Sillage | jikook

By isminemyg

70.7K 6.6K 6.3K

Yüreği kanayan bir çocuk tanıdım, ne zaman deşsem yarasını bende kanadım. 25\05\20 25\10\20 More

[sillage]
1|yakın ama bi o kadar da uzak bana
2|hatırlatırsan unutmam
3|ne gündüzümde sabahım
4|yara bantlarındaki adım
5|gülüşünü sevdim
6|sarılsak geçer
7|ilk kalp ağrısı, en çokta o acıttı canımı
8|benim için herkes gibi değil
9|okyanus gibi
10|kalmanı istiyorum
11|güneşi yanımda hissettim
12|adım hiç bu kadar güzel gelmedi kulağıma
13|bir yanım cehennemde yanarken, sana cenneti vermemi bekleme
14|görebildiğim tek manzara onun okyanus gözleriydi
15|tenindeki mürekkeple karala beni
16|bir gün herkes gibi değil, diğer gün hiçkimse
17|yüreği kanayan bir çocuk tanıdı(m)
19|balık giderse okyanus kururmuş
20|bu hayat benim
final|eylüller, okyanus ve balık
teşekkürler🐠
part 1|özel bölüm
part 2|özel bölüm
reklam ve duyuru

18|geçmiş değildi onunkisi, aslında hiç geçmemişti

2.7K 233 177
By isminemyg

şarkı Jimin'i hatırlatıyordu bana, belki sizde dinleyerek hissedebilirsiniz bu kitaptaki yüreği kanayan çocuğu. iyi okumalar...♥

song|sezen aksu- ben öyle birini sevdim ki

Bir zaman makinesi var elinizde. Tabi gerçekte yok ama biz öyle düşünelim. Zamanın içinde yaşarken, istediğimiz anda o zamanı durduralım, geriye saralım, zaman atlayalım. Geçmişe gidelim. Kaç kişi gitmek ister geçmişine? Kaç kişi yüzleşmek ister olmuş ve olacak olan gerçekleriyle? Çünkü bu dünya hep yaşanmışlıklarla dolu. Onca şey yaşadık ama hepsini hatırlayamayız. Unutmak istediğimizi unuturuz, bazıları ise is gibi kalır kafamızın içinde.

Bir gülümseme veyahut söz gibi unutamayız, silemeyiz. Sinmiştir çünkü. Geçmişe gidebiliriz ama zihnimizin hatırlama kuvvetine bağlıdır bu. Cesaretimiz varsa yüzleşiriz. Anılarımız vardır hatırlanacak. Kimisi güldürür, kimisi ağlatır, utandırır, öfkelendirir. Hatırlarız, aynı his dokunur kalbimize.

Zamanın geçip gittiğini, her anın yok olacağını sanıyorsak yanılırız. Geçmiş aslında hiç geçmemiştir. Gelecek ise ya gelir yada gelmez bir ihtimaller işidir. Geçmişi görürüz ama geleceği hayal ederiz. Park Jimin bu güne değin hep geçmişini görmüş meğer, geçmişi silmeye çalışmış. Hayal kuramamış, gelecek ümidi ile dolup taşmamış. Onun öyle bir anısı varmış ki, geçer sanmış ama geçmemiş.

Zira geçmiş değildi onunkisi, aslında hiç geçmemişti. Bana söylemeye çekindiği her kelimesi gizli bir kutunun içindeydi. Sözlerini asmıştı kemiklerinin en sivri ucuna, dokunsa kesermiş meğer etini. Canını acıtanı söylemesini isteyen ben düşünemedim tabi bunu. Bencildim o an. Onun gerçeğini ondan kanata kanata alırken. Bencildim ben. Çünkü okyanusu kirlettiklerinde, geriye kalan kuru toprağa dokunmaktı cesaret. Okyanusa kapılmak sadece ufak bir adımdı.

Bu gece anladım.

Park Jimin'ın koynunda uyuduğumda. İçli ağlamalarını ve sayıklamalarını duyduğumda. Uykusunun açılmasını sağlayan hızlı soluk alışverişlerinin arasından zorlukla çektiği nefesin titremesinden anladım. Ben onu tanıdım ama aslında hiç göremedim.

Kimse görmedi onu, kimse duymadı.

"Anne..." dedi uykusunda. Uykusunda neredeyse ağlayacaktı. Saatler önce bedeni bedenimle yanan çocuğun yanan yüreğinin kokusu doluştu burnuma. Kıpırdıyordu bedeni. Uyandım uykumdan, gözlerimi açtığımda kalkıp çoktan yaşla dolan gözlerine bakmamıştım. Saat kaçtı sahi? Kaç saat geçmişti sevip, sevişmemizin arasından?

En son onun odasına geldiğimizi hatırlıyordum. Uyku yine düşecekti gözlerime, okyanus kokusunu aldıkça uykum geliyordu şayet kokusu ninni gibiydi. Ya da ben öyle uykunun sarhoşluğundaydım ki, kulağımın altında gümbür gümbür atan kalbin atışlarını ninni sanmıştım. İçli ağlamaları, titreyen bedeni rüzgar sandım.

Uyuyor sandım sevdiğim koynumda. Oysaki uyumuyordu Jimin, gözleri kapalı olsa da ardında ne görüyorsa yavas yavaş tükeniyordu, kanıyordu Jimin o karanlık odanın içinde. Bunca zaman bedeni kanayan çocuğun yürek yarasına, kanına ilk kez tanık oluyordum.

"Anne özür dilerim..." Titrek ve ağlamaklı sesi tekrar işttim. Bu sefer bu ses uyanmama yetti. Gözlerimi tekrar açtım. Zihnim tamamen açıldığında ise hızla yerimden dogrulmuştum. Ay ışığının aydınlattığı oda ilk onun ter ve yaşla kaplı yüzünü görmemi sağladı. Ardından aralık, titreyen dudaklarından kaçan nidaları duydum bir daha.

"J-Jimin." Elim kontrolsüzce yanağına gitti. Endişenin ve korkunun hissi çöktüğünde yüreğime o zaman anladım kabus gördüğünü. Hiddetle sarstığımda bedenini irkildi. "Jimin uyan! Kabus uyan!" dedim, kalbim korkuyla çarparken.

Ellerim terden ıslanan saçlarını geriye itelediğinde kapatmış olduğu gözlerinin gölgesi hızla hareket ediyordu, yorgun göğsü gibi.

"Özür dilerim..." diye fısıldıyordu. Göz yaşları boşaldığında yanaklarından, açmıyordu gözlerini. Ne görüyorsa kabusunda geçmişiydi, zira titreyen ellerini tuttuğumda bile sıyrılamadı geçmişinden.

O benim sesli feryadlarımı duymadıkça daha da delirdim sanki. Jimin gibi bende ağlamaya başladığımda "Jimin uyan!" diye bağırdım hiddetlice, göğsünden ve kolundan sarsıp. Hayatım boyunca hiç bu kadar korkmazken o gördüğü kabusun etkisinden kurtulup hızla öne doğru doğrularak korku dolu gözlerle boşluğa baktı ve soluk soluğayken nefes almaya çalıştı.

Bedenini sarsmayı bıraktığımda sanki nefes almakta zorluk çekiyordu. Saniyeler sürdü ses çıkarmadan kabusun etkisinden kurtulmaya olan hevesi. Ellerinin titremesi geçmedi bir türlü.

"Jimin, iyi misin?" diye sorarak dibine girip buz tutmuş yüzünü bana doğru çevirdim. Yaşla ve korku ile dolan gözleri beni bulduğunda hemen ellerini omzuma dolayıp sıkıca sarıldı. Gözlerindeki yaşlar tenime düştüğünde titredim yaprak gibi. Boğazıma bir yumru oturdu. Onun bu kabusu yüreğini deşerken bende ondan farksız vaziyette elim kolum bağlı kalmıştım.

Güç bela ellerimle saçlarını okyaşıp, sırtını sıvazlarken,"Korkma, ben buradayım sevgilim." diye fısıldadım, saçlarının arasına küçük öpücükler kondurup. Can havliyle,"Jeongguk annem." deyişi yaktı yüreğimi. Onunla beraber benim de ellerim titredi sırtını okşarken. Yaşlı gözlerimi yumup derin ve sıcak öpücüğü bu sefer uzanıp dudaklarına kondurdum yüzünü yüzüme hizzalayıp.

"Annemi gördüm Jeongguk...yine gördüm kabusumu...hayatımın kabusunu." Konuşmakta zorluk çekiyorken yaşlı gözleri gözlerime baktı çaresizce. Göğsüm ağır bir yükü taşır gibi his bıraktı ruhuma. Hayatının kabusu çökertti okyanusumu gözümün önünde. Yeri göğü bana dar eden o yan dairemin serseri çocuğu ellerimin altında ufacık kaldı.

Sayıkladı kelimelerini. Dinledim. Okyaşadım saçlarını sakin olması ve kendine gelmesi için, öpüp durdum gözlerinden, yanaklarından.

"Jimin," dedim, gözlerimdeki yaşlar birikirken göz altlarıma. Onun gözlerine sinen acıyı göğsümün kafeslerinde hissettim. "İyi misin?" diye sordum, iyi olmadığını bile bile. Sessiz kaldı, kesti ağlamayı. Yorgun ve titrek gövdesi ciğerlerine şimdi yavaş yavaş çekiyordu nefesi. Başını elimden kurtarıp omzuma yasladı.

"Hastayım..." dedi, küçük çocuklar gibi naif ve ilgiye muhtaçtı sesi. Dudaklarını omzuma bastırdı. Az önce yaşadığı anın ve gördüğü kabusun izlerini ruhundan kanata kanata silmeye çalışıyordu tenini tenime yaklaştırarak.

"Sarılsak geçer ama."dedi fısıltıyla, elini belime sardı, alt tarafı iç çamaşırıyla kapalıyken iyice yanaştı bedenime.

"Sarılsak geçer." dedim, bir elim ensesini bulup, o leke gibi sinen dövmeyi okşarken. Sokuldum bedenine, dakikalarca sarılarak bekledim kendine gelmesini. Uyanmasını, gerçekten uyanmalıydı.

Ama hâla kabustaydı. Belki de Park Jimin yıllardır ne olduğunu bilmediğim bu kabusları görüyordu.

Islak gözlerinin yaşları kuruncaya denk kokumu içine çekerek sarıldı bedenime. Ne o anlattı, ne de ben sorular sordum. Bekledim. Onu bekledim, bekledim çünkü kalbinin nasıl acı ve korkuyla sarsıldığını görmüştüm. Canının yandığını görmüştüm, sebebini anlatmasına dayanabilir miydim bilmiyordum. Ama burada asıl endişem Jimin'di. O unutmak istediği geçmişini bana anlatabilir miydi?

Boğazına oturan kelimeler canını yakmadan çıkar mıydı ağzından? Susmak isterken tam da şuan, o ikimizinde dengesini bozan gerçekleri söyleyebilir miydi artık? Söylemesini istiyordum şayet dayanacak gücümüz de yoktu hiçbir şeye. O karşımda can çekişirken, bende bundan nasibimi almışken artık ayrı ayrı kanayamazdık.

Bedenimiz ve ruhumuz birse eğer, acımız da bir olmalıydı. Birlikte kanamalıydık.

"Özür dilerim." diye fısıldadı, ağlaması dindiğinde zayıf sesi kalbime döküldüğünde neden özür dilediğini anlayamadım ilk. Hem deli gibi korkuyorken yanımda, bunun için bir de özür mü diliyordu?

"Korkak biri olduğumu biliyorum ve senin bunu görmeni istemezdim. Bencil davrandım, seni gözümde hem büyütüp, hem de yokmuşsun gibi davrandım. Seni sevdim sandım ama daha sevmek nedir bilemedim." Bu gece konuşabilmesine sessiz kaldım. Anlatsın istedim. izin verdim döksün küllerini, onu eriten ve tüketen acı gerçeklerini. O konuştu ben dinledim, saçını okşadım.

Burnunu boyun girintime yasladı, kokumu içine çekerek ruhunu sakinleştirmeye çalışırken güçsüz sesiyle konuşmaya devam etti zor bela.

"Sevemedim Jeongguk, seni hak ettiğin gibi sevemedim. Sana kendimi veremedim." Titreyen sesinden duydum kalbinin atışlarını. Göğüs kafesine gömülen sessiz çığlıkları kulaklarımda uğuldandı. Dudaklarını deniz suyu kokan saçlarının arasına bastırdım, diledim tenimi yaksın. Ondan gelecek acılara da rağzıyım.

"Sen beni sevdin Park Jimin." dedim, susup nefeslerini dinlediğim an. Yüzümde buruk gülümseme vardı, kalbimde tuhaf bi sancı. Severek yanar mıydı insanın canı? Hem gülüp hem ağlar mıydı?

"Öyle sevdin ki, bu sevgi ile hem güldürdün hem ağlattın beni. Can yakarak sevdin sen, canıma can kattın. Ağlattın beni, güldürdün, öfkelendirdin, heyecanlandırdın, hissettirdin..." Kafasını boynumdan çektim ve ay ışığı ile parlayan kahvelerini gözlerimle buluşturdum. Kanayan yüreğinin acısı sızmıştı göz altlarına, yaşlarına. Umudu ve umutsuzluğu gözlerinden okunuyordu.

"Ama sevdin. Sevdim. İlk kez sevdim. Son olmasından korkarak sevdim. Yüreğine ortak olmak için sevdim. O yüzden yanımda kork, gül, ağla, acılarını saklama. Bırak göreyim, duyayım çığlıklarını, yaşlarını sileyim. Çünkü sevmek budur Jimin. İnsan sevdiğine omuz olur." Avuçlarımın içine sinerken okyanusunun kokusu gözlerindeki umutsuzluğun yok olup gidişi bir göz yaşının süzülmesi kadar yavaştı.

Dudaklarımı dudaklarına yasladım, gözlerimi kapattım, kapattı. Benimle beraber ürperdi bedeni. O gece o farklı biriydi, ben bambaşka biri.

"Sen okyanussan bırak bende balık olayım sana."diye fısıldadım, yüreğimden coşan umut ve gerçek sevgiyle. Kokusunu içime çeke çeke okşadım saçlarını. Dudaklarına uzanıp derin bir öpücüğü başlattım. Öptüğüm an ağladı gözleri, yaşları bulaştı yanaklarıma. Ağladım. Aldığım en saf ve masum öpücüktü ondan. Okyanusu öpüyordum zira. Yüreğinin kanayıp duran yarasından öpüyordum.

O da kanayan yarasını benimle sarıyordu. Sızısını dudakları dudaklarıma karıştığında hissediyordum. Dilini dilime ufak temaslar bıraktırarak bana acısını veriyordu. Tek bir ruh oluyorduk öpüşürken, sevişirken, en çokta böyle yana yana can çekişe çekişe severken.

"Beraber duş almak ister misin?" Dudaklarını dudaklarımdan ayırıp, alt dudağını çeneme sürterken fısıldadı çekingen isteğini. Gözleri yaşla kuruyup, bana her an içindeki Jimin'i gösterebilecekken onu reddetmek aptallık olurdu. Başımı usulca olumlu anlamda salladım gülümserken.

"İsterim." dedim, çenemdeki dudaklarının iki yana doğru kıvrılışını hissettim. Elimi tutup bedenini bedenimle beraber yataktan kaldırdı. Sıcak battaniyenin içinden sıyrılıp, yeni doğan eylül ayının ılık rüzgarına kapılarak odasının karşısındaki banyoya doğru ilerledik.

O ışığı açıp, küvetin suyunu ayarlayıncaya denk konuşmadım. Banyonun içine girdim, bizim evin banyosuyla aynıydı şayet bu yabancılık çekmemi de az da olsa engelliyordu. Yine de kalbim ufak ufak bedenimi titretiyordu. Onunla beraber duş alacaktım. Tıpkı evli çiftler gibi. Birbirini seven iki insan gibi. Sevenler gibi. Güzel sevenler. Aşık olanlar gibi.

Suyu ayarladığında bana döndü tebessüm ederek. Beyaz ışığın daha net gösterdiği kırmızıya çalan göz pınarlarından öpmek istedim. Bu istek göğsümü sızlattı tene sıçrayan keskin sıcaklık gibi.

Yanıma yaklaştı. Dibime kadar gelip aydınlık kahvelerini dikerek gözlerime, iki eliyle iç çamaşırımın lastiğini kavradı. Bakışları aceleci olsa da hareketleri yavaştı tenimi ürperterek iç çamaşırımı çıkarırken. İkimizinde titrek nefesi havaya karıştı.

"Utanıyorsan gözlerimi kapatabilirim." diye fısıldadı eğlenir bir tavırla alnını alnıma yaslayıp, öylece duran ellerimi tutup, bu sefer kendi iç çamaşırının lastik kısımlarına götürdü. "Utanıyor musun?" dudakları dudaklarıma oldukça yakınken oyuncu bir şekilde kendini bana bastırırken ellerimi iç çamaşırının içine usulca kaydırdı.

Saatler önce onunla koltukta sevişen çocuk ben değilmişim gibi başıma dert açan utangaçlığımı gözlerimde görsede inkar ettim.

"Hayır...saatler önce seninle sevişirken de utanmıyordum." dedim, dudaklarımı dudaklarından uzaklaştırmaya çalışırken. Kasıklarına değen parmak uçlarım dahi uyuşurken kesinlikle utanıyordum.

"Ne yaparken?" diye sordu kısık bir sesle. Ellerimi aşağıya doğru indirip tek seferde iç çamaşırını baldırlarına kadar indirip yerle buluştururken,"Ne yaparken utanmıyordun?" dedi gözleri muzip ifade ile büyüdü, beni daha da utandırmak istiyorken inadına dudaklarını dudaklarıma yasladı. Baştan aşağıya tenimdeki tüyler üperirken bedenini geriye doğru ittirmeye çalıştım.

"Jimin...duş alalım hadi." Gözlerinin içindeki eğlenceli ifadenin ardında gizlenen taze arzuya bakmadan elimi kasıklarından çektim ve elini tuttum, tekrar yüzünü yüzümden uzaklaştırırken.

Tebessüm etti. Hızla uzanıp kalbimi tekletecek bir öpücük bıraktı burnumun ucuna. Göz bebeklerim şaşkınlıkla büyürken bu küçük temas fazla beklenmedikti.

"Alalım." dedi, benimle beraber küvete doğru ilerlerken. İlk onun girmesini bekledim. Hafif soğuyan suyun içine girdi. "Bekle." Suyun içini kendi kullanmış olduğu, ambalajından anladığım okyanus özlü jeli ile doldurup, suyu köpüttü.

Bakışlarını üzerime çevirip kasılmamı sağlayacak şekilde ağır ağır gezdirdi. Sırtını küvetin başlığına dayayıp, tuttuğu elimle beni yanına doğru çekti. Çekingen ve yavaş hareketle küvetin içine girdim, sırtım ona ters bir şekilde. Yüz yüze oturduk onun gibi kokan su havuzunun içinde. Aramızdaki mesafeyi fazla bulmuş olacak ki ona doğru yaklaşmam için beni belimden tutarak kendine doğru çekti.

"Öyle uzakta kalma. Dayanamam." Beni kucağına çekip kolları ile sararken başını boyun girintime yasladı. Küçük ve masum öpücüklerini omuzuma kadar sıraladı. Her bi dokunuşunda huzurla kasıldı midem, kalbimin atışları yankılandı kulaklarımda. Titrek nefeslerim nefeslerine çarptı.

Bacaklarımı aralayıp, beline sardım ve kucağına daha rahat bir pozisyonda oturdum. Erkekliğimiz birbirine çarptığında omzuma yasladığı dudakları aralandı ve dilini çıkarıp öptüğü yeri ıslatırken tenime acıtan bir ısırık bıraktı.

Acıyla inleyip kalçamı yükselterek kucağında kıpırdandım, fakat alanımız dar olduğu için tekrar aynı yere oturmak zorunda kaldım.

"Beni mahvetme Jeongguk..." diye fısıldadı derin sesiyle, suyun altında bile titredi tenim. Belimdeki elleri okşamaya başladı tenimi dudaklarını omzumdan çekip boynuma götürdü. "Senin bilinçsizce yaptığın her eylem beni çıldırtıyor. Gülümsemen, kaşlarını çatman, dudaklarını ısırman, kasılman...inlemen..." son kelimesini tahrik edici kısık bir tonda söyledi dudaklarıyla boynumda yol çizerken. Kucağında daha da küçülürken dokunuşları yetmezmiş gibi bir de konuşarak beni mahveden oydu.

"B-bilerek yapmıyorum." dedim, baştan aşağı titremişti sesim. Suyun altındayken kalçamı geriye doğru itip kucağından sıyrılmaya çalıştığımda erkekliği çıplak bacak arama sürtündü. Nefesim kesildi kısa bir an. "Kesinlikle bilerek yapıyorsun." diye hırladı dudakları kulak mememde beklerken.

"En iyisi sen bana sırtını dön ve kucağımdan in." dedi kesik nefeslerinin arasından altımdaki baskıdan anlamıştım onu tahrik ettiğimi. Yanaklarıma vuran kızarıklıkla yanan bir alev topundan farksız gözlerine bakmadan kucağından kalkıp söylediğini yaptım.

Şimdi daha rahattım çünkü o utançtan kızaran yüzümü görmeyecekti. Aptal halime iç çekerek tepki verdi. Dövmeli ellerini görüş acıma sokarak omuzlarımı ve sırtımı keselemek için yumuşak bezi sabunla bulaştırdı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken beni yıkamasını bekledim.

Canımı yakmadan tenime bırakmış olduğu dokunuşlarını hissederek yanında hem büyüdüğümü hem de hala küçücük bir adam olarak kaldığımı hissettim.

Sıra bana geldiğinde mürekkeple kaplı tenine yayıldı okyanus kokusu, ellerimde kayboldu tenindeki su damlaları. Bedeni ellerimin altında küçük kaldı, iç çekişlerini duydum, kıkırdamalarını duydum onu dokunuşlarımla huylandırırken, dakikalarca suyun içinde birbirimizle uğraştık. Sanki ağlayan, sızlayan biz değilmişiz gibi güldük. Sonra yine sustuk temizlenme işimiz bittiğinde. Küvetin içi temiz su ile tekrar dolduğunda saatler gece üçü gösterdiğinde iki dengesiz çocuk kaldık küvetin içinde.

Jimin sırtını küvetin başlağına yaslamışken göğsüne sokuldum. Islak ve su içinde kalan bedenlerimizle soğuk havayı hissetmedik bile.

"Yarın bir eylül." dedim parmaklarımla küvetin yanlarına yaslamış olduğu kolunun üzerindeki dövmeleri okşarken. Yarın bahar bitiyordu.

Bedeni kasıldı. Sonra eylül ayının onda bıraktığı izi hatırladım. İçim mahçuplukla ve pişmanlıkla doldu. Onun yanında eylülün adını anmamalıydım. Boğazımdaki kuruluğu hafifletmeye çalıştım yutkunarak. Belki de bazı şeyleri öğrenmenin zamanı gelmişti.

"Soğuk havaları sevmiyorum." dedi, ifadesizdi, sesi soğuk bir hava gibiydi ama ben altında yatan sıcaklığı iliklerime kadar hissettim. "Küçükken de sevmezdim. Ne zaman yağmur yağsa, kar düşse yere, okula gitmek istemezdim. Kasvetli hava sanki göğsüme otururdu." Tek kelime etmeden anlatmasını sakinliğimi koruyarak bekledim. O ise sanki oldukça rahattı. Bir eliyle yavaş hareketlerle saçımı okşuyordu.

"Bir gün yine yağmur yağıyor. Okula gitmek istemiyorum, annemi sinirlendiriyorum. Beni güç bela ikna etmeye çalışıyor. On yaşında falanım, zaten ilk ozamanlar ortaya çıkmıştı öfke sorunlarım. Annem hep benimle savaşırdı o zamanlar. Sabırlıydı, ne zaman okuldan gelsem sırf hoca bana bağırdı diye evin altını üstüne getirirdim. Mahalleli benim bağırışlarım yüzünden hep annemi ve babamı uyarırlardı. Bir gün imza bile topladılar bizi evden atmak için." Güldü bunları söylerken. Dudaklarından çıkan en çaresiz sesti bu. Bir gülümsemenin altında yatan yürek acısını ve bunun ağırlığı altında ezildik ikimizde.

"Her ne ise. Asıl rezil olan ne biliyor musun?" diye sordu, başımı göğsünden kaldırıp gözlerine bakmamı sağladı. Gözlerindeki çaresiz ve acı dolu ifadenin üstünü kapatamayan gülümsemesine baktığımda boğazım düğümlendi.

"On yaşında bir çocuk gitti okulda ondan iki yaş küçük çocuğu hastanelik etti. Sırf basketbol topunu vermedi diye." dedi, kıkırdarken. Ne ile savaşıp, ne ile yaralandığını bana anlatırken bile nasıl davranacağını bilemez halde gülümsüyor, acısının ve gecmişinin ruhunda ne denli büyük oyuklar açtığını bana hissettiriyordu. Gözlerinde gördüm on yaşındaki küçük Jimin'i.

"Annem beni zorla okula götürdüğü gün yaşandı bu olay. Okula babamla geldi, müdürün odası zaten kargaşa alanı. Herkes annem ve babamı suçluyor. Dövdüğüm çocuğun ailesi bize dava bile açmak istiyor. Ben tepkisizim tabi. Olayları izliyorum, aklımda hâla dövdüğüm çocuk var. Onlar benim bozuk psikolojim hakkında konuşurken ben 'keşke biraz daha büyüseydim de müdürü de küçük çocukla beraber dövebilseydim' diye düşünüyorum."

Konuşamıyordum o anlatırken yaşadıklarını ve yaşattıklarını. Gözlerim dolu şekilde duygularını yansıtan yüz ifadelerini izliyordum.

"Sonra okuldan atıldım." dedi dudaklarındaki acı tebessümle. Oturuşunu dikleştirdi. "Annem ve babam hep beni suçladı. Okuldan atıldıktan sonra beni on üç eylülde psikoloğa götürüceklerdi."dedi o kutsal dövmesinin adını söylerken titredi sesi, sonra ise dalga gacer gibi,"Deli doktoru yani." diye cümlesinin devamını getirdi. Uzanıp yanağını okşamaya başladım kasvetli havayla dolarken.

"Jimin..." dedim, artık susması için. Sona doğru, felaketine doğru yaklaşmasına ikimzin de dayanamayacağını hissettim. Gözlerimle ona durmasını ima ettiğimde umursamadı. Yanağımdaki elini çekti.

"Doktora gideceğimiz zaman babam araba kullanıyordu. Beni deli doktoruna götürdüklerini öğrendiğimde araba yolda ilerliyorken krize girdim. Arka koltukta arabadaki tüm eşyaları fırlattım 'gitmeyeceğim!" diye bağırdım." Titreyen dudaklarını ısırdı ağlamamak için, çoktan buğulanan gözlerini sımsıkı yumduktan sonra açtı. Kendini anlatmaya zorladı.

"A-annem ve babam yine kavga ediyor. Babam annemi suçluyor. Ben kırıp döküyorum kanayan hep annem oluyor. Hem babama laf anlatıp hem de beni sakinkeştirmeye çalışıyor. 'gitmeyeceğim, deli doktoruna gitmeyeceğim!' diye bağırıyorum hep. Sonra bi' an, çok kısa bir andı..."

Yutukundu sertçe elleri titremeye başladı Korkuyla dolan yüreğimin atışları onun keder ve acıyla atan kalbine karıştı.

"Bir nakliye aracına çarptı a-araba. B-babam o sırada annemle kavga edip beni sakinleştirmeye çalışırken karşımıza çıkan arabayı görmedi. 'Gitmeyeceğim!' diye bağırdığımı hatırlıyorum. Annemin korku dolu çığlığı ise hep rüyalarıma girdi. Kolum ve bacağım kırılmıştı. Babam zaten kalp kirizi geçirmiş kaza olduğu an."

Kalbimin hiç bu denli acı ile dolduğunu hatırlamıyordum o karşımda zor bela nefes alıp, acısını korkmadan dile getirirken. Uzanıp onu koynuma çekmek istesem bile duyduklarım ve zihnimde canlananlar kanımı dondurmuştu.

Islak saçlarını geriye iteledi. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü yanağına doğru. Titreyen elleri ile ellerimi tuttu. Buz gibiydi.

"A-annem ise kafası tamamiyle benimle doluyken emniyet kemerini takmadan binmiş arabaya. Kaza olduğu an arabanın ön c-camından fırlamış b-bedeni..." Titreyen sesi ile zorlukla bitirdiğinde cümlesini, öne doğru uzanarak tirtir titreyen bedenine kollarımı doladım yaşlı gözlerle.

"Jimin..." dedim, acı dolu. Bedenini kollarıma çektiğimde teni buz gibiydi. Kafasını omzuma yaslayıp deli gibi ağlamaya başladı benimle. "Ben g-gitmedim Jeongguk." dedi, ağlaya ağlaya. Böyle bir acıyı tek başına yaşayıp, nefes almaya çalışması öyle çaresizdi ki, bu zamana kadar ondan uzak durduğum için kendimi suçladım.

"Ben o deli doktoruna gitmedim ama bir e-eylül ayı annem ve babam gitti benden."dedi, hıçkırıklara gömüldü sesi.

Geçmişi geri sarıp düzeltemeyeceğim ve asla silemeyeceğim acılarını gömdüm kalbime. Acısından pay biçtim kendime. Gözlerimdeki yaşlar bir kez daha komşu çocuğu için akarken, ortak oldum acısına. Uzanıp öptüm ellerinden, gözlerinden, tuzlu yaşlarla kaplanan yanaklarından. Sardım kollarıma sımsıkı, hiç bırakmayacakmışcasına.

"Çocuktun sevgilim." diye fısıldadım, şakaklarından öpüp. Çocuktun bu acıları yaşamak için, masumdun. Hasta, çok ama çok hasta bir çocuktun. Kaybetmek için daha çocuktun, çok erken vazgeçtin kendinden, kaybettin sevdiklerini. Çok erken yaşta suçladın o izi kalan yaralarla dolu yüreğini.

"Kendini asla suçlama. Çünkü çocuktan katil olmaz, çocuklar masumdur. Sen kendini suçlama." dedim, ağlamalarımız bir türlü dinmezken. Kollarımda sığınacak yer aradı kendine. Asi ve dövmeli çocuk koynumda gece boyu ağladı. Sızlandı.

"Sen içindeki o küçük hasta Jimin'i suçlama." İc çekip dudaklarımı ıslak saçlarına bastırdım. Suçlamadım onu. O böyle kollarımda tükenip, paramparça olurken kızmadım ona. İtemedim. İtemezdim, bundan sonra vazgeçemezdim.

Gitmesine izin vermezdim. Gitmezdim. Geçmişi meğer ne çok kanatmış yüreğini, silemezdim. Kanayan yerlerden öpecektim. Jimin'le kanayacaktım. O gece hayatımın en unutulmaz gecesi olurken küvetin içinde saatlerce ağlayacaktım onunla.

Okyanus kayalara vurcaktı, okyanus kuruyacaktı bazen, kirlenecekti ama ben bırakmayacaktım o evim olan okyanusu.

Sularında kaybolup, dalgalarında savrulacaktım. Kendini bulan bir çocuk gibi, okyanusa aşık balık gibi.

Zira bize yağmur yağsa dalgalanır, rüzgar esse savrulur, ateş olsak sönerdik hep. O okyanus ise ben ona balık hep.

...

Bir okuyucunun sillage için yaptığı edit, çok güzeldi...teşekkürler❤
Jimin'in geçmişini öğrendik sonunda. Final de yaklaşıyor...

Geç geliyor bölüm, kusura bakmayın ama siz yine de Jik∞kla kalın🌸

Continue Reading

You'll Also Like

31.5K 5K 122
TAMAMLANDI ✓ Uyandığında, Pei Yi bir kitaptaki aynı isimli zengin genç efendiye dönüşmüştü. Kitabın asıl sahibi on yaşındayken havuza düşmüş ve nered...
79.3K 7.5K 30
Ailesine düzenlenen suikastler nedeni ile koruma altına alınan Park Jimin ve onu korumak ile görevlendirilen başkomiser Jeon Jungkook... × Başkomiser...
146K 12.1K 20
*** "Sana söyledim," Hırıldayan beden, kendini belinden tutmakta olduğu çocuğa daha fazla bastırdı. "Buradan gidemezsin," Dudaklarını yavaşca kulağı...
98.6K 10.6K 22
Bir daha ağlarsan sana sarılırım Park Jimin. Bunu istemezsin değil mi? [2016]