Sillage | jikook

isminemyg

70.7K 6.6K 6.3K

Yüreği kanayan bir çocuk tanıdım, ne zaman deşsem yarasını bende kanadım. 25\05\20 25\10\20 Еще

[sillage]
1|yakın ama bi o kadar da uzak bana
2|hatırlatırsan unutmam
3|ne gündüzümde sabahım
4|yara bantlarındaki adım
5|gülüşünü sevdim
6|sarılsak geçer
7|ilk kalp ağrısı, en çokta o acıttı canımı
8|benim için herkes gibi değil
9|okyanus gibi
10|kalmanı istiyorum
11|güneşi yanımda hissettim
12|adım hiç bu kadar güzel gelmedi kulağıma
13|bir yanım cehennemde yanarken, sana cenneti vermemi bekleme
14|görebildiğim tek manzara onun okyanus gözleriydi
15|tenindeki mürekkeple karala beni
17|yüreği kanayan bir çocuk tanıdı(m)
18|geçmiş değildi onunkisi, aslında hiç geçmemişti
19|balık giderse okyanus kururmuş
20|bu hayat benim
final|eylüller, okyanus ve balık
teşekkürler🐠
part 1|özel bölüm
part 2|özel bölüm
reklam ve duyuru

16|bir gün herkes gibi değil, diğer gün hiçkimse

2.3K 262 262
isminemyg

song|taylor swift; trobule

Bu güne değin, hayatıma giren insanların sayısı bir elin parmağını geçemezdi. Hayatımda yer edinen insanları zira ben seçmemiştim, onlar da beni seçmemişti. Ailem, akrabalarım. Uzak olanlar, bazen yakın olanlar veya yakınmış gibi davrananlar.

Kalabalık değildi, ailem dışında yalnız olduğumu hep hisseder ve bunun bilincini taşırdım. Onu tanıyıncaya denk ben yalnızdım. Ailesiz ve bir arkadaştan başka kimsesiz bir insandım.

Başka insanların varlığını, başka kalpleri ve duyguları umursamayan, görmeyen biriydim. Jimin'i tanıyınca, ister istemez değişmiştim. Bundan huzursuz değildim. En azından yalnız değilsin diyordum kendime, elini tutan ve seni öpen biri var.

Üstelik bu kişi senin ailen değil, akraban değil. Sana mış gibi davranmıyor. Ne sen onu seçtin ne de o seni. Birbirimizi bulduk.

En çokta birbirimizde kaybolduk. İlklerim oldu yavaş yavaş, daha da olacaktı belli ki. Onu hayatıma kolay almamıştım, kolay da çıkarmayacaktım. Park Jimin'i kalbimin içindeki odaya saklamak istiyordum.

Çünkü o gideceği zaman kendimi eksik hissediyordum. Şu an olduğu gibi. Güneşin yeni güne doğduğu vaziyet, yatağımda yoktu. Çoktan gitmişti, güneş daha yeni doğduğunda o güneşi yalnız bırakıp gitmişti. Dün gece beraber uyumuştuk, sabah uyandığım an onu yanımda görmeyince boşluğa düşmüş gibi hissetmiştim.

Nereye gittiğini bilmiyordum. Böyle aniden, habersiz ve sessizce ortadan kaybolmasına alışmak istemiyordum. Okul saati yaklaşırken yavaş yavaş uykudan şişen gözlerimi araladım. Yanımdaki boş yastık alanına baktım.

Park Jimin yine nerelere kaybolmuştu, ben her seferinde onun gözlerinde kaybolurken. Kıyıya vuran balık gibi hissediyordum ve okyanus çoktan geriye çekilmişti.

Huzursuz ve suratsız bir şekilde yatağımdan kalktım. Direk olarak soğuk bir duş alacaktım. Her zaman ki gibi sıcak kahve ile sabaha başlayacak, okulun yolunu tutacaktım. Uyuşuk adımlarla banyoya girdim. Neredeyse otuz dakika oyalanmıştım. Ilık su biraz olsun daha enerjik hissetmemi sağlarken, uykunun dalgın etkisinden de küçük ölçüde kurtulmuştum.

Eğer ayılmak ve tamamen toparlanmak istiyorsam ihtiyacım olan kahveydi. Temiz okul kıyafetimi giyip, eşyalarını hazırlamak üzere çalışma masama ilerledim.

Orta hızda çantamı gerekli kitaplarla dolduruyorken masanın ucundaki kağıdı fark ettim. Yeşil fostiş kağıdının üzerinde yazan telefon numarasını inceledim. numaranın üstünde de 'bu benim numaram -jimin' yazıyordu.

İç çekip, hemen telefonumu bıraktığım yerden alıp hızlıca Jimin'in numarasını kaydettim. Neden daha önce numarasını almadığımı sorgulamayacaktım. Sorgulamam gereken daha önemli konular vardı.

Mesela habersiz evden çıkıp gitmesi gibi.

İlk başta aramıştım. Cevap vermemişti. İçimdeki endişe ve huzursuzluk kat kat büyürken elimdeki telefonu kırıp atacaktım. İkinci defa aradığımda meşgule bile almamıştı. Nereye gitmiş olabileceği, nerede ve ne yapıyor olduğu ile ilgili kaygı, bilinmezliğe düşmüş olmak beni yoruyordu.

Park Jimin dün gece koynumda uyuyup, sabahına hiçbir şey söylemeden çekip giderek beni mahvediyordu. Uslanmadan mesaj attım. Yüzsüzlük değildi bu. Bana haber vermek aklına gelmemiş olsa da, bu şekilde davranması değersiz hissettiriyordu.

-Jimin, neredesin?

Hızla yazıp yolladığım mesajın ardından, sinirle çantamı da alıp odamdan çıktım. Park Jimin yüzünden gün içerisinde binbir türlü duyguları yaşıyordum. Dengemi fena halde bozuyordu.

Mutfağa girdiğimde, kahveyi hazırladığımda anca telefonumdan bildirim gelmiş, Jimin bana acımış olacak ki cevap vermişti.

Kahveyi alıp, masaya kalçamı yasladım. Çantamı masanın üzerine bırakıp cebimdeki telefonu çıkardım. Endişeli ve birazda öfkeli tavırla yazdığı mesaja bakmak için uygulamaya girdim.

-Okulda.

Kısa ve öz bir şekilde kestirip atarcasına verdiği cevap beni daha da sinirlendiriken öfkeyle soluyup kahveyi bitirmeden lavoboya döküp çantamı da alıp mutfaktan ayrıldım. Aklım almıyordu, madem okula gidecekti bana haber verebilirdi. Onunla beraber kahvaltı eder, yürüyüşe çıkabilirdik. Varlığımı umursamadan evimden bir yabancı gibi çekip gitmesi oldukça onur ve kalp kırıcıydı. Boğazıma kadar gelen bağırıp, hesap sorma isteğini yuttum.

Jimin'e cevap verme zahmetine girmeden, evden sabah sabah içinde bulunduğum öfke ateşiyle çıktım. Onunla yüz yüze konuşmak en iyisiydi.

Park Jimin hâla eski umursamaz çocuktu. Onun değiştiğini düşünmeye başlamıştım. Bana gerçekten değer verdiğini dün gece hissettirirken bu sabah, daha güneş yeni yeni doğarken bu hissimi kursağımda bırakıyordu.

Beni gerçekten sevip sevmediğini anlayamıyordum. Yoruluyordum.

Boğazıma oturan kahvenin acı tadını yutkunarak hafifletmeye çalıştım. Rüzgarlı ve tozla kaplı havayı içime çeke çeke okula doğru ilerledim. Zihnimin içinde dolaşan Jimin'in izlerini sorguladım yine. Aklıma uçuşan kaygı ve bilinmezlik sorularını yine cevapsız bıraktım.

Zihnimde dönüp duran Jimin'le ilgili tüm soruların cevabını bana ancak Jimin verebilirdi.

...

Kaldırıma savrulan her bir taşa boş ve anlamsız bakışlar atarak, bir şekilde okula ulaşmıştım. Zihnimdeki soruları, içimdeki kaygıları da keşke bu taşlar gibi ayağımla uzaklara savurabilseydim.

Fakat imkansız gibi geliyordu. Zira aklımın içindekiler bir tekme ile savrulacak kadar dayanıksız değildi. Düşüncelerimi kıracak gücü kendimde bulamıyordum. Bulamadığım için sonuç hiç değişmiyordu. Hep aynı çarkta dönüp duruyorduk sanki. Jimin geliyor, tüm duvarları yıkıyor ve beni ağır düşünce havuzumdan kurtarıyordu. Sonra ise o yıktığı duvarları bizzat kendisi tekrar örüyor, beni bu sever düşüncelere boğan kişi o oluyordu.

Kimseden duymadığım sözler söylüyor, bana tarifi zor duygular hissettiriyor ama yetmiyor, eksik kalıyor. Çünkü bana geliyor, geldiği gün ise gidiyor. Bazen beni gerçekten sevdiğini, bana değer verip, başkaları gibi görmediğini düşünmemi sağlıyor. Fakat bu yeni doğan düşüncemi de, bu sabah ki davranışı veya bunun gibi umursamaz tavırları yüzünden paramparça ediyordu.

Tamamiyle iki ucu farklı bir yol üzerinde yürüyorduk. O kafası eserse bana eşlik ediyor, yol arkadaşım oluyordu. Bazen de, o yolda beraber yürürken beni yüz üstü bırakıyordu. İkimizde kayboluyorduk. O bana ne kadar yakınsa, bi o kadar da uzaktı.

Buna dayanamıyordum. Okulun içine girerken gözlerim hep onu aradı. Dikkatli fakat seri adımlarla sınıfıma doğru ilerliyorken gözlerimle etrafı kolaçan ediyordum. Yoktu. Bana okulda olduğunu söylemişti. Ona olan güvenim henüz yeni yeni oluşmuşken, araya hep taş koyuyordu.

Ona olan hislerimi ezen bir taştı bu. Aramızdaki görünmez duvarın, ve ilerlediğimiz yolun taşlarıydı. Saate baktım, saniyeler sonra ilk dersin zili çalacaktı. Sınıfa ulaştığımda, içeriye aniden girmiştim.

Tamamiyle kalabalık olduğunu düşünmeden, az önceki hızlı adımlarımdan dolayı nefes nefese kalmış vaziyette sınıf kapısının dibinde bittiğimde, sınıfın tamamiyla dolu olduğunu gördüm.

Jimin yerindeydi. Tam önünde duvara yaslanmış vaziyette rahatça oturan Taehyung'la belli bir konuda sessizce sohbet ediyordu. Sınıfa aniden girdiğimde, sınıftaki çoğu kişinin bakışlarını üzerime toplamıştım. Ve etrafımı süzdüğümde fark etmiştim. Bir tek ben geç kalmıştı. Tüm sıralar, ben sıram haricinde doluydu.

Gözlerim Jimin'le kesiştiğinde bir açıklamadan önce, en azından gülümseme veyahut tebessüm bekledim. Ki o bana soğuk, tüylerimi ürpertecek şekilde ifadesiz bir bakış atmış, Taehyung'un da gözleri bana kayarken bir an, o bakışlarını kaçırıp tekrar sohbetine geri dönmüştü.

Yaşadığım şaşkınlığı ve üzüntüyü, yüz ifademe yansıtarak öylece kapının girişinde kalakaldığımda, Jimin'in bu yersiz soğuk davranışları artık canımı fena halde sıkıyordu. Şimdi karşısına dikilip, trip atmak veya atarlanmak değildi niyetim. Onu Taehyung'tan kıskandığımı düşünmesine de izin vermezdim. Fakat kendime engel olamıyor, kıskançlık ve öfkeyi aynı anda hissediyordum.

Bu his daha da büyüyordu Jimin varlığımı umursamadan, Taehyung'la konuşmaya devam ederken. Arkamdan gelen matematik hocasının, hafifçe ittirmesi ve adımı sınıfa duyurması ile anca bakabilmişti yüzüme.

"Jeongguk korkuluk gibi dikilmede sırana geç." Homurtuyla söyledi matematik hocası, hafifçe kolumdan ittirerek beni sırama sürükledi. İrkildim ve neredeyse buğulanan bakışlarımı Jimin'in gözlerinden çekip, sırama oturdum.

Çantamı yanımdaki boş sıraya koyup, sanki içimde fırtınalar kopmuyormuş gibi sakin olmaya çalıştım. Dönüp ona bakmak istiyordum. Onun gözlerinin üzerimde olduğunu bilmek, daha da gergin hissetmemi sağlıyordu. Etrafa çöken sessizliğin içinde, susarak Jimin'e olan öfkemi kusuyordum.

"Sayfa 123'teki denklem sorusunu beş dakika içerisinde çözün, eğer biriniz çözerse bugünkü sözlü iptal." Matematik hocamız masasına oturup, her zamanki gibi öğrencileri rekabete sokmaya çalışırken sınıftan hemen itirazlar yükseldi.

Bağırışma sırasında kendime engel olamayarak Jimin'in olduğu tarafa baktım. Sırtını sıraya yaslamış, anlamsız bakışlarıyla beni izliyordu. Dün gece bana sarılan o değilmiş gibi bakıyordu. Dün gece kaybolduğuğumu sandığın koyu kahvelerinde şimdi boğuluyordum sanki.

Umursamazlığı yüzünden bir gün delirecektim. Yüzüme yerleştirdiğim sert bir ifade ile gözlerine bakıyorken, Taehyung'un bana doğru 'şşt' lemesi ile gözlerimi Jimin'den ayırdım ve Taehyung'a doğrulttum.

"Beş dakikada çöz soruyu da, yırtalım şu sözlüden. Bak sen çöz, açıktan sana bi yirmi dolar ateşleriz." lakayıt bir şekilde göz kırptığında, sinirle dudaklarımı dişledim. Jimin de yetmezmiş gibi Taehyung'un söylediklerine bıyık altından gülümsediğinde iyice tepem atmıştı.

"Bence sen git, o yirmi dolarla boş kafana en azından yeni bir saksı al. Ne de olsa aşinasın beyin yerine saksı taşımaya." dedim, sinirle gülümseyip, sınıf Taehyung ve benim 'tatlı' atışmama gülerken, gözlerim yine kısa bir an Jimin'e kaydı.

Dudakları iki yana kıvrılmışken, yüzündeki soluk gülümsemeyi sildi. Bozuntuyla önüme döndüm. Matematik hocası uyarı ile etrafı susturdu. Jimin Taehyung'un espirisine gülüyorken, bana bi tebessümü bile çok görüyordu. Benden gülümsemelerini gizliyordu.

Derin bir nefes alıp, dilimi bir tur yanağımda gezdirdim. Bilerek dört dakikada yapabileceğim basit denklem sorusunu yapmadım. Sadece kitabı çıkarıp, ilgisizce gereken sayfayı açtım. Çözmem gereken denklemler bu kitabın içinde değildi.

Asıl çözmem gereken kişi Park Jimin'di.

Sanki zamanı küçük bir kavanozun içine hapsetmişlerdi, bu kadar yavaş ilerliyordu. Sevdiğim ders bile sıkıcıydı, saate bakıp zilin bir an önce çalmasını dört gözle bekliyordum. Huzursuzdum, Jimin'le tonla söyleyecek lafım vardı. Arkamda oturmuş, sessizce bekliyordu. Ona dönüp bakmasam bile, onun gözlerinin üzerimde dolandığını biliyordum.

Yüzüne bakmasam bile zihnim bana onun simasını her saniye hatırlatıyordu. Geçmek bilmeyen zamanın her saniyesinde onu görüyorum, fakat duymuyordum. Eksikti bende. Dün gece yanımda olmak istediğini, hatta bana daha yakın olmak istediğini söylemişti. Sabaha hiçbir şey olmamış gibi evden çıkıp giderek, ona şimdi yeniden güvenmemi istiyorsa şayet, bu o kadar kolay mıydı ki?

Güven verilmezdi, güven kazanılan bir şeydi ve park Jimin kazandığı güvenimi boşa çıkarmaktan çekinmiyordu. Zilin çalmasıyla sonunda dedim içimden. Artık sessiz kalmamalıydık. Bu kadar kafiydi.

Sınıf teker teker boşaldığında, önce Jimin'in sınıftan çıkmasını bekledim. Fakat o hareket etmeyince ben ayaklandım. Yanına doğru yavaş adımlarla ilerliyorken, sınıfta biz haricinde Taehyung kalmıştı.

Ki o da bana omuz atarak sınıftan az önce çıkmıştı. Arkasından göz devirmekle yetindim. Jimin'le ikimiz baş başa kaldığımızda yutkunarak karşısına geçtim. Kahvelerini dikmiş gözlerime yine ifadesizce bakıyordu. Bu bakışından nefret ediyordum. Değersiz hissettiriyordu.

"Konuşmamız gerek." dedim, en soğuk ses tonumla. Arkamdan gelmesini umut ederek, sınıftan çıktım sonra. Ardından yüzündeki ifadeyi silmeden ağır adımlarla ilerledi. En azından beni takip etmesi bile incelikti. Ses çıkarmadan, o meşhur arka bahçeye ilerledik.

Arkama bakmadım, belki de vazgeçip gideceğini hesaba katmadan. Fakat o dikmiş gözlerini üzerime, elleri ceplerindeyken beni takip ediyordu.

Arka bahçeye geldiğimizde biraz gözlerden uzak köşeye doğru yürüdüm. Ve gölge tarafında bekledim Jimin'i. O da bir kaç saniye sonra geldiğinde, karşımda geçmek yerine duvara yaslandı.

"Neden böyle davranıyorsun?" diye sordum, az önce soğuk olan sesim ister istemes yumuşamıştı. Fazla uzatmadan konuya girmek biraz olsun rahatlattı.

Jimin başını bana doğru çevirdi. Ellerini cebinden çekmeden rahat bir tavırla.

"Nasıl davranıyor muşum?" diye sordu. Aramızdaki mesafeyi kapatarak karşısına geçtim. Sakin olmaya gayret edip, yine umursamaz tavırlarını görmezlikten geldim.

"Sanki yabancıymışız gibi. Dün gece bana yanında olmamı istediğini söyledin, beraber uyuduk, saçlarımı okşadın," dedim, derin bir nefes alarak, bakışları bir an olsun yumuşamazken bana bakarken devam ettim. "beni öptün..."dedim titrek bir nefesle. Gözlerine bakarken, gözlerimdeki o utangaç ifadeyi görüyordum.

Lakin o görmüyor gibiydi. Duvara konuşuyor gibiydim. Karşımda rahatça duruyordu, gözleri yüzümün her ayrıntısını ezberler gibiydi ama beni okumak yerine sadece izliyordu.

"Ki buna rağmen, sabah uyandığımda seni görmek yerine basit bir kağıt parçası ile karşılaştım. Okula gidiyorsun, beni uyandırabilirdin. Uyanırdım, beni arayabilirdin ama aramadın. Arasaydın cevap verirdim." dedim, gözlerine bakarak. Aldığım nefesin ciğerlerime ulaşması, içinde bulunduğumuz zaman kadar yavaştı.

Gözlerini kaçırdı, sonra ise sırtını duvardan ayırıp aramızdaki mesafeyi azalttı.

"Biliyorum." diye mırıldandı bana doğru yaklaşıp, sinirle güldüm. Karşısında ezilip bükülüyordum, o ise hâla aynı umursamazlığını koruyordu. Sertçe omuzlarından ittim ve sırtının duvara çarpmasına sebep oldum.

"Neden aramadın öyleyse? Beni meraka düşürmek hoşuna mı gidiyor!? Bu yaptığın sadece değersiz hissetmemi sağlıyor anlıyor musun!? Bir gün bana herkes gibi olmadığımı söyleyip, diğer gün hiçkimse gibi davranamazsın!"  Öfkeyle bağırdığımda içimde ki huzursuzluk sanki daha da çoğaldı. Aramızdaki kötü enerji daha da büyüdü sanki. Jimin'in gözlerindeki ifadesizlik kayboldu ve yerini öfke aldı.

"Ben bundan keyif alıyor muyum sence? Hoşuma mı gidiyor sanıyorsun!?" dedi, sinirle soluyup sırtının acısını hissetmemiş gibi yeniden üzerime doğru geldi.

"Öyle gözüktüğü bariz." dedim, en az onun kadar sinirli ve üzgündüm. Geri geri adımla ondan uzaklaşmaya çalışırken.

Sinirle ısırdı demirli dudağını. "Hayır, öyle değil. Sen sadece bakmayı bilmiyorsun. Çekip gitmek ne bilmiyorsun, bırakıp gitmek, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışmak ne bilmiyorsun." dedi sinirle solurken, çenesi kasılmış ve aramızdaki mesafeyi sırtım duvaraya değinceye denk kapatmaya çalışmıştı.

"Anlat o zaman Park Jimin. Ben bakmayı bilmiyorsan bu senin suçun. Sen göstereceksin bana gerçek yüzünü. Sen anlatacaksın ki bende seni dinleyeceğim." Sırtım duvarla buluştuğunda, elimle aramıza mesafe bırakmak için göğsüne dokundum. Gergince nefes verip. Dokunduğum yerde atan kalbin atışlarını hissettim.

Orada sıkışıp kalan bir şey vardı. Jimin bana orada tutmuş olduğu gerçeğini anlatmıyordu. Gizlese bile gözlerinde gördüğüm o yenilmişliği, acı hissini, en yakından hissediyordum.

"Anlatmak kolay olsaydı keşke. Yaşadığım her saniye beni kanatan o gerçekleri bağıra çağıra söylemek o kadar zor ki. Gözlerinde kendimi gördüğüm çocuğa susmak o kadar zor ki." Sinirle tıslayarak konuşuyordu, dibime kadar girdiğinde ve alnını alnına yasladığında hissettiği öfke ve acıdan dolayı kast katıydı. Ellerini yumruk yaptı ve sırtımı yasladığım duvara sertçe geçirdi. Korkuyla titredim ve arkamdan gelen tok sesle gözlerimi yumdum. Kendine zarar vermekten hiç çekinmiyirdu. O kendi canını yaktığını sanıyordu ama kanayan bendim.

"Yıllardır kanayıp duran bir yara var Jeongguk, tam sol yanımda. Ne acıyı hissediyorum bedenimdeki, ne de aldığım o gerçek nefesi. Senin yanındayken bile rahat bırakmıyor, hatta senin yanındayken, daha çok kanıyor." diye fısıldadı dudaklarıma, dişlerini sıkmıştı, elindeki acıyı ben hissediyordum. Öfkesini bedeninden bir şekilde çıkarsa bile yüreğindeki acıya karşı savunmasızdı.

Korkuyordum. Hissettiklerim fazla kasvetliydi. Gözlerim buğulandığında bilmediğim onunla ilgili çok önemli bir şey vardı.

"Bir eylül gecesi mahvetti her şeyi..." diye fısıldadı, yumruk yaptığı kanlı elini duvardan çekip, kırılmadığına şükürler ediyordum. Gözlerini yummuştu çoktan ben gözlerimi açtığımda, gözlerinin altında biriken yaşlar yeni bir okyanus olduğunda sandım ki okyanus boğulmaz.

Park Jimin karşımda can çekişiyordu.

Eylül ayı dedi yine. Bu ayda ne yaşanmışsa Jimin hala etkisindeydi. Hayatında acı bir olay gerçekleşmişti ve büyük ihtimal sebebi de oydu. Dövmesini yaptıracak kadar kalıcı bir yara bırakmıştı eylül ayı onda.

On üç eylül onun için bir doğum tarihi değil, ölüm tarihiydi. ve ölen belki de ailesi ve kesin olarak Park Jimin'in ruhuydu.

"Jimin bana anlatabilirsin. Beni kendinden uzak tutmana gerek yok. Bu benim canımı yakıyor görmüyor musun?" dedim, naif ve kırılgan bir sesle. Uzanıp kanlı elini tuttum. Onu anlamaya çalışmak zordu ama deniyordum. Bana her şeyi anlatabilecek kadar aramızda güven oluştuğunu düşünmüştüm.

Her ne kadar engeller olsa da, bu engelleri aşmak imkansız değildi. Beklentiyle Jimin'in kahve gözlerine baktım. Dağınık siyah tutamları esen rüzgarla savruldu. Burnumun ucuna gelen okyanusumsu koku sızlattı ciğerimi. Yutkunamadım.

"Anlatamam Jeongguk...sadece dayanamıyorum artık. Sana baktığımda onları görüyorum. Dokunuşun, gözlerime bakışın hepsi onları hatırlatıyor. Hatırlamak istemiyorum. Geçmişi hatırlamak beni mahvediyor." Tuttuğum elini umutsuzca bıraktı ve gözlerindeki çaresizliği ortamıza yeni bir duvar olarak ördü. Titreyen göz kapaklarını sıkıca yumdu. Bedenimi uzağına doğru ittirdi.

"Uzak dur sadece. En başından hataydı, sana yaklaşmama izin vermemeliydin. Adını unutmama izin vermeliydin." diye fısıldadı, başını iki yana doğru salladı. Şu an ciddi miydi bu kelimeleri söylerken, hiç mi parçalanmamıştı yüreği?

Nasıl bu kadar kolaydı uzak dur demek? Aramıza dizdiği duvar yetmezmiş gibi bir de göğsüme itiyordu o taşları. Nefesimi kesiyordu.

"J-jimin ne diyorsun sen?" Korku ve şaşkınca baktım gözlerine. Derin bir nefes alıp, gözlerimi sıkıca yumup açtım. Delirecektim.

"Bak konuşabiliriz, her ne yaşadıysan geçmişinde hatalı da olsan seni dinlerim. Yargılamam." dedim, ağlamaklı bir sesle. Utanmazca yine ona yaklaşmaya çalıştığımda buna izin vermeden yanımdan geçerek arka bahçeden çıkıp gitmeye yeltendi. Hızla kolunu tuttum. Sertçe savurdu elimi, bana doğru dönüp öfkeyle bağırdı.

"Şuan bile beni yargılıyorsun! Herkes yargılıyor! Beni suçluyor! Çünkü ben yakıp yıkıyorum! Ben öldürüyorum herkesi! Ben umursamazım bir tek! Can yakan benim!" diye bağırdı yüzüme doğru. Gözlerindeki ışık bile sönmüştü artık. Vücudu titriyor, kasılıyordu öfkeden. Öyle bir bağırmıştı ki göğsümdeki kemikleri kırmıştı.

"Ama canı yananda benim." dedi yavaşça kısıldı sesi. Gözlerinde biriken yaşlarla baktı gözlerime. Canı yandığını görüyordum ama sarmama izin vermeyecekti. Canını yakan neydi bilmiyordun. Ama benim canımı yakan kim biliyordum.

Benim canımı yakan oydu. Öfkesiyle yıkıp geçen o çocuktu. Yan komşumdu. Park Jimin'di, göğsünde uyuduğum, kanlı parmaklarını sardığımdı. Yüreği kanayan çocuktu canımı yakan.

Beni orada yalnız bırakıp çekip giden oydu. Hiçbir şey söylemedim elimden kayıp gittiğinde. Gözlerimden yaşlar süzülürken, boğazıma oturan yumruğu ve göğsümdeki acı katlanılmazdı.

Bu iki olmuştu. İkinci kez yakmıştı canımı. Ve de benden ilk gidişiydi.

...

Sad bölüm geldi. Finale az kaldı. Yeni bir fic yayımladım, isterseniz bakabilirsiniz. Bir de tahminleri alalım, Jimin'in olayı ne?

Hadi bakim yeni bölüme kadar jik∞kla❤



Продолжить чтение

Вам также понравится

566K 51.2K 54
jimin bütün duyguları jungkook sayesinde tanıdı
194K 13.5K 11
Çeviridir. Yazardan bizzat izin alınmıştır. https://www.asianfanfics.com/story/view/1032334/babysitter-fluff-t-jikook-sliceloflife @callmenolan'a ith...
266K 24.2K 39
[TAMAMLANDI] 🌑🌒🌓🌔🌕🌖🌗🌘🌑 Ekinoks, gece ve gündüzün eşit olması durumudur. Yılda iki kez gerçekleşir. Kurt adamlar ve vampirler ekinoks günü ta...
146K 12.1K 20
*** "Sana söyledim," Hırıldayan beden, kendini belinden tutmakta olduğu çocuğa daha fazla bastırdı. "Buradan gidemezsin," Dudaklarını yavaşca kulağı...