Sillage | jikook

By isminemyg

70.7K 6.6K 6.3K

Yüreği kanayan bir çocuk tanıdım, ne zaman deşsem yarasını bende kanadım. 25\05\20 25\10\20 More

[sillage]
1|yakın ama bi o kadar da uzak bana
2|hatırlatırsan unutmam
3|ne gündüzümde sabahım
4|yara bantlarındaki adım
5|gülüşünü sevdim
6|sarılsak geçer
7|ilk kalp ağrısı, en çokta o acıttı canımı
8|benim için herkes gibi değil
9|okyanus gibi
10|kalmanı istiyorum
11|güneşi yanımda hissettim
12|adım hiç bu kadar güzel gelmedi kulağıma
13|bir yanım cehennemde yanarken, sana cenneti vermemi bekleme
14|görebildiğim tek manzara onun okyanus gözleriydi
15|tenindeki mürekkeple karala beni
16|bir gün herkes gibi değil, diğer gün hiçkimse
17|yüreği kanayan bir çocuk tanıdı(m)
18|geçmiş değildi onunkisi, aslında hiç geçmemişti
19|balık giderse okyanus kururmuş
final|eylüller, okyanus ve balık
teşekkürler🐠
part 1|özel bölüm
part 2|özel bölüm
reklam ve duyuru

20|bu hayat benim

2.1K 201 178
By isminemyg

song| miley cyrus- nothing breaks like a heart

Ait olduğum yerdeyim, kendimle yüzleşebildiğim, kendimden taviz vermediğim, gülüşlerimi, üzüntülerimi, hatalarımı, korkularımı saklamadığım yerdeyim. Kendimi bulduğum ve kendim olduğum yerdeyim. Ne çok aradım bu yeri, zorluklarla, mücadelelerle kavuştuğum yere ne kadar muhtaçmışım meğer.

Çizginin ilerisi yerimmiş, kendime sınırlar çizsemde, o çizgileri silebilmekte, o çizgilerden geçmekte benim elimde. Ben çizgileri silmeyi seçtim, bu seçimi yapmak için gereğinden fazla düşündüm, çok düşündüm. Aklımı yitirdiğimi sandım, çok fazla kırıldım. Belki de abartıydı bazıları, gözümde çok büyütmüştüm fakat canım yandı derim korkmadan, en doğrusuyla. Ona gelmek hem canımı yaktı, hem de canıma can kattı. Sınırları aşarak, içinden bir türlü çıkamadığım, hayatımın merkezine aldığım kurallardan kaçarak geldim yanına.

Korktum, üzüldüm, başta hep endişelerim vardı, umutsuzluklarım, güvensizliğim ve çaresizliğim vardı ona karşı. Hepsi hâlâ var ama gölge olur artık bize. Güneşin doğuşunu izlerken onunla, bizi gölgeler bile silemez, yok edemezdi.

Dalgalar gelir geçerdi kayalara, savurgan ve sert dalgalar vurur durur kıyıya, ama beni atamaz. Hiçbiri beni okyanusumdan uzaklaştıramaz. Ellerimi, dizlerimi kanatarak geldim, yara alarak, yürek yarasını bilerek geldim, içimdeki korkulara ve endişelere sağır, dilsiz olarak geldim.

Onunla yeşerecektim, büyüyecektim. Sessizliğim okyanusla çığlığa dönüşecekti, gözlerimdeki perde yıllar boyu kapatsada bakışlarımı, artık gözlerimde ona aitti. Okyanusun mavileri, onun güzel kahveleri, mürekkep izlerine aitti gözlerim bundan sonra. Şimdi, saat kaç bilmeden, zamanı düşünmeden, aklımda sadece biz varken, burnuma çarpan kokusunda kaybolurken, ait olduğum yerdeyken, birbirimize sığınak, yuva olurken, okyanus ve balık gibiydik artık.

Birimiz olmasa eksik kalırdık. Birbirimize deli gibi muhtaçtık. Bize bizden başka yabancı gelen yer, ancak mezar olurdu. Biz bize muhtaç, saklı, özel ve güzeldik. Biz birbirimize sahiptik.

Balığın okyanusa muhtaç olduğu gibi, okyanusun balık olmadan kuruyacağı gibi. Biz olmasak geride ne dalga kalırdı, ne de okyanus, ne de balık. Ben olmasam o, o olmasa da ben ölürdüm.

Ait olduğum yere deli gibi muhtaçım, aşk öyle bir hastalıkmış ki, en büyük derdi de doyumsuzlukmuş. Doyamamak, azla yetinememekmiş. Sevdiğin yanı başındayken bile gitmesinden korkmakmış, özleyip durmakmış, sevmelere, dokunuşlara, sözlere, gözlere, o kahve gözlere doyamamakmış.

Öğreniyorum. Sadece bilerek değil, dışarıdan izleyen bir izleyici gibi değil, yaşıyorum. Gerçekten yaşıyorum, en iyisinden. En delisinden, en derine işleyen ve bana her geçen gün yaşama hissi veren o duyguyu bende yaşıyorum.

Aşık oluyorum. Uzun zamandır sorguladığım tüm sorular düştü şimdi aklıma, hepsine verdiğim cevaplar aynı. Aşığım, çok aşığım. Uğruna yakıp, kül edecek kadar. Vazgeçecek, kırılıp dökülecek kadar aşığım, acılar çekmeye rağzı olacak kadar aşığım. Onunla yaşayıp, onunla ölecek kadar aşığım.

Zamanı, kendimi, nereden geldiğimi, ne istediğimi, geleceğimi, geçmişimi, hayallerimi unutacak kadar aşığım. Onunla oturup, sahilde sabahlayacak kadar aşığım.

Bu aşkın bitmesinden korktuğum kadar bizi tüketmesinden de korkuyordum. Korkular hep vardı. Duygularımın ardına, arkasına yuva yapmıştı. Korkularımı gizleyemiyordum. Dışa vurarak yaşıyordum, duygularımı çabuk ele veriyordum.

Rüzgar sertçe estiğinde, bir kez daha titredi bedenim. Gözlerim kapalı, kulağımın altında atan kalbin sesleri fazla uysal, yavaş ve huzur verici. Onun kollarının arası tıpkı bir cennet gibi. Dalgaların sesi çok yakından geliyor, eylül ayının soğukluğunu o zaman daha diri hissediyoruz. Sırtım tutulmuş, ilk olarak nerede olduğumu, olduğumuzu anlamadım. Gözlerimi yeni günün doğumuna açıncaya denk hiçbir şeyi sorgulamadım.

Ellerini hissettim ellerimin üstünde, tekrar rüzgar esti. Dalgaların kokusu ile dudaklarıma tebessüm yayıldı. İlk önce gözlerimi açtım, gördüğüm tek şey denizin maviliği, onun dövmeli elleri oldu. Jimin'in okyanus kokusu okyanusa karıştı. Ciğerlerim sanki bayram etti, uzun zamandır uyku nedir bilmeyen bedenim hem yorgun, hem de huzurluydu.

Gözlerimi kırpıştırdım ve boğazımdaki kuruluğu yumuşatmak adına yavaşça yutkundum. Yerimden doğrulmaya çalıştım, Jimin'i uyandırmamaya çalışarak. Kaç saattir bu sahildeydik hiçbir fikrim yoktu. Sırtımda hafif bir sancı vardı, başımı Jimin'in göğsüne yasladığım için ensemde de uyuşma vardı.

Pek rahat bir pozisyonda uyumamıştık lakin hayatımda çektiğim en güzel uykuydu. Gülümsedim sebebsizce. Başımı göğsünden kaldırıp, onun yüzüne çevirdim. Kapalı gözlerini, rüzgarda savrulan saçlarını izledim. Onu uyurken izlemek, karşımdaki deniz manzarasını izlemekten daha çok huzur veriyordu bana.

Saniyelerce izledim onu, uyanmasını bekledim. Saatleri hesaplamadım. Turuncu gökyüzü tepemizde bize yeni bir günü getirirken ben göğsümde coşan denizlerle, tam yanımda uyuyan okyanusu izledim.

Yavaşça gözlerini açtı. Kahveleri gözlerimle buluştuğu an ağlamak istesemde kendimi tuttum ve onun yerine tebessüm ettim. İlk sessiz kaldı, burada olduğumun gerçekliğini sorgularcasına izledi beni. Sonra onun da dudaklarında gülümseme yeşerdi.

"Günaydın." dedim, gülümseyerek. Bir elimi dağılan ve rüzgarda savrulup duran siyah saçlarına götürdüm. Bana bakarken gözleri parlıyordu, bana olan bakışları çok derin ve anlamlıydı. Gözlerinde ayrı bi dünya vardı, sevdiğim adamın gözleri yaşamak için gerçek bir amaçtı.

Bu gözlere bakmak için her şeye katlanabilirdim.

"Günaydın." Boğuk ve uykulu sesine takılıp duran ruhumun ince uçurtmalarının ipini daha sıkı tutmaya çalıştım. O karşımda bu kadar güzel ve eşsizken kendimi, aklımı sakin tutmaya zorladım.

Ruhumda fırtınalar kopuyordu. Okyanus olan o, balık olan bendim ama ruhumda hiç durmayan bir fırtına vardı.

"İyi uyudun mu?" diye sordu yerinden doğrulup, elini çeneme götürdü ve yüzünü yüzüme yaklaştırıp, yorgun gözlerimin içine baktı. "Keşke burada sabahlamasaydık. Ben alışkınım ama sen fazla yenisin bu konuda. Baksana her yerin kasılmış." Elini enseme atıp, yumuşak hareketlerle masaj yapmaya başladığında önemi yok dercesine omuz silktim ve kocaman gülümsedim.

"Çok iyi uyudum. Evet ilk kez sabahlıyor olabilirim ama sevdim, bir kez daha denemek isterim. Hem ben gayet rahat uyudum, asıl sen kendini düşün. Başında yastık bile yoktu."

İnadına elini tekrar enseme koydu ve kaldığı yerden masaj yapmaya devam etti. Uykulu gözlerini kısıp kaşlarını çatarak,"Seni düşünmekten kendime yer kalmıyor ki. Zihnimi sanki sen yönetiyorsun." diye hayıflandı, isyancı bir tavırla. Söyledikleri hem güldürüp, hem de utandırırken biraz bedenine doğru yaklaştım ve bende onun gibi elimi ensesine götürüp okşamaya başladım.

"Bunu aklımdan çıkmayan Park Jimin söylüyor evet. Bence zihin ele geçirmekte senden ustası yok." dedim, dudaklarımdaki gülümsemeyi silip. Ellerimle ensesine masaj yapmaya başladığımda saniyelikte olsa gözlerini kapattı. Ne zaman ensesindeki o dövmeye dokunsam, parmak uçlarım değse, gözlerini kapatıyor ve en derinden dokunuşlarımı hissediyordu.

Onun gözlerini kapatıp açmasıyla karnımda ufak bi sancı yer etti, rüzgar gibi geçen ürperme ve kalbimin hızlı atışları aklımı dağıttı. Ne diyeceğimi unuttum.

"Ustası olduğum çokta şey var, istersen üzerinde uygulayabilirim?" Sırnaşarak, elini yanağıma götürdü ve ben daha ne oldu ne bitti anlamadan elini belime atıp aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi. Üzerimizdeki battaniye belimin altına düşerken elini tişörtümün içine usulça soktu. Bel kemiğimi kalbimi eritecek vaziyette okşamaya başladı. Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdığında yine dokunuşlarına mağlup olup gözlerimi kapattım.

Alt dudağını alt dudağıma, sonra da üst dudağıma sürttü. Elleri daha da yukarıya doğru ilerleyip kaburgalarımda izler bırakırken dudaklarıma dudaklarıyla dokunuşlar bıraktı. Öpmesini deli gibi istiyorken dudaklarımı araladım ve içimdeki istek, sabırsızlığıma rağmen beni öpmesini bekledim.

"Sikeyim, bir de soruyorum. Tabi ki istersin..." kısık sesle küfür etmesi kalbimin atışlarını ve bedenimdeki taze isteği ve şehveti ikiye katlarken nerede ve saatin kaç olduğunu hesaba katmadan yerimden doğrularak kucağına yerleştim. Bunu yaparken dudaklarımız birbirine çarpıyor, hızlanan nefeslerimizde yaşamı ve heyecanı hissediyorduk.

"Öp beni sevgilim..." Dudaklarımı dudaklarına sürterek, içindeki dolu dizgin sevgiyle kelimeleri fısıldadığımda gözlerindeki ışıltının yansıması çarptı göz kapaklarıma. Elleri çıplak karnımda dolanırken, dudaklarını dudaklarımın üstünde ufak ufak sürterken,"Ne dedin sen?" diye sordu, hızlı nefesler alırken.

"Sevgilim dedim." Ellerim omzunu bulup yüzümü yüzünden uzaklaştırdım tepkisini görmek için. Belki de hoşuna gitmemiş, fazla klişe bulmuştu. Bakışlarım tedirgin bir ifadeyle onun tepkisini beklerken, Jimin kısa bir an sessiz kaldı. Gözlerini keskin ve derin bi ifade kapladı. Elleri belimi sıkıca sardı ve bedenimi yine kendine doğru sertçe yaklaştırdı.

Bunu yapmasıyla kasıkları bacak arama yerleşti ve nefesim kesildi. Aldığım nefeste boğulmak üzereyken sertçe yutkundum. Onun gözleri ruhundaki tüm duyguları yansıtacak kadar canlı ve derin bakıyorken kesinlikle kendim kaşınmıştım.

"Tekrar söylesene o kelimeyi." dedi hayran olmuşcasına. Gözlerindeki kahve koyulaşıp, güneşin ışığı saçlarına vururken onun bu hevesli ve masum haline tebessüm ettim. Omzundaki ellerimi yukarıya kaldırıp ensesinde buluşturduktan sonra dövmesini okşamaya başladım.

"Sevgilim, sevgilim, sevgilim, sevgi-" Ruhuma çiçekler bırakan kelimeleri teker teker fısıldıyor ve ruhunu ruhuma ebediyen sarıp, sarmalıyorken dayanamayıp dudaklarımın üstünü dudaklarıyla örttü aşkla. Bu zamana kadar aşkı ve sevgiyi bana dolu dolu hissettiren tek öpücük gibiydi. Başta korkuttu ve şaşırttı. Sonra bir zehir gibi tüm vücudumu sardı. Sevgiyle ve aşkla büyüyen her dokunuşuna aynı duygularla karşılık verdim.

Hızlı bir solukla dudaklarımızı birleştirdi ve zevkle emip öptü. Titreyerek dudaklarımın tadını aldı, aldım. Dolgun alt dudağı üst dudağıma yasladım, ellerim sıkıca tutunsuğunda ensesine, onunda elleri belime sıkıca dolandı. Beni karnına doğru ittirip açlıkla üst ve alt dudağımı emdi. Dilini damağımda hissettiğimde sızlanmaya benzer sesle dudaklarını dudaklarımla ezmeye devam ettim.

Bacak aramda baskısını hissettirmeye başlayan erkekliğine kendimi sürttüm, ilk kısık ve tahrik edici inlemeyi ondan duydum. Kalçamın arasındaki sertliği aklımı bulandırıp, karnımın kasılmasını sağlarken durmadım. Duramadım.

Dudaklarımız ıslak sesle ayrıldığında inleyerek kalçamı erkekliğine sürtmeye devam ettim.

"Jeongguk...sikeyim seni, açık alanda bana kendini mi becerteceksin?" Jimin keskin sesiyle beni daha da heyecanlandırken inlememek için dudaklarımı ısırdım. Dudakları boynuma ulaşıp, ezbere bildiği yerleri ıslatıp, izler bırakırken belki de fazlasıyla delirmiştim.

Çünkü zihnimde çalan seslerin her biri aynı şeyi fısıldıyordu. Arzum hem bedeninimi hem de ruhumu yönetiyordu. Soğuk elleri kalçamı yanlarından sıkıca kavradı. Ona sürtünmemi engelledi lakin şişkinliğinin üzerinde böyle harekeysizce oturmak beni daha çok zorluyordu.

"Beni çok özlediğini biliyorum." diye fısıladı dağılmış bir sesle. Dudaklarını boynumdan çekip tekrar dudaklarıma yasladı. Hissettiğim dokunuşlar yüzünden kendimden geçmiş ve arzu ile yanmışken kapalı gözlerimi bir süre açamadım.

"Henüz yeni tadını aldığın doluluk hissini arzuladığını biliyorum. İçine girmemi istiyorsun, tenine bıraktığım her darbede adımla inlemek istiyorsun. Biliyorum bebeğim, bende istiyorum." Ağzı asla susmuyordu, Jimin sandığımdan daha tehlikeli biriydi. Beni dokunuşları olmadan sadece sözleriyle etkileyebileceğinin farkındaydı ve bunu kullanmaktan da çekinmiyordu.

"Ama şimdi olmaz. Eve gitmemiz gerek. eğer şimdi burada o işi yaparsak emin ol yürüyemeyecek hale getiririm seni. Ve hatırlatırım küçük balık, buraya yürüyerek geldik." dedi beni kucağından yavaşca ittirirken en az benim kadar erekte olmuşken nasıl olurda bu kadar dirayetli olurdu aklım almıyordu. Sözleri üzerimdeki arzuyu daha da büyürüp, heyecanı bedenime yavaş yavaş yayarken gözlerimi zorlukla acabildim.

Utanmaz bakışları yüzümün her ayrıtısında gezinirken utançla gözlerimi kaçırdım ve kucağından tamamen indim. Bizi ateşe sürükleyen temaslara o itiyordu ve ben hep kül olup savruluyordum. Yerime tekrar kuruldum.

"H-haklısın. Kendime hakim olmalıyım, ama sende bir daha öyle öpme. Alışık değilim." dedim, yüzümü asarak. İçinde bulunduğum duruma ve rezilliğime lanetler ederken, bakışlarımı ilgisizce savrulup duran dalgalara çevirdim.

"Ben sadece öptüm güzelim, sen atladın kucağıma. Tabi rahat, hoşuna gidiyor seninde. Çok iyi anlıyorum." Dalga geçerek elini omzuma attığında sinirle soludum, kaşlarımı çatarak omzumdaki elini ittirdim.

Muzipçe sırıtmaya devam etti.

"Pislik, asıl senin hoşuna gidiyor. Ben kucağına oturur oturmaz hemen uçağını kalkış moduna alıyorsun."

Sustu, gülümsemesi adeta yüzünde dondu. söyledikerimi düşündüğümde sanki tükürüğümde boğuldum.

"Ne yapıyorum ne yapıyorum?" diye sordu anlamazlığa yatarak. Dudakları iki yana doğru kıvrıldı ve utançtan kızaran yüzümü inceledi.

"Uçak mı? Aklında neler dönüyor senin?" Eğlenen bir tavırla elini sakağıma götürdü. Tanrım aptaldım. Jimin'in yanında kendimi o kadar rezil duruma sokmuştum ki, bir yerden sonra saymayı bırakmıştım.

"Hiç bir şey döndüğü yok. Hadi gidelim artık." dedim, rezilliğimi örtpas etmek için. Utançtan yanaklarım yer değiştirirken yerimden hızla ayaklandım Jimin seslice gülmeye başlarken. Benimle hep uğraşıyordu.

"Hey! Sıyışma hemen, ev bekleyebilir bizi. Sen yeterki aklında dolanan her şeyi bana anlat. Seni sonsuza kadar dinlemeye hazırım."dedi, ben çoktan yerimden ayaklanmışken o beni ikna etmeye çalışırcasına gülümseyerek, elimi bileğimden kavradı. Gözlerinin içi çocuksu bir heyecan ve yaramazlıkla parıldıyordu. Yine de gardımı indirmedim, indiremedim. Şayet az önce söyledikledimi duyduğuna emindim. Sadece benim bu şapşal halim onu mutlu ediyordu.

"Oltana düşeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun Jimin, hadi kalk. Saat kaç kim bilir, kim bilir kaç saattir buradayız. Bizi merak-" duraksadım, onun güzel ellerini ellerimden kurtarmaya çalışırken vazgeçtim. Aklıma yeni gelen bazı sorumluklarım ani bir şok ve telaş dalgasını ruhuma dolandırdı.

"Annem! Jimin anneme haber vermedim. Eve çoktan varmıştır! Kim bilir nasıl merakından deliye dönmüştür! Tanrım ne yaptım ben!" Telaşla elimi alnıma yasladım. En son Jimin'i görmeye gideceğim -yani dünden önce- zaman evde tek başımaydım ve annemde teyzemdeydi. Onu o günden beri ne görmüş ne de aramıştım.

Kesin bir ihtimaldir ki, hem telefonumu evde unutmuş, hem de anneme en ufak bir haber dahi vermemiş, sorumsuzca davranmıştım. Ben ne yapacağını bilemez halde telaş içinde dururken Jimin hemen yerinden ayaklandı ve tam karşıma geçti.

"Jeongguk...telaşlanmana gerek yok. hemen eve geri döneriz. Annen senin için endişelenmiş olabilir, belki de eve daha dönmemiştir? Şimdi lütfen dut yutmuş bülbül gibi bakma suratıma da, eve gidelim. Deli gibi açım sanki." Sakinleştirici ses tonuyla üzerimdeki telaşı silip süpürüyordu sanki. Gergin hissiyatla dolup taşarken bir an önce eve gitmek için başımı hızla olumlu anlamda salladım.

Eve ne kadar erken varsak o kadar iyiydi.

"Tamam, haklısın." dedim, derin bir nefes alıp. Jimin tebessüm edip yanağıma küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi. Bir elimi tutup, şezlongtaki eşyalarımızı aldı.

Beraber geldiğimiz sahilden, beraber ayrıldık ve ikimizin de hayatının merkezi olan apartmana doğru ilerledik.

...

Hayatımda kendi başıma aldığım kararlar fazla yoktu. Kendi başıma yaşadığım bir hayat yoktu, zaten yaşamak benim için bu zamana değin iyi bir eğitim almak ve ailemi mutlu etmekten öteye gitmiyordu. Benim hayatım sıradanlıklar, kurallar ve sorumluklar üzerine kuruluydu.

Ellerim ve gözlerim, kalbim, bedenim, ruhum hayatımda yer edinen sınırın içerisinde yaşayıp dururdu. Kilidi kayıp bir şehrirdi kişiliğim, bana ait olan ve yabancılaştıran her şey vardı. Başka renklere, şehirlere ve seslere ihtiyacım yoktu. Ben hayatımı öyle hapsetmiştim ki sınırlara ve sabit tuttuğum ekollerime, şuan yaşadığım, yaşattığım her şey etrafımdakileri endişelendiriyor, beni korkutuyordu.

Eve gelişimiz fazla uzun sürmemişti. Jimin yol boyu üzerimdeki huzursuzluğu gidermek için benimle konuşmaya çalışa da geçmiyordu. Aklım annemde, ona vereceğim hesaptaydı. Huzursuzdum. Ne söylemeliydim ona? İlk kez bu kadar sorumsuz davranışken, pişman olmadığımı, içten içe bu durumdan hoşnut olduğumu nasıl anlatabilirdim?

Hadi anlattım diyelim. Ben değişmek istiyorum, ben o sizin düşünceleriniz ve baskılarınızla kurulan şehirde yaşamak istemiyorum, ben eski ve sıradan çocuk olmak istemiyorum. Ben hayatı pencere ardından izlemek istemiyorum. Ben okyanusa kapılmak, hayatı yaşamak ve en önemlisi hatalar yapmak istiyorum. Ben anne, ben baba, beni sıradanlaştırmaya çalışan herkes ve özellikle de eski ben'e söylemek istiyordum.

Ben kendimi, olmak istediğim kişiyi yaşamak istiyorum.

Ellerim yavaş yavaş terlemeye başlarken sıkıntıyla ofladım. Sonunda apartmana geldiğimizde Jimin sakin olmam için terli ellerimi tutmaya çalıştı.

İrkilerek ondan uzaklaştım ve terli ellerim beni yeterince iğreltip, karnımın kasılmasını sağlarken hızlı adımlarla apartman kapısından içeriye girdim. Jimin şaşkın bakışlarıyla ardımda kaldığında bilmem kaçıncı kez kurduğu cümleyi bu seferde arkamdan yüksek sesle söylendi.

"Jeongguk sakin ol! Henüz kıyamet kopmadı! Tanrım kime diyorum ben?! Bekle bari!"

Onu sanki duymuyordum. Asansöre bindiğimde koşarak bana yetişti ve sert bir bakış atıp asansöre son anda bindi.

Yanıma geçip sırtını duvara yasladı. Benim telaşım onu da yormuş, canını sıkmıştı. Yine de sabır ve öfke dizginleme konusunda berbat olan Park Jimin, benim fazla pimpirikli hallerime alışmış gibi, oldukça sakindi.

Benim aksime.

"Yarın görüşürüz. Sana mesaj atarım." Yüzüne bile bakmadan, asansör durduğunda ve dairemizin olduğu katta geldiğinde alelacele evimin kapısına doğru ilerlemiştim. İç çekerek beni takip etti yavaş adımlarla. Aklında dolaşan düşünceleri tahmin edebiliyordum. Ona göre dünyanın en normal gelen şeyleri, benim elimi ayağıma dolaştırıyordu.

Kim bilir kaç kez ailesinden azar işitmiş, tartışmalara girip baş kaldırmıştı. O benim aksime alışıktı. Çünkü o kendisi olmayı seçmiş, kimsenin baskısına, gölgesine ve çizgilerine sığınmamıştı. Park Jimin ne kadar hata yaparsa yapsın, acılar çekerse çeksin, işin sonunda yalnız da olsa o kendi seçimlerinin bedellerine sahipti.

Benim ise bu güne denk seçme şansım olmamıştı. Ya da ben öyle sandım. Kendimi gerçekten yaşadığıma inandırdım.

cevap vermedi son söylediklerime. Kendi dairesinde durdu. Kapının kilidini çevirdi, ben ise hala evimin kapısını çalmamıştım.

"Jimin." dedim, pes edercesine. Ne kadar endişeli ve korkak olsam da, ona bunu belli etmem yanlıştı. Eğer belli ediyorsamda paylaşmalıydık, o benim artık sevgilimdi ve bu sadece sözde olarak kalmalıydı. Onun bana olan desteğini yok sayamazdım.

Arkasına dönmedi. Hatta beni duymadı adını seslendiğimde, iç çekerek kapımın koluna giden elimi indirdim. Ah benim hep pes edişlerimin, zaaflarımın sebebi, ne olduysa da sana olan hislerimden oldu. Ben yerle bir oldum, sen kanayıp durdun ama eskimedi bu hisler, ne taşlar yıkabildi, ne de sızlayan yaraların kanları sıçradı.

Vazgeçmek kolaydı, bitirmek, kaybetmek en kolayıydı hatta. Ama konu aşksa, kolay görünen her şey daha da zor ve çıkmazdı.

Yanına gittim, evimin içine girmektense. Dün onunla hayal gibi anılar yaşamışken, günü bu kadar duygusuz bitiremezdik. Evinin içine gireceği zaman ellerinden tuttum ve bakışlarını yüzüme çevirdim.

"Aptalın tekiyim, inan şuan ne hissedeceğimi bilmiyorum. Ama bildiğim tek bir şey var; pişman değilim. Jimin aksine onca düzensizliklere rağmen o kadar mutluyum ki, şimdi gidip belki de annemden ilk azarımı işiteceğimin farkında olsam bile, yine de senin yanında olurdum." Yüzündeki ifadesiz bakışlar yumuşadı, tebessüm edecekti ama kendini durdurdu. Beni anlamasını istiyordum.

"Sadece..." dedim, tükenmiş bir sesle. Yanına iyice sokulup, başımı omzuna yasladım. Okyanus kokusunu içime çektim, gözlerimi kapatıp."Senin hayatında sıradan olan şeyler bana, hayatımdaki insanlara ters, yanlış, ben çevremdeki insanlar gibi yetiştirilmedim. Bu yüzden korkuyorum, değişmek istiyorum ama benim yüzümden başkaları üzülsün istemiyorum."

Elini saçlarıma götürdü ve daha sıcak, samimi şekilde sardı kollarını belime, yumuşak nefeslerini saçlarımın arasına çarparken, dudaklarını oraya bastırıp geri çekti. Karnımdaki kasılma ve aklımdaki çelişkilerden az da olsa kurtulduğumu sandım.

"Korkma." dedi, güç vererek. "Bu senin hayatın Jeongguk, hayatını istediğin gibi yaşarken asla korkma. Olmak istemediğin biri olmaktansa, kendin ol. En azından hatasıyla da, doğrusuyla da bu hayat benim dersin. Bu hayat benim ve eğer hatalar yapıyor, kendim olmak istiyorsam bu benim seçimim. Korkma, yüzleş, artık susma, ben sustukça kanadım. Kendine susmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. O yüzden susma sevgilim, korkma." Bir arkadaş, bir anne veya baba gibi tavsiyesini, desteğini bana en derinden hissettirirken söylediklerinde o kadar haklıydı ki, göğsümdeki görünmez taşlar bile parçalandı söylediklerine. İçimde kuşkular ve endişeler olsa da, toz olup uçtu sanki.

Fakat hâlâ korkuyordum. Yine de cesaretli olmak zorundaydım. Artık ne olmak istediğimi, nasıl yaşamak istediğimi aileme, çevreme duyurmalıydım.

Başımı omzundan kaldırdım ve gözlerinin içine bakarken huzurla gülümsedim.

"Seni seviyorum." Gözlerine bakarak söylediğimde kalbim hızla çarptı, o gözleri kısılıncaya denk gülümserken. Bir cümlenin öyle etkisi vardı ki, yaşama umudu olmaya bir el, kulakları duymaya ses ve yüreği korku ile dolu olana da cesaret verirdi.

"Seni seviyorum." diye karşılık verdi. Gözlerimin içine bakarak. Hayat suyu içmiş gibiydim artık, dakikalar boyu çektiğim nefeslerin en huzurlusu ciğerlerime dolup taşmıştı. Dudaklarını dudaklarıma yasladığında ise sahip olduğu okyanusun tadını almıştım.

Dudaklarımı aralayıp, masum olduğu kadar sıcak öpücüğüne karşılık verdim. Öptüğü, dudaklarıma bıraktığı her temasta daha da canlanıyor, kendimi buluyordum. Kendime gelmem ise evimin kapısın açılması ve annemin kapının ardından çıkıp bana hayretler içinde bakmasıyla sonuçlanmıştı.

"Jeongguk..." Adımı annemin ağzından duyduğum an bedenim donup kaldı. Yüzüme sert bir tokat yemişcesine kendime geldiğimde, telaşla ve birazda şokla Jimin'i hemen bedenimden uzağa ittirdim.

"A-anne..." Sertçe yutkunduğumda, Jimin'de bizi şaşkın gözlerle izleyen anneme baktı. Sessiz bir küfür homurdandı ve elini belimden yavaşça çekti.

Arada bir süre sessizlik oldu. Annem gördüklerini hazmedemezcesine elini ağzına götürdü gülmemek için. Bana olan bakışlarında hayal kırıklığı ve öfke vardı. Ve bu, fazla soğuk hissettiriyordu.

"Anne izin ver önce açıklayayım. Göründüğü gibi deği-" Sözümü keserek gülümsemesini dudaklarından sildi. Öfkeliydi, elleri sinirden titrerken sert bakışlarını üzerimden çekip, Jimin'e baktı.

"Jeongguk eve gir." dedi, buz gibi sesle. Bakışları Jimin'in üzerindeyken. O da en az benim kadar ne yapacağını bilemez halde çaresizdi. Ses çıkarmadan dediğini yaptım. Bizi çok yanlış bir pozisyonda yakalamıştı ve zaten gün boyu onu habersiz bırakmış olmama sinirliyken, öfkesi birken bin olmuştu.

İçeriye girmeden önce Jimin'e baktım. Gözleri annemin üzerindeydi. Konuşmak istese bile, belki de ağzını açarsa kıyamet kopardı ama o sırf benim için anneme karşı susmayı seçmişti.

Çünkü konuşması gereken kişi bendim.

İçeriye girdiğimde annem de hızla yanıma gelip, kolumu kavrayıp içeriye girerek ardımızdan sertçe kapıyı çarptı. Gözlerimi sıkıca yumdum ve annemin bedenimi salona kadar çekiştirmesine engel olmadım.

Beni içerideki koltuğa doğru itti ve çoktan öfkeden yaşla dolan gözlerimi gözlerime dikti. Yüreğim sıkışıp, boğazıma taş otururken suçlular gibi çaresizce başımı öne eğdim ilk.

"Sana inanmıyorum!"

İlk bağırış geldi, beklediğim bir cümleydi. Sustum, başımı yerden kaldırmadım.

"İki gün boyunca meraktan deliye döndüm ben senin yüzünden! Kaç kere aradım seni, hiçbirine geri dönmedin! Neden!? Çünkü benim oğlum telefonunu evde unutmuş! Onu geçtim evde bile değilmiş! Serserinin biriyle gününü gün ediyormuş! Nasıl bu kadar sorumsuz ve bencil olabilirsin!? Ben seni böyle yetiştirmedim!" Susmayacaktı, susmayacaktık. Bugün bu evde ikimizde ne kadar çok sustuysak o kadar çok sesimizi yükseltecektik.

"Anne özür-" Derin bir nefes alarak,"Sus." diyerek böldü lafımı.

"Artık görmezden gelemem. Günlerdir, hatta haftalardır elimden kayıp gittin, sırf kapıdaki serseri için ne kadar gözyaşı döktüğünü ben bilirim! Sustum, sormadım sana neden diye ama artık yeter! Sen bu kadar düşüncesiz ve sorumsuz davrandıkça bende sabır kalmadı. Ben anneyim Jeongguk, senin annenim, senin hataların benim hatam. Senin acın da benim acım. Ama herşeyden önce ben bir insanım, bu zamana kadar hep sana adadım hayatımı. Yoruldum anlıyor musun? Seni tek başıma büyütmekten yoruldum! Sessiz kalmaktan, hiçe sayılmaktan bıktım. Baban bitti şimdi de sen umursamıyorsun beni." Akan göz yaşlarını kabaca sildi ve tam karşımda durdu.

Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda, yorulmuşluk, vazgeçilmişlik hissini gördüm sanki. Karşımdaki kadın yıllardır imerenerek baktığım, güçlü ve yıkılmaz kadın annem değildi. Bambaşka biriydi, güçsüz ve yorgundu. Sebebinin ben olduğumu bilmek kalbimi acıttı.

Buna rağmen susmayacaktım artık.

Yerimden ayaklandım. Bedenin titriyordu.

"O zaman izin ver anne. Kendi başıma büyümeme izin ver, verin! Hep sizin istediğiniz gibi yaşadım, tabi buna yaşamak denirse! Hep sizin saygınızı kazanmak istedim, kendimden önce sizi mutlu etmek istedim. Hep kendimi yok saydım, hep senin uslu, sessiz oğlun oldum. Bıktım anne, bende en az senin kadar yorgunum. Hayatımı bu eve ve eğitime sığdıramam artık. Çünkü ben özgürüm, sınırlardan ve kurallardan arındım. Ben kendim olmayı seçtim, hata yapmayı, sorumsuzca davranmayı, bencil olmayı, ilk kez düşünmeden hareket etmeyi tercih ettim. Anne ben bu hayatı kitaplara ve sıradanlıklara adamışken, sevgiyi seçtim. Seçimlerimden de pişman değilim. Tamam dün için sana haber vermem gerekirdi ama baksana bu basit olay bile bizi ne hale çevirdi? Biz eksik yaşadıkça hayatı, sen beni kuş kafesine kapattıkça alınan her darbe bizi yerle bir edecek. İzin ver genç gibi yaşayayım, anne izin ver kendim olayım. Bize izin ver."

Ağlıyordum, göz yaşlarım yanaklarımdan durmaksızın aksa da, yüreğimdeki ağırlıklar şimdi hafiflemişti. Kendimi asıl şimdi bulmuş, keşfetmiş gibiydim. Konuşmak, anlatmak ve en önemlisi sisteme karşı gelmek korkutucu olsa da, bana, dağılıp gidecek olan ruhuma cesaret vermişti.

O an anladım değiştiğimi ve değişmenin göründüğü kadar kötü ve yanlış olmadığını. Bu yüzden değişmeyi seçmiştim çünkü, kendim olmam için değişmek önümde bir basamaktı.

Şimdi o basamaklardan koşarak geçtiğimi hissediyordum. Sustu annem, sertçe yutkundu ve göz yaşlarını son kez sildi. Ona karşı gelmediğimi anlamsı lazımdı, ona değildi baş kaldırışım, bizi sığdırmış olduğu sınırlara ve sistemeydi.

"Odana git, gözüm görmesin seni."

Bu kadardı. Onca söylediklerim arasından cevap olarak bunu seçmişti. Ondan o kadar fazla cümle bekliyordum ki, sadece bunu söylemiş olması içimdeki umudu yavaş yavaş tüketti. Boğazımdaki acıyı yutkunarak hazmettim. Gülümsedim, ikimizin de ağlamaktan gözleri kızarmışken.

Ben onu anlamış, o beni bir an olsun anlamamışken. Pes ettim. Beni görmek bile istememesi yeterdi şayet susup, odama, kabuğuma çekilmeme.

Ben baş kaldırsam dahi, her şey sanılanın aksine kolay olmayacaktı. Hayatımın ilk isyanını vermiştim, ilk kayıbımı vereceğimi bilmeden.

...

İki yabancıydık günlerdir. Sanki o eski annem gitmiş, yerine bambaşka, soğuk, yabancı biri gelmişti. Her sabah bana verdiği şefkatli gülümsemeleri yoktu, tartışmamızdan bu yana ikimizde birer yabancı olmuştuk koca evde.

Birbirimizi görmek ikimizi de rahatsız ediyordu, o isterse konuşur, koşar koynuna sokulurdum ama bana olan bakışları buna engel oluyordu. Sabah kalkıp kahvaltı masasına oturduğumda önüme yemeğimi koysa bile yüzüme bakmıyordu, bana gönlünün kapılarını kapatmıştı.

Yorgundu, yorgunduk ve bir de birbirimizle savaşıyorduk. Ben ise bu savaştan ne galip gelmek istiyor, ne de şimdi sahip olduklarımı kaybetmek istiyordum. Her şey yoluna girse, beni olduğum gibi kabul etse ne olurdu sanki!

Düşünüyordum, tanrım yapabildiğim tek şeyde buydu artık. Ona karşı açılan dilimi bir bakışıyla kesip kanatmıştı. Yüzüme bakmıyordu, bana yabancıydı. Annem ben yokmuşum gibi davranıyordu. Konuşmama, anlatmama bile izin vermiyordu.

İkimizi de yoruyor, çaresiz bırakıyordu. Bunun böyle sürüp gitmesine izin veremezdim. Her şey elbet yoluna girerdi. Derin bir nefes aldım, çoktan ilk dersimiz bitmiş, oldukça garip düşecek, etrafımızdakinleri şaşırtacak vaziyette Jimin ve sevgili arkadaşı Taehyung'la aynı masada oturuyordum.

Asıl tuhaf ve inanılmaz olan ise, yanımda Yoongi'nin de oluşuydu. Artık tüm olayı biliyordu. Açıklamama gerek kalmamış, o kıvrak ve sivri zekasıyla her şeyi anlamıştı, ondan duygularımı saklayamamıştım.

Hep öyle yaptım. Sessizce oturup, önümüzdeki kahveleri içiyorduk. Ben sessizdim, aklım annemdeydi. Jimin sessizdi, aklı bizdeydi. Yoongi ve Taehyung, eh onlarda sessizdi lakin birbirlerine attıkları bakışları ses getirecek cinsten sert ve mesafeliydi.

"Ben şimdi bu yerde bitmenin suratını hep böyle yakınımda mı göreceğim? " Sessizliğini bozdu Taehyung, sinir bozucu sırıtışı dudaklarında yer ederken, dövmeli elini kahve bardağında gezdirirken gözlerini Yoongi'den ayırmıyordu.

"Bir şekilde Jimin'in sayesinde Jeongguk'a ve onun ilkokul laflarına alıştım, hatta hoşuma bile gidiyor. Ama kara kedi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim." İğneliyci kelimelerine göz devirmekle yetindim, Taehyung'un her zamanki tavırlarıyla uğraşacak değildim. Jimin'de benimle aynı fikirdeydi ifadesizce bileğindeki bilekliklerle oynarken, aklı bambaşka yerdeydi.

Fakat Yoongi bizim aksimize tepkisiz kalmamış, sinirle gülmüş,"Şuna bak, sanki ben bayılıyorum senin suratını görmeye. En azından insanlık edip, arkadaşım için bazı şeyleri göze aldım." diye tıslamıştı, Taehyung'a doğru.

Ortalık yine alevlenmeden sertçe öksürdüm, Jimin'e baktığımda o gayet rahattı.

"Aman ne fedekar bir arkadaş! bak bakalım gözlerim dolmuş mu?" Taehyung yerinden doğrulup, Yoongi'ye doğru yaklaştı sahte bir tavırla yüzünü asarken, Yoongi ise elini kaldırıp, Taehyung'a geçirmemek için kendini zor tutuyordu.

"Taehyung yeter, ortalığı kızıştırma." dedi Jimin, tok bir sesle. İç çekerek yerinden ayaklandı ve bana bir bakış atarak ardımdan gelmemi işaret etti. Yerimden ayaklandım, Yoongi'in omzunu yavaşça sıkıp, bir nevi uyarırcasına,"hemen dönerim." diye mırıldandım.

Jimin beni beklemeden kantinden çıktığında peşinden ilerleyerek hızına yetiştim. İkimiz de arka bahçeye ulaşıncaya denk konuşmadık.

Arka bahçedeki banka oturduk, onunla annemle olan tartışmamızdan bu yana fazla görüşmemiştik. Çünkü araya hem Jimin'in kişisel işleri girmiş, hem de benim huzursuzluğum eklenmişti. Şimdi onunla yanlız kalıp, ruhumu huzursuzluktan kurtarmanın tam sırasıydı.

Başımı omzuna yasladım, gözlerimi mavi gökyüzüne dikip, sanki birazdan baharın ilk yağmuru düşecekmiş gibi bulutlar hep hareket halindeydi.

"Nasılsın? Nasıl hissediyorsun?" diye sordu, elini belime yerleştirip, sırtını banka yasladı bakışlarını gökyüzüne dikip. Kokusunu içime çektikten sonra derin bir nefes aldım.

"Bilmiyorum. Hem çok özgür hem de çok çaresiz hissediyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum, annemle ilk defa bu kadar küs kaldık. Günlerdir yüzüme bakmıyor, babama hiçbir şey anlatmadı. Ya da ben öyle sanıyorum." Kokusu ile kendime gelmeye çalıştım bi gayret.

Kokusu yine bana güç veren tek şeydi.

"Geçecek güzelim," diye fısıldadı, belimi okşamaya başlarken, rüzgar esti ve onun siyah saçları yaprak gibi sallandı. İkimizinde dudaklarında buruk bir tebessüm vardı.

"Annen o, ne olursa olsun seni anlayacaktır. Sadece zaman gerek, her şey öyle aniden yoluna girmiyor maalesef. Sen yeterki kendini bırakma, hep güçlü ol." Bir elini saçlarımın arasına atıp, şefkatle okşadı. Dayanağım, güç kaynağım ve sığınağım oydu. Dokunuşuyla rahatladım az da olsa.

"Senin varlığın bana güç veren tek şey." diye fısıldadım, saçlarımdaki elini elimle birleştirip, bacaklarımın arasına koydum. Sıcak parmakları sardım sıkıca. Başım omzunda birleşen ellerimizin güzelliğini izledim.

Sessiz kaldık. rüzgar yine esti hoyratça. Jimin gülümsedi onca karmaşaya, çıkmazlara rağmen. Uzanıp şakaklarıma öpücük bıraktı.

Güldüm halimize. Garip ve bir o kadar güzel halimize. Ne zaman bu kadar çok seven, bazen de deli gibi sevişen olmuştu ruhumuz? Tanrım bu ne deli, hoyrat ve bazen de huzur, sakin bir denizdi? Yüzmeyi bilmeyen, aptal bir balığa bile cesaret, güç vermişti?

Ağlayacak gibi oldum halimize. Yine de sertçe yumdum gözlerimi, ellerimin arasındaki yara izi ile dolu ellerini hissettim. Sonra kokusunu, okyanus kokusunu.

"Sen gidiyorsun ya, kokun kalıyor geride. Rüzgar bile esse gitmiyor o koku, sanki yüreğime siniyor, nefesim oluyor. Gidişlerin bile bana geliş gibi. Sen gitsen bile kokun gitmiyor benden." Kelimelerim benden bağımsızca döküldü onun okyanusuna, bildiğim şey vardı ki şuan ikimizde mutluyduk.

Söylediğim her kelime onun kalbine ulaştı. Bana açık, bana ev olan kalbi titredi sözlerime. utanır gibi güldü, gözleri kısıldı, görmesem bile hissettim. Gülüşü gülüşlerime sebep oldu.

Ellerimle, parmak uçlarımla sevdim elindeki mürekkep izlerini. Bileğinin içindeki kalp dövmesini.

"Artık gitmem." dedi. Elini elimle birlikte havaya kaldırıp dudaklarına götürdü bana doğru dönüp.

Başımı omzundan kaldırdım. Kapanan gözlerine baktım ellerimi öptüğünde. Kalbim tekledi, çiselenen yağmuru bile göremez, hissedemez oldum. Bildiğim tek bahar oydu sanki.

"Söz mü?" dedim, çocuk gibi. Yüreğim çaresiz olsa da umutla gülümsedim. Dudaklarından çekti ellerimizi, avuç içimi bile öpmüştü. Yanıma biraz daha yaklaşıp, elini yanağıma koydu. O yara izine dokundu.

Ondan bana verilen ilk ize.

"Söz." dedi, fısıldayarak. gözlerimi kapatarak dokunuşunu daha derinden hissettim. Ağlamak istiyordum, gözlerimin kenarına yağmur damlası düştüğünde bakışları derinleşti. Sonra ise kot ceketinin yan cebinden bir sigara paketi çıkarıp bana uzattı.

Paketi gördüğüm an gözlerim telaşla büyüdü. Jimin'in hiç korkusu yok muydu?

"Al, bu senin." Yetmezmiş gibi beyaz sigara paketini bana doğru uzattığında alayla güldüm. Şaka yapıyor olmalıydı. Etrafımızda kamera olmadığı için bana uzatmış olduğu sigarayı yavaşa elinden aldım.

"Şakanın yeri değil. Sigara içmediğimi biliyorsun herhalde." Yine güldü, park Jimin tanıdığım en tuhaf adamdı.

"Biliyorum." dedi pişkin pişkin. Kaşlarını kaldırıp, gözleriyle paketi işaret etti."Zaten elindeki de sigara değil."

Göz devirdim. "Ne o zaman?" diye sordum, onun gibi sırıtarak. Elime yakışmayan buruşuk paketi inceledim. O da yarım ağız sırıtışıyla beni.

"Aç bak." Başımı kaldırıp parlak gözlerine baktım, demirli dudaklarını birbirine bastırmış tepkimi merak ediyordu. Heyecanla ve merakla paketin kapağını açtım.

Papatya. Sarı ve beyaz papatya. Sadece bir tane var koca paketin içinde. Sigara paketinin içine koyduğu papatya dudaklarıma yaydı gülümsemeyi. Beni mahvediyordu, ne demem gerekiyor şimdi? Hayatımda hiç bu kadar farklı, özel bir hediye almamıştım.

Paketin içindeki taze çiçeğe gülümseyerek baktım. Ne demem gerektiğini bilmiyordum, yüzüme damlayan yağmur damlalarını elimin tersiyle sildim ve ışıltılı gözlerine baktım.

"Sen...cidden...ben artık kelime bulamıyorum." Bulamıyordum. Güzelliğine ve sevgisine diyecek bir sözüm kalmamıştı. Benim yerime paketteki tek dal papatyayı aldı ve kulağımın ardına dikkatlice sıkıştırdı

"Çoktan son bahar geldi. bir çiçek kalmıştı açmayan, artık o da açtı karşımda. Şimdi kış gelse bile bana her gün bahar artık." diye fısıldadı kalbimi, yüreğimi umursamadan. Beni illede ağlatacaktı. Yağmur şiddetini arttırırken rüzgar bitti ama bir şimşek çaktı.

Korkmadım bu sefer. Aklım onla, yüreğim sevgisiyle doluydu. Ağlarken güldürdü beni. Kollarına uzanıp sıkıca dolandım koynuna.

Baharı bana getiren oydu. Kış gelse bile okyanus olduğu müddetçe, rüzgar esse bile savrulmaz, yağmur düşse bile erimezdik artık.

Ne de olsa bu hayat benimdi, bu ruh ve beden ise çoktan okyanusa aitti.

...


Bölüm geç geldi ama geldi sonunda. Hep bir zaman sıkıntısı yaşadım, yine de kafamı toplayıp yazmaya gayret ettim. Umarım hoşunuza gider, görüşlerinizi bekliyorum. Diğer bölüm sanırım 'final'

Jik∞kla kalın, sillage'yi sevin❤🍁

Continue Reading

You'll Also Like

38.5K 2.6K 3
■ Two Shot ■ Jeon Jimin, Jeon Jungkook'a bağlıydı, Jeon Jungkook ise işine... ¤ Başlangıç; 23.07.2019 Bitiş; 06.09.2019
194K 13.5K 11
Çeviridir. Yazardan bizzat izin alınmıştır. https://www.asianfanfics.com/story/view/1032334/babysitter-fluff-t-jikook-sliceloflife @callmenolan'a ith...
98.6K 10.6K 22
Bir daha ağlarsan sana sarılırım Park Jimin. Bunu istemezsin değil mi? [2016]
3.8K 527 17
orijinal hikaye ao3'te @cinderellacomplex tarafından yazılmıştır. *** "yaşayacak yalnızca bir yılın var," dedi seokjin, içi acıyan, anlayışlı bir tav...