KURT NEFESİ

De nanelilokum

1.8M 100K 27.7K

-Tamamlandı- "Sadece dün!" dedi ve durdu. Kelimeler şuan onun için darağacında sallanan bir ipe diziliyordu... Mais

Pralog
1- Aksoy Üsteğmen
2- Serdoz
3- Gönül Yoldaşı
4- Gül Güzeli
5- Şehit Oğlu Şehit
6- Mr. Brown
7- Bir Ay Doğar
8- Mülteci Kampı
9- Ali Er
10- Lâl
11- Hissetmek
12- Mutlu Gün Kelebeği
13- Siyaha Boyanmış Ruh
14- Öksüz Türk'lüğüm
15- Gökyüzünün Ağırladığı Ten
16- "Yüzbaşı Tuğrul Boratav. Kısaca, eceliniz."
18- 'Cesurun Bakışı, Korkağın Kılıcından Keskindir.'
19- Kanın Ekildiği Toprak
20- Sevda Yükü
21- "Gönlümün Seçtiği İlk ve Tek Güzel Kadın."
22- Kaderin Korunmuş Yazısı
Alıntı
23- "Vatanına Göz Dikeni Ez Kızım!"
24- Kaybolan Hisler
25- Kan Revan
Hissedin...
26- "Uyan Ali'm!"
Siz toprağa değil, kalplere gömüldünüz...
27- Sonsuza Kadar
28- Alev Alev 🔥
29- Birleşen Ruhlar
30- Canının İçinde Canım
31- "Polis Özel Harekât Destekte."
32- Sana Canımız Feda
33- Divane Kalp
34- "Saplandı Göğsüme 15 Kara Saplı Bıçak!"
Ve, Sonsuzluk🥀
Veda...

17- Özel Kuvvetler Prensipleri

42.6K 2.5K 609
De nanelilokum

Merhaba♥️

Bu mini bir balkon konuşmasıdır;

10 bin olmasına az kaldığı için şimdiden okuyan bütünnn herkese teşekkür eder, gözlerinizden çokça öperim ♥️

Sadece bir iki bölüme oy verenlere çok minik bir şekilde kırılmış olabilirim ama olsundu... Tüm hepsini oylarsanız, onaracağım ben🤭😂

Taze hikayeme destek olan başta Rümeysa ve Ayşe'ye sonrasında hepinize buradan kocaman kalpler♥️♥️🕊️🕊️

-Balkon konuşması bitmiştir..-

Tüm şehit çocuklarına Mevlamdan sabır niyaz ettikten sonra;

Keyifli Okumalar🇹🇷♥️

****

Elimde tuttuğum çerçevenin sineme saplandığı acının boyunu ölçmek istiyordum.

Ne kadar acıtabilirdi çerçeveye sığdırılan anılar?

Çerçevenin gizli ve kilitli kapısından içeri bir daha giremeyecek olmak mı daha acıydı yoksa o gizli kapının arkasında yaşanan anıları özlemek mi?

Gözümden düşen tek damla yaş babamın toprağında nevşünema buldu. Bir elimde babamın bedenini kendine saklayan toprak, diğer elimde ise onun kucağında tatlı tatlı durduğum bir fotoğraf.

"Bana hep 'vatanına göz dikeni ez kızım' derdin. Ne anlatmak istediğini hiç anlamazdım ki. Ne zaman seni göremez oldum ve ruhunun uçmağa vardığını anladım işte o zaman bir şeyleri idrak etmeye başladım be babam."

Yüreğimin sızısı göz yaşımdan akıyordu. Avucumun içinde sıkı sıkı tuttuğum toprağına sarılmamak için kendimi zor tutuyordum. Feryat ederek ağlamak, en güçlü yumruklarımı göğsüme vurmak istiyordum.

"Babam, canımın özü babam. Hatırlıyor musun, benden habersizken göreve gitmişsin. Anlatırdın bana, görev zamanlarında vakit buldukça gözlerin ister istemez kapanır, o güzel düşlerinde melekler beni kucağına koyarmış."

Gözlerimin netliği kaybolunca, yaşları temizlemeye çalıştım ama durmuyorlardı. Biri bitmeden diğeri firar ediyordu.

Canımın cananı adamın benden kopuşunu hiç yedirememiş, atlatamamıştım. Üzerini örter, sanki yaşıyormuş gibi hissettirirdim kendime ama ne zaman ki bu mezarın başına gelir, al bayrağın arasında ismini gönül gözüm görürdü, işte o zaman en kuvvetli fırtınalara ev sahipliği yapardı benliğim.

"İki gözüm, tek kalbim babam! Ben sana kavuşacağım günü beklerim. Şehitler kıyafetleri ile yıkanmadan gömülürlermiş zamanında bilirsin. Hep bu istek vardı içimde, hep. Ama düşünüyorum da; eşini, aşkını kaybetmiş bir kadın, evlat acısına nasıl dayanır be babam?"

Bedenimi eğerek toprağını öptüm.

Gönül tahtımın yegane sahibi babam!

Âh benim vatanına aşık babam!

Âh benim vatanına kanını döken babam!

İçim içime sığmıyordu. Avazım çıktığı kadar bağırarak istiyordum. Ama sadece sustum. Feryatlarım göz yaşıma karışarak toprağa bir bir düştü. Elimde ki çerçeveye sıkı sıkı tutundum. Bir kaç anımızdan biriydi sadece. En mutlu olduğum zamanlardı işte.

Deri ceketimin cebinde, şehitliğe girerken sessize aldığım telefonum titriyordu. Anımı göğsüme bastırarak boşta olan elim ile telefonumu cebimden çıkarıp kimin aradığına baktım.

Jaguar Komutan

Operasyonda değil miydiler? Kendimi biraz toparlamaya çalışarak akan burnumu çektim. Gözlerimden babamın mezarına su niyetine akıttığım göz yaşlarımı da kurularken, babamın küçük ve yuvarlak fotoğrafına bakarak kocaman gülümsedim. "Baba, damadın olmasını istediğim kişi arıyor. Tanısan o kadar çok seversin ki.."

Telefonun kapanmasına yakın boğazımı da temizleyerek hemen açtım. "Alo?"

"Neden açılmıyor bu telefon Gülşah?"

Sert ve taviz vermeyen sesi kulaklarıma dolduğunda buruk gülümsemem devam ediyordu. Gözlerim babamda, kulağım sevdiğim adamdaydı ve olduğum durum beni hem mutlu etmişti hem de hüzünlendirmişti.

"Babam var yanımda, bana bağırma. Onunla konuşurken duymamışım telefonunu."

Küçük kız çocuğu edası ile nazlanan sesime sallanan omuzlarımda eşlik etmişti. Dudaklarım hafif büzülmüş, gözlerim tekrar dolmuştu.

Ben çocukluğumu, çocukken bile yapmamıştım ama babamın bir başka değişik sevgisini istediğim adama bu nazı ve niyazı göstermek istiyordum tüm şeffaflığı ile.

Mesleğim bir yana ben çocuk olmak istiyordum biraz sanırım.

"Baban mı? Şehitlikte misin?"

Başımı görmeyeceğini bilsem de sallayarak minik mırıltılar ile onu onayladım.

"Güzelim, iyisin değil mi?" Az önce çıkan sert sesine tezat olarak şuanki sesi o kadar içime işlemişti ki dolan gözlerimden tekrar damlalar süzülmeye başlamıştı bile. Bilmiyordum ama onun bana sunduğu şefkat çok farklı hissettiriyordu.

"İyiyim tabiki. Babamın yanında kötü olma ihtimalim mi var?" Ağladığım için hıçkırıklar arasında konuşmuştum ama kendimi durduramıyordum. Beni anlasın istiyordum birde. Onunla konuşurken ağlamak ben de istemiyordum ama yapacak pek bir şeyim de yoktu.

"Siktir ya! Ağlıyorsun. Sesinin tonuna bak! Yanında olmak istiyorum şuan."

"Baba-kız duygulandık biraz. Şimdi siliyorum yaşlarımı. Yanımda olmanı ben de istiyorum elbette ama olmaz. İkimizin de izin zamanında babamı ziyarete getireceğim seni zaten, merak etme." dedim son kısımlara doğru hafif kıkırdayarak. Gözümde yaş, dudağımda kırık bir tebessüm. Benim de özetim buydu işte. Ne olursa olsun kırık olacaktı her tebessümüm.

Nasip olursa evlenirsem, nasip olursa anne olursam ve en güzel şekilde nasip olursa şehit düşersem. Hep tebessümümün sol yanında bir kırıklık olacaktı. O da babamı temsil edecekti işte.

"Kızını isteyeceğim ondan. Küçük bir isteme merasimi bile yapabiliriz orada."

Sanırım biz aramızda ki ilişkileri hiç konuşarak netleştirmeyecektik. Olsun mu değil de, oldu da bitti de maşşAllah diyorduk hep. İsteme ve evlilik için gereken her şey de öyle olacaktı bu gidişle.

Ben sessiz kalınca o devam etti. "Emanet aldığım can, çok önemli. Canımdan öte koyacağımı şehidime söz vermezsem olmaz Gül Güzeli'm."

İşte şimdi mutluluktan ağlayacaktım. Bunca yaşıma kadar aşk veya sevgi olaylarını gereksiz bularak ilerlemiştim ama vatan kadar seveceğim, kalbi bana ikinci vatan olacak bir adam gelmişti ve benim o düşüncelerim tamamen çöp olmuştu.

"Canından öte demek." diye çok sessiz bir şekilde mırıldandım. O da beni tekrar etti. Babamın toprağını sevmeye devam ederken aklıma gelen soruyu direkt ona yönelttim.

"Siz operasyonda değil misiniz?"

Derince bir nefes verdi. "Hayır, başka tim çıktı. Biz karargahtayız."

Ben devam etmesini bekledim sadece. Onun sessizliği bedenimi gererken kapı kapatma sesi duydum. "Senin olayında bir aksilik olursa müdahale edebilmek için."

Telefonda konuşulmaması gereken konu olduğu için hemen itiraz ederek konuyu değiştirdim.

"Biraz bekle, babamla konuşayım. Eve geçmem lazım çünkü."

"Selâmım benden önce ulaşsın." dedi sadece. Ben de sustum ve telefonu kulağımdan indirirken toprağına bugün kaçıncı olduğunu bilmediğim kez öpücük bıraktım. Küçük fotoğrafından da öptüğümde göğsümde hâlâ basılı duran anım ile şehitlikten ayrıldım.

"Yarın akşam düğün varmış. Bizim komşu olduğu için annemler baklava açıyordu." diyerek bezginliğimi belli ettim.

"Sen şimdi düğüne de gidersin?"

"Gideceğim elbet." diyerek göğüs kabarttım. Annemin çevresi benim asker olduğumu bilirdi ama çok detay kimseye vermemiştim. Sadece askerdim işte. Onlar için berenin rengi, rütbenin adı pekte mühim değildi zaten.

"O zaman sana güveniyorum."

Söylediği sözle kaşlarım çatılırken ne demek istediğini anlamadım. "Nasıl yani?"

Keyifsiz ve mutluluktan uzak bir gülüş süzüldü dudaklarından. Tıslama ile karışık bir şey de denilebilirdi buna sanırım. "Sen o düğünde sana bakan gözleri benim yerime oyarsın artık. Ha sen ha ben, değil mi güzelim?"

Ana yola çıktığım için gözlerim taksi ararken kıkırdadım. Ona hep benim de bir özel kuvvetler askeri olduğumu hatırlattığım için aynı imayı şuan dolaylı yoldan ben de yiyordum.

Mavi bir taksi önümde dururken hemen kendimi arka koltuğa atarak Üsküdar tarafına gideceğimizi söyledim.

"Elbette oyabilirim. O iş bende, merak etme." dedim ince bir şekilde gülmeye devam ederken.

"Triko, uzun ve bol elbiseler sana çok yakışıyor güzelim. Hatta direkt, o senden önce aşık olduğum kamuflajlarından giy."

Çok fazla sesli gülmemek için dişlerimi alt dudağıma geçirmiştim ama ses tonu ve söyleyiş tarzı çok komik gelmişti.

Şaşkın şaşkın çıkmasına dikkat ettiğim sesim ile sordum. "Kamujlar pantolonlarıma benden önce mi aşık oldun?"

Bir iki saniye duraksadı. "Teknik olarak, askerli olanlara evet."

Başımı salladım. Bir iki dakika daha kıyafet mevzusu konuşulurken, ne giyeceğimi ancak giydikten sonra görürsün diyerek konuşamayı sonlandırdım.

Eve vardığımda, çıktığım şekilde devam ediyordu, üç tane hanım hummalı çalışmasına. Yanaklarımı olabildiğince şişirerek onları izledim bir müddet.

"Gülşah! Kızım, geldin de niye seslenmiyorsun anneciğim?"

Suratıma tatlı bir gülümseme yerleştirip ellerimi ovuşturdum ve onların yanına tamamen yaklaştım. "Sizi izlemek çok keyifli hanımlar!"

Coşkulu girişim annemin gözlerine çiçekler ekerken hepsini tek tek öptüm. Çok görmediğim komşularım olsa da hepsini tanırdım. Evlenecek olan da Aysel teyzenin kızı Şûra idi. Benden tam beş yaş küçük olması dışında hiç bir problem yoktu.

"Gel sende yardım et, kız Gülşah."

Aysel teyzenin önerisi ile belimde ki silahımı çıkarıp masaya koydum. "Benim elim silah tutuyor anca Aysel teyze. Baklava falan anlamam yani ben. Daha hafif işleriniz varsa halledebilirim."

Normal yemek yapmasını elbette biliyordum ama oklava elime alıpta hamur açacak kadar da ev hanımı değildim yani. Aysel teyze yalancıktan söylendi.

"Sen geç bizi izle sadece benim güzeller güzeli kızım, başka bir şey istemem."

Annem baklava ile uğraşıyor olsa da sık sık bana bakıyor, yüzümü inceliyordu. Onu bu şekilde kendimden mahrum etmek ne kadar da bencillikti şimdi daha iyi anlıyordum. Avucumun içine geçirdiğim hafif tırnaklarım, etimi yoluyordu.

Bakışlarındaki sızıyı bile hissedebiliyordum. Ah annem! Eşinin acısını sindiremeden, asker evlat yetiştirmişti. Ama artık onu yalnız bırakmayacaktım. Misafirler gittikten sonra ona detaylıca anlayacaktım istediklerimi.

Eğer istediklerim olursa gönlümün kavuşacağı saadet beni şehit olana kadar götürürdü herhalde.

Küçük çekmecelerden çıkardığım mandalinaları tezgaha koyarken tekrar Aysel ablaya döndüm. "Şûra nerede, o nasıl?"

"Napsın, gelinliğinin tarlatanını beğenmemiş. Onu değiştirmeye gitti."

Mırıltılarla başımı salladım. Soyduğum ilk mandalinayı annemin ağzına uzatıp başının üzerine bir öpücük kondurdum. "Hayırla, gönlüne göre atlatır güzel günlerini inşallah." diyerek temenni de bulundum ama hemen oklar bana çevrildi tabi.

Yasemin teyze kısık ela gözleri ile beni baştan aşağı inceledi. Ama öyle böyle değil baya baya inceledi. "Senin mürüvvetini ne zaman göreceğiz asker hanım?"

Hitap karşısında keyifle sandalyeye attım kendimi. Yerimde gerilerek, Tugrul'u düşünmeye başladım üzerine. Suratımda dertsiz tasasız bir tebessüm peyda olurken bunların hiç biri annemin gözünden kaçmamıştı elbette.

"Kim bilir? Belki yarın, belki yarından da yakın." diyerek kıkırdadım. Annem oturduğu yerden dikleşerek tam yanında duran terliği bana doğru eğik acıyla fırlatırken reflekslerim gereği anında kaçtım. Terlik, tezgahı bulurken, yeni yıkanan bulaşıkları devirdi geçti.

"Bu kıza terlik de isabet ettirilmiyor! Anneliğimi yaşayamadım senin yüzünden, sıpa!"

Söyledikleri kötü niyetli olmasa da beni yerimde iki dakikalığına dondurdu. İstanbul'a dönüşüm, perdelediğim gerçekleri gün yüzüne çıkartıyordu. Harp okuluna girdim gireli, anneme evlatlık edememiş olabilirdim ama bu benim idealim ve hedefimdi. İster istemez yüzüm oldukça düşerken, Aysel teyze bunu anlamış olacak ki yarım kalan tepsileri de alıp Yasemin teyze ile kendi dairesine geçti.

Ben hiç ses etmeden kırılan mutfak eşyalarını bir bir temizledim ve ortalıkta ki dağınıklığı toparladım. Annem mutfaktan çıkmış, kanepede uzanıyordu.

İşimi hallettikten sonra minik adımlarla yanına ilerleyerek dizine yattım hemen. Sessizlik ve annemim kokusu birlikte benliğime sızıyordu. Ben ise buna o kadar alışmamıştım ki, yaşadığım an duygu seline kapılmam çok normaldi.

Ben asla böyle sulu göz ve ağlak bir insan değildim!

Birikmişti sanırım. Babamın daimi yokluğu, Ahmet Alp'in ölümü, annemden uzak kalışım ve bir çok şey...

Bugün durduramadığım yaşlar yine yüzümü yıkamaya başlamıştı.

"Kızım, beni yanlış anladın sen değil mi? Anlama benim iki gözüm. Sen bana anneliği tattıran tek ve en güzel varlıksın."

Hıçkırıklarım boğazıma bir bir dizilirken konuşmaya çalıştım. "Babamın yanından geliyorum."

Annemin ufak bir iç çekişini duydum önce. Sonra da onunda ağladığını anladığım sesini. "Öyle mi? O da seni çok özlemişti, iyi yapmışsın."

Ağlarken gülüyordum. Annemin neredeyse her gün babamın yanına giderek konuştuğunu elbette biliyordum. Onu yanıma almamamın en büyük sebebi de bu değil miydi zaten? Hayat arkadaşı ile onu ayırmak bana bile zor geliyordu, kim bilir anneme nasıl gelirdi.

Uzun süren sessizliğin ardından tek bir cümle ettim.

"Ben babamı çok özledim anne."

Hemen cevap verdi. "Ben babanı çok özledim annem."

İkimizin kalbini kızgın demir ile dağlamışlardı.

Her gün dağlanan yüreklere yenileri ekleniyordu.

Kimisi bebek oluyordu bunların, kimisi ise toprağa yakın olan bir nene. Keşke eklenmeseydi ama ekleniyordu işte.

Annem saçlarımı okşadı ve ağladı. Ben de onun dizine sıkı sıkı tutundum ağladım. Bu şekil ne kadar vakit geçirdik bilmiyordum ama benim artık gözlerim acımaya başladığı için hafiften kendimi uykunun tatlı kollarına bırakacaktım, annem bana seslenmeseydi eğer.

"Evi kiraya vereceğim meleğim. Baban ile oturduğumuz ev boşta zaten biliyorsun. Buraya döndüğümüzde orada kalırız. Çiçek senin taburuna yakın ev bakmaya başlamış bile. Üçümüz kalırız değil mi meleğim?"

Annemin umut vadeden sesi ile olduğum yerden doğruldum ve hasret ile sarıldım ona. Sanırım ben de artık ondan uzak kalmak istemiyordum. Babamı çok özlediği zaman o gelirdi, ben de izin alabildiğim zamanlar gelirdim onunla. Ama hayat kısaydı ve ölüm çok aniydi. Bugün yarın onun ya da benim pişmanlığım muhtemeldi bu şekilde ilerletirsek.

"Olur, kalırız annem. Siz yeter ki gelin."

Sırtımı sıvazladı, saçımı okşadı ve beni olabildiğince yatıştırdı. Ağlamamdan geriye kalan derin iç çekişler ile omzunda kaldım bir süre.

"Şimdi anlat bakalım, gönlünü çalan biri var senin sanki?"

Kaç yaşıma gelirsem geleyim annemin karşısında hep ufacık bir kız çocuğu olarak kalacaktım. Babam hayatta kalsaydı onun içinde aynı şey geçerli olurdu şüphesiz.

Velhasıl yanakları al al olan Gülşah şuan annemin karşısındaydı ve sevdiği adamı anlatmak için çocuksu bir heyecan yaşıyordu. Anneme onu nasıl tarif edeceğimi bile bilmiyordum.

"Komutanım..." diyerek söze başladım. Annemin gözlerinden anlık şaşırma geçse de hemen stresten oynadığım ellerime çevirdim bakışlarımı.

"Ne hayatımda gördüğüm en yakışıklı adam ne de en yüreklisi o, anne. Onda enler değil de, benler toplanmış sanki. Benim işte bu diyeceğim her şey var onda. Gerçi olmasa da kayardı gönlüm bilmiyorum..."

Annem hiçbir şey söylemeden beni dinliyordu sadece. İçimi döküyordum. Tuğrul'un bende ki yerini anlatmaya çalışıyordum, ne kadar olabilirse işte.

"İlk bakışta askerliğine, sonraki bakışlarda her ayrı noktasına düşmüş olabilirim." Diyerek kıkır kıkır güldüm. Çiçek'in çevremde ki askerleri görünce abartılı tepki vererek düştüm diye bağırması aklıma gelmişti. Deli kız.

"Yara bere yapmasın da kızım, gerisine her şekilde destek olurum ben biliyorsun"

"Ben yaralanırsam, onu da yaralarım anne."

Annem genişçe gülümsedi saçlarımda ki eller daha bir basklılı okşamaya başlamıştı. "Söylemesi kolay olur elbet ama seversen parmağına kıymık batsa senin teninde yankı bulur Gülşah'ım. Bedende yer tutan acı geçer de, kalbi sızlatan acının dermanı hâlâ bulanmamış kızım. Allah ikinizi de kalp sızısından uzak etsin."

Duasına kocaman bir amin derken söylediklerini detaylıca düşündüm. Ben mizacı çok sert olmasamda bulunduğum ortamlar gereği karakterime sertliği yerleştirmiş birisiydim. Gönül ilişkilerinde elbette tecrübesiz olacaktım ama beni üzeni yerle bir edebilecek gücü kendimde hissediyordum.

Bu gücü vakti gelince bulabilir miydim, zamanla görecektim.

"Hadi koş bakalım yatağına, sütünü ısıtayım ben de geliyorum. Sana enfes gecelikler aldım. Yatağına koyduğum beyaz olanı giy, aynısı bende de var, çok rahat."

Ortamın havasını birden cıvıldayan sesi ile değiştiren anneme minnet dolu bakışlarımı atarak yerimden doğruldum. Karıncalanan ayağım yüzünden bir iki dakika sızlandım. Odama sağ salim vardığımda toplu yatağımın üzerinde beyaz bir gecelik vardı. Hiçte benim tarzım olmayan tipler. Annemi kırmamak amaçlı giyinmeye koyuldum. Tenimin süt beyazlığı ile güzel bir görüntü oluştururken açık kahve saçlarımı omuzlarıma saldım. Yüzümde zaten makyaj yoktu ama gül suyu ile temizledikten sonra kendimi misler gibi hissediyordum.

Yumuşak yatağımın içine girdiğimde içime dolan huzur ile kısa sürede, uzun zamandır tadamadığım deliksiz uykunun kollarında serbest kalmıştım.

***

"Imm. Canım teyzem benim ya, ne güzel gitti sabah sabah çilekler."

"Yatağıma dökme!"

Yapay bir sinir ile bana dil çıkararak elinde tuttuğu küçük çilek kasesini göğsüne bastırarak içeri doğru gitti. Giderken de anneme yağ yakmaktan geri durmuyordu elbette.

Uzanarak sol tarafıma koyduğum çileklerden iri bir tanesini elime alarak ısırık attım. Suyu ve tadı dilimde dolanırken karnımın üzerine koyduğum telefonum ile göz göze geldim. Aklıma gelen hinlik ile sinsice sırıttım. Hızla yerimde doğrulurken yorganı üzerimden çekiştirdim.

Beyaz, ucu güpürlü geceliğimi biraz daha minileştirdim. Elimde çok az ısırdığım çileğim ve yanındaki çilekler ile bir fotoğraf çektim. Çektiğim fotoğrafa bakarken dudaklarımı dişleyerek tatlı tatlı gülümsedim.

Gönderilen; Jaguar Komutan

Yerimde kıpırdanarak hemen fotoğrafı sahibine yolladım. Nerede olduğunu bilmiyordum, umarım müsait bir ortamdaydı.

Telefonun sesini açtıktan sonra gözlerimi kapayarak uzandığım yerde daha da çok yayıldım. Çileğimi minik minik ısırarak bir şeyler hayal etmeye başlamıştım. Çok geçmedi ki mesaj sesi de peşi sıra geldi. Panik olduğum için yerimden sıçramıştım. Karnımda ki telefon yere sert bir şekilde çarptığında içeridekilerin duymamasını umuyordum.

Mesajlar üst üste gelmişti.

Gönderen; Jaguar Komutan

Siktir!

Sadece şu kadar görüntüye ne hale geldiğimi keşke sana canlı bir şekilde gösterebilseydim Gül Dikeni.

Şimdi de Gül Dikeni mi olmuştum? Çevrimiçi bir şekilde yazıyor görünüyordu.

"Devriyede bana çektirdiğin acının hesabını sorarım sana..."

Demek devriyeye çıkmışlardı. Rahat olmasının sebebini anlamıştım. Cevap vermeden profilinde ki fotoğrafa girerek yakınlaştırdım. Omuz çıkıntılarından, kol kaslarına kadar her bir detayı ilmek ilmek işleyen Allah'a onun adına bir teşekkür ederek, bir elimde çilek, bir elimde o, bir süre bakınmaya devam ettim.

Ekrana onun adı düştüğünde fotoğraf yolladığını gördüm.

Yatağın içine iyice gömülerek kendimi bir sağa bir sola atıyordum. Dudaklarımdan eksik olmayan tebessüm daha da ziyadeleşirken ekranda açık olan bana gönderdiğini ima ettiği çiçeği ve elini bol bol öptüm.

Kesinlikle yanına gidince aynı öpücükler, canlısını bulacaktı!

Hemen ardından gelen mesajı okurken odaya annem girmişti.

Dağ başında Gül bulamadık, Gül Güzelim. Gel ve beni sensiz bırakma.

Ben olmadığım için gül bulamadığını ima ediyordu. İki türlü de gül yoktu yani. Annem yatağımın ucuna oturmuş olsa da ben tatlı gülüşlerime devam ediyordum. O da bana eşlik ederek gülüyordu.

"Sabah sabah keyfiniz pek bir yerinde küçük hanım?"

Başımı sallayarak yerimde doğruldum. İç içe girmiş saçlarım gözlerimin önüne düşerken hemen geriye attım özensiz bir şekilde. Anneme doğru yaklaşıp onu sabah öpücüklerine boğdum. Uzun zamandır ilk defa bu denli mutlu hissediyordum kendini.

Sevdiğim adam ile telefonda flörtleşmiş, tabiri caiz ise cilveleşmiştim. Şimdi annemi dolu dolu öpüyordum.

Ben de keyiflisi şuan zor bulunurdu.

"Düğün için kuaföre gideceklermiş, sen de git istersen. Süslenir, fotoğrafını damadıma atarsın."

Çıplak bacaklarımı yataktan sarkıtarak geceliğimi iyice çekiştirdim. Gözlerim kısa bir anlığına batışırken ellerimi yumarak gözlerimi ovuşturdum. Annem benden bir cevap bekliyordu elbette ama ben kuaförde ne yapacaktım Allah aşkına? Seçtiğim elbisenin üstüne sade bir topuz yapardım geçer giderdi işte. Benim düğünüm ya da en yakınımın düğünü değildi ya sonuçta.

"Yok anne ben kendim hallederim."

Aklıma gelen şeyler ile anında yatağa sağ bacağımı geri çektim ve dizimi kırarak elim ile kendime doğru çektim. Anneme daha çok yaklaşırken konuşmaya başlamıştım bile. Detaylı bir şekilde anlatacaklarımı onun hassasiyetlerine dikkat ederek, kelimelerimi özenle seçerek anlatmıştım.

Umuyordum ki bugün sıkıntısız bir şekilde geçecekti.

***

Omuzları düşük, kumaşı kıvrımlı koyu kırmızı elbisem bedenimi güzel bir şekilde kavramıştı. Dizimin hemen altında bitiyordu. Ellerim ile düzeltme işlemi yaparken aynaya arka tarafımı dönerek yırtmacının derinliğini kontrol ettim.

Büyük adımlar atmadığım sürece bana çok da sıkıntı çıkarmayacaktı. Belimin inceliği ve kalçamın büyüklüğünün güzel uyumu beni yeterince memnun etmişti.

Saçlarımın bir kısmını örerek sade bir şekillendirme yapmıştım. Ben kendimi tamamen hazır hissettiğimde kapının önünde gürültülü bir şekilde davul-zurna sesleri kulağımı tırmalamaya başlamıştı.

Kurşunlar bu kadar rahatsız etmiyordu beni, başım iki dakikada şişmişti.

Çiçek düğüne gelmek yerine evinde eşyalarını topluyordu benimle dönebilmek için. Ani kararı ile Gülsüm teyze karaları bağlamış olsa da Çiçek çok ciddi bir şekilde resti çekmişti sanırım, çünkü dün gece bile bizde kalmıştı.

Neyse ki annemin geleceğini duyan Gülsüm teyze daha fazla söylenmekten vazgeçmiş, kendisininde sık sık geleceğini belirtmişti. E zaten başımızın üstünde yeri vardı.

"Gülşah, annem ben çıkıyorum sen de hemen kapının önündeki arabalardan birine binersin tamam mı kuzum?"

"Tamam anne sen beni düşünme."

Annemin mümkün mü acaba diye homurdanarak evden çıktığını duydum. Gülerek ben de küçük el çantamı elime aldım. Elbisenin omuz kısmında ki kumaşın kıvrımlı yerinde takılı duran küçük cihazı yokluyordum aynı zamanda. İki dakikanın sonunda tırnağımın ucuna takılınca derin bir nefes vererek küçük el çantamı sıkı sıkı tutarak evden çıktım.

Postalların gözünün yağını yerdim ben be! Ağır olabilirdi hatta ayağımda pranga varmış hissi bile verebilirdi ama asla bu topuklular gibi giyimi zor bir şey değildi. Stiletto dedikleri benim ise kirpi ayakkabı dediğim şey ile zar zor merdivenlerden inmiştim. Kapıdan çıkar çıkmaz arka arkaya dizilmiş olan minibüslerin şoförlerine detaylıca göz attım.

En önde kalkmaya hazır olan minibüse binerek ikinci sırada ki boş koltuğa oturduğumda kısa mesafede bile ayağımı acıtan kirpiye kısık gözlerle bakarak içimden onu tehdit ettim.

"Şûra'nın babası ve abisi damat beyi pek onaylamamış bacım. Ben bu kızları da anlamam ki, ananın babanın istemedigi biri ile neden evlenirsin?"

Elimde tuttuğum çantamı kucağımda döndürürken kulağımın ister istemez duydukları ile sabit kaldım. Aysel teyzelerin gönül rızası yok muydu bu işte yani?

Şûra'nın abisi, annemin okulundan konuştuğum öğretmenin yakın arkadaşıydı. İlk görüşmede çok gariptir ki, o da bizimle oturmuştu. Belki de çocuğa ısınmama sebebim onun bizimle oturmasıydı. Ayıp olmaması için tepki vermemiştim ama bakışlarımdan salak değilse bir şeyler anlamıştı.

"Ömer çok fevri bir oğlan vallahi. Şûra çok bile dayandı ona, biliyorum ben ama Hasan bey neden rıza göstermedi acaba?"

Devamını dinlemeye kafam yetmemişti. Küçük çantamın içinde ki telefonumu çıkartarak ekranı açtım. Devriyeden dönmüş olma ihtimalleri çok yüksekti. Arasam, sesini duysam nasıl olurdu acaba?

Çok güzel olurdu.

Rehbere girerek onun ismini bulduğum gibi aramıştım. Toy bir genç kızdım ben onun adının geçtiği her yerde. Yanaklarımı kızarır, tenimin her bir hücresi yerinde duramaz tepinirdi.

Sevdalanmak böyle güzel bir şey miydi?

"Üsteğmen?"

Sağ elim ile telefonu kulağımda tutarken, sol elimin tırnakları dişlerimin arasında stresten eziliyordu. Devreye rütbe girdiyse eğer hiç müsait bir ortamda değildi. Sırf bu gece her telefonumu açmak zorunda hissettiği için cevap vermiş olabilirdi.

"Aksoy?"

Cevap veremedim ki. Kısık bir ses ile adı döküldü dudaklarımdan. Resmi unvanını söyleyemecek ortamdaydım ben de sonuçta. Umarım yanında biri varsa bunu da hesaplardı.

"Bir dakika.."

59..

58..

Geri saymaya başladığım gibi sesim de kesilmişti. Arkada ki teyzeler ve onlara yeni eklenenler konuşmaya devam ediyor olabilirdi ama ben telefondan gelecek olan bir kaç samimi kırıntılı ses tonuna ihtiyaç hissediyordum.

Verdiği bir dakika dolarken ondam hâlâ ses seda yoktu. Gözlerimi yummuş bir cevap beklerken oturduğum koltuğun cam tarafıntan küçük tıkırtı ile hemen başım oraya döndü. Telefondan gelen kapanma sesi beni daha fazla gersede kulağımdan indirdim ve çantaya geri koydum.

Camın önünde siyah takım elbiseli, güneş olmamasına rağmen gözünü göremeyeceğim kadar koyulukta olan bir güneş gözlüğü ve kulağında olan telsiz kulaklık ile kendini belli etmemesi gereken adam suratı bana yan dönük duruyordu.

Kalıplı parmaklarından ikisini kulaklığına dokundurdu. Bunu benim gördüğümden emin olmuş olacak ki büyük adımlar ile başka yöne doğru adımladı.

Oturduğum üçlü koltuktan anında kalktım. Kapının girişinde tek bir tane koltuk hâlâ boştu. Oraya bıraktım kendimi. Küçük çantamın içerisinde pek belli olmayan cihazı kulağıma çaktırmadan yerleştirirken robot ses beni karşıladı.

"Not kağıdı, aldığın ve alacağın bütün emirlerin temelidir."

Ve rahatsız edici cızırtılar. Takarken kullandığım minik çıkıntıyı tutarak geri çektim kulağımdan ve çantaya geri koysam da kapağını kapatmadım. Görevi bitmişti, bırakılacak yerini bekliyordu.

Gözlerim minibüsün içini arşınlarken not kağıdının nerede olabileceğini düşünüyordum. Yerleri gözümle, koltukların köşelerini elimle yoklarken hiç bir sonuç alamadım. Krem rengi topuklu ayakkabılarımı geriye doğru attığımda sert bir kutu olduğunu tahmin ettiğim cisme çarptım.

Yerimden kıpırdamadan dururken çok yavaş hareketlerle kutuyu ayağımın dibine çekmeye başlamıştım bile.

Minibüs alacağı kişileri almış olmalıydı çünkü şoförü arabayı çalıştırmıştı.

Ben o sırada çok fazla göze batmayan hareketler ile kutuyu görmeye çalışıyordum. Küçük siyah bir kutu idi gördüğüm kadarı ile. Başımı kaldırıp içerideki teyzelerin dikkatini çekip çekmediğimi kontrol ederken şoför ile dikiz aynasından göz göze geldik.

Kimin bizden olduğunu kestirmek artık güçleşir hâle gelmişti.

Gözleri beni üç saniye kadar izledikten sonra tam başımın önünde duran perdeye odaklanmıştı. Önüne bakmıyor, lacivert perdeye bakıyordu. Benim de bakışlarım perdeye dönerken siyah halkanın içine sıkıştırılmış perdenin iç kısmında kağıt görmüştüm.

İstihbaratta bundan önce Linda kod adı ile Bahoz'un uçağında görev almıştım sadece ama şuan tam olarak gizemli ve karanlık bir gökyüzünde yıldızları tek tek dolaşarak her birisinden küçük huzmeler topluyordum. Birleştirince görevin ne olduğunu tam manasıyla anlayacaktım.

Bana verilecek olan emirden haberim dahi yoktu!

Sorun da değildi açıkçası. Beynim yapmam gerekenlere kendini odaklanmış, onun dışındakileri resetlemişti şuan.

Bulutların arasına saklanmış güneşe küskün bir bakış atmaktan çekinmedim. O olsaydı rahatlıkla not kağıdı avuçlarımın içinde yer edinecekti. Önceliğimi topuklarımın hâlâ değmekte olduğu kutuya verirken sol ayağımı koltuğun bitiş kısmına kaydırmıştım ki diğerleri baktığında ayağımdan başka bir şey görmesinlerdi.

Son hamle ile camdan tarafa iyice çekmiştim kutuyu. Üzerinde iki simge vardı. Çöp kovası ve küçük bir çip.

Çantada duran kulaklığın yeri şimdi belli olmuştu. Çip simgesinin hemen üzerinde bulunan küçük boşluğa, çantamdan çıkardığım cihazı isabetleyerek atarken ses bile çıkmamıştı. Krem rengi topuklumla biraz geri ittim kutuyu. Başımı kaldırdığım gibi şoförün bakışlarını tekrar üzerimde hissetmiştim.

Saniye farkı olmaksızın aynı şekilde yüzümden çektiği gözleri göğüs kısmıma kaydı. Düşük omzumun, kıvrımlı kumaşında oyalanıyordu hâlâ.

Evden çıkmadan önce tırnaklarım ile kontrol ettiğim takip cihazınında demek sonu gelmişti.

Tereddütsüz bir kabullenme ile tırnaklarım ile tekrar buldum cihazı. Yerinden söküp çıkarttığımda çokta geri itmediğim kutunun içinde ki yerini bulmuştu bile.

"Haydin hanımlar, daha geri dönüp üç tür yapacağım haydi haydi!"

H'sini hırıltılı bir şive ile kullanırken bakışları kısa aralıklarla beni buluyordu. Açılan otomatik kapıdan teyzeler bir bir inerken, onlara yol veriyormuş gibi gözükerek yerimden kalkmadım. Kadınların hepsi indiğinde acele bir hareketle not kağıdını elime aldım. Gözlerim siyah kağıdın üzerinde siyah simli kalem ile yazılmış rakamı ve yazıyı anlamlandırmaya çalıştı.

88 Dakika

Süresi bile verilmişti. İstihbaratın her bir köşesine hayran olduğum bir akşam yaşıyordum. Şûra, düğünün ne gibi bir emele alet olduğunu bilse nasıl hissederdi acaba?

Açıkçası ben asker olmasam ve benim düğünümde bu olaylar olsa, keyfimden dört köşe olurdum sanırım. Üzerimde ki duygu yükünü sırtımın görünmez bir kenarına koyarak belimi dikleştirdim. Düğün salonuna attığım kuvvetli adımlar, 88 dakika sonrasında nasıl olacağımı hesaplıyordu.

Tek bildiğim bir şey vardı o da hiç bir şey bilmeyişimdi. Sır da burada devreye giriyordu...

85 Dakika Sonra

Annemin zoru ile oynadığım erik dalı pistinden onu öperek ayrılmak zorunda kalmıştım. Biraz daha erik dalı için göbek atsaydım, istihbaratın kim vurdu kurşunu ile güme gidebilirdim.

Genişliği oldukça göz kamaştıran merdivenlere doğru seri ve sık adımlar atarak ilerledim. Düşme tehlikesini en minimum seviyeye indirerek merdivenleri de sorunsuz tırmandığımda koridorun sol çaprazında kendini sakladığını sanan kişiyi yan bakışlarım net olarak seçebilmişti.

Kadınlar tuvaletinin önüne geldiğimde çantamın içinde ekranının kararma süresini az önce uzattığım telefonumu elime alarak saate baktım.

Son iki dakika.

Suyu açtığım gibi elimi hafif ıslayarak çıplak boynumu serinlettim. Adrenalin biraz ter yapmış olabilirdi. Devletin, beni içine düşürdüğü gizemli gökyüzünde yalpalanarak son adımlarımı atıyordum.

Keskin kulaklarım topuk sesini işittiğinde son olarak elbisemin uzun kolununun girişinde beklettim kağıdın çıkma vakti gelmişti.

Ne demişti o robot ses?

"Not kağıdı, aldıkların ve alacakların bütün emirlerin temelidir."

Pekala, neydi bu not kağıdında ki en temel ve özel görev bakacaktım.

Kağıdı tam olarak açtığımda siyahlığın üzerinde ki gerçek kan lekesi dikkatimi çekti ilk olarak. Sonra kırmızı kalemin ince dokusunun bıraktığı yazıyı gördüm.

'8. Prensip'

Tüm işlevsel fonksiyonlarım anlık bir şekilde duraksarken kağıt avucumda büzüşerek lavabonun altında ki boşluğa gitmişti bile.

Arkamda hissettiğim çoklu nefesler ile bordo bere eğitimi sonunda bize ezberletilen prensiplerin en kutsalı kulağımda çınlamaya başlamıştı.

Özel Kuvvetler Temel Prensipleri

8-Durum ve şartlar ne olursa olsun teslim ve esarete düşmek düşünülemez, şehadet esastır.

****

Son

Alooo noluyor, ne bu tantana ya?😂

Bir daha ki bölüm, öğreneceğiz...

Bölüm günü Pazar oldu bildiğiniz arkadaşlar hayırlı uğurlu olsun.

Fikirlerinizi ve yorumlarınızı benimle paylaşırsanız çok çok çok mutlu olabilirim.

Bir daha ki bölüm görüşmek üzere.

Fındıklı Lokum adlı hikayeme de beklerim🤭

Continue lendo

Você também vai gostar

BABA VE KIZI De papatyade🌼

Mistério / Suspense

4.4K 519 18
İntikam ile büyüyen taraflar, acıdan yeşeren bir çiçek ve geçmişin izleri...Karanlık bir dünyanın insanıysan ölüme ve dehşete hazırsındır.. . . . Kar...
282K 11.6K 35
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
8.3K 1K 37
Çevresiyle iletişim kurmakta ve sosyalleşmekte sorun yaşayan Jeongin sonunda arkadaşlarının tavsiyesine uyarak bir Callboy'a mesaj atar Texting+ Ee b...
2.3K 294 48
"...Josephine haklı bir kibir içinde Napolyon'un kendisini bırakamayacağını düşünüyormuş. Seferde bile aklına ilk düşen şeyin kendisi olduğunu bildiğ...