Mürekkebe Boyanan Sardunya |...

Autorstwa SumeyyeDemirkan

11.7M 750K 1.3M

Sevgi acıtır, öp yaralarımdan belki sana da bulaşır. Więcej

GİRİŞ
1.BÖLÜM: ''Sardunyalar"
2.BÖLÜM: ''Yalnız Kaldırımlar''
3.BÖLÜM: ''Mandalinalar''
4.BÖLÜM: "Sonbahar"
5.BÖLÜM: ''Ihlamur''
6.BÖLÜM: ''Çaresizlik"
7.BÖLÜM: ''Kurumuş Kalpler''
8.BÖLÜM: ''Çarpıntı"
9.BÖLÜM: "Korku"
10.BÖLÜM: ''Yara Bandı''
11.BÖLÜM: "Soğuk Kahve"
12.BÖLÜM: ''Gök Gürültüsü''
13.BÖLÜM: ''Nâmütenâhi''
14.BÖLÜM: ''Kırmızı Bere"
15.BÖLÜM: ''Ehvenişer"
16.BÖLÜM: ''Gül Kurusu''
17.BÖLÜM: ''Ruha Dokunan''
18.BÖLÜM: "Kar Çiçeği''
19.BÖLÜM: ''Bir Damla Sancı''
20.BÖLÜM: ''Kalbin İmtihanı"
21.BÖLÜM: ''Safderun''
22.BÖLÜM: ''Bir Tutam Nefes''
23.BÖLÜM: ''Ateşe Düşmüş Kar Tanesi"
24.BÖLÜM: ''Nane Limon''
25.BÖLÜM: ''Sokak Lambası''
26.BÖLÜM: ''Ritmin Kalple Dansı''
27.BÖLÜM: ''Birtakım Sevdalar''
28.BÖLÜM: ''Beklenmeyenler''
29.BÖLÜM: ''Çaya Vurgun Kurabiye''
30.BÖLÜM: ''Tek Hayale Çift Bilet''
31.BÖLÜM: ''Yarasına Âşık Ruh''
32.BÖLÜM: ''Bir Ömre Bin Minnet''
33.BÖLÜM: "Gitmeler Gelmeler İçindir''
34.BÖLÜM: ''Düşün İçinde Bir Düş"
35.BÖLÜM: ''Ruha Vurulmuş Prangalar''
36.BÖLÜM: ''Kalpteki Neşter''
37.BÖLÜM: ''Sessiz Bir Melodi''
38.BÖLÜM: "Kaldırım Kenarında Çiçekler''
39.BÖLÜM: ''Birkaç Saksı Sardunya''
40.BÖLÜM: "Evsiz Kalpler"
41.BÖLÜM: ''Sonuna Ve Sonsuza Kadar''
42.BÖLÜM: ''Akif Selim'in Sardunyası''
43.BÖLÜM: ''Onunla Acımak''
44.BÖLÜM: ''Şehrin Sönmüş Lambaları''
45.BÖLÜM: ''Akılda Tutulanlar''
46.BÖLÜM: ''Göğüs Kafesinde Bir Ağıt''
47.BÖLÜM: "Gözyaşı Mezarlığı"
48.BÖLÜM: ''Bir Dünya Güneş''
49.BÖLÜM: ''Çerçeveden Taşan Mutluluk''
50.BÖLÜM: ''Birbirine Denk Düşler''
51.BÖLÜM: ''Bir Avuç Dilek''
52.BÖLÜM: ''Kalbi Besleyen Damarlar''
53.BÖLÜM: ''Bir Tabak Mandalinadan Bugüne''
55.BÖLÜM: ''İçimizde Halledemediklerimiz''
56.BÖLÜM: ''Kalplerin Yörüngesi''
57.BÖLÜM: ''Kâğıtlar ve Yangınlar''
58.BÖLÜM: ''Hayaller Durağı''
MÜREKKEBE BOYANAN SARDUNYA KİTAP DUYURUSU!
59.BÖLÜM: ''Şiirler ve Sevgililer''
Mürekkebe Boyanan Sardunya Kapak!
60.BÖLÜM: ''FİNAL''
Özel Bölüm (Akif Selim'den)

54.BÖLÜM: ''Işıkları Söndürmek''

106K 8.3K 16.6K
Autorstwa SumeyyeDemirkan

Skylar Grey - Words

Emre Aydın - Çocuğum Belki

Merhabalar. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Keyifli okumalar dilerim. ^^

54.BÖLÜM: ''Işıkları Söndürmek''

Göz açıp kapayınca kadar geçer bir ömür fakat gözlerinizi kiminle açarsanız öyle bir anlamı olur.

Sonbahara gireli epey bir vakit olmuştu biz evleneli ise neredeyse bir buçuk ay. Günlerimiz öyle sıcak, hoş ve güzel geçiyordu ki; onunla hayatı paylaşmak bu demekti. Kırmadan, kırılmadan, dinlenerek ve dinleyerek ardımızda bıraktığımız hatıralar yerine yenileri konsun diye sabırsızca yaşamamızı bekliyordu.

Onunla evlenirken sadece bir eş değil arkadaş kazandığımı da biliyordum.

Şimdi de uyanmış mutfakta ekmek kızartıyordum. Birazdan kahvaltımızı yapacak ve okula gidecektik.

Bir şeyler mırıldanarak sofrayı kurarken Akif Selim üstsüz bir şekilde kapının orada belirdi. Güzel gözlerini kısarak bana baktığında elimdeki bal tabağıyla ona çekildim. ''Mislina gömleğimi gördün mü?'' diye sordu.

''Nereye çıkardıysan oradadır,'' diye gülümsedim sessizce.

Elini kapının kenarına koyarak muzip bir şekilde gülümseyerek, ''Ama gömleğimi çıkartan sendin,'' diye karşılık verdi.

Ağzım hafifçe araladığında kafamı sallayarak elimdeki bal tabağını sofraya koydum ve yanına ilerleyerek yüzüne birkaç saniye bakıp, omzuna minik bir öpücük bıraktım. ''Sanırım makineye attım,'' dedim. ''Başka bir gömlek giysen olur mu?''

''Olur tabii,'' diye peşimden geldiğinde odamıza ilerledik. ''Kazak giyeceğim ama havalar çok soğumadı ya o yüzden gömlekle devam edeyim.''

Gülümseyerek dolabın kapağını açtığımda, ''Kasıma girmek üzereyiz,'' dedim. ''Gömlek üzeri kazak giy sen. Hatta kesin giy!''

''Ben bir ürktüm,'' diye alay etti benimle.

Ona ters ters baktığımda askılıktan ütülü gömleklere bakarken bana sarıldı ve ellerini karnımda birleştirip kulağıma yakın yere yumuşak bir öpücük de o bıraktı. ''Her gün bu evin içinde seni görmek, seninle olmak dünyanın en güzel hissi. Böyle sarılıyorum ya sana; hiç bırakmak istemiyorum.''

Askılıklara bakarken sırıttım. ''Her gün bu kadar güzel şeyler söylemeyi nasıl başarıyorsun bilmiyorum. Ben sana karşılık veremeyince kendimi tuhaf hissediyorum.''

Ruhuma dokunan ve içimi titreten tatlı sesiyle gülümserken, ''Sen ders çalışırken ben de çaktırmadan şiir okuyup ezber yapıyorum senin için,'' dedi. Daha çok güldüm.

Ellerini karnımın üzerinden çektiğinde nihayet ona bir gömlek bularak uzattım. ''Bak kazak da giyeceksin, geçen gün öksürüyordun Akif Selim.''

''Tamam söz giyeceğim,'' diye güldü. Bana bakarken gözlerinin içi sürekli parlıyor, dudaklarındaki tebessüm hiç dinmiyordu. Öyle müthiş, eşsiz bir histi ki bu insan yaşadığını, insan sevildiğini delicesine hissediyordu.

Akif Selim üzerini giyinirken ben de sofrayı hazırladım ve birlikte kahvaltıyı yapmaya başladık. Ben daha hazırlanmamıştım, sofrayı o toplarken de ben hazırlanıyordum. Aramızda böyle küçük işbölümleri yapmıştık. Çayımdan bir yudum aldıktan sonra ekmeğime biraz peynir sürmeye başladım. ''Vizeler de geliyor,'' diye konuştum kuru bir sesle.

''İşte en çok bundan korkuyorum,'' dedi Akif Selim bir anda.

Ona düz düz bakarken genişçe gülerek yanağımdan bir makas aldı aldı. ''Tamam tamam ben sana kilo kilo kahve alırım.''

''Dalga geçme,'' diye güldüm gözlerimi devirerek. ''Zaten ne ara üçüncü sınıf olduk da vizeler geldi anlamadım bile.''

''Geçen sene ben bu zamanlarda evde tek başıma boş ve sessiz bir hayatın içindeydim, Mislina,'' dedi sonra tüm dikkatimi ona verdiğimde. Gözlerinde hiçbir cümlenin hissettirmediği gerçeklik ve derinlik vardı. ''Ama şimdiye bakıyorum; hayatım dolmuş ve sessizlik artık en uzağım da. Evin içinde gezen güzel, tatlı ve çok sevdiğim biri var...'' Soluklanarak ellerini çay bardağına uzattı. ''Bence vizeler senden korksun.''

Ekmeğimi bırakmadan diğer elimi çenemin altına koydum ve ona şirin şirin baktım. ''Tatlı mıyım gerçekten?''

''Allah'ım yarabbim,'' dedi ummadığım bir şekilde kahkaha attığında. ''Ha sen istiyorsun ki bu adam seni yesin. Bakmasana şöyle sofradaki nimetlere ayıp ediyorsun.''

''Bir daha düşün istersen?'' diye yaklaştım ona iyice. İçimdeki o bahar esintisi hiç gitmeyecekti ve ben bunun hiç bitmesini istemiyordum. Zaten bitemezdi de.

Gözlerini kısarak, ''Aslında bugün derse biraz geç gidebiliriz?'' diye sordu. ''Ben bu gömleği de sevmedim, çıkartırsın diye düşündüm.''

Vücudumdaki kan miktarı yanaklarıma ve dudaklarıma vurduğunda istifimi bozmadan sırıttım. ''Üşürsün Akif Selim, bak sen sırf hasta olma diye ne kadar düşünüyorum seni.''

''İlk defa beni düşünmemeni istedim,'' dediğimde usulca soluklanarak geriye yasladım. ''Kader işte, ne yapacaksın?''

Bana yalnızca güzel gülüşünü ikram ederken ekmeğimi ağzıma attım ve karnımı çok doyurmadan ayaklandım. ''Ben hazırlanayım hemen, gecikmeyelim.''

''Tamam topluyorum ben burayı.''

Elimi omzuna koyup çektikten sonra odamıza geçtim ve giyinmeye başladım. Altıma sert mavi bir pantolon giyinirken üzerimdeki çizgili gömleği pantolonumun içine soktum. Gömleğin ilk düğmesini açtığımda boynumdaki Zeliha annenin kolyesine dokunup gülümsedim. Saçlarımı hafif dalgalandırıp biraz da makyaj yaptıktan sonra gömleğimin üzerine kalın örgüleri olan kırmızı hırkamı giydim.

Çantamı ve elime aldığım birkaç kitapla odadan çıktıktan sonra Akif Selim'i salondan çıkarken gördüm. ''İlaçlarını içtin mi?'' diye sordum minik bir endişeyle. ''Unutma sakın.''

''İçtim,'' dedi sakince.

Rahatladım. Evdeki her şeyi kontrol ettikten sonra beraber kapıdan çıktık. İkimizde de anahtar vardı ama çıkarken kapıyı hep o kilitliyordu. Çantamı omuzlarımdan yukarı taşırken elimdeki kitaplarımı sağ göğsüme yasladım ve sol elimle Akif Selim'in elini tuttum. Beraber apartmandan dışarı çıktık. Soğuyan havalar içime direkt dokunduğunda, ''Üşüdün mü?'' diye baktı yüzüme. ''İstersen hemen kalın bir şeyler getireyim?''

''Yok üşümedim o kadar,'' diye konuştum. ''Ev sıcaktı ya dışarı çıkınca haliyle ürperdim. Hem bak gördün mü iyi ki kazağını giydin. Bu havalar hasta eder insanı.''

Karşı tarafa geçmeden yanağıma bir buse bırakıp kulağımın yakınında durdu. ''Mandalina yeriz beraber biz de.''

Ne zaman bunun bahsi geçse içimde tekrar tekrar dirilen o heyecan var oluyor, artıyordu. Ne zaman bunu yaşasam hep o güne dönüyor ve bugünümüze bakarak gözlerim yaşarmadan ağlıyordum. Bu mümkün müydü sahiden? Gözyaşı dökmeden nasıl ağlardı ki insan? Bazen gözler değil anılar ağlatırdı insanı, bazen kelimelerin dokundukları yerler olurdu ve gözyaşları susardı.

Birlikte karşı tarafa, durağa geçip oturduk. Bacaklarımı birbirine çektiğimde Akif Selim saatine baktı. ''Derse daha yirmi dakika var,'' dedi. ''Birazdan gelir otobüs.''

''Son derse girmeyecek misin yine?'' diye sordum sonra.

''Girmem,'' dedi. ''Şu ayı da bir atlatayım da ayarlayacağım ben bu durumu merak etme.''

''Aslında sana söylemeyi unuttum,'' diye konuştum bir anda dudaklarımı ıslatırken. ''Ben karşı apartmandaki iki öğrenciye daha ders vereceğim. Dün velisi geldi, Sezer'in annesinden haber almış o da.''

''Kendini çok yormasan mı?''

''Yorulmuyorum ki,'' dedim saf bir gülümsemeyle. ''Üç tane öğrencim oldu şimdiden. Hem her gün değil. Ücreti de iyiydi.''

Akif Selim kendini biraz kötü hissettiğinde gülerek omzumu omzuna vurdum hafifçe. ''Ya bak yüzünü falan asma. Öğretmenlik yapıyorum işte mis gibi sırtımda ağır bir yük taşımıyorum ya.''

''Öyle söylemedim bir tanem,'' dedi bana bakarken. Sonra sadece baktığıyla kaldı ve devamını getiremedi. Bu benim de yüzümün düşmesine sebep olduğunda bunun daha fazla büyümesine izin vermeden ayaklarımı yavaşça salladım. ''Akşama ne yapayım? Canının istediği bir şey var mı?''

''Ne yaparsan yerim,'' dedi sakince.

''İyi o zaman hazırlarım ben bir şeyler,'' diyerek soluklandım. ''Bir gün bizimkileri çağırsak mı? Sevde'yi, Kadir'i ve Berat'ı. Tabii Ezgi ve Kenan'ı da. Epeydir aklımdaydı ama bir nasip olmadı.''

''Olur çağıralım,'' dedi. ''Ama vizelerden önce çağıralım yoksa onlara sadece kahve ikram etmek zorunda kalabiliriz.''

''Ha ha!'' diye dalga geçtim gülerek.

Güldü.

O sırada otobüs geldi ve duraktaki birkaç kişiyle birlikte otobüse bindik. Akif Selim ile arkada iki boş yer bulup oturduk. Kulaklığını uzattığında direkt aldım ve kulağıma taktım. Ne açarsa dinliyordum ki zaten ikimiz için bir çalma listesi oluşturmuştu. Güzel geçen bir on dakika sonrası otobüsten inip okulun bahçesinden içeri girdik. Sakin adımlarla ve konuşmadan sınıfa çıktığımızda arka sıralara geçip oturduk. Amfi olduğundan hocayı çok rahat görebiliyorduk. Kitaplarımı masanın üzerine bırakıp saçlarımı düzelttiğimde Kenan elinde birkaç dosya ile içeri girdi. O bu sene Türkiye Türkçesi Ağızları dersimize giriyordu. Geçen yıl asistan hoca görevini yapmıştı ama bu yıl kendi branşına ait dersine giriyordu.

''Nasılsınız gençler?'' diye sordu notları kürsüye bırakıp bir yandan da yoklama kâğıdını ön sıraya koyarken.

Önlerden bir kız, ''Sizi gördük daha iyi olduk hocam,'' dedi. ''Siz nasılsınız?''

Kenan tebessüm ederek notlarına bakarken, ''İyiyim teşekkürler,'' dedi. ''Vizeler yaklaşıyor bu arada haberiniz vardır. Sınav takvimi okulun sitesinde mevcut.''

''Yaklaşmasın hocam ya,'' dedi Taha. ''O yaklaştıkça ben kaçıyorum.''

Sınıfta ufak bir uğultu olduğunda Kenan kaşlarını kaldırıp indirdi ve Taha'ya baktı. ''Olacak ve öleceğe çare yoktur.''

''Haklısınız tabii.''

Kenan şeffaf bir geçişle durumu kontrol ederken biz de Akif Selimle aynı anda elimizdeki kalemleri çeviriyor sınıfı dinliyorduk.

''Hocam siz Akif'in abisisiniz sonuçta Mislina ile ikisine bu konuda desteğiniz vardır muhakkak, işte sonuçlar ya da sorular olsun. Biz kendi halimize yanalım,'' dedi ikinci sırada oturan Kübra. Bu kız benimle uğraşmayı asla bırakmayacaktı.

''Boş,'' dedi Akif Selim sessizce. ''Fazlasıyla boş biri.''

''Çenemi yormaya değmez,'' dedim.

Kenan bu sözler karşısında anlık olarak bizimle göz göze geldiğinde bir şey demedi ve kollarını açıp kürsüye uzatırken sertleşen bakışlarını Kübra'ya sabitledi. ''Bu söylediğin şeyin ne kadar yakışıksız olduğunun farkındasındır umarım?''

Kübra sakince, ''Kusura bakmayın haddimi aşmak istemem ama...'' Kenan bu sözlerin devamını duymak istemedi ve kendi ağırlığınca sözlerini tamamladı. ''Burada hepiniz eşit şartlara sahipsiniz. Her şeyden öncesi benim böyle bir şeyi yapmam etik değil, mesleğime aykırı. Ki zaten Akif ile Mislina'nın notları gayet iyi, yardıma ihtiyaçları yok.''

Sınıftaki herkes sustuğunda Kübra dahi ağzını açıp bir şey diyemedi. Kenan durduk yere gerildiğinde sınıftaki bazı kişilerin direkt gözleri üzerimizde toplandı. Onlara hiçbir şekilde karşılık vermedik. Fazlasıyla gereksiz bir muhabbetti.

''Neyse,'' dedi Kenan sesiyle bizi ders ortamına sokarken. ''Geçen hafta kaldığımız yeri tekrar edip yeni konuya geçeceğim.''

''Hocam vizelere bugün işleyeceğimiz konular da dahil mi?''

''Derste işlediğim her şey dahil,'' dedi Kenan düz bir sesle.

''Peki hocam bir şey daha sorabilir miyim?'' diye ekledi kız. ''Daha önce yani geçen sene Mümtaz Hocanın sınavları okumasında yardımcı oluyordunuz ama bu sene kendiniz yapacak ve not vereceksiniz. Üst sınıflardan da bir bilgi erişimi sağlayamadık. Eliniz açık mıdır not konusunda?''

Kenan gülerek, ''Elimin açıklığı kâğıtlarınıza bağlı,'' dedi. ''Şu var mesela; iki sayfa ağzına kadar doldurursun yirmi alırsın çünkü aynı şeyleri sırf kâğıt dolsun diye yazmışsındır ama yarım sayfa dolu dolu yazarsın ve geçerli bir puan alırsın. Çok korkmayın ama beni tatmin etmeyen kâğıda iyi puan vermem.''

O sırada Akif Selim'e baktım. ''Üç sayfa kağıt verip on beş alıyormuşum bir de?''

Gülümseyerek dudaklarını kıvırdı. ''Boş şeyler yazmayacağını bildiğimden biz onu seksen beş diye düzeltelim.''

Dudaklarımı ıslatıp çekerken kafamı öne eğerek iç geçirdim. Kenan dersi başlatırken ajandamı çıkarıp notlarımı tutmaya başladım. Akif Selim not tutmuyor sadece elindeki kalemi çevirmeye devam ederek Kenan'ı dinliyordu. Kulağına yaklaşıp, ''Bak not istemeye gelirsen vermem ona göre?'' diye kızdırdım onu sessizce.

Mürekkep mavisi gözlerinden bir şiir yazdı gözlerime bakışlarıyla. ''Bir gömleğine hallederiz kabul mu?'' diye sordu.

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda gülümsedi. Dikkat çekmemek için kendimi toparlayarak saçlarımı savurdum ve notlarımı tutmaya devam ettim.

İlk yirmi dakika gayet iyi giderken az sonra kapı çaldı ve uzun boylu, kumral tenli hoş bir kadın kapının ağzında durup Kenan'a baktı. ''Hocam dersinizi bölüyorum ama bir bakar mısınız?''

''Sorun nedir?'' diye yaklaştı Kenan kapıya doğru ve kadın dışarı çıkınca Kenan da dışarı çıktı. Kapı aralık kaldı.

Ön sıramızda oturan Giray yanındaki Erdem'e bakarak, ''Bu gelen de yeni asistan sanırım,'' dedi. ''Birkaç kez gördüm. Bayağı gideri var.''

''Bize bakacak değil ya!''

''La bize bakacak değil tabii de hoş kadın.''

İstemeden de olsa onlara kulak misafiri olduğumda Kenan içeri girerek kapıyı kapattı ve dersine kaldığı yerden devam etti.

Yaklaşık beş saat sonunda okuldan çıkmak için hazırlandım fakat Akif Selim işe gecikmemek için bir saat erkenden gitmişti bile. Kitaplarımı toplarken Sevde yanıma gelerek bıkkınlıkla soludu. ''İçim şişti! Bir yerlere mi gitsek ne yapsak?!''

''Eve gidip yemek yapmam lazım,'' diye mırıldandım.

''Doğru, senin evli olduğunu unutmuşum,'' dedi gülerken.

Gözlerimi kısarak, ''Evli olmadığımda da yapıyordum ki,'' dedim. ''Akif Selim de çalışıyor ya bir de gelince hemen sofra hazır olsun istiyorum.''

''Ne zamana kadar derslerden erken çıkacak?'' diye sordu. ''Bazı hocalar sorun etmiyor ama bazıları devamsızlıktan bile bırakıyor.''

''Bu ay çıksın da iş yeriyle bir plan hazırlayacaklar,'' dedim çantamı omzuma sırtlayıp kitaplarımı da elime aldığımda. Birlikte sınıftan çıkarken konuşmaya devam ettim. ''Markete uğrayacağım eve gitmeden ben de. İstersen gel beraber gidelim oradan yurda geçersin sen de.''

''Olur.''

''Burak çıktı mı dersten?''

''Onun stajı başladı,'' dedi ve gülerek konuşmasını sürdürdü. ''Stajı endüstri meslek lisesinde ya bir görsen deli oluyor. Ders anlatıyorum dinleyen yok diyor, işleri güçleri saboteymiş.''

''Bakalım seneye bize neresi çıkacak?'' diye sordum merdivenleri inerken. ''Heyecan yapıyorum zaten şimdiden.''

''Sen mi ben mi?'' diye iç geçirdi Sevde. ''Kesin istemediğim bir yer gelir ama.''

Buna gülümsemekle karşılık verdiğimde zemin kata indik. Çıkış kapısına ilerlerken ilerideki otomatın önünde Kenan ve bugün dersi bölen kadını sohbet ederken gördüm. Bu Sevde'yi de durdurduğunda garip bakışlarım onların üzerinde toplandı. Kenan gayet normal konuşurken karşısındaki asistanın ona daha yakın ve samimi durması ilgimi çekti. Gülerek elini Kenan'ın omzuna koyduğunda Sevde, ''Yuh!'' dedi. ''Ne oluyor be orada?''

''Bilmiyorum,'' dedim. ''Ama çok iyi şeyler olmuyor gibi.''

''Kim bu kadın?''

''Yeni asistanmış sanırım,'' diye karşılık verdim.

''Asistan da asistan mübarek,'' dedi Sevde. ''Biraz daha az belli etsin ilgisini.''

''Kime? Kenan'a mı?''

''Yok bana. Tabii ki ona. Görmüyor musun bakışlarını, gülüşlerini falan? Saf olma bu kadar.''

''Saf olduğumdan değil, bunu senin kadar kolayca dışıma vuramadığımdan.''

''Yok ben eminim,'' dedi Sevde kararla kafasını aşağı yukarı sallarken. ''Nerede görsem tanırım bu tipleri. Asistan olması da umurumda değil ama biraz geri dursun. El ayak çok oynuyor.''

''Neyse,'' dedim sakince. ''Hadi gidelim artık. Bizi görmesinler sonra durumu toparlayamayız.''

''Durumu toparlayacak olan biz değiliz,'' diye açıkladı Sevde. ''Ama gidelim.''

Okuldan çıktıktan sonra beraber markete uğradık. Hava artık daha erken karardığından dışarıda pek vakit geçiremiyorduk. Ben de çok gecikmeden eve gelmiş yemek yapmaya başlamıştım bile. Biraz patates ve bezelyeli bir yemek pişirmiştim. Çorbam da pişmiş dinleniyordu. Salataya geçmeden tezgâhımı toplayacağım sıra kapım çaldı. Elimi temizleyip kapıyı açtığımda karşımda Ezgi'yi gördüm. Bir şey söylemeden içeri girdi. ''Ne oldu?'' diye sordum kapıyı kapatırken.

''Hiç,'' dedi. ''İşten yeni geldim de bir uğrayayım dedim.''

Mutfağa ilerleyerek yemeklere baktı. ''Mis gibi kokutmuşsun her yeri. Hey yavrum benim be.''

Güldüm. ''Akşam yemeğine kal o zaman.''

''Yok çok aç değilim,'' diyerek sandalyeyi çekip oturdu.

''Yorgun görünüyorsun,'' dedim sırtımı mermer tezgâha dayayıp kollarımı göğsümde topladığımda. ''Bir sorun olmadığına eminsin ama değil mi?''

''Vallahi iyiyim,'' diye güldü. ''Hava değişimleri mal etti biraz o kadar.''

''Dikkat et kendine,'' diye ekşidi yüzüm endişeyle. ''Ezgi kendini kötü hissediyorsan bir süre burada kalabilirsin.''

''Delirdin mi sen?'' diye kızdı bana soğuk soğuk gülerken. ''Yok bir de ortanızda yatayım.''

''Yok o kadar değil,'' dedim güldüğümde. ''Sadece bazen aşağıda çok yalnız kaldığını hissediyorum ve huzursuz oluyorum.''

''Yalnızlık en güzel şey,'' dedi sakince. ''Hem sadece akşamları yalnız kalıyorum ama bu ay sonu bir televizyon alacağım kendime para yatsın da. Kızım sıkılsam ya da canım sıkkın olsa söylerim zaten bunu biliyorsun. Mevsimler arası geçiş benimki ondan.''

''Peki sen öyle diyorsan,'' diye iç geçirdim çok da zorlamayıp onu germezken. Sessizlik ikimizin en arasında yabancılık çektiğinde fırsatını bulmuşçasına dudaklarımı bükerek omzumu silktim. ''Okulda yeni bir asistan var ve sanırım Kenan'a yazıyor.''

''Ne?''

''Yani bugün çıkışta ikisini konuşurken gördük Sevde'yle ama epey keyifli bir sohbetti belli.''

Ezgi duraksadığında nasıl cevap vereceğini bilemeyerek, ''Bana ne,'' diye kaçırdı bakışlarını. ''Ne konuşurlarsa konuşsunlar. İsteyen istediğine yazsın ayrıca.''

''Emin misin?'' diye yukarı kaldırdım kaşlarımı. ''Bu seni hiç rahatsız etmiyor mu gerçekten?''

''Niye etsin ki? İnsanlar konuşabilir sonuçta.''

''Ezgi!''

''Bakma öyle imalı imalı!''

''Ezgi kaçma,'' diye yakalamaya çalıştım onu. ''Hiç mi bir şey ifade etmiyor bu senin için? Kadın bildiğin Kenan'ın içine düşecekti ya. Elini omzuna koymalar, samimi samimi gülmeler falan...''

''Elini omzuna mı koydu?''

''Evet.''

Yükselen ses tonu bir balon gibi söndüğünde, ''İyi ne yapayım?'' diye geçiştirdi. ''Kıskandığımı falan mı düşünüyorsun yoksa?''

''Düşünmeyeyim mi?''

''Düşünme tabii!'' diye uyardı beni. ''Kenan kiminle istiyorsa onunla konuşabilir, bizim aramızda zaten bir şey yok. Hem benim de işime gelir ve beni bu yükten kurtarmış olur. Ben de başımın çaresine bakar kendi yolumda ilerlerim. Rahatlarım cidden.''

Bunları içinden gelerek söylemediği öyle çok belliydi ki; kendini rahatlatmak istiyordu bir yerde ama artık geri dönüşünün olmadığının o da farkındaydı. Onu birkaç dakika izledikten sonra dudaklarımı nemlendirerek, ''O kadın boşuna yazmış olacak,'' dedim. ''Çünkü Kenan'ın aklı da kalbi de seninle. Belki de bu yüzden bu kadar sakinsin.''

''Mislina bak beni yorma,'' dedi dik bir sesle.

''Seni yormuyorum,'' dedim sessizce. ''Sana sakladığın hislerini veriyorum anlamıyor musun? Onca zaman geçti ve artık kendine de itiraf ettiğin bir hissin var. Bunu biliyorsun. Şimdi sırf bu yüzden geri dönemezsin. Bunu kendine yapma.''

Güldü ama keyifli değildi. ''Ne yani? Gidip kadına hesap mı sorayım? Bırak Kenan'ın peşini mi diyeyim?''

''Hayır öyle söylemek istemedim,'' dedim. ''Canımın içi yorgunluğunun bir diğer sebebi hatta tek sebebi bu değil mi zaten? Sen kendinle kaldıkça içinden çıkamadığın hislerinle kendini üzüyorsun. Gözlerinden bile belli bu bitkinliğin, hüznün. Allah aşkına bana söylesene her gece tavana bakarak neyin hayaliyle uyuyorsun?''

''Tavana bakmam ben, direkt zıbarırım.''

''Ezgi!'' diye uyardım onu çünkü artık kaçmasına müsaade etmek istemiyordum. Bu sadece onu düşündüğüm içindi. Ezgi'nin gülmesini, saf hislerle kendini motive ederek hayata daha sıkı sarılmasını istiyordum.

Ezgi duraksadığında sanki başa döndüğünü hissettim. ''Ne oldu sana?'' diye sordum korkarak yanına yaklaşmaya çalışırken. ''Başa mı döndün? Vaz mı geçtin tamamen?''

''Vazgeçmedim,'' dedi beni bekletmeden. ''Ama ileri gidemiyorum. Ne zaman gülümsesem aynaya bakıyorum ve kıvrılan dudaklarıma küfür ediyorum, yüzümü tokatlıyorum. Sahiden mi diyorum kendime? Sahiden bu şekilde mi cevap vereceksin Kenan'a? En ufak bir pürüzde Emre'yi aklıma getiriyorsam beni siktir et Kenan'a yazık olmaz mı ya?'' Kafasını iki yana salladı. ''Yok Mislina. Ben böyle devam edemem. Kenan'a kıyamam yani onu incitemem. Bana her baktığında 'acaba unuttu mu Emre'yi yoksa acaba bana bakarken aklına Emre'yi getiriyor mudur?' diye düşünmeyecek mi?''

''Sen ne saçmalıyorsun?'' diye titredim üzerine. ''Kendini tokatlamak da ne demek? Kenan'ı üzmek ya da ona bakarken aklından bunları geçirmesi ne demek? Sadece böyle olduğuna, olacağına inandırmak istiyorsun kendini ama artık şunu anla! Seni mutsuz, yalnız bir hayata mahkum etmeyeceğim! Sen bile buna izin vermeyeceksin! Gözlerinin haline bir bak, ışığın sönmüş senin.''

Ezgi işleri bilerek zorlaştırıyordu ama kızamıyordum da. Karşımda öyle savunmasız ve çaresizdi ki konuşurken bile sesi titriyordu. Ayaklanarak, ''Neyse ya,'' dedi. ''Ben gidip biraz uyuyayım belki ışığım gelir.''

''Ezgi seni üzmek istemedim yemin ederim.''

''Sen bu hayatta beni üzmeyecek tek kişisin,'' diye baktı gözlerime. ''Merak etme her şeyi yoluna koyacağım ama önce uyumam gerek. Yorgunluğum diner belki.''

''Telefonun açık kalsın ben aşağı inerim yine de.''

''Söz sadece uyuyacağım,'' diye rahatlattı beni. ''Korkma bir daha intihar falan etmeyeceğim.''

''Diline bile düşürme bunu.''

''Tamam,'' dedi mutfaktan çıkarken. Arkasından baktığımda ne diyeceğimi bilemedim ve sadece gidişini izledim. Ezgi beni durgunluğun içine sürüklese de bunu aşacağından emindim çünkü benim ve en çok da kendinin bildiği bir his vardı.

Akşam yemeği hazır olduğunda Akif Selim kapıyı çaldı. Gülümseyerek ona kapıyı açtım. Elinde iki ekmek vardı. ''Anahtarım var ama kapıyı hep sen aç istiyorum,'' diye baktı yüzüme içeri girip yanağıma bir öpücük bıraktığında. ''Gıcık olmuyorsun değil mi bu duruma?''

Kapıyı kapatırken sırıttım. ''Ben ve sana gıcık olmak? Sen bile inanamadın değil mi?''

''Bir sorayım dedim.''

''Asla ve asla,'' dedim elindeki ekmekleri alırken. ''Hadi sofrayı hazırladım gel.''

''Ellerimi yıkayayım geliyorum,'' diye lavaboya gitti. Ben de mutfağa gidip ekmekleri dilimleyerek sofraya koydum. Akif Selim az sonra içeri girdiğinde sofraya bakıp, ''Hay maşallah benim güzelime,'' dedi. ''Karnımdan önce gözümü doyurdun. Ellerine sağlık.''

''Eh senin kadar iyi yemek yapamasak da deniyoruz bir şeyler Akif Selim Bey,'' diye gülümsedim kaşığımı elime aldığımda.

''Sen harika birisin,'' diyerek oturdu karşıma. İç çekip çorbamdan bir yudum aldım fakat tuzu biraz eksikti. Tuzluğu kavrarken, ''İşin nasıldı?'' diye sordum sonra.

''Klasik,'' diye cevapladı. ''Kitapları diz, kolilerden çıkar, getir götür vs...''

Bu beni biraz üzse de bunları dile getirmiyordum çünkü bundan hoşlanmıyordu. Kendini yetersiz hissediyordu ve ben de böyle hissettirmekten kaçınmaya çalışıyordum.

Çorbalarımız ve ana yemek bitince usulca soluklanarak, ''Tatlı yok bugün ama yarın yapacağım,'' diye baktım yüzüne sessizce mırıldanırken.

''Ne demek tatlı yok?'' diye çattı kaşlarını. Saf saf duraksadım. Çattığı bakışları mum gibi eridiğinde ayaklandı ve yüzümü kavrayıp şakağımdan öptü. ''Al bak yedim işte.''

''Bak ya,'' dedim kıkırdarken.

''Dur biraz daha yiyeyim,'' deyip öpmeye devam etti. Bundan huylandığımda ellerimi kollarına götürdüm. Akif Selim geri çekilerek saçlarımı düzelttiğinde, ''Yediğim en güzel tatlıydı,'' diye güldü gözlerimin içine içine. ''Ben her akşam bu tatlıdan istiyorum Mislina Hanım haberiniz olsun.''

''Hay hay,'' dedim gözlerimi kapatıp açarken.

Akif Selim yanağıma dokunurken, ''Sofrayı toplayalım da ben bir duşa gireyim,'' dedi.

Ayaklandım. ''Ben hallederim sen al duşunu.''

''Olmaz sonra da alırım.''

''Ben hallederim,'' diye uzattım son harfleri sofradaki tabakları elime alıp musluğun içine bıraktığımda. ''Eşofmanlarını katlayıp rafa koymuştum, hani bulamazsan.''

Mutfaktan çıkarken yüzünü yüzüme çevirerek sol kaşını kaldırdı. ''Üzerimdeki herhangi bir kıyafetin yerini bulamazsam bunu sana sorarım zaten.''

Kafamı iki yana sallayarak sırıttım. ''Duşa gir artık bence!''

''Tamam gittim.''

Eğlenerek gülümsediğimde etrafı topladım ve bir yandan da çay demledim. Belki battaniye altına girer film izlerdik. Düşüncesi bile içimi ısıtıyordu zaten. Tezgâhı güzelce temizledikten sonra kapı çaldı. Ellerimi kurulayıp kapıyı açtığımda Kenan'ı karşımda gördüm. ''Merhaba,'' dedi sakince. ''Müsait misiniz?''

''Tabii,'' diyerek açtım kapıyı. ''Gel lütfen.''

Kenan ayakkabılarını çıkarıp içeri girdiğinde kapıyı kapattım. ''Akif Selim duşta çıkar birazdan,'' dedim Kenan salona yönelirken. ''Aç mısın sen?''

''Yok değilim teşekkür ederim,'' dedi Kenan.

''Tamam ama ben bir bardak çay getireyim o zaman,'' diye yöneldim mutfağa. Bir bardak çayı Kenan'a ikram ettikten sonra koltuktaki yerimi aldım. Kenan sakince çayını karıştırarak arkasına yaslandı. Masanın üzerindeki ders kitaplarını görünce gülerek, ''Vizelere çalışmaya başladınız mı?'' diye sordu.

''Yok daha başlamadık,'' dedim ve ses tonumu bir tık arttırarak gözlerimi devirdim. ''Hem çalışmamıza gerek yok, sen zaten torpil geçersin bize.''

''Şu mesele!'' dedi Kenan bundan hoşlanmazken. ''Bazen bu zekânın bazılarına fazla geldiğini düşünüyorum. İlkokuldan kalma bir seviye olsa gerek.''

''Ben şaşırmıyorum,'' diye mırıldandım. Konu Kübra ise benimle uğraşacak bir şey muhakkak buluyordu. Kollarımı göğsümde topladığımda sakince gözlerimi bir noktaya sabitledim. Kenan çayından bir yudum alırken birkaç saniye sonra beni ürkütmeden yüzüme baktı. Dikkatim bakışlarıyla dağıldı. ''Aslında ben buraya senden ufak bir yardım almak için geldim, Mislina.''

''Ne gibi?'' diye sordum kafamı eğerek.

Dudaklarını ıslattı ve ellerini birleştirerek mahcubiyetle, ''Haftaya Ezgi'nin doğum günü ve ben ona ne alacağımı bilmiyorum,'' dedi. ''Daha doğrusu ne alırsam beğenir ya da aldığımı sever mi bilemiyorum. Bana biraz yardımcı olur musun?''

Gülümsedim. ''Ezgi öyle biri değil yani sen ona ne alırsan al beğenir.''

Bu esnada Kenan'ın yüzü düştü ve ben yanlış bir şey söylediğimi sanarak üzüldüm ama bunu içinde tutmadan sanki başkası bizi dinliyormuşçasına, sanki eksik kelimeler kurmaktan korkarcasına ağzını aralayarak konuşmaya başladı. ''Ona kalbindeki kişiyi hatırlatmaktan korkuyorum... Yani bir hediye alırım ve bu Emre ile ikisine ait bir şey olur belki ve ona kötü hissettiririm. Olur ya hani böyle durumlar, her şeyi berbat etmek ve onu kırmak istemiyorum. Bu yüzden günlerdir ona ne alacağımı düşünüyorum. Bulamıyorum orası ayrı...''

Kenan'ın dilinden dökülenler benim bile kalbime dokunmuştu. Ne diyeceğimi bilemediğim bir anın içine düşürmüştü beni. ''Ben ne denir bilemem ama onu kırmazsın,'' diye devam ettim. ''Hem nereden bileceksin ki eskiden neyi sevdiğini ya da ona eskiyi hatırlayan şeyin ne olduğunu. Ben bile pek bilmem, anlatmaz çünkü... Ezgi bazı şeyleri aşmaya çalışıyor bunu biliyorum.''

''Bunun farkındayım,'' dedi sakince. ''Onu bu konuda zorlamıyorum ve bekliyorum. Sıkmadan, yormadan bekliyorum. Bir adım öteye gitmekten ve çizgiyi taşırmaktan korkuyorum.''

''Kenan öyle biri değilsin,'' dedim gözlerimi açıp kapatırken. ''Sen çok ince düşünceli bir adamsın ve bu fazlasıyla belli oluyor.''

''Öyle ama çok hassas bir konu bu Mislina,'' diye ifade etti kendini. ''Seninle ilk kez bunları konuşacağım hatta ilk kez biriyle bunları konuşacağım çünkü beni anlayacağını ve bana yardım edeceğini biliyorum.''

''Seni anlarım,'' dedim gülümserken. ''Dinliyorum.''

Derin bir nefes alarak gözlerimin içine baktı. ''Her şeyi göze alarak seviyorum ben onu. Bak kendimi kıyasladığımdan değil, beni onun kadar sevmesini de beklemiyorum zaten ve bunu da bilerek tutmak istiyorum ellerinden. Günün birinde beni seveceğini de biliyorum, gerçekten bana adım atacağının da farkındayım ama bazen kendimi suçluyorum... Suçluyorum çünkü sanki onu ben zorluyorum.''

''Hayır tabii ki,'' dedim bu düşüncelerden onu kurtarmak isterken. ''Ezgi'nin sana şu an net bir cevap vermemesi senin baskından dolayı değil, asla böyle hissetme.''

''Onunla ilgili konuşurken her şeyi düzgünce aktaramıyorum.'' Dudaklarını birbirine bastırdı. ''Buraya gelmeden ona bir baktım, halini hatırını sordum ama sanki geriye gitmişti her şey. Biraz da yorgun görünüyordu.''

''Bugün biraz öyleydi evet.''

''Hasta mı yoksa?''

''Biraz yorgun,'' diye tekrarladım. ''O yüzden öyledir.''

''Anladım,'' diye konuşabildi sadece çünkü devamı üzerine vazife değildi sanki.

''Bu sana kötü mi hissettirdi? Ezgi'nin sana biraz soğuk yapması?''

Sebebini biliyordum ama bunu Kenan'a söyleyemezdim.

''Biraz...''

''Kenan klasik ama ona zaman ver.''

''Zaten zorlamıyorum ki.'' İç çekti. ''Günaydın, nasılsın, iyi akşamlar... Mesajlarımız bu şekilde ilerliyor ve bir tane fazla mesaj atmaktan çekiniyorum. Böyle bir adam değilim aslında yani çok ince düşünen ya da adına ne denirse ama konu Ezgi olunca dört harflik bir kelimeyi bile defalarca kontrol ediyorum düzgün yazdım mı diye.''

''Çünkü Ezgi'ye âşıksın.''

Bunu söylediğim vakit sanki saatlerce yağmurun altında kalmış ve üşümekten tir tir titreyen bir adam gibi baktı bana. Belki daha önce kendine bile bunu sesli bir biçimde itiraf edememişti, belki bir anda bunu söylememi beklemiyordu ama bu bakışı tanıyordum ve neler hissettiğini, birini severken en ince ayrıntısına kadar düşünmenin ne olduğunu benden daha iyi kimse bilemezdi. Sanırım onu dinlerken çok da tecrübesiz sayılmazdım fakat aramızda uçuruma denk düşecek bir fark vardı. Onun sevdiği kişinin kalbinde biri vardı, benim sevdiğim adamın kalbi o zamanlar boştu ve oraya ilk giren bendim, bir daha çıkmamak üzere.

İtirafım üzerine itiraz etmedi ve bunu kabullendi. ''Sabırlı insanım ve asla zorlama yok. Haddimi aşmazsam acaba sana benim hakkımda bir şeyler söylüyor mu? Yani hakkımda ne düşünüyor?''

Ezgi'nin Kenan'dan hoşlandığını biliyordum ama bunu ona söyleyemezdim, üzerime vazife değildi.

''Bazen konuşuyoruz,'' dedim açıkça. ''Senin iyi bir adam olduğunun ve gerçekten hislerinin samimi olduğunun farkında. Senden emin o fakat kendinden emin değil. Yani aslında bu konuda birbirinize benziyorsunuz çünkü o da seni kırmaktan korkuyor.''

''Emre yüzünden mi?'' diye sordu sorunun altında ezilirken.

Kafamı aşağı yukarı ağır ağır salladım yüzüne bakarken.

''Hissediyorum,'' dedi, o da farkındaydı. ''Ben onun zaten bu huyunu seviyorum.'' Gülümsemeye başladı. ''İnatçı, asabi, komik ama kırılgan biri ve kırmaktan da korkuyor. Sadece emin olmam gerek. Şu an bana karşı içinde bir şey varsa üzerine titrerim ama yoksa dururum, hep yaptığım gibi. Ondan gitmem ama ona da gidemem.''

Kenan haklıydı. Bir ışık görmediği müddetçe her çiçek bir gün solardı.

Sabır bir sevgiyi sınamaya yetecek en güçlü kozlardan biriydi ve Kenan da bunu bir hayli yerine getiriyordu ama o da haliyle bir şey bekliyordu ve bu elinde değildi. O, Ezgi'nin koşup kollarına atlamasını değil de onunlayken iyi hissettiğini bilmesine ihtiyacı vardı.

''Seninle konuşurken nasıl?'' diye sordum. ''Mesajlarına nasıl cevap veriyor?''

''Ters cevap vermiyor.''

''Güzel bir adım,'' dedim gülerek. ''Seni terslese ya da her mesajına cevap vermese kafandaki düşünceler konusunda haklısın ama cevap veriyor ki ona iyi hissettiriyorsun?''

Gözleri parlar gibi oldu. ''Sahiden böyledir değil mi?''

''Hıhım,'' diye salladım kafamı aşağı yukarı doğru.

''Ben ilk kez hayatımda böylesi bir hisse tanık oluyorum, daha doğrusu yaşıyorum,'' diye devam etti. ''Ve ne kadar sürerse sürsün bekleyeceğim. Vazgeçmeyeceğim.''

''Senden sadece şunun hassasiyetini görmeni istiyorum,'' dedim çekimser bir şekilde. ''Ki sen bunu zaten yapıyorsun. Bazen aklı başka yerlere gidebiliyor ve bu elinde olmuyor. Onu anla olur mu?''

''Bunu biliyorum,'' dedi hızla. ''Diyorum sana; her şeyi kabullenerek baktım gözlerine. Her şeyi.''

Kenan'ın bu duruşu, fikirleri ve delicesine hissedebildiğimi sevgisindeki samimiyet beni çok memnun etmişti. Ezgi'nin iyiliğini her şeyden çok istediğimden Kenan'a güvenim sonsuzdu. Çayından bir yudum daha aldığında biraz daha rahatlamış olduğunu gördüm. O sırada banyonun kapısının açıldığını duydum. Akif Selim duştan çıkmıştı. ''Temiz çamaşır koydum odaya,'' diye seslendim.

''Teşekkür ederim,'' diye güldü. ''Gömlek giyeceğim ama çıkarması kolay olsun diye.''

Yanaklarımı aniden kızarıklık basınca oturduğum yerden kalkıp, ''Ben bir bakayım,'' diye çıktım Kenan'ın yanından.

Akif Selim belinde havlusuyla üstsüz bir şekilde odamıza girdiğinde, ''Kenan içeride,'' diye fısıldadım.

''Ee?''

''Ne demek ee? Gömlek falan bak utandırdın.''

Saçlarından su damlaları düşerken çıplak göğsüne doğru elini belime koydu ve beni kendine çekerek gözlerimin tam içine baktı. Ah, o muzip gülüşü yok muydu bana bir şiir kadar anlamlı ve çılgınca şeyler hissettiren. ''Canımın içi sadece gömlek dedim, sen de hep yanlış anlıyorsun.''

''Tabii canım tabii,'' diye sarkıttım dudaklarımı. ''Sen hiç yanlış anlaşılmaya maruz bırakmıyorsun.''

''Tamam bırakıyorum diyelim,'' dedi belimdeki parmakları oynarken. ''Ne yani utanıyor musun bundan?''

''Hayır ondan değil, Kenan var içeride.''

Hayretle soluklanarak belimi serbest bıraktığında yatağın üzerindeki havluyu saçlarına sürttüm ve kurulamaya başladım. Parmak uçlarımda hafifçe kalkıp saçlarını kurularken gülerek bundan keyif aldığını belirtti. Saçlarındaki ıslaklığın bir kısmını çektiğimde, ''Hemen giyin üzerini hasta olma,'' dedim. ''Ben de bir Kenan'a bakayım. Yalnız kalmasın ayıp olur.''

''Tamam geliyorum birazdan.''

Onu yalnız bıraktığımda çok sürmeden Akif Selim de yanımıza geldi. ''Ne yaptın?'' diye sordu Akif Selim yanıma otururken.

''İyi öyle idare ediyorum. Eve de alıştım.''

''Bir şeye ihtiyacın olursa bak tefeciye falan gitme yine.''

''Yok oğlum manyak mısın nesin?''

''Diyene bak,'' diye güldü Akif Selim sakince. Kenan bu süre zarfında bana bakmazken kendini suçlu hissettiğinin farkındaydım. ''Bu arada,'' dedi Akif Selim sanki konuyu değiştirmek istercesine. ''Şu okula gelen yeni asistanla ortak dersleriniz mi var?''

''Yok,'' dedi Kenan kaşlarını çatarak. ''Zeynep Hoca benim asistanım değil.''

''Ben öyle hissettim o zaman,'' dedi arkasına yaslanırken.

''Belki de alt katımda oturduğundan böyledir.''

Akif Selim ile aynı anda, ''Alt katında mı oturuyor?'' diye sorduk.

Kenan uzaylı görmüş gibi bize baktığında, ''Ne oluyor lan?'' diye irkildi. ''Niye şaşırdınız bu kadar?'' Sonra toparladı. ''Lan dedim ama sana demedim Mislina.''

''Sorun değil,'' diye havada kaldı sesim. Bu hiç iyi olmamıştı. ''Biz şaşırdık sadece.''

''Evet fazlasıyla belli ettiniz bunu. Neden?''

''Benimki anlık bir şaşırma,'' dedi Akif Selim geçiştirerek. ''Yoksa hiç umurumda değil nerede oturduğu.''

''Vallahi ben şaşırdım bayağı,'' dedim saklamadan ve sakınmadan. Ona bu durumdan bahsetsem çok ileri gitmiş olur muydum acaba? Ama iş bir anda bu noktaya geldiyse nasıl toparlardım ki durumu? Her şeyi daha da içinden çıkılmaz bir hale sokmadan Kenan'ın cevaplarını da göze alarak ellerimi kenetledim. ''Ya ben belki kuruntu yapıyorumdur belki bir anda abartıyor da olabilirim ama acaba Zeynep Hoca sana karşı...''

''Hayır.''

''Bu cümlemi tamamlasaydım?''

''Anladım ben,'' dedi Kenan bunu duymak istemezken. ''Yanlış anlamışsın Mislina. Tamam iyi, sıcakkanlı biri Zeynep Hoca evet bana yaklaşımı da diğer hocalara göre daha ılımlı, samimi. Geçen gün de beni evinde yemeğe davet etti falan ama...''

''Abiciğim nikâh ne zaman?'' diye sordu Akif Selim sözlerini bölerek.

Kendimi tutamadan güldüğümde Kenan kalakaldı. ''Harbi mi lan?'' dedi sonra. ''Ben hiç öyle anlamadım ama.''

''Çünkü kalbin başkasındayken bir başkasının sana olan yaklaşımını anlamazsın.''

''Siktir!'' diye ayaklandı Kenan bir anda.

Akif Selim ile yine bakakaldık ona şaşkın şaşkın. Kenan büyük bir endişeyle elini saçlarına götürerek kafasını salladı. ''Bu yüzden değil mi? Ezgi de bu yüzden soğuk davrandı bana? Hay sıçayım böyle işe.''

''Dur bir sakin ol,'' dedi Akif Selim sakince.

Kenan'ın bakışları anında beni buldu. Al başına belayı Mislina Hanım! ''Mislina sen mi bir şey söyledin? Yoksa o mu gördü? Nerede görecek daha nerede oturduğumu bilmiyor. Bak göründüğü gibi değil, Ezgi kafasında ne kurdu bilmiyorum ama cidden öyle değil... Ben vallahi billahi Ezgi'yi seviyorum.''

''Tamam yemin edip durma vallahi billahi Ezgi'yi seviyorsun,'' dedi Akif Selim. Öyle sakindi ki, abisi karşısında telaştan terleyecek hale gelmiş benimkinin dünya umurunda değil. Gülmek ve üzülmek arasındaydım. Neyse susayım en iyisi.

''Yanlış anladı,'' dedi Kenan üzülerek. ''Kesin bu yüzden başka ne olacak ki? Hay kafama tüküreyim. Gidip konuşayım bari.''

''Sakın,'' dedim onu engelleyerek. ''Belki de durum böyle değildir. Biraz yorgundu ya o yüzden.''

''Sen ona bu konuyla ilgili bir şey söyledin mi peki?''

''Söyledim ama hiç o türden değil.''

''Ne türden değil?''

Köşeye sıkışmıştım ve bundan nasıl sıyrılırdım bilemedim. Kenan benden bir cevap beklediğinde sabırlı olamadı ve odanın içinde gezinerek, ''Sıçtım ya,'' dedi. ''Kesin yanlış anladı kesin.''

''Kenan sakin olsana abi,'' dedi Akif Selim. ''Ezgi çocuk mu? Sen de değilsin. Konuşursunuz işte.''

''Oğlum bak zaten adım atmaktan korkuyorum bir de başıma bu çıktı,'' diye söylendi Kenan hafif yüksek sesle. ''Ben konuşacağım onunla. Bir şekilde konuşacağım. Zaten kafam allak bullak.''

Akif Selim gülerek, ''Tam salak âşık oldun ya,'' diye eğlendi.

''Lan bak!''

''Tamam tamam,'' dedi fakat gülmeye devam etti. Akif Selim'e kayıtsız kalamadan ben de gülmeye başladığımda Kenan geriye çekilerek bizi alkışladı. ''Helal olsun size. Ben sizin kâğıtlarınızdan puan kırmaz mıyım ama.''

''Şş,'' dedi Akif Selim sahte bir ciddiyetle. ''Etik bir davranış değil orada bir dur!''

Sustuk. Sonra Kenan da gülmeye başladı. ''Gidiyorum ben.''

''Bak sakın gidip kızın kapısına dayanma,'' dedi Akif Selim ayağa kalkarken. ''Tamam anlıyorum seni de sandığın gibi değilse her şey daha kötü olur.''

Kenan sıkıntıyla iç geçirirken ben de ayaklanarak ona sakince baktım. ''Her şey yoluna girecek merak etme. Bu arada yarın bir yemek vereceğiz evde, öyle bizim çocuklar falan bir arada olacağız. Sen de gel lütfen. Ezgi de zaten burada olacak.''

''Gelmeye çalışırım,'' dedi Kenan sessizce.

''Bir de,'' diye kıstım gözlerimi. ''Zeynep Hoca eğer ki sana bir şeyler hissediyorsa bunun nazikçe önünü kesebilirsin. İleride şey olmasın diye.''

''Ben halledeceğim o konuyu merak etmeyin,'' dedi Kenan derin bir nefes alıp verirken. ''Yarın görüşürüz. İyi akşamlar size.''

Akif Selim, Kenan'ı yolcu ettikten sonra içeri girip kapının orada dikildiğinde göğsümde topladığım kollarımla oturduğum yerden ona baktım. ''Sen ne ara anladın hemen?'' diye sordu bana neyi kast ettiğini anladığımda.

''Kadınlar böyle şeyleri anlar, hem de Sevde de emindi,'' dedim. ''Kötü niyet ya da suçlama yok ortada sadece sezdiğimiz bir şeyler var. Hem yanlış da değilmiş baksana, kadın Kenan'ı yemeğe davet etmiş. Bir de alt katında oturuyormuş...''

''Kenan için bir sorun teşkil etmiyor,'' dediğinde duraksadı ve kurduğu cümleyle yüzünü ekşitti. ''İyice ilişki uzmanı yaptınız beni de. Ben karışmıyorum ne yaparsa yapsın!''

''Gülerken hiç öyle demiyordun ama!''

''Şş,'' diye fısıldadı olduğu yerde gülerken. ''O kadar da olacak.''

''Tamam üzerine gelmiyorum,'' dedim kollarımın bağını çözüp oturduğum yerden kalktığımda. ''Bir şeyler izleyelim mi?''

''Olur,'' dedi sakince. ''Ne tür izlemek istiyorsun?''

''Sen seç ben çay ve bisküvi getiriyorum,'' diyerek mutfağa gittim ve tepsiye iki bardak çay koyup yanına da bisküvi tabağını yerleştirdim. Tepsiyi sehpanın üzerine bıraktığımda arka odadan sıcak battaniyemizi de getirdim. ''Yarın zaten ders yok sabaha kadar oturabiliriz.''

''Yok uyuyalım,'' dedi Akif Selim. ''Yok uyumayalım da.''

Bilgisayardan film seçerken yanına geçip oturdum. ''Gelecek ay televizyon alalım mı? Benim bu vakte kadar hiç ihtiyacım olmadı sen de hiç bunu dile getirmedin,'' diye konuştu.

''Bilgisayar ile idare ediyoruz,'' dedim sakince. ''Şimdi bir de televizyon taksidine girmeyelim.''

''Sen dert etme orasını,'' dedi güven veren sesiyle. ''Halledeceğim.''

''Tamam bakarız o zaman.''

''Aşk filmi izlemek istemiyorum ama sen istersen izlerim,'' diye mırıldandı.

''Tamam sen istemiyorsan ikimizin de seveceği bir şey olsun o zaman.''

Biraz daha gezindikten sonra bir filmde duraksadı. ''Pi'nin Yaşamı?''

Gözlerimi kısarak ekrana baktığımda aşk filminden uzak olduğunu hatta kapağıyla bile ilgimi çekmeyi başarmıştı. ''Güzele benziyor izleyebiliriz.''

''Epey önce denk gelmiştim ama izleme fırsatım olmamıştı,'' dedi filmi açarken. Ben de tekrar ayaklandım ve ışıkları kapattım. Akif Selim bilgisayarı güzelce ayarlarken çay tepsisini ortaya koydum. Battaniyeyi üzerimize iyice çekerken, ''Açıkta bir yerin kalmasın,'' dedim. ''Bak hasta olacaksın diye korkuyorum.''

''Merak etme beni,'' dedi saçlarıma bir öpücük bırakıp çay bardağımı elime verdiğinde. Battaniyenin altında birbirimize temas eden bedenlerimizle içimiz sıcacık olduğunda filmi izlemeye başladık. Daha önce pek bu tarz bir film izlememiştim ama çok seveceğimi umuyordum.

Öyle de olmuştu fakat ben film bitmeden uyumuştum.

Gözlerim kapanmış, dünyayla iletişimi kestiğim bu anlarda Akif Selim usulca üzerimdeki battaniyeyi kaldırarak kollarını bacaklarımın altına soktu ve beni kavrayarak kaldırdı. İrkildim. ''Ne oluyor?'' diye sordum uyku sersemi halimle.

''Uykucu karımı yatağımıza götürüyorum,'' diye fısıldadı kollarımı boynuna dolağımda.

Sersem bir ifadeyle gülümsediğimde, ''Film bitti mi?'' diye sordum.

''Bitmedi daha.''

''İzleseydin sen,'' dedim gözlerim kapalı bir halde beni odaya götürdüğünde. ''Sonra da izlerim,'' diyerek odamızın ışıklarını omzuyla yaktı ve daha evvelden açtığı yatağa nazikçe bıraktı. Öyle çok uykum vardı ki gözlerimi açamıyordum. Öyle tatlıydı ki bu uyku gözlerimi açmak istemiyordum. Akif Selim dolaptan eşofmanlarımı çıkartmış olacaktı ki elini yatağa bastırırken, ''Mislina eşofmanlarını giydirmem gerek,'' diye seslendi.

''Tamam giydir,'' dedim yarım ağız. ''Hadi bekliyorum ben.''

Güldüğünü işittiğimde yanağımdan öptü. ''Çok seviyorum seni.''

Gülümsedim. ''Çok ben de.''

Kendini geri çektiğinde elleri önce bacağımdaki pantolona gitti. Pantolonumun düğmesini açarken usulca fermuarını açtı ve belinden tutarak bacaklarımdan aşağı sıyırmaya başladı. Yavaş, sakin ve ninni gibi dokunuşu beni iyiden iyiye bir uykuya hapsettiğinde pantolonu çıkardığı gibi eşofmanımı giydirdi. ''Üzerini de çıkarmam gerek, bana azıcık yardımcı olur musun?'' diye sordu sessizce.

''Olurum,'' dedim doğrulmaya çalıştığımda. Gözlerimi hâlâ kapalı tutuyordum. ''Ama gözlerimi açmasam olur mu? Gözlerimi bir kez açınca bir daha zor uyuyorum da.''

''Açma açma,'' dedi güldüğünü işittiğimde.

''Teşekkür ederim,'' diye kıvırdım dudaklarımı.

İç çekti. ''Et Mislina sen sürekli bana teşekkür et.''

''Teşekkür ederim.''

Belimden kavradığında gözlerim kapalı bir halde sırıtmaya devam ettiğimde üzerimdeki ince kazağı çıkartmaya başladı. Kollarımı yukarı kaldırarak ona yardımcı oldum ve vakit kaybetmeden zar zor eşofmanımın üzerini kafamdan geçirdi. ''Kızıyor musun acaba şu an?'' diye sordum gözlerim hâlâ kapalıyken.

''Hem de nasıl,'' diye mırıldandı.

''Ama gözlerimi açamam.''

''Açma tamam giydiriyorum zaten,'' dedi kollarımdan geçirdiği eşofman üzeriyle. Saçlarımı da güzelce içinden çıkardığında belimi daha nazikçe kavrayıp beni yatağa yatırdı. ''İçeriyi toplayıp geliyorum,'' diye ayaklandı. ''Ama sen zaten o vakte kadar uyumuş olursun. Sabah görüşürüz o zaman.'' Saçlarımdan öptü.

Kolumu boşluğa uzattım. ''Ben beklerim seni.''

''İnanmış gibi yapıyorum ve sana güzel geceler diliyorum.''

İşittiğim son şey bu oldu. Dünyanın en güzel sesi.

🌸

Ertesi gün ders olmadığından tüm günümü evde temizlik ve yemek yaparak geçirdim. Akif Selim işe gitmişti ben de akşamki yemek için hazırlık yapıyordum. Hafta içi de karşı apartmandaki iki öğrenciye ders verecektim. Daha önce Sezer'den başka öğrencim de olmuştu ama bu sefer başka heyecanlıydım. İçimde garip hisler dolanıyordu ve bu sanırım artık öğretmenliğe kendimi daha da yakın hissettiğimden kaynaklıydı.

Birçok çeşit yemeği hazırladıktan sonra Ezgi herkesten önce yukarı çıktı. İşten daha erken gelmişti. Tek izin günü pazardı fakat artık cumartesi günleri de öğleye kadar çalışacaktı. Pirinci yıkarken dolabın kapağını açtım. ''Daha iyisin değil mi düne göre?'' diye sordum.

''Evet,'' dedi sakince. ''Dediğim gibi sadece yorgunluk benimki.''

''Kenan da fark etmiş.''

''Seninle mi konuştu?''

''Dün uğradı da, sana soramadığı için bana sordu. Endişelendi yani.''

''Anladım,'' dedi tok bir sesle. ''Yorgunluktan ya işte. Ona kasıtlı bir şey yok.''

''Peki,'' diye geçiştirdim dolaptan biraz sebze çıkarıp musluğun altına bıraktığımda. ''Bu arada sana söylemedim iki öğrenciye ders vermeye başlayacağım.''

''Hadi bakalım hayırlı olsun,'' dedi gülümserken. ''Vallahi hayranım şu azminize anasını satayım.''

''Zaten önceden de ders veriyordum ama bu başka, hani aile ekonomisine bir katkı sağlayacağım.''

''Bak bak aile ekonomisi diyor,'' dedi çıkardığı tencereyi ocağın üzerine bırakırken. ''Siz iki gün sonra çocuk da yaparsınız, bak Ezgi dedi dersin.''

Kaşlarımı çatarak güldüğümde turpu soymaya başladım. ''Hayır tabii ki. Daha çocuk falan ikimiz de istemiyoruz ve düşünmüyoruz. Okul bitecek önce hem acelemiz yok ki. Biraz daha birbirimizi yaşamak istiyoruz.''

''Şaka yapıyorum,'' dedi sonra tencereye bir miktar elindeki yağdan koyarken. ''Ama çok güzel olurdu etrafta mavi mavi gezen birileri. Gerçi ben çocukları pek sevmem... Fakat sizin çocuklarınızı severim.''

''Bunu bilmiyordum,'' diye duraksadım gözlerimin ucuyla Ezgi'ye baktığımda. ''Sahiden sevmiyor musun çocukları?''

Güldü. ''Yani bir çocuk gördüğümde kucağıma alıp, yanaklarını sıkasım falan gelmiyor hiç... Zerre de hoşlanmıyorum öyle şeylerden ve bu benimle alakalı bir durum ama ben ileride teyze olursam dünyanın en iyi teyzesi olurum garanti nokta net.''

''Ona ne şüphe,'' diye kaşlarımı kaldırıp indirdim elimdeki bıçağın kontrolünü kaybetmeden. Kısacık bir sessizlik sonrası ağzımı aralayarak, ''Dediğim gibi çok ama çok erken daha,'' dedim. ''Düşünmüyoruz hiç.''

''Her şey vaktinde güzel sonuçta,'' dedi tenceredeki yağı eritirken. Buna onay vererek sessizliğimi korudum. Onda bir tuhaflık seziyordum ama asla üzerine gitmiyordum çünkü yorgunluğuna ya da buna bağladığı hava değişimi bitkinliğine veriyordum. Ezgi her zaman iyi olmanın bir yolunu bulurdu. O yorgunluğuyla bile birçoğumuzdan daha dinçti.

''Vizelerden sonra Bursa'ya gidecek misin?'' diye sordu Ezgi nihayet şehriyeleri karıştırmaya başladığında. Gülümsedi cümlesinin devamında. ''Geçen seneyi hatırladım da; Çakır'ı ve sardunyalarını emanet edecek kimse olmadığında benden rica etmiştin ve birkaç haftadır tanıdığın ve sana sert yapan kıza güvenerek evinin anahtarını vermiştin.'' İç çektiğinde anılar damağıma acı bir şeker gibi yapıştı çünkü içinde kaybettiğim güzel dostlarım vardı. ''Bu hayatta kendimle gurur duyduğum tek şey; senin güvenini boşa çıkarmamak ve güvendiğim o insanın bana sahip çıkarak yarı yolda bırakmaması. Ben var ya sıçayım böyle hayata dedikten sonra sen çıktın ya karşıma Mislina; sifonu çektim pat diye.''

Buruk bir gülümseme dudaklarımın kenarına Ezgi'nin kendi elleriyle bıraktığı tozlardı. ''Sen de benim için öylesin.'' Güldüm. ''Tabii benim öyle benzetmelerim yok.''

''Olamaz zaten boklu benzetmeler hiç senlik değil.''

Salatayı yapmaya başladığımda sorduğu soruya cevap verdim. ''Bilmiyorum gitmem sanırım bir de biz balayı yapmadık ya, finallerden sonra Bursa'ya gideceğiz kış tatili gibi bir şey düşün. Tabii düşüncemiz bu yönde ama bakalım.''

''Kış tatili için yapmadınız zaten balayını da.''

''Yani,'' dedim sakince. ''Bir de ben çok sıcakları sevmiyorum. Kış en güzel mevsim en.''

Aramızdaki gülümsemeler arttığında vakit de ilerlemeye başladı. Sevde, Berat ve Kadir beraber geldiklerinde onları salona aldım. Bize hediye ev hediyesi olarak çok güzel bir tablo almışlardı. Bunu evimizin güzel bir köşesine asmak için sabırsızlanıyordum. Kadir oturduğu yerden karşıdaki kitaplığa bakarken, ''Bacım siz bu kitapların hepsini okudunuz mu?'' diye sordu. ''Okuduysanız kültür ortalamanız sayemde yere düştü. Ömrün boyunca hatta öteki dünyayı da hesaba katarsak zor bitiririm ben bu kadar kitabı.''

''Salak salak konuşma ya,'' dedi Berat.

''Lan ne dedik şimdi?''

Gülümsedim. ''Hayır hepsini okumadık ama çoğu kitap zaten Akif Selim'in.''

''Adam edebiyat ya,'' dedi Kadir tatmin olurken. ''Bir daha hayran oldum.'' Duraksadı. ''Ne zaman gelecek ki o?''

''Birazdan gelir. Şey acıktıysanız sizi...''

''Yok Mislina,'' dedi Berat cümlemi bitirmeme izin vermeden. ''Hep beraber geçeriz sofraya.''

Üstelemedim ve mutfağa gidip çorbanın altını kapattım. İçeri girdiğimde Berat'ı telefonuyla uğraşırken ve gülerken gördüm. Kadir bana bakıp göz kırptığında bacaklarını üst üste attı. ''Âşık olmuş adam ya bakın şu tipe. Felsefeci Cemre'miz, yengemiz.''

''Yenge mi?''

''Neyimiz ya?''

Bu Berat'ın hoşuna gitmişti ve kendine çeki düzen vererek dudaklarını büktü. ''Kulağıma güzel geldi lan. Bir daha desene.''

''Valla adam boyut değiştirdi,'' dedi Kadir gülerek. Sonra da iştahla Berat'ın gözlerinin içine baktı. ''Yengemiz. Kıymetlimiz.''

''Tamam çok da abartma,'' diye güldü Berat telefonunu kapatırken.

''Tebrik ederim Berat çok sevindim adına,'' dedim sakince oturduğum yerden. Berat biraz çekimser davranarak, ''Konuşuyoruz daha,'' dedi. ''Ama teşekkür ederim.''

Kadir, ''Abi aylardır ne konuşmaymış, konuş konuş bitmedi,'' diye homurdandı. ''Faturasız tarife misiniz kardeşim siz?''

Ezgi ve Sevde yüzünü buruşturduğunda onlardan geri kalamadım fakat Berat'ın tepkisi daha komikti çünkü tepki vermemişti. Bu bizi güldürdüğünde Berat derin bir nefes alarak, ''Sen niye nefes alıyorsun ya?'' diye sordu.

''Valla ben de meraklısı değilim kardeşim.''

Ezgi, ''Şimdi sigara yakacağım,'' diye güldü. Kadir ona bakıp, ''Harbiden içelim sonra,'' dedi.

''Olmaz,'' diye çattım kaşlarımı. ''Bu evde sigara içmek yasak.''

Ezgi dudaklarını kıvırarak, ''Ben aşağıdaki evden, kendi evimden bahsetmiştim canım benim,'' dediğinde Sevde gözlerini irileştirerek gülmemek için zor durduğunda Kadir saklamadan güldü. ''İşte buna nokta atışı derim.''

''Ay ne komiksiniz,'' dedim onlara ezici bir bakış atarken. ''İyi için ne içiyorsanız.''

Ezgi omzunu silktiğinde kapı çalmadı bu sefer açıldı. ''Akif Selimle Kenan geldi. Hadi sofraya geçelim biz de,'' diyerek ayaklandığım gibi onları da ayağa kaldırdım. Koridora çıktığımda Akif Selim kapıyı kapatırken arkasını dönerek bana baktı. Gülümsedim. Gülümsedi. Böyle minicik detaylar içimi okşuyordu işte.

''Hoş geldiniz hoca bey ve enişte bey,'' dedi Kadir. ''Biz de sizi bekliyorduk.''

''Çok mu beklettik yoksa?'' diye sordu Kenan.

''Hayır hayır,'' dedim sakince. Kadir'e baktığımda güldü. Ekledim. ''Neyse ayakta kalmadan yemekleri de soğutmadan sofraya geçelim hadi.''

Akif Selim ve Kenan ellerini yıkadıktan sonra ben de servisleri yapmaya başladım. Sıcacık, kocaman bir aileydik. Çorbaları servis ettikten sonra yerime geçip oturdum. Pek konuşkan değildik çünkü hepimiz bir hayli acıkmıştık. Çorbalardan sonra ana yemeğe geçtiğimizde pilavın yanına biraz et ve mantar koyarak servis ettim.

Kenan pilavı tattığında, ''Ellerine sağlık çok lezzetli olmuş,'' dedi.

Gülümseyerek, ''Afiyet olsun,'' dedim. ''Ama pilavı Ezgi yaptı.''

Kenan'ın gözleri direkt Ezgi'ye kaydığında Ezgi sakince, ''Afiyet olsun,'' dedi.

Bu sakin konuşma geçip giderken hepimiz iştahla yemeğimizi yedik. ''Bir şey diyeceğim,'' dedi Kadir sofraya soluk kazandırdığında. ''Vampir köylü oynayalım mı?''

Berat, ''Kan emici herif,'' diye tısladı.

''Lan ciddi bir şey sordum,'' dedi Kadir bize bakarak. ''Ekip on numara zaten. Kartlar hazırlarız ve hepimiz birini seçeriz, iki vampir olur.''

''Daha önce oynamadım,'' dedi Akif Selim düz bir sesle. ''Ama oynarım yani. İsim şehir gibi bir şey mi?''

Güldüm. Sevde de gülerek, ''Hırsız polise vardı ya bir de,'' dedi. ''Sanırım öyle bir şey.''

''Aga ne cahil cühelasınız ya,'' dedi Kadir isyanlara başlarken. ''Ama merak etmeyin burada kültür seviyenizi tek bir ibreyle arşa çıkaracak kadim bir dostunuz var. Öğretiriz reisler.''

''Aynen kültür seviyesi,'' diye alay etti Berat. ''En sevdiği ve son okuduğu kitap Cin Ali Serisi. Adam zirvede bırakmış.''

Kadir, ''Ha ha!'' dedi. ''Mizah şelalenden bir yudum almadan kaçtım o kadar kötüydü.''

Sofrada homurdanmalar artmaya başladığında Kenan, ''Peki ceza olacak mı?'' diye sordu. ''Bildiğim kadarıyla oluyor.''

''Olacak tabii,'' dedi Kadir ve sonra gözlerini kısarak bir sofraya bir bize baktı. ''Hatta buldum bile. Kaybedenler bulaşığı yıkasın.''

''Ben kaybetmem size geçmiş olsun,'' dedi Ezgi kendinden emin bir tavırla.

''Net kaybedecek,'' diye eğlendi Kadir de. ''Hadi o zaman tatlıları yiyelim sonra da bulaşığı yıkayacak zavallıları seçelim.''

''Kendine zavallı diyeni de ilk kez görüyorum,'' diye homurdandı Ezgi. ''Neyse bence de yiyelim tatlıları da şurayı Kadir'e toplattıralım.''

Kadir, ''Ben bu oyunun babasıyım,'' dedi. ''Yani babayı alırsınız.''

''Yazıktır, günahtır sevindirelim şu çocuğu abileri ablaları,'' diye güldü Berat elini kaldırırken. Kadir belli belirsiz bir şeyler mırıldanırken ben de o sırada tatlıları servis ettim. Kısa ama eğlenceli bir tatlı sürecinden geçtikten sonra salona geçtik. Hepimiz bulduğumuz yerlere karışık bir halde otururken Kadir önce oyunu anlattı ve bunu kendimize ayarladıktan sonra da bir şeyler yazdığı kâğıtları katladı ve avuç içinde sallayarak bize sundu. Bir tane kâğıdı çektim fakat hemen açmadım. En son kalan kâğıdı Kadir aldıktan sonra bize bakıp, ''Üç deyince açıyoruz,'' dedi.

Hepimizde bir heyecan vardı. Sanırım kimse bulaşık yıkamak istemiyordu.

''Üç!''

Hevesle kâğıdımı açtığımda içinde ''köylü'' yazdığını gördüm ve hiçbir mimik yapmadan katlayıp bacağımın altına sıkıştırdım. Oyunu kaybeden ben olmayacaktım ama bulaşıkları yıkardım asla sorun değil.

Kadir, ''Şimdi tekrar gözlerimizi kapatıyoruz ve üç deyince yalnızca vampirler gözlerini açacak ve birbirlerini tanıyacaklar,'' dedi.

Gözlerimizi kapattık ama vampirlerden biri olmadığım için geri sayım benim için değildi.

Az sonra hepimiz gözlerimizi açtığında bizimkilerin yüzlerine baktım ve kimsenin gülmediğini gördüm en çok Akif Selim'e baktım. Gülmüyordu bana baktığında ağzını aralayarak ipucu vereceği sıra Kadir engelledi. ''Şş!'' diye kızdı. ''Kopya vermek yok enişte.''

Akif Selim, ''Karım o benim,'' dedi. ''İstersem kâğıdımı direkt veririm.''

''Ya bırak şu romantizmi,'' diye güldü Kadir sonra. ''Burada kimse kimsenin bir şeyi değil. On dakikalığına boşadım sizi.''

Gözlerimi devirerek güldüğümde Akif Selim bana göz kırpmayı ihmal etmedi. Vampir değildi sanırım.

Ezgi soğukkanlı bir tavırla, ''Berat'ın vampir olduğunu düşünüyorum,'' dedi.

Berat sakince, ''Böyle olduğunu sana düşündüren nedir?'' diye sordu.

Ezgi ise, ''Senin vampir olman,'' dedi.

Kadir yüzünü ekşitip, ''Üf!'' diye güldüğünde ona eşlik etmeden duramadım. ''Kardeşim böyle tespitler yaparak gelin işte. On numarasın Ezgi.''

Dalga geçtiğinde Sevde gözlerini Kadir'in üzerine dikti. ''Ben senin vampir olduğunu düşünüyorum niyeyse. Bir tek sen konuşuyorsun çünkü ilgiyi üzerinden itmeye çalışıyorsun.''

''Sevde benim olduğum ortamda ilgi zaten hep benim üzerimdedir.''

O sırada hepimiz kustuk.

Sevde kafasını iki yana sallayarak, ''Net söylüyorum vampirin biri Kadir,'' dedi. ''Bak net oğlu net!''

''Hayda,'' diye güldü Kadir. ''Okları niye bana çevirdin ki şimdi?''

''Ben seni tanıyorum çünkü. Görürsün vampir çıkmazsan ben de Sevde değilim.''

''Hadi bakalım,'' diye kıstı gözlerini Kadir keyifle.

Sevde kollarını bağlarken Kenan, Sevde'ye baktı. ''O zaman sen de vampirsin. Sen de ilgiyi üzerinden itmek için Kadir'e konuştun.''

Kadir patlamalı kahkaha attığında kendimi tutamadan gülmeye başladığımda Ezgi de bize eşlik etti. Sevde şaşkınlıkla ellini göğsüne siper ettiğinde, ''Hiç alakası yok,'' dedi. ''Ben gerçek bir köylüyüm.''

''Bence vampirsin,'' dedi Kenan. ''Net oğlu net!''

Ezgi devam etti. ''Abi bu susanlar niye susuyor o zaman?'' Bana baktı. ''Mislina mesela. Vampir o.''

Şaşkınlıkla ağzım açıldığında, ''Saçmalamayın,'' dedim. ''Ben köylüyüm.''

''Sana neden inanalım?''

''Vallahi köylüyüm.''

Ayağıma baktı. ''Ayakların yere değmiyor.''

''Sus ya,'' diye sırıttım ve ekledim. ''Cidden ben köylüyüm. Bak beş kişi mutfağa gireriz aklınız varsa bana oy vermeyin. O iki vampiri bulalım onlara kitleyelim hesabı.''

Akif Selim kafasını salladı. ''Ben ikna oldum. Mislina vampir değil.''

Ona öpücük attım.

Sonra oklar Ezgi'ye döndü. Berat gözlerini kısarak, ''Ezgi bence vampirlerden biri,'' dedi. ''Köylü değilsin sen.''

''Ben köylüyüm,'' dedi Ezgi. ''Bana oy verirseniz bulaşık eldivenlerinizi ben takacağım ama.''

Kenan kararını değiştirmeden kafasını salladı. ''Sevde ve Berat vampir. Çok bariz belli.''

''Abi ne alaka ya?'' dedi Berat gülerek. ''Bariz olan ne?''

''Ben hissederim,'' dedi Kenan sakince. ''Siz vampirsiniz.''

''Bir dakika ya,'' diye gözleri kısıldı Ezgi'nin Kenan'a bakarken. ''Asıl vampir sensin. Bu kadar kesin karar vermenden belli.'' Gülerek onu işaret etti. ''Sen vampirsin. Hiç üzerine laf bile değdirmelerine izin vermedin.''

Kenan gülerek, ''Değilim,'' dedi. ''Ben has köylüyüm. İstersen oyunu bana ver beraber bulaşık yıkarız.''

''Ben oyumu sana vereceğim,'' diye salladı kafasını Ezgi kararlılıkla. ''Ama bulaşığı yıkayan ben olmayacağım.''

Kenan arkasına yaslanarak, ''Ah Ezgi yanlış yapacaksın,'' dedi. ''Ben köylüyüm.''

''Sen vampirsin,'' diye diretti Ezgi. ''Sen ve Kadir. İkiniz de vampirsiniz.''

Kadir ve Kenan birbirine bakıp güldüğünde, ''Taktılar kafayı,'' dedi Kadir. ''Tabii bizde de bir Edward Cullen karizması yok değil şimdi haklısınız.''

Sevde ve Ezgi gözlerini devirdiğinde tahminler yürütmeye devam ettik lâkin o sırada Kadir gözlerini kısarak sessizce avına yaklaşan bir ceylan gibi kollarını göğsünde bağlamış Akif Selim'e baktı. ''Asıl vampir Akif lan! Adam sessiz sessiz oturuyor orada içten içe az dalga geçmiyordur. Net oğlu net bu adam vampir.''

Güldüm. ''Onda hiç vampir havası yok. Akif Selim köylü.''

''Bak kocasını da koruyor,'' diye alkışlayarak keyiflendi Kadir. ''Akif vampir abi. Vampirin önde gideni.''

''Öyleyim Kadir,'' dedi Akif Selim kendini ispatlamadan. ''Bana oy verirseniz paşa paşa yıkarsınız o bulaşığı.''

''İyi tamam hadi oylamaya geçelim,'' dedi Berat düz bir sesle. ''Kapalı oy kullanıyoruz değil mi?''

Kadir, ''Aynen,'' dedi. ''Burada aslında doktor, büyücü falan olması da gerekiyor ama kasmaya gerek yok. Köylüler oy çokluğuyla seçilirse beş kişi yallah bulaşığa beklemeye gerek yok.''

''Aynen bulaşıklar kurumasın,'' derken buldum kendimi.

Sonra tüm gözler üzerimde toplandı ve gülmeye başladık.

Kadir ellerimize kâğıt ve kalem verdikten sonra hepimiz vampir olduğu yönünde bir isim yazdık ve kâğıtları katlayarak Kadir'e teslim ettik. ''Herkes ilk baştaki kâğıtlarına bir sahip çıksın oylamadan sonra görüşeceğiz,'' dedi ve oyları açmaya başladı.

Berat, sıfır oy.
Akif Selim, sıfır oy.
Mislina, sıfır oy.
Ezgi, bir oy.
Sevde, bir oy.
Kenan, üç oy.
Kadir, iki oy.

Çıkan tablo tam olarak böyleydi. Kenan memnuniyetsiz bir şekilde, ''Size yazıklar olsun,'' dedi. ''Üç oy nedir arkadaş? Hiç mi inanmadınız bana?'' diye sordu.

Ben oyumu Kenan'dan yana kullanmıştım görünen o ki Ezgi de ondan yana kullanmıştı ve içimden bir ses onun vampir olduğunu söylüyordu.

Kadir de ona doğru, ''Harbi lan,'' dedi. ''Yazık olacak gençler.''

''Hadi ya açın şu kartları,'' diye sabırsızlandı Sevde. ''Kenan ve Kadir'in bulaşık yıkamasını bekliyorum sabırsızlıkla.''

Kenan ve Kadir aynı anda Sevde'ye baktıklarında sırıttım.

İş kâğıtları açmaya gelince bacağımın altına soktuğum kâğıt parçasını açıp bizimkilere gösterdim. ''Size yalan söylemem, ben köylüyüm. Aferin bana oy vermediğiniz için.''

''Biliyordum işte,'' dedi Akif Selim ve kâğıdını açtı. ''Ben de köylüydüm.''

''Ha siktir,'' diye homurdandı Kadir.

Berat kahkaha atarak zıpladı. ''Yemin ederim biliyordum bu salağın vampir olduğunu. Aç lan kâğıdını aç!''

Kadir köşeye sıkıştığında deli gibi gülmeye başladık. Kâğıdını bize gösterdiğinde Ezgi ayağa kalkıp, ''Babayı aldın mı babayı!'' diye güldü. Sonra kendi kâğıdını açıp köylü yazısını okuttu. O sırada Sevde de köylü yazısını okutmuştu. Geriye kalan tek kişi Kenan olduğunda kollarını sıyırarak ayaklandı. ''Mutfak önlüğü neredeydi acaba?''

İşte tam da burası hepimizin gözlerindeki o sadece mutluluğu, çocuksu sevinci ve çok keyifli geçen anlardan noktası olmuştu.

Akif Selim oturduğu yerden gülerek, ''Abi geçmiş olsun,'' dedi.

Kenan ise sıkıntıyla iç geçirerek Ezgi'ye döndü. ''Yaktın beni Ezgi.''

Ezgi omzunu silkerek, ''Ben demiştim,'' dedi.

Sevde, ''Bakın Kadir'i bu kadar iyi tanıyorum işte,'' dediğinde Kadir sadece Sevde'ye bakmakla yetindi ve asla iki kelam bir şey edemedi.

Ayağa kalktığımda, ''İkiniz yıkayacaksınız sadece değil mi?'' diye sordum. ''Çok kırıp dökmeyin ama tamam mı?''

Kenan, '''Bana güvenme Mislina,'' dediğinde Kadir, ''Bana güven,'' dedi. ''Müthiş yıkarım.''

Ve bu akşam tam tersi bir şekilde bitti. Kenan harika bulaşık yıkarken Kadir iki tabak ve bir bardak kırdı.

Allah razı olsun ne diyeyim.

🌸

Kış insanıyım ben içimi ısıtacak şeyleri severim. Bir de sevgi insanıyım ama bir tek onunla ısındım.

Günlerden pazardı ama Akif Selim bir iş için Kenan'ın yanına inmişti ben de öğleden sonra ders vermek için karşı apartmandaki daireye gidecektim. Henüz hazırlanmamıştım. Etrafı biraz topladıktan sonra vaktimi değerlendirmek maksadıyla aşağıya indim. Sardunyalarımı özlemiştim. Onlar oradaydı ve solmalarına izin verecek değildim. Birkaç günde bir uğruyor bakıyordum güzel görünüşlerine. Ezgi de bu durumdan bir hayli memnundu üstelik.

Anahtarımla eve girdiğimde Ezgi mutfaktaydı. ''Hoş geldin,'' diye seslendi içeriden. ''Kendi evinmiş gibi takıl hiç çekinme.''

Gülümsedim. ''Çekinmem.''

İlk günlerde bazı şeyleri yadırgıyordum ama artık alışmaya başlamıştım. Burası da benim evimdi ama artık burada yaşamıyordum fakat her odası, duvarı farklı hisler aşılıyordu ruhuma.

Salona girdiğimde pencere önünde Kumru'yu görememeye alışmıştım ama Çakır'a hâlâ alışmış sayılmazdım. Bacaklarımda bir eksiklik hissediyordum. Onu çok özlüyordum. Yutkunarak salona girdiğimde pencere önüne yaklaşarak sardunyalarıma baktım. ''Benimle kaldığınız için teşekkür ederim,'' diye fısıldadım.

Hayatıma dâhil olan her şeyi yitiriyor gibiydim ama bunu böylesine yormak kalbimi acıtıyordu.

Gülümseyerek derin bir nefes alıp verdiğimde pencerenin dışındaki hayata diktim gözlerimi. Kasvet tüm şehri kaplamıştı ve Ankara olmasını sevdiğim, olması gerektiği gibiydi. Gri bulutlar, dumanlı hava ve dinlendirici bir parça aradığım tüm hislerdi.

Kollarımı bağlayıp birkaç dakika öylece şehri izledikten sonra dilimle dudaklarımı ıslattım ve arkamı dönerek, ''Bugün hava bir başka,'' diye seslendim Ezgi'ye. ''Sanki...'' Cümlemin devamını getiremediğimde koltuğun üzerinde bir dosya gördüm. Duraksadım ve cümlemi yutarak kese kâğıdına benzeyen dosyaya yaklaştım. Yanında da Ezgi'nin çantası vardı.

Gözlerimi kısarak elimi dosyaya uzattığımda ağzının açık olduğunu anladım ve içindeki beyaz kâğıtları usulca çıkardım. İlk önce gördüğüm şey bir hastane adıydı. Kalbim tam burada deli gibi sıkışmaya başladığında korkuyla kâğıdın devamını getirdim ve dosyayı elimden düşürdüm. Yüzümü kâğıda daha yakın mesafede tutarken yazılanları okumaya ve anlamaya çalıştım. Birçok yazı gördüm, birçok şey ve bunun akabinde gelen kalp ağrısının verdiği gözlerimdeki yanma hissiyle tanıştım. Ağzım aralandığında boğazımdaki acı tat gözlerime kor diye bulaştı ve anladığım şeyin yanlış olmasını diledim fakat değildi. Dakikalar geçti ya da geçmedi bilmiyorum ama Ezgi'nin bir çocuk sahibi olamayacağını anlamıştım. Yazan şey buydu. Gözlerimden bir damla yaş düştüğünde kapının orada beni öylece izleyen Ezgi'ye çevirdim yüzümü. Gözlerinin ışığı sönmüştü çünkü ruhundaki heves ölmüştü.

🌹

Bölüm sonu. Umarım sevdiğiniz bir bölüm olmuştur.

Oy vermeyi ve yorum bırakmayı sakın unutmayın olur mu? Kendinize çok iyi bakın. Yeni bölümlerde çok mutlu olmak dileğiyle. <3

Bölüm alıntıları ve duyurular için;
Instagram, Twitter: Sumeyyedmrkan

Seviliyorsunuz çok çok. 💜

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

68.7K 2.4K 15
Sırf kuzeni için 18 yaşında Mardin'in acımasız ağasına gelin giden Larin... Annesi için berdeli kabul eden Baran ağa...
693K 21.5K 54
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1.7M 103K 62
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
1M 14.2K 36
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...