artan bir felakete dönüşüyordu.

Yaşayıp, her karesini benimsediğimiz, aslında bir gün terk edecek olmamıza rağmen sahiplendiklerimiz, ölüm günü geldiğinde öbür tarafa geçiremeyeceğimiz şeylerden ibaretti.

Öldüğüm zaman, bu dünyada hep bana ait olmuş olan saçlarımı dahi yanımda götüremeyecekken, onları öylesine benimsemiştim ki, gittikleri zaman ben olma hissimin de bir parçası sökülmüş gibiydi. Saçlarım olmadan, kafamın işe yaramaz bir şey olduğunu, görünüşüm çirkinleştiğini düşünüyordum. Aynaya baktığım zaman beni bekleyen şey, beyazlayıp morarmış yüz hatları ve lekeli bir tenin alacalı duygularla kamçılanmış haliydi. İçine güzellikle ilgili ufak bir sıfat sıkıştırabileceğim hiçbir şeyim kalmamıştı. Tutunduğu tek dalı da kopmuş biri gibi yere çakılmak üzere son kez havalandığımı hissediyordum, ölümün nefesi meltem olup yüzüme vururken kulaklarımda uğuldayan rüzgar, tüm gerçeklikle birlikte içinde Azrail'in adım seslerini de taşıyordu.

Bu sefer düşüşüm fiziki boyutu da aşıp tüm ruhumu zerresine kadar bölecekti ve tüm parçaları evrene dağılacaktı. Bu kelimeler diğer fikirlerimin üzerine yayılırken farklı renkteki düşünceler zihnime sızdı. Belki de yeniden dirilmek; insan, ruhunun parçalarını yeniden keşfedip ilmek ilmek dokuduğu zaman oluyordu. Belki de kıyamet dağılacak ruh kalmadığında kopacaktı hatta mahşer dediğimiz şey, un ufak olmuş ruhunun parçalarını arayan insanların aynı noktada bir olmasıydı.

Saplandığım düşünce çukurundan sıyrılarak elimdeki kalemi kenara fırlattım. Bir haftadır önümdeki boş resim kâğıdını bile dolduramayacak kadar özümden uzaklaşmıştım, elime kalem aldığım her seferde çizgiler titrek dalgalarla eğilmiş ve resim sahip olduğu duru güzelliğini yitirip, ilkokul çocuğunun elinden çıkma bir şekle dönüşmüştü. En sonunda diğerlerine olduğu gibi resim kâğıdını buruşturup çöp kutusuna fırlattım. İçimi tırmalayan bu his tarif edilemezdi, yetersiz olduğumu hissedip kendi tırnaklarımla kazdığım çukurda boğuluyordum.

Ayağa kalkıp düşüncelerimin bir az olsun boğazımı sıkmayı bırakması için odanın içinde gezindim. Olumsuz her kelime birleşip çirkinliğimi göstermek ister gibi beynimi kemiriyordu ve günlerdir bu sanrılı hissin boğucu havasından kurtulamamıştım. Beni bu hislerin atmosferinden kurtaracak şeyin ne olduğunu biliyordum ama yüz yüze gelmekten de çok korkuyordum, neredeyse bir haftadır Deniz'le karşılaşmamıştık ve benimle yüz yüze geldiğinde, yüzünde oluşacak ifadeyi binlerce kez kurgulamıştım. Yüzünü ekşitecekti, beğenmeyecekti, burun kıvıracaktı ve belki de, bakmaya tenezzül bile etmeyecekti.

İçimdeki sıkıntının üstüne zamanla yük binerken, üzerime siyah bir kapüşon geçirip odadan dışarıya çıktım. Hastanenin iç açıcı olmaktan uzak kokusu midemi iyice çalkalıyordu ama hiç yoktan, meşgul oluyordum. Bir şeylerin içimde gezinen tuhaf his tomurcuklarını ezmesi gerekiyordu.

NEFESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin