INEVITABLE |TAEJIN|

By whotaejin

17.6K 1.8K 1.1K

Üniversite için Seoul'e gelen Seokjin melek olduğunu öğreneceğini bilmiyordu... • yan çiftler •Sope & Jikook ... More

Taşınma Günü
Oryantasyon
Han Nehri
Kayıt
Çim Hokeyi
Söz
Sanat Tarihi
Işık Hızı
Yabancı Dil
Çekim Kanunları
İhanet
Kayıp Cennet
Ruh Göçü
Portre
Yongsan
Zıt Kutupların Çekimi
Işık Ve Gölge 1/2
Işık Ve Gölge 2/2
Arkadaş
Bomb Savaşları 1/2
Bomb Savaşları 2/2
Doğum Günü Dilekleri
Bir Melek Daha
Serafim
Resim Sergisi
Melek Misin?
Artık Dinlenebilirim...
Bana Söz Verdin
Artık Bir Ailem Var |final|

Davet

414 52 46
By whotaejin

Bomb davetinin olduğu gün, Jimin bana internetten aldığı smokini gösterdi. Siyah ceketin üstüne özenle işlenmiş şekiller omuzlarıma kadardı. Beyaz ve ince saten gömleğin yaka kısımları fırfırlıydı ve boynumun bir kısmını kapatıyordu. Ancak vücudumu kapatmakta pek iyi olduğu söylenemezdi çünkü inceliğinden dolayı biraz içimi belli ediyordu. Ceketimle uyumlu siyah kumaş pantolonum bacaklarımı sarıyordu.

Jimin ve Jungkook'un da benimkine benzer güzel takımları vardı. Beraberce dikildiğimizde etki şaşırtıcı derecede şıktı. Kulak tıkaçlarımı gizlice pantolonumun cebine attım. Bu akşam onlara ihtiyacım olacak mı bilmiyordum, işitme duyum bu hafta düzelmiş görünüyordu ama pişman olmaktansa tedbirli olmak iyiydi.

Arka plandaki sesleri göz ardı etme alıştırmaları yapıyordum. İlk başta çok zordu çünkü dışarıda öten çekirgelerden tutun da yurdun bodrumunda hızla dolaşan fareyi bile duyabiliyordum ama idare etmeyi öğrenmiştim. Sanki dış dünyanın uyaranlarına alışmak ve düzgün işleyebilmek için beynim genişlemiş, etrafıma karşı olan farkındalığımı arttırmıştı. Tuhaf.

"Hyung, Jonghyun seni gördüğünde küçük dilini yutacak," dedi Jimin. Beni kibirle sırıtarak incelemesi, bana bir çocuk ayarladığını hatırlatmıştı.

Merdivenlerden indiğimizde Bombs'lar, yurdun resmi lobisinde bekliyorlardı. Jonghyun, kendi çapında yakışıklıydı. Neredeyse Taehyung kadar uzundu ve sıcak kahverengi gözlerine, üçümüzün odaya girişini izlerken şaşkınlık yerleştirdi. Siyah takımı sanki onun için yapılmış gibiydi. Fransız manşet, beyaz frak gömlek, gümüş kol düğmeleri ve gümüş kravatla birleşince uyumlu bir çift gibi olmuştuk.

JB beni Jonghyun'la tanıştırdıktan sonra Jimin'e, bana ve Jungkook'a dönerek, "Baylar, günaha davet için giyinmiş gibisiniz. Bu akşam nasıl bir cehennem yaratabileceğiz bakalım!"

Jimin kahkaha atıp Jungkook'un koluna girerken Jonghyun da bana kolunu uzattı. Dışarıda bekleyen limuzine kadar bana eşlik etti. Gangbuk'a gitmek bir saatten az sürmüştü. Jonghyun oldukça ilginç birisiydi, geçen sene Bomb savaşlarında ilk defa Jimin ve Jungkook'la nasıl tanıştığını anlattı. Seoul ve Gangbuk arası bir yerde Jonghyun'la aramızdaki buzlar eridi ve yanında daha az rahatsız hissetmeye başladım. Belki de gerçekten fikirlerimle ilgilendiği içindi ya da belki de kıvrak zekalı olduğu ve JB'nin tüm dikkatimizi çekmesine izin vermediği içindi. Vardığımızda, burada Jonghyun'la olduğum için rahattım.

Jonghyun'la limuzinden çıktığımızda lobiye beraber yürürken kolumu sıkıca koluna koydu. Tam girecekken, Taehyung radarım sinyal vererek bana onun zaten içeriden olduğunu söyledi. Bu akşam gelme niyetinde olduğunu biliyordum. Haftanın başında bana e-posta göndermiş, katılabileyim diye düzenlemeler yaptığını söylemişti. Ama Jimin bana Taehyung'un bir kızla geleceğini söylemişti. Jonghyun girdiğimizde geniş kapıyı benim için açık tutarken, Taehyung ve yanındaki kızı dikilirken gördüm.

Girdiğimde Taehyung arkasını dönmedi ve buna minnettardım çünkü getirdiği kızı dikkatle incelerken yüzümdeki ifade onu taşa döndürebilirdi. Hafta içinde Jimin biraz keşif yapmış, Taehyung'un randevusu hakkında bulabildiği her şeyi öğrenmişti. Böylece hiçbir süprizle karşılaşmayacaktım. Adı Hanbyul'du ve Kappa evinde üçüncü sınıf öğrencisiydi. Hanbyul ufaktı. Belki bir elli beş boyundaydı ve narin görünüyordu. Sanki biri ona dokunsa parçalanacak gibiydi. Uzun sarı saçları ve açık pembe, hatlarını belli etmeyen elbisesiyle sadece sevimli kelimesini çağırıştırıyordu.

Şükürler olsun ki Hanbyul'u daha fazla incelemekten arkamdan gelen ve tüm dikkatimi çalan yüksek bir ses sayesinde kurtarıldım. "Aman Tanrım Jin! Gömleğin nerede?" diye sordu Namjoon, yarı yarıya şaka yapıyordu. Ona bakmak için döndüm.

Namjoon'un da bu akşam davet edildiğini biliyordum. Hafta içinde, öğlen yemeğinde konuşmuştuk. Bomb'lar gelecek dönem takımdaki olası bir pozisyon için Namjoon'la ilgileniyorlardı, bu yüzden de onu davete çağırmışlardı.

Bir gülümseme dudaklarımı yumuşattı çünkü Namjoon koyu takımı, beyaz yakalı gömleği ve siyah kravatı içinde gerçekten yakışıklı görünüyordu. Geniş omuzları ve mükemmel hatları, takım elbisesinin ceketinin, buradaki özel tasarım bazı oğlanlarınkinden daha iyi görünmesini sağlıyordu.

Namjoon'un yanında dikilen Linda, beni baştan aşağıya incelerken Gangbuk'a gelirken tüm yol boyunca limon yemiş gibi görünüyordu. Giydiği mütevazı, açık mavi elbise neredeyse yere değiyordu. Gerçekten güzeldi. Saçı kafasının tepesinde toplanmıştı ve kulaklarındaki elmas küpeler ışıldayarak parlıyordu. Yüzündeki nazik gülümsemeden bir şeylerin yanlış olduğunu söyleyebilirdim.

Namjoon'a, "Sadece giymemeyi tercih ettim," dedim kuru kuru. "Beğenmedin mi?" Gülümsemeye çalışıyordum.

Gözlerindeki ateşle, "Ben öyle bir şey demedim..." diye cevap vermesi üzerine içimde bir şeyler karşılık verince çok sinir oldum.

Linda da Namjoon'un bana attığı bakışı görmüştü. Elleri yumruk oldu, bu yüzden Jonghyun'a döndüm ve "Namjoon ve Linda, bu Lee Jonghyun," dedim.

"Onu zaten tanıyorum, değil mi Jonghyun?" diye kabaca karşılık verdi Linda.

Jonghyun üzerinde durmadı. "Öyle, uzun zamandır tanıyoruz birbirimizi. Geçen sene bir iki dersimiz vardı. Yerlerimizi bulmaya hazır mısın Jin?" İçten pazarlıklı bir gülümsemeyle Jonghyun bana sordu. Onayladım, Linda'dan uzaklaşmak için her bahaneye minnettardım.

Özel bir yemek salonuna girdik, çoğu çiftin hemen oturduğu belliydi. Karmaşa içinde Jimin ve Jungkook, Jonghyun ve benden başka bir masaya gitmişlerdi. Jonghyun su akan cam kaplı duvara bana sandalyeyi benim için çekerken, hayal kırıklığımı belli etmemeye çalıştım. Taehyung'un nerede oturduğunu görmek için etrafa bakınma şansını kendime tanımadım çünkü yakın olduğunu biliyordum, karnımın verdiği tepkiye bakarsak çok yakındı. Ceketimi çıkarıp sandalyemin arkasına astım.

Jonghyun oturduktan sonra samimiyetle gülümsedi ve beni oda arkadaşıyla tanıştırdı, Jiwon, Eunsun adlı bir ikinci sınıfla çıkıyordu. Jiwon bana ve Jonghyun'a neredeyse buraya neden gelemeyeceklerini dair komik bir hikaye atlatmaya başladı. Ama hikayesinin yarısında dinlemeyi bıraktım.

Taehyung sandalyemin arkasında duruyordu. Parmak uçları tenimi sıyırarak sırtımda uzun, ılık ve erotik bir okşayış bıraktı. Samimi temastan dolayı yanaklarım kızardı ve nefesim boğazımda kaldı. Kısa bir anlığına gözlerimi kapatıp ince gömleğimin üzerindeki dokunuşunun tenimde bıraktığı hissin tadını çıkardım. Sanki bedenimdeki her molekül bir anda canlanmıştı. Gözlerimi açtığımda, sağ yanımdaki sandalye hareket etti ve Taehyung yanıma oturdu. Hemen soluma, Jonghyun'a baktım. Jiwon'la menüdeki bira seçeneklerini tartışıyordu.

O an için Jonghyun'un meşgul olduğuna dair kendime güvence verdikten sonra Taehyung'a fısıldadım. "Ne yapıyorsun?"

"Hiçbir şey karşılıksız değildir Jin," dedi Taehyung aynı derecede kısık bir sesiyle.

Kafam karışmış halde kaşlarım kalktı. "Ne demek istiyorsun?" Kimse konuştuğumuzu görmesin diye menüyü kaldırdım.

Taehyung da hareketimi taklit ederken menüsünü açtı. "Eğer bana işkence etmeyi planlıyorsan, o zaman tek kurban ben olmayacağım," dedi yumuşakça.

İnanamayarak, "Sana işkence etmeye çalışmakla mı suçluyorsun beni?" diye sordum.

Taehyung'un gözleri karardı. "Lütfen, saf davranma, o takımın içinde olmaz."

"Sadece bir takım. Senin sorunun ne?" diye mırıldanıp kafamı salladım. "İlişkimize sırtını dönen ben değilim. O sendin. Burada uyguladığım tek strateji eğlenmeye çalışmak ve normal bir erkek olmak."

"Senin hiçbir şeyin normal değil ve yanındaki çocuğa gelirsek, onunla zamanını boşa harcıyorsun."

Jonghyun o anda bana dönerek sordu. "Canım, ne içmek istersin?"

Göz ucuyla baktığımda Taehyung'un gerildiğini gördüm. Bu iyi değil.

"Şimdilik su yeterli, teşekkürler," dedim ona gülümsemeye çalışarak. Garsona içki siparişimizi vermeden önce Jonghyun gülümsememe sıcak bir şekilde karşılık verdi.

Taehyung, "Neden sana canım dedi?" diye sordu tehdit dolu, kısık bir sesle.

Tekrar menümü kaldırıp okuyormuşum gibi yaptım böylece onunla konuşabilecektim. "Bilmem. Onunla yeni tanıştım. Belki de benden hoşlanıyordur." Taehyung'un eli masanın altından bacağını hafifçe okşadığında tamamen sustum. Temastan doğan sıcaklık sanki orman yangını gibi içimde ateşlendi.

Menüyü indirdim ve Taehyung'a kafa karışıklığı içinde baktım ama Namjoon dikkatimi dağıtmıştı. Hemen karşımızda oturmak için Linda'ya bir sandalye çekiyordu. Linda mendilini aldı, bana nazikçe gülümserken kucağına koymak için açtı. Namjoon yanına oturdu, eşit hoşnutsuzlukla karşısındaki Taehyung'a kaşlarını çattı.

Namjoon takım elbisesinin ceketini çıkarıp sandalyesinin arkasına astı. "Taehyung, seni burada gördüğümde şaşırdım. Bomb olduğunu bilmiyordum," dedi düşmanca, gözleri Taehyung'un sandalyesiyle benimkisi arasındaki mesafeyi ölçüyordu.

"Merhaba Namjoon," dedi Taehyung bıkkın bir tonda. "Bomb değilim. Bir arkadaşım benden rica ettiği için geldim," dedi özellikle bana bakarak.

Gelişigüzel bir biçimde tekrar menüsünü aldı ve okumaya başladı, sanki haftanın her günü bizimle beraber akşam yemeği yiyordu. Ona dik dik baktığımı fark edene kadar bir süre yüzünü inceledim. Sonra hemen menümü kaldırıp okumaya çalıştım. Garson hala siparişleri topluyordu. Namjoon'a yaklaştığını duyduğumda, Linda'nın huysuz bir tonda, "Namjoon içkiye ihtiyacım var. Bana buzlu Stoli Raspberry al, diyet Seven-up olsun, normal Seven-up değil ve içine misket limonu istiyorum ama yoksa o zaman normal limon istiyordum," dediğini duydum.

Bıyık altından, "Kız tam bir kabus," diye mırıldandığımda Taehyung yanımda sessizce güldü. Bu akşam Namjoon'un da kendi problemleri olduğu için eğleniyordu. Taehyung'a bakma dürtüme tekrar direndim çünkü bir parçam onun gülümsemesini görmek için gözü karaydı.

Jonghyun, "Neler güzel görünüyor?" diye sordu bana gülümseyerek.

Düşünmeden, sessizce, "Peynirli makarna," diye yanıtladım ve kafamı kaldırıp Taehyung'a baktığımda gözlerinin bana odaklandığını gördüm.

Jonghyun, "Menüde var mı ki?" derken güldü. Menüde makarnayı arıyor gibi görünüyordu.

"Büyük ihtimalle hayır. Somon güzel görünüyor," dedim kızararak. "Ne alacaksın Jonghyun?" Suyumu yudumlarken zar zor nefes alabildiğim gerçeğini saklamaya ve masanın geri kalanıyla göz göze gelmekten kaçınmaya çalışıyordum.

Soğukkanlılığımı tekrar kazanmayı becerdim. Masanın karşısından Namjoon'un beni izlediğini gördüğümde ve gözleri benimkilerle buluştuğunda, soğukkanlılığımı neredeyse tekrardan kaybediyordum. Yüzünde gördüğüm endişenin azalması için gülümsemeye çalıştım. Linda, Namjoon'un bakışlarının yönünü fark etti, bu yüzden bana yalandan bie gülümseme atarak sordu. "Jin, o takımı nereden aldın? Tam senlik."

"Jimin benim için internetten sipariş verdi. Tam benlik değil mi?" Gizlenmiş, ince hareketini kabullenmek istemiyordum.

"Yanındaki gerçekten gömleğinin zevkini çıkarıyor," dedi Taehyung alçak sesle, bu yüzden onu sadece ben duydum ama göz ardı ettim.

Jonghyun beni takdir ederek inceledi. "Mükemmel bence."

"Gördün mü?" dedi Taehyung tehditle.

Jonghyun'a geri gülümsemeyi denedim ama iki hırlama duydum, biri Namjoon'dan ve diğeri de Taehyung'dan. "Teşekkürler Jonghyun," yanıtladım ama tetikteydim. Bana atılacak sonraki okun yaydan çıkmasını bekliyordum.

Linda masanın karşısından, "Yeseol, elbisen çok güzel. Sen de öyle düşünmüyor musun Taehyung?" diye sordu ama gözleri hala bendeydi.

Taehyung kibarca, "Evet, Yeseol bu akşam çok hoş," diye katıldı. Bu arada kolunu gelişigüzel bir biçimde sandalyemin arkasına koymuştu. Eli sırtıma çok yakındı ve yakınlık kıpırdanmama neden oluyordu.

"Pembe sana çok yakışıyor Yeseol," dedim ama kulağa biraz gergin geliyordu çünkü tedbirli bir şekilde Taehyung'un kolunu sandalyemden kaldırmaya çalışıyordum. İşe yaramadı, bunun için çok güçlüydü.

"Teşekkür ederim," dedim Yeseol sıkılmış tonda, sonra bana eski sevgilisi olduğunu biliyorum sırıtışını fırlattı.

Yemeklerimizi sipariş ettik ve ben Jonghyun, Jiwon ve Eunsun ile sohbet ederek masanın geri kalanını görmezden geldim ama Linda beni sohbete geri sokmakta kararlıydı. "Jin, Jonghyun'la ne kadar süredir çıktığınızı merak ediyorduk. İkinizi hiç beraber görmedim." Soruyu sorarken Linda'nın gözleri benim üzerimdeydi ama kısa süreliğine Yeseol'a kaydılar.

"Bu ilk randevumuz," diye yanıtladım, kısa tutmaya ve detay vermemeye çalışıyordum. Bir sorgudaymışım gibi davranıyordum çünkü aynen öyleydi.

Linda, "Ah, ne kadar da tatlı, değil mi Namjoon?" derken Namjoon'a dişlerini göstererek güldü. "Bence bu harika Jonghyun. Tekrardan birisiyle çıktığını görmek çok güzel.".

"Teşekkürler," dedi Jonghyun, rahatsız olarak bana baktı. Bir şeyler dönüyordu ve benim haricimde herkes bunu biliyormuş gibi görünüyordu. Namjoon'a baktığımda, bir nedenden kızgındı çünkü Linda'ya bakıyordu ama sevgilisi ona aldırmıyor ve kayıtsız davranıyordu.

"Hayır, gerçekten," dedi Linda, Stoli'sinden bir yudum aldı, "hep beraber masada oturabilmemiz ve hiç rahatsız olmamamız gerçekten çok güzel."

Neredeyse gülümsedim, çünkü masanın etrafına baktığımda, Taehyung dışındaki herkes rahatsız hissediyor görünüyordu. O gayet sakin ve olanlara karşı tepkisizdi.

Linda sırıtarak konuştu. "Yeseol'la çıktı, ne kadardı... Neredeyse bir yıl değil mi? Ayrıldığınızda gerçekten zor olmalı ama artık sen Jin ile devam ediyorsun ve Yeseol da Taehyung'la." Devam etmeden önce Taehyung'a bakmak için durdu ve sonra da bana. "Yeseol ve Taehyung birlikte çok da sevimli görünüyorlar..." Linda Namjoon'a bakıp onun kendisine attığı ölüm saçan bakışı görünce sustu.

"Linda bu kadar yeter," dedi Taehyung yumuşakça. Onun yanında oturuyor olmaktan utanıyor gibi görünüyordu.

Tabağıma bakarken beynim çalışıyordu. Linda haklı mı? Taehyung Yeseol ile mi çıkıyor? Merak ederken içimden acı bıçak gibi geçti ama sonraki nefeste Linda'nın haklı olmayacağını biliyordum. Taehyung ölümsüzken Yeseol insandı ve çok ama çok kırılgandı. Aralarında her ne oluyorsa olsun, ona sırlarını anlatmayacaktı. Bunu yapmaya izni yoktu. Ne olduğunu bana anlattığı gibi asla anlatamayacaktı ona. Asla bir melek olduğunu bilmeyecekti ama tüm bu mantıklı düşüncelerim, Taehyung'la geçirdiği her anı kıskanmamı durdurmuyordu.

Jonghyun gelişigüzel şekilde kolunu omuzlarıma koydu. "Haklısın, hiç rahatsız edici değil," diye kolayca yalan söyledi. "Bu akşam Jin'in partneri olduğum için çok şanslıyım. Bu akşamdan sonra, onunla olmayı alışkanlık haline getirmeyi planlıyorum."

Beynim hala yarışırken Jonghyun'un yüzüne bakıp gülümsedim. Yani Jonghyun ve Yeseol çıktılar. Belki de Taehyung bunu biliyordu ve Yeseol'u davet etmesi bir tür stratejiydi. Amacı ne, diye merak ederken gözlerim kısıldı, çünkü bu gerçekten bir strateji gibi görünüyordu.

Masamızdaki olaylardan beni haberdar ettikten sonra, Linda'nın cephanesinde pek bir şey kalmadığı için minnettardım. Jonghyun'dan ya da benden istediği tepkiyi alamamıştı ve bu yüzden hayal kırıklığı yaşıyordu. Diğer taraftan, yemek ilerledikçe Taehyung ve Namjoon gittikçe daha da huysuz hale geliyorlardı. Yemek bittiğinde, Linda, Yeseol ve Eunsun lavaboya gitmek için izin istediklerinde, benden çok kimse rahatlamamıştır.

Sonra Jonghyun koltuğundan kalktı. "Bara gitmek ve içecek bir şey almak ister misin? Jiwon'la beraber maçın sonucuna bakmak istiyorum."

"Şey, sahte kimliğim yok," dedim ve çekinerek gülümsedim. "Ama sen git. Seni burada beklerim.".. Gülümseyerek, "Emin misin? Sana bir şey getirebilirim," dedi.

"Eminim ve suyum var," dedin bardağımı göstererek.

"Peki. Hemen dönerim." Jiwon'la beraber masadan ayrılmadan önce nazikçe omzumu sıktı.

Etrafa bakınca Taehyung ve Namjoon'la yalnız olduğumu fark ettim. Jimin ve Jungkook'un masasına kaçmak istiyordum ama Taehyung ve Namjoon'u yalnız başlarına bırakırsam olacaklardan korkuyordum, bu yüzden kaldım. Yakında arkadaşları onlara eşlik etmek için geleceklerdi, o zaman bizimkileri bulabilirdim.

"Namjoon sana futbol hakkında bir soru sorabilir miyim?" diye sordu Taehyung, kolu gelişigüzel şekilde tekrar sandalyemin arkasına giderken sandalyesine yaslandı..
Namjoon şüpheyle onu inceledi. "Evet, elbette."

"Bu öğlen maç yaptığınız takımla ilgili. Dördüncü çeyrekte takımımız topu düşürdüğünde neden diğer takımın oyuncularının almadığını merak ediyordum?" diye sordu.

Namjoon bir dakika Taehyung'un sorusunu düşündü, kafası karışmış gibi görünüyordu. "Hangi maçı izliyordun çünkü ben öyle bir..." Namjoon sustuktan sonra bana baktı ve derken tekrar Taehyung'a. Namjoon kaşlarını çatarak yanıtladı. "Ah o düşürme... Eh, görüyorsun ya, top çizgiden dışarı yuvarlandı... Bu yüzden savunma öylece kapıp kaçamadı. Bir de topu görmeliydin, sanki paramparça etmiş gibi görünüyordu."

Taehyung'un yüzünden tuhaf bir ifade geçti ve kısaca yanıtladı. "Diğer takımın topu saklayıp tamir edeceğini düşünüyordum, su taşıyan çocuğa oynaması için vereceğini değil."

Namjoon'un gözleri kısıldı. "Tamir etmeye çalıştılar, vakit alıyor," dedi kısaca. "Bir planları var ve işleme konuldu. Sorun yok çünkü dördüncü düşüştü ve top onu düşüren takıma geri gitmeyecek," dedi Namjoon tutkuyla.

Taehyung, "Hmm, futbol ilginç bir oyun. Sonraki saniye neler olacağını asla bilemezsin," derken başparmağı yumuşakça omzuma dokundu ve beni titretti.

"Kız arkadaşın masaya gelmek üzere," dedi Namjoon sessizce,
Taehyung'un bana olan yakınlığını dikkatle inceliyordu. "Jin'in omzunu bırakmak istersin belki."

Taehyung derince iç çekip elini çekti.

Jimin'in müzikal sesi masadaki derin sessizliğin yerini aldı. "Vay, buradaki partiyi bozmak istenen hyung ama balo salonunu yakmaya gidiyoruz," dedi masayı değerlendirirken. "Burası bir dişçi randevusu kadar eğlenceli görünüyor," diye devam etti, ciddiyetle yüzlerimizi inceliyordu. "Jungkook ve Mark zaten oradalar. Jb biz konuşurken diğer çocukları maçtan alıyor. Ancak burada kalmak istersen..." Yerimden kalkarken Jimin sustu, beni arkada bırakma şansını ona vermedim.

"Hayır, hayır... Bekle, seninle geliyorum. Sizlerle sonra görüşürüz. İyi eğlenceler," dedim onlara ve Jimin'in koluna girdim.

"Harika, hadi zıplayalım," dedi Jimin ve sonra Taehyung ile Namjoon'a döndü. "Beyler, kız arkadaşlarınızla gecenin geri kalanının tadını çıkarın!"

Balo salonu hemen ana hotel lobisinin dışındaydı. Restorandan dışarı Jimin ile birlikte yürüdüm ve oraya ulaşmak için etkileyici bir avludan geçtik. Zarif avizelerden gelen yumuşak ışık balo salonunu umduğumdan daha da lüks gösteriyordu. Jungkook ve Mark'ı anında bulduk. Jungkook beni gördüğünde hemen sarıldı ve ayrıldığımız için üzgün olduğunu söyledi. Müzik başladı, bu yüzden de Jimin ve Jungkook beni dans pistine çektiler.

Birkaç şarkı sonra JB, Mark ve Jonghyun bize katıldı. Namjoon'u Linda ile beraber gördüm. Namjoon... Eh... Namjoon seksiydi. Doğal bir zarafeti vardı. Zorlanmadan bedenini hareket ettirebiliyordu. Serbestçe dans etmesini izlemek harikaydı. Müzik yavaşladığında biraz su almak için hepimiz dans pistinden ayrıldık. Jonghyun içkilerimizle beraber bardan dönerken Taehyung ona çarptı. Taehyung Jonghyun'a duymaya çalıştığım bir şey söyledi ama kolonlardan çıkan sesler yüzünden duymayı beceremedim. Taehyung elinden su bardaklarını alırken, Jonghyun'un kafası karışmış gözüküyordu.

Taehyung uzaklaşırken Jonghyun yanımdan geçerek Yeseol'un, Linda ve Namjoon'la oturduğu yere gitti. Jonghyun, Yeseol'un kulağına fısıldamak için eğildikten sonra, kızın kafasıyla onayladığını gördüm. Yavaş, zafer kazanmış bir gülümseme Yeseol'un yüzüne partnerim onu dans pistine götürürken yayıldı ve sevgiliymişler gibi dans etmeye başladılar.

Kaşlarımı çatarak Yeseol'un kollarını Jonghyun'un boynuna sıkıca dolamasını izledim, sanki bir süredir bu anı bekliyordu. Sonra ne oluğunu anladım. Taehyung, Jonghyun'u Yeseol'le dans etmesi için ikna etmişti. Piyonlar, kullanılmak ve oynanmak için... Hepimiz bu muyuz? Ben bu muyum? Taehyung balo salonunu çoktan terk etmişti, bu yüzden onu dışarı kadar takip ettim. Onu vestiyerin yakınlarında yakaladım, kontrol görevlisine biletini vermişti.

"Çizgiyi aştın... Bu senin için önemli mi?" diye sessizce sordum, ona bakmadım ama görevli rafları ararken çenemi biraz daha yukarı kaldırdım.

"Beni sen zorladın." Nefesi boynumu gıdıkladı. Bedenim yakınlığa tepki gösterdi ama beynim öfkeyle doluydu. "Jonghyun'la ne yapıyorsun?"

"Ne istersem onu. Bir kukla değilim Taehyung. Kimi seveceğimi ya da kiminle olacağımı ben seçeceğim, sen değil." Bunu sakince söylemek istedim ama sinir sesime akmıştı.

"Jonghyun'u sevmiyorsun."

"Hayır. Seni seviyorum," dedim yumuşakça. "Ben askeri bir tatbikat değilim Taehyung. Bu ne ise... Her ne başarmaya çalışıyorsan, sadece bırak."

Ayrılmak üzereydim ama kolumu tutup konuştu. "Namjoon'la olman gerekiyor."

Konuşurken kaşlarım kalktı. "Ah, anladım. Aşk meleği rolünü üstlendin... Çok ironik. Bu ne zaman? Namjoon'u mu, yoksa beni mi teşvik etmeye çalışıyorsun? Eh, sana haberim var: Namjoon'la birlikte olamam, anlamıyor musun? Sana aşığım. Eğer Namjoon'la olmayı denersem, onun daha çok canını yakacağım sadece. Onu tüm kalbiyle sevebilecek birini hak ediyor."

"O kadar inatçısın ki Seokjin," dedi Taehyung hüsran içinde. "Nedensiz yere kendi kendini üzüyorsun."

"Hayır Taehyung. Sen beni üzüyorsun," dedim ve sanki onu yakmışım gibi kolumu bıraktı.

Balo salonuna geri yürüdüm, girişte durdum. Jonghyun ve Yeseol'un hala dans pistinde beraber olduklarını gördüm. Yeseol Jonghyun'un boynunu öpüyordu. Harika! diye düşündüm, lobiye tam da Taehyung'un dış kapılardan çıkışı sırasında döndüm. Balo salonuna geri dönmeyeceğim. Gecenin geri kalanını tuvalette saklanarak geçirsem daha iyi çünkü Linda bunun hakkında böbürlenmek isteyecek.

Tuvalette saklanma çözümünü bulduktan sonra bağlantılı hotelin yanındaki avluya doğru yürümeye başladığımda arkamdan bir ses geldi. "Melek."

Döndüğümde soluk gri bir ipek takım elbise içinde güzel, genç bir adam gördüm. Kravat takmıyordu ve beyaz, yakalı gömleğinin düğmeleri gelişigüzel şekilde açılmıştı. Sarı saçlarının önündeki bir tutamı, sanki güneş öpmüş gibi açık renkti ve gözleri derin bir havuz gibi koyu maviydi. Yüzünü bir sakal gölgesi şereflendirmekteydi ama güçlü çene çizgisini sallamıyor, zenginleştiriyordu. Ysşı yirmiden daha yaşlı olamazdı ama onu okuldan tanımıyordum.

"Üzgünüm benimle konuştuğunuzu düşündüm," dedim onu tanımadığımı fark ettiğimde. Banyonun yönüne doğru bir adım attım ama dirseğimi gevşekçe tutarak yakaladı

Sorarken gözleri baştan çıkarıcı bir halde kaplandı. "Adın ne küçüğüm?" Uzanıp neredeyse saygıyla saçıma dokundu.

Gerilerek, "Şey, neden?" diye sordum, yüzündeki heyecan ifadesi ve bana dokunduğu gerçeğinden dolayı hareketlerini garipsemiştim. Avluyu seslenebileceğim biri var mı diye inceledim ama o an için yalnızdık.

Sanki etrafta öylece dururken bulduğu harika bir mücevhermişim gibi gülümseyip konuştu. "Çünkü önümde duran, özellikle nadide bu yaratık için bir ada sahip olmalıyım. Melek olamaz, çünkü sen melekten daha ötesin. Değil mi?"

"Şey... Adım Seokjin." Tehlikeyi kesinlikle sezmiştim, kalbimin atış hızı artıyordu.

Kafasını yan tarafa yatırıp bir saniyeliğine beni inceledi. "Kalbin o kadar hızlı atıyor ki Seokjin. Benden korkuyor musun?"

Sanki beni karnımdan yumruklamış gibi bir nefes verdim. Vay canına! Bir melek! Korkma, sanki ilgileniyormuşsun gibi adını sor. Zaman kazan, diye düşündüm.

"Adın ne, melek?" dedim mümkün olduğunca kendime güvenerek, blöf yeteneğimin geliştiğini umuyordum.

Sırıtarak, "Yejoon," diye sorumu yanıtlamıştı hemen. "Eşsizsin," diye devam etti ve o kadar hızlı hareket etti ki bir kilometre ötede olsam yine de ondan kaçamazdım. Beni kollarında sanki açmayı planladığı bir hediyeymişim gibi tuttu. Bedenimin her bir parçasını hafızasına kazımak istiyormuş gibi beni inceledi.

"Bir ruhun var," diye solurken bu kadar korkutucu olmasaydı seksi olabilirdi.

"Evet ve olduğu yerde kalmasını planlıyorum, yeni enteresan fikirlere kapılma," dedim ciddi ciddi, başka ne söyleyeceğimi bilmiyordum.

Yejoon neşeyle itirazıma güldü, sonra konuştu. "Nasıl bir paradokssun! Her şeyi değiştiriyorsun Seokjin. Bunu biliyor muydun?"

"Daha önce duymuştum ama değişim iyi bir şey, değil mi?" Karşılık olarak gülümsemeyi denedim ama gülümsemeden çok irkilme gibi göründüğünden emindim.

Yejoon beni kollarında kaldırdı ve dış kapılara doğru gitti. Sanırım benim yüzümden o kadar dikkati dağılmıştı ki insan hızıyla gitmeyi unutuyordu, çünkü oda olması gerektiğinden daha hızlı geçiyordu. Karşıdaki lobideydik ve sonra saniyeler içinde kapıdaydık.

Göğsünü ittirerek özgür kalmaya çalıştım. "Lütfen beni indir! Beni nereye götürüyorsun?" Artık gerçekten korkuyordum.

Karşıdaki lobiden, balo salonunun girişinden Namjoon bağırdı. "HEY! ERKEĞİMİ NEREYE GÖTÜRÜYORSUN?"

Yejoon Namjoon'la uğraşmak için durmadı, bunun yerine otoparka ilerledi. Yejoon, "İnsanlarla beraber misin?" diye sordu ve iğrenerek kaşlarını çattı. "Biliyor musun, biz bunları ayaktakımından sayarız. Geç olmadan seni bulmam iyi oldu. Bu tür çöplerle ilişki kurup uzun süre hayatta kalmayı umamazsın."

Korku nefes almayı zorlaştırıyordu. "Yejoon, burada biriyleyim ve öylece gidemem..." demeye başladım ama Yejoon durduğunda lafım kesildi. İleri baktığımda Taehyung'un yolumuzu engellediğini gördüm. "Taehyung!" diye bağırdım, daha fazla konuşamıyordum.

Yejoon tehditkar, kısık bir sesle Taehyung'a hırladı. Hayatım boyunca duyduğum en korkunç ses olmalıydı. Taehyung tehdite tepki vermedi, Yejoon'un saldırısı karşısında sıkılmış görünüyordu. "Onu istiyorum," dedi Yejoon kulak tırmalayan bir sesle, kulağa ürkütücü bir hayvanınki gibi geliyordu. Beni kendine yakın tuttuğunda, tüm bedenim tiksintiyle titredi.

"O zaman sıraya girmen gerek ve sıra benim arkamdan başlıyor," dedi Taehyung. Ceketini ve kravatını çıkarıp yakındaki arabanın üzerine koydu. Gömleğinin düğmelerini açtı. Yejoon Taehyung'u izlerken, sonraki adımının ne olacağını düşündüğünü fark ettim. Beni rahatsız edecek kadar sıkmaya devam etti, sanki beni bırakmak istiyordu ama kendisini zorlayamıyordu.

Namjoon arkamızdan, "HEY UCUBE! ONUNLA HİÇBİR YERE GİTMİYORSUN!" diye bağırdı ve Taehyung gerçekten gülümsedi.

Yejoon kaşlarını çattı. "Gerçekten mi küçüğüm? Gerçekten tuhaf arkadaşların var," diye fısıldadı boynuma sokulurken. "Gelecekte bunu düzeltmemiz gerek. Israr ediyorum."

"Yejoon... Lütfen. Onlara zarar verme," diye yalvardım. Dokunuşunun tiksintisi bana dalgalar halinde vururken nefesim boğazımda kaldı. Kendine has bir karanlığı vardı. Koklayabiliyordum, hissedebiliyordum ama ne olduğuna bir ad koyacak kadar tecrübem yoktu.

Taehyung ceketinin cebini karıştırıp anahtarlarını çıkardı. "Onu indirdiğinde..." dedi Taehyung, anahtarları Namjoon'a attı, "ki onu indirecek ya da ben kollarını koparacağım..." dedi tehdit ederek, Yejoon'a bakıyordu, "arabamı al ve Jin'i buradan götür. Oraya park ettim," diye arkasını işaret etti.

Yejoon tekrar öfke ve hayal kırıklığıyla hırlayıp nazikçe beni yere indirdi. Ayağım betona değdiği an, gözleri Taehyung'da kilitlenmiş olsa da eliyle Namjoon'u gösterdi. "Senin peşinden gelmeye beni zorlama oğlum. Onu alacağım." Tehditkar tonu dizlerimin titremesine neden olmuştu, Taehyung'u değerlendirmeye ara vererek benimle konuştu. "Bir dakikaya oradayım küçüğüm." Ve sonra dudaklarını benimkilere bastırıp sertçe öptü.

Bu Taehyung'tan tepki aldı. Hareket ettiğini bile görmemiştim. Yejoon'a o kadar sert vurdu ki, onu on beş, yirmi metre uzaktaki, otoparkta park halindeki kibar görünümlü bir minivana fırlattı. Yejoon aracın ön camından direkt içeri girerek koltukların arasına düştü. Minivanın tiz alarmı ötmeye başladı. Namjoon'la beni, birkaç saniye önce olan şeyin şoku dondurdu, öylece minivanı izledik. Böyle fırlatılan birinin o çarpışmadan hayatta kalamayacağından emindim, bu yüzden minivanın petrol mavisi kapısı menteşelerinden uçup yanındaki arabaya çarptığında dehşet içinde ciğerlerimden bir çığlık koptu.

Yejoon yavaşça aracın içinden çıktı. Tamamen dışarıya adım attığında ipek, gri ceketini çıkardı ve güneşin öptüğü saçından kırık cam parçalarını sallayarak döktü. Kötü şeylerin geleceğini haber vererek gülümsedi ve bana seslendi. "Korkma Seokjin. Zarar görmedim. Daha yeni başlıyoruz."

Elimle ağzımı kapattım böylece tekrar çığlık atmayacaktım. Yejoon uzanıp minivanın yan tarafındaki krom kaplama basamağı kopardı. Onunla ne yapmayı planladığını çözemeden, kısa bir an önce Taehyung'un dikildiği arabanın yan tarafına sağlanmıştı.

"Namjoon, artık Jin'i alıp buradan götürmenin zamanı geldi," dedi Taehyung bize bakmadan, tamamen Yejoon'a odaklanmıştı.

Taehyung'a hiçbir yere gitmediğimi söylemek için döndüğümde yok oldu. Sonraki saniyede Taehyung hala on beş metre ileride olan Yejoon'a atlamıştı. İkisi fena bir çarpışmada kilitlenmişti, her ikisi de diğerini parçalamaya çalışıyordu.

Taehyung'a yardım etme şansım olmadı çünkü Namjoon beni kaldırdı ve omzunun üzerine attı.

Namjoon, Taehyung'un arabasının park ettiğini gösterdiği yöne benimle beraber koştu. Anahtarları çıkarmış, kilit düğmesine basıyor, onu araca yönlendirecek ışıkları ve sesi arıyordu. Bir saniye araba sırasına baktı. Arkamızdaki metal gıcırtıları daha da yükselmişti, bu yüzden ne olduğuna bakmak için boynumu kaldırdım.

Namjoon da sese aynı anda döndü, bu yüzden ne olduğunu göremedim ama o anda Namjoon, "AHH, LANET OLSUN!" diye bağırdı.

Yandaki araba sırasına doğru atladı. Yejoon'un ezdiği ve birkaç kez oradan oraya fırlattığı petrol mavisi minivan yanımızdan geçerken biz de yere sertçe indik. Yamulmuş metal öbeği susmadan önce kısa bir korna çaldı. Namjoon bir saniyeliğine inanamayarak bana baktı, gördüğü şeyin gerçekten olduğuna dair kanıt arıyordu. Ona kafamı sallarken benim gözlerim de onunkiler kadar büyümüştü. Bunun gerçek olduğunu bilmesine izin verdim, rüya görmüyordu.

Namjoon ayağa kalktı ve beni de ayağa kaldırdı. Titanlar arasındaki savaş devam ederken arkadan hırlama sesleri duydum. Taehyung'a yardım etmek için geri gitmeyi istiyordum. Namjoon'un bileğimdeki tutuşunu çektim, beni bırakmasını sağlamaya çalışıyordum.

Beni araba sıraları arasında çekiştirirken,  "Geri gitmemiz gerek Namjoon," diye yalvardım.

Otopark boyunca korkunç bir ses duyuldu ve tekrar durmamıza neden oldu. Kalbim göğsümde küt küt atarken, yerinde kalın beton kolon tarafından tutulan kocaman otopark lambalarından biri Taehyung ile Yejoon'u son gördüğümüz yere çarptı. Önümdeki arabalar yüzünden iyice göremiyordum. İrkildim çünkü korkunç bir sesti. Lamba kırıldı ve alana karanlık çöktü.

Tekrardan çaresizce Namjoon'un mantığına hitap etmeye çalıştım. "Taehyung'a yardım etmemiz gerek!"

"Hayatta olmaz Jin!" dedi Namjoon dişlerinin arasında, tekrar beni kaldırdı ve ben omzundayken koşmaya başladı.

Araba sıralarından hızla aşağıya koştu, aradığı yanıp sönen ışıkları buldu. Arabayı bulduğunda sürücü tarafının yanındaki kapıyı açıp beni içeri ittirdi. Sürücü koltuğuna binmeden önce arabaya binmemi sağladı. Etrafı karıştırıp otomatik koltuk ayarını bulmaya çalışıyordu bacaklarına göre ayarlayabilecekti.

"Namjoon gitmemiz gerek. Taehyung Yejoon'la tek başına," dedim, onları görebilecek miyim diye pencereden karanlığa baktım.

"Ona yardım edemeyiz Jin. Arkadaşın Yejoon biraz önce bize bir minivan fırlattı. Bir minivan Jin! Kaçmak tek çaremiz çünkü o şey bizi yakalarsa onun olacaksın," dedi Namjoon sertçe.

Arabayı geri vitese takarken koltuğunda dönüp arka pencereden baktı. Park yerinden ayrılırken arabayı birinci vitese aldı. Otoparktan fırlarken yerde lastik izleri bırakmıştı.

"Namjoon, lütfen geri dön. Ona arabayla falan vurabiliriz," diye yalvardım. Çılgınca arka pencereden bakıyordum. Onları göremiyordum bile, belki de uçmuşlardı. Açılır cam tavandan onları görebiliyor muyum diye denedim.

"Minivan fırlatacak kadar güçlü Jin! Ufak bir arabayı da durdurabilir isterse. O adam kim ki ve seninle işi ne?" Namjoon kızarak sordu yanıtlar için beni inceliyordu. Şehir içinde çok hızlı sürüyor, otoban tabelasını ararken kırmızı ışıklarda geçiyordu. Hızla nefes alıp veriyordu ve otoparktan kaçmak için verdiği mücadeleden değil de adrenalinden olduğundan şüpheleniyordum.

"Adı Yejoon ve... beni istiyordu sanırım," dedim gönülsüzce, otoban tabelasını gördüğünde Namjoon köşeden dönerken lastikler çığlık attı ve ben de koltuğa tutundum.

"Seni neden istiyor? Sanki seni bırakırken zorlanıyor gibiydi." Derken baştan aşağıya baştan aşağıya bana bakıp ekledi. "Bu takımı bir daha asla giyemezsin Jin."

Ona gözlerimi devirdim. "Ciddi misin?" diyerek dudaklarımı bükerken kıyafetimle değil de tamamen olduğum şeyle alakası olduğunu düşündüm.

"Kahrolsun! Evet, ciddiyim. O adam da neydi öyle? Ve sanki bilmiyormuşsun gibi davranma, bir süre önce onlardan biriyle çıkıyordun," dedi Namjoon gerilerek.

"Namjoon yapma..." diye başladım ama susturuldum.

"Neyi yapmayayım Jin? Korkmayayım mı? Soru sormayayım mı? Senin için endişelenmeyeyim mi?" Otomatik silah gibi soruları hızla ateşlemişti.

"EVET!" diye bağırdım. Sonra mümkün olan mantıklı bir tonda ekledim. "Şöyle düşün Namjoon, gerçekten de bilmek istemezsin."

Önümüzde kırmızı ışık vardı ve Namjoon frenlere önceki arabaya vurmamak için asıldı. Taehyung'un arabası yoldan çıktı ama Namjoon çığlık atarak durdurmadan önce arabayı tekrardan şeride sokmayı başardı.

Namjoon sinirli görünüyordu. "HAYIR JİN, GERÇEKTEN AMA GERÇEKTEN BİLMEK İSTİYORUM!" diye bana geri bağırdı.

"Sana anlatamam Namjoon," dedim sessizce.

"AH, LANET OLSUN! Seninle tanıştığımdan beri yaptığımız konuşmanın aynısı bu," diye bağırmaya devam etti, ışığın tekrardan yeşile dönmesini bekliyordu.

"Eh, o zaman buna alışsan iyi olur, çünkü sana gerçekten anlatamam," dedim inatla. "Ama döner ve beni geri götürürsen, kendi kendine çözebilirsin."

"Ve o şeyin seni tekrar ele geçirmesi riskini mi alayım?"

Işık yeşile dönünce gazı kökledi. Namjoon otoban turnikesini buldu ve hız göstergesine iğneyi gömdü.

"Namjoon... Lütfen!" diye yalvardım.

*Kapa çeneni Seokjin. Ne dersen de seni oraya geri götürmüyorum," dedi sanki kafayı yemişim gibi. "O adamı duydun mu? Sana 'küçüğüm' dedi, sanki evcil hayvanıymışsın gibi. Eğer seni tekrar ele geçirirse, sana ne yapacağını düşünüyorsun?" Acımasızca sordu. "Seni ondan koruyabilmemin tek yolu bu ve hoşuna gitmese bile yapacağım."

Telefonu çalınca Namjoon takım elbisesinin cebinden telefonunu çıkardı. Selamlama niyetine, "Evet?" diye bağırdı ve telefondan da bağırma sesleri geldiğinde kulağından uzaklaştırdı. Sonra bağırma sesi kesildiğinde Namjoon, "Jin iyi hissetmiyordu, bu yüzden onu eve götürüyorum," dedi. Bağırma biraz daha devam ederken telefonu yine kulağından uzaklaştırdı. "Peki, hoşçakal," dedi Namjoon. Konuşmayı sonlandırdı, suratsız görünüyordu.

"Linda mı?" diye yumuşakça sordum.

Çenesi kasıldı. "Evet."

"Sinirli mi?" Namjoon'un tekrardan her şeyi bırakıp yardımıma koştuğunu fark ettim.

"Sinir yakınından bile geçemez," dedi ekşi bir yüz ifadesiyle.

"Ama seni affedecek, değil mi?" dedim ama yandan bana "Sence?" bakışı fırlatınca sustum.

"Üzgünüm Namjoon," dedim gerçekten üzülmeye çabalayarak.

Namjoon derin bir nefes verdi, sakinleşmeye çalışıyordu. "Jin, lobiye girdiğim ve seni o takımın içinde gördüğüm an Linda ile her şey bitmişti. O da biliyordu. Ona söylemem gerekmedi." Bana bakmıyordu.

"Sadece bir takım bu, hepiniz delirdiniz mi?" diye sinirle sordum. Biraz aşağıya bakınca ince gömleğimin iyice üzerime yapışıp göğsümü gözler önüne serdiğini fark ettim.

Namjoon derin bir iç çekti, sanki birine karmaşık bir kavramı açıklama yolunu çözmeye çalışıyordu. "Takım değil," dedi bana bakıyorken. "Jin seni öyle gördüğümde Tanrı'ya dünyada böyle bir güzellik olduğu ve onu görecek kadar şanslı olduğum için teşekkür ettim."

"Lütfen..." Kızarırken sözlerini inkar etmeye çalışıyordum.

"Ciddiyim. İnsan böyle bir güzellik için yapmayacağı hiçbir şeyin olmadığını düşünüyor."

"Delirmişsin Namjoon ve bir daha böyle bir şey olduğunda, senden öbür tarafa kaçmanı istiyorum. Hayır, bekliyorum," diye uyardım onu şiddetle.

"Bir daha böyle bir şey olduğunda derken ne demek istiyorsun? Bu tür şeylerin etrafta daha çok olmasını mı bekliyoruz?" diye öfkeyle sordu. Ben onaylayınca Namjoon bir süre sessiz kaldı. Yolcu koltuğunda hareket etmeden oturdum, Taehyung için hissettiğim korku yüzünden bomboştum.

"Biliyor musun, her zaman güçlü olduğum için kibirli hissederdim. Yaşayan ne güçlü adam olduğumu söylemiyorum ama çoğundan daha güçlüyüm. Seninle karşılaşana dek güçsüz hissetmenin ne demek olduğunu hiç bilememiştim. O Yejoon'un çizgi romandan gelen kötü bir adam gibi hareket etmesini izledim ve sonra Taehyung'un onu futbol topu gibi fırlattığını gördüm..." Sustu, düşünüyordu. "Taehyung, Yejoon'un orada olmasına şaşırmamıştı, değil mi? Sanki işin bir parçası gibi sakindi. Tabi o ucubenin seni öpmesi dışında," dedi. Bana bakıyor, söylediklerine karşı tepkimi değerlendiriyordu.

Ona bakmadım. Parçaları birleştirmeye başlıyordu ve gerçeği öğrenmesinin ne kadar süreceğini merak ediyordum. Ve öğrendiğinde ne yapacak?

Namjoon'un telefonu tekrar çaldı. Ekrana bakıp telefonu bana verdi. "Senin için."

Telefonu sanki cankurtaran halatı gibi tuttum ve endişeyle yanıtladım. "Alo?"

"Jin," dedi Taehyung, çünkü sesimi her yerde tanırdı, aynı benim onunkini tanıyacağım gibi

"Tae..." Nefesim kesildi. Hayatta... Teşekkürler Tanrım, diye dua ederek koltukta eridim.

"Her şey iyi," dedi Taehyung sadece ve ben Yejoon öldü demek istediğini anladım.

Yavaşça nefesimi verdim, sakinleşmeye çalışıyordum. Elim titriyordu ve telefonu kulağımda tutmak zordu. "Kötü müydü?" diye sordum, çünkü Taehyung'un biraz önce beni kurtarmak için ilahi bir meleği öldürüp öldürmediğini bilmiyordum. Aynı anda Namjoon da bizi dinliyordu.

"Bir sürgündü," dedi Taehyung, ne sorduğumu anlamıştı.

"Çok çok özür dilerim Tae, ben..." Ağlıyordum ama engel olamıyordum.

Konuşurken Taehyung'un sesi yumuşak ve tatlıydı. "Ştt, her şey iyi olacak Jin. Her şey iyi olacak."

"Hayır olmayacak... Hiçbir zaman olmayacak," diye fısıldadım telefona.

"Evet, olacak. Güven bana, olacak."

"Ne zaman geri geliyorsun?" Onu görmeye ihtiyacım vardı, ona dokunmaya, iyi olduğuna kendimi inandırmaya.

"Seni görecek miyim?" diye sordum ama sorumu yanıtlamadı.

Soruma cevap vermek yerine, "Namjoon'la konuşmama izin ver," dediğinde aramızdaki hiçbir şeyin değişmediğini o zaman anladım. Hala benim koruyucumdu, daha fazlası değil.

Namjoon'a telefonu uzatırken kesin yenilgiyi hissettim. Namjoon sadece Taehyung'un ona söylediğini dinledi ve sonra bana baktı. Tek yanıtı, "Onu eve götüreceğim. Onunla ilgileneceğim," oldu...

.
.
.

Yine aşırı uzun bir bölüm oldu. Bu bölümde Jin fazla güçsüz kaldı gibi oldu ama Yejoon ve Tae birer melek, onların güçleri kimseyle karşılaştırılamaz ve Namjoon da sporcu. Yılların birikimi var. O yüzden öyle yazmam daha doğru olur diye düşündüm. Umarım sıkılmadan okumuşsunuzdur.

Bir de şey, zaten 3-5 kişi okuyor bölümleri ama sadece bir kişi oy veriyor. Oy vermek zor bir şey değil. İki saniyenizi alıyor sadece. Lütfen bir oyu çok görmeyin 😊

Bölümü kontrol etmeden atıyorum yanlışlarım varsa affola.

Diğer bölümde görüşmek üzere

TaeJin

Continue Reading

You'll Also Like

5.8K 105 3
Papatya öyle bir çiçektir ki eğer "sevmiyor" çıkarsa sapını da sayacaksın...💐
944 69 5
yalnız ve aile sıkıntıları olan seokjin bir gün dünyanın en ünlü grubunun makneasına yazmaya karar verir. seokjin mesaj yazarken sohbeti günlük olara...
13.9K 1.4K 28
Seokjin'i; ilkbahar, kitaplar, sevgi ve umut ayakta tutuyordu. Taehyung ise onun tam zıttı bir insandı. Başarı, para ve hırs onun her şeyiydi. Peki...
138K 1.9K 24
En yakın arkadaşımla kocamı bastığım andan beri alevler içindeydim. "Daha hızlı aşkım," diye inleyerek dans eden bedenlerini seyrettim kapıda. Sevgi...