INEVITABLE |TAEJIN|

Av whotaejin

17.6K 1.8K 1.1K

Üniversite için Seoul'e gelen Seokjin melek olduğunu öğreneceğini bilmiyordu... • yan çiftler •Sope & Jikook ... Mer

Taşınma Günü
Oryantasyon
Han Nehri
Kayıt
Çim Hokeyi
Söz
Sanat Tarihi
Işık Hızı
Yabancı Dil
Çekim Kanunları
İhanet
Kayıp Cennet
Ruh Göçü
Yongsan
Zıt Kutupların Çekimi
Işık Ve Gölge 1/2
Işık Ve Gölge 2/2
Arkadaş
Davet
Bomb Savaşları 1/2
Bomb Savaşları 2/2
Doğum Günü Dilekleri
Bir Melek Daha
Serafim
Resim Sergisi
Melek Misin?
Artık Dinlenebilirim...
Bana Söz Verdin
Artık Bir Ailem Var |final|

Portre

535 61 44
Av whotaejin

Güzel sanatlar binasının merdivenlerini el ele çıkarken, Taehyung ve ben kapıda Oh Stüdyosu yazan pirinç bir levha bulduk. İçeri adım atarken sanatçının geniş stüdyosunu inceledim.

Eski binanın geniş bir köşesini zapt ediyordu ve yüzyıl dönümünün eski işçiliğinin çekiciliğini ve büyüsünü barındırıyordu. Arka duvarı vitray camlı pencereler doldurmuştu ve odadaki ışık kusursuzdu.

İçeri girdiğimizde odanın köşesindeki ufak bir masada oturan kadın ayağa kalktı. "Seokjin olmalısın," diye yumuşakça konuştu, elini uzatarak bana yaklaştı. "Ben Na Ni, Bay Oh'un asistanıyım."

"Memnun oldum," diyerek tanışmak için Na Ni'nin elini sıktım. Uzun siyah saçları vardı ve boyu neredeyse omuzlarıma geliyordu. Siyah çerçeveli gözlükleri, koyu renk gözlerini kaplıyordu, tam da kütüphanecilere yakışır bir stildeydi.

"Bu Kim Taehyung," diye devam ettim kibarca tanıştırarak.

"Ah, Taehyung. Elbette. Nasılsın?" Hızla konuşarak elini sıktı.

"İyiyim, tanıştığımıza sevindim, Na Ni," dedi Taehyung karizmatik bir gülümsemeyle.

"Hadi, içeri gelin. Bay Oh yakında bize katılacak. Gelmeden önce saçını ve makyajını yapmamı istiyor. Bugün yapacaklarımız hakkında neler biliyorsun?" diye sordu köşedeki masanın yakınındaki bir dolaba giderken.

"Pek bir şey değil. Bir portre için poz vermem gerektiğini ve fotoğraflara ihtiyacınız olduğunu biliyorum, böylece ben sık sık buraya gelmeden de Bay Oh çalışabilecek," dedim süklüm püklüm.

Bunu kabul etmeden önce daha fazla detay almadığım için kendimi saf hissediyordum. Taehyung'a baktım ve kaş çatmasından onun da düşüncelerinin aynı yerlerde dolaştığını söyleyebilirdim.

"Sende Tanrı Hades olayını deniyor; yeraltının hükümdarı. Senin için bir kıyafetim var. Sanırım Bay Oh tiyatro bölümünden aldı. Biraz açık. Ön bölümün çok açık değil ancak sırt dekoltesi fazla olan bir Yunan kıyafeti. Ama önemli bölümlerini kapatıyor. Bu ışıkta biraz şeffaf ama hey, burada sanattan bahsediyoruz."

Na Ni kostümü dolaptan çıkardığında kızarmaya başladım, Taehyung'a bakamadım. Hafif ve ince olduğu kesindi. Ancak sandığım gibi tiyatro bölümüne ait ucuz bir materyal değildi.

"Lütfen gel ve şuraya otur. Ben de saçını yapmaya başlayayım." Işıklandırılmış aynalı bir masaya oturdum ve Na Ni saçımı yapmaya başladı. "Orada oturabilirsin."

Na Ni kanepe ve sandalyelerin olduğu rahat bir oturma alanı gösterdi. Taehyung rahat bir kanepeye gidip oturdu, onaylamayarak beni izliyordu. Düşündüklerini birazdan duyacağımı söyleyebilirdim.

Endişelenmemeye karar vererek Na Ni'yi izledim. Saçımın bir tarafını alnımı hafif açık bırakacak şekilde arkaya taramıştı. Diğer taraftaki kahküllerimi de kusursuzca alnıma dökmüştü. Bitirdiğinde etkisi şaşırtıcıydı, bir tanrı gibi hissediyordum. Tenime yüzümü parlıyormuş gibi gösteren hafif bir makyaj uyguladı.

"Eh, budur," dedi Na Ni. "Orada üstünü değiştirebileceğin bir banyo var." Dolaptan kostümü alıp beni banyoya kadar takip etti.

"Tamam," diye tereddütle yanıtladım, güzel elbiseyi alıp bana verdi.

Banyoya gidip soyundum ve sonra dikkatlice siyah, ince ipeği giydim. Bedenime ıslak kumaş gibi yapıştığını hissedebiliyordum. Elbisenin sırtı resmen yoktu. Aşağıya kadar çıplaktı. Elbise kalçamın hemen üstünü örtüyor, arkamdan uzun kuyruğu akıyordu. Eğer elbiseyi yerde sürümek istemiyorsam, elbisenin önünü ve arkasını toplamam gerekecekti.

Kostümün içinde beni gördüğünde Na Ni hayranlıkla baktı. "Fazlasıyla iyi duruyorsun. Bay Oh az önce geldi. Sana poz verdirecek. Sonra resimleri çekebiliriz."

"Peki." Bedenimi örümcek ağlarından biraz daha hallice kaplıyormuş gibi hissettiren bu elbiseyle banyodan çıkmam gerektiğini fark ettim.

Na Ni ne düşündüğümü biliyormuş gibi görünüyordu çünkü bana doğru dönerek konuştu. "Harika görünüyorsun. Ayrıca şunu unutma: Bu sanat. Kim bilir? Bir gün tarihin bir parçası olabilir."

"Bu hoş bir bakış açısı," dedikten sonra derin bir nefes aldım ve banyodan çıktım.

Bay Oh ve Taehyung arasında geçen konuşma, banyodan çıkıp onlara yaklaştığımda sessizliğe dönüştü. Onlara yaklaşırken Bay Oh'a bakmıyordum çünkü Taehyung'un gözlerindeki için için yanan karanlık beni etkisi altına almıştı.

Dümdüz Taehyung'a gitmek istiyordum ama Bay Oh onun önüne geçerek doğrudan benimle konuştu. "Seokjin beklentilerimi aştın. Harikasın. Başlamalıyız. Lütfen, buraya gidelim. Şu köşeyi ayarladım."

Koyu renk arka plan önünde josefin koltuk bulunan, aydınlatılmış bir alana doğru bizi yönlendirdi. Josefinde kasılmış halde oturdum, ışığın altında rahatsız hissediyordum.

"Şimdi Na Ni sana portre için nasıl bir tema düşündüğümü açıkladı mı?"

"Tanrı Hades'ten bahsetti," dedim koltuğa yaslanırken. Bay Oh'un el kol hareketlerini takip ettim.

Ayağımı josefin üstüne kaldırdı ve alt tarafımdan sarkan uzun kumaşı öyle güzel ayarladı ki koltuğun açık ucundan döküldü. Bu pozisyonda Taehyung'la yüz yüzeydim. Bakışlarımız buluştu. Gözlerindeki ateşi hissedebiliyordum. Bedenim sıvı hale geldi. Bütün o gergin, utanç hisler içimden uçup gitti ve sadece ikimiz kaldık. Bay Oh'un resim çektiğini duyabiliyordum ancak tek yapabildiğim Taehyung'un beni izleyişini seyretmekti.

"Sen Kim Taehyung musun?" Bay Oh Taehyung'a sorarken farklı açılardan fotoğraflarımı çekmeye devam ediyordu.

"Evet efendim." Taehyung kibarca yanıtladı. Sete yaklaşıp ışığa yakın bir yerde dikildi.

"Ve buradaki modelimizi nereden tanıyorsun?" diye samimiyetle sordu, sohbet ediyordu.

"Seokjin benim... Sevgilim," dedi Taehyung seksi sahiplenici bir şekilde.

Sevgilim ifadesine biraz şaşırmıştım. Taehyung kadar mükemmel birinin benim gibi birini arzulaması neredeyse komikti, daha doğrusu çılgıncaydı. Yine de sevgilim kelimesinden çok daha fazla bir yerde. Bu ifadesi aramızdakiler için yetersizdi.

"Sevgilin, öyle mi?" Bay Oh gülümseyerek sordu.

"Evet, Jin benim." Gözlerini asla benden ayırmamıştı. Kelimeleri beni ısıttı, arzulandığımı hissettim. Taehyung'un gözleri şunları söylerken yumuşadı: "Bugün neredeyse başkasının onunla buraya gelmesine izin veriyordum. Onu böyle görmeyi kaçıracağımı düşünmeden edemiyorum."

"Evet, bu gerçekten kötü olurdu. Ama bunu göremeseydin bile yine de portre olacak," diye Bay Oh ona güvence verdi.

"Nasıl olacağını görmek için sabırsızlanıyorum."

"Ben de öyle," dedi kamerasının arkasından. "Seokjin, başka bir şey denemek istiyorum, farklı biz poz. Sana Tanrı Hades'i anlatmama izin ver, böylece ne düşündüğümü daha iyi anlayabilirsin."

Bana yaklaştı ve kamerasını uzakta tutarak konuştu. "Tanrı Hades'mişsin gibi gibi davran, yeraltının kralı. Tanrıça Persephone'yi kaçırmışsın. Bunu duyan diğer Tanrı'lar eğer onu özgürlüğüne kavuşturursan seni sonsuz bir mutluluğa boğacaklar. Ancak eğer tam tersini yaparsan ve Tanrıça Persephone'yi yanında tutmaya devam edersen, onunla birlikte olduğun her gün acı çekeceksin. Hem mutlu olmak istiyorsun hem de Persephone'yi yanında istiyorsun. Hangisi senin için en iyisi olur. Aşkın mı, mutluluğun mu?"

Bay Oh öne adım atıp elime uzun bir sopa verdi. Bir saniye için aptal aptal ona baktım ve sonra kelimelerini anladım. Taehyung ya da Namjoon. Melek ya da ruh eşi. Hangisinin hayatımın ve varoluşumun en iyisi olacağını seçmem gerekiyor. Kederin en saf hali, işkence dalgaları halinde üzerime yığıldı.

"Bu harika Seokjin. Savaşın tam özünü yakaladın," dedi Bay Oh fotoğrafımı farklı açılardan çekerken. Artık Taehyung'a bakamıyordum. Mücadelemi görmesini istemiyordum, aynı Namjoon'u da incitmek istemediğim gibi. Bay Oh konuşurken tatmin olmuş şekilde mırıldandı.

"Mm, kesinlikle üzerinde çalışabileceğim çeşitliliği bana verdin. Sanırım ilk başta çektiğimiz fotoğrafları diğerlerine tercih edeceğim ama zor bir karar olacak."

Bay Oh'u dinlemiyordum. Işıklardan kaçıp kendimi karanlık bir köşede saklamak istiyordum. Koltuktan kalktım ve elbiseyi çıkarmak için banyoya gittim ama tereddüt edip Bay Oh'a döndüm ve sordum.

"Hades'in kararı neydi? Neyi seçti?"

"Her ikisini de. Çünkü Persephone ona verilen narı yedi. Böylece yılın yarısında aşkıyla buluştu ancak acı çekti ve yılın geri kalanında mutluluğun zirvesini yaşadı... Aşkını özleyerek..."

♡︎

Akşam yemeği için Taehyung'un evine giderken arabada sessizdim. Bay Oh ile sanat stüdyosunda tecrübe ettiklerimden sonra gergin hissediyordum. Bugünü silmek ve tekrar başlamak istedim. Elde ettiğim tüm bilgi fazla gelmeye başlamıştı ve beynimin aşındığını hissediyordum.

Taehyung'un evine ulaştığımızda kapımı açtı ve evin içine kadar bana eşlik etti. Önceden aşçısını ve hizmetçisini aramış olmalıydı çünkü geniş, resmi yemek salonundaki masa iki kişi için hazırlanmıştı. En kaliteli porselenler ve gümüş çatal bıçaklar masayı süslüyordu. Taehyung benim için masa başının hemen yanındaki sandalyeyi çekti ve sonra kendi de oturdu.

Hayranlıkla mağara gibi odanın etrafını inceledim. Taehyung'un özel aşçısı Eum Ji, biz oturduktan kısa süre sonra yemek odasına iki yemek tabağıyla girdi.

"Harika kokuyor, Eum Ji," dedim hoş kokuyu içime çekerek. "Teşekkürler."

"Misafir ağırlamak gerçekten harika. Umarım seversiniz," dedi Eum Ji ve sonra dönüp yemek odasından ayrıldı.

Ağzımda eriyen bir lokma balığı alarak, "Her akşam burada mı yiyorsun? Yani bu odada?" diye sordum Taehyung'a.

"Genellikle. Neden sordun?" Sanki sorumu değerlendiriyordu.

"Hiç... Sadece..." Taehyung'un bu büyük odada yalnız başına yemek yeme görüntüsü aklıma gelince sesim kesildi. Kimseyle bir şey paylaşamamak yalnız hissetmesine sebep oluyor olmalıydı. Ancak belki de sürekli insan gibi davranmanın yorgunluğunu atma şekli de olabilirdi.

"Sadece ne?" diye merakla sordu.

"Şey, çok resmi. Her an ebeveynlerin içeri girebilir ve kaliteli porselenleri kullandığımız için bizi azarlayabilirmiş gibi hissediyorum." Taehyung güldü. "Eum Ji seni biliyor mu... Demek istediğim... Özel olduğunu... Biliyor mu?"

"Hayır, merak etmesine yetecek kadar çok şey gördüğünden eminim ama sırlarımı bildiğini sanmıyorum. Aynı personeli uzun süre tutmamaya çalışıyorum, çünkü insanlar bazı şeyleri yakalamaya başlıyor," dedi kuru kuru alay ederek. "İşten çıkarmak zorunda kaldığımda karşılığını cömertçe veriyorum," diye ekledi önümdeki cam kadehi doldururken.

Bir süre sessizce yemek yedik. Tuhaf ve gergin hissediyor, hangi gümüş çatalı kullanacağımı bilmiyordum, zira üç çatal vardı. Yemek enfes olsa da burada zevk alamıyordum.

"Hadi Taehyung, gidelim," dedim ve sandalyemden kalktım. Tabağımla şarap bardağımı aldım.

"Nereye gidiyoruz?" diye şaşkınlıkla sordu ama ben kalktığımda o da kalktı, büyük ihtimalle kibarlıktandı.

"Bir mutfağın var değil mi?" Servis takımından bir çatal ve bıçak seçtim.

Şaşırmış bir ifadeyle, "Evet, burası mutfağı olan bir ev," diye yanıtladı.

"Eh, hadi o zaman. Mutfağa gidelim. Bana bir harita çizene dek, evin içinde seni takip edeceğim." Cesaretlendirerek gülümsedim. Aramızda daha az resmiyete ihtiyacımız vardı ve bunu yemek salonunda elde edemeyecektim. Taehyung'un yüzünden merak geçerken tabağını aldı ve beni yemek salonundan mutfağa doğru yönlendirmeye başladı.

Taehyung'un mutfağı gördüğüm en güzel mutfaktı. Mutfak gereçlerini saklayan, gösterişli, el işi ahşap mutfak dolapları öyle yerleştirilmişti ki, buzdolabının nerede olduğunu tahmin etmek zorundaydınız. Granit tezgahlar yukarıdaki sabit ışıklardan dolayı ışıldıyordu ve parlatılmış ahşap masa taş şöminenin tam önüne konmuştu. Şömine yakılmamıştı ama ihtiyaç da yoktu. Ateş olmadan bile romantikti.

Taehyung sandalyemi benim için çekerken tabağımı onunkinin yanına yerleştirdim. "Daha iyi mi?" diye sordu oturduğumda.

"Oldukça, teşekkürler," deyip ona gülümsedim. Bu daha iyiydi. Samimi ve sıcak. Daha kişiseldi.

"Daha önce burada hiç yememiştim. Oldukça güzel," dedi, sonra manzarayı inceler gibi odanın etrafına baktı.

Şaşkınlık dolu bir ifadeyle konuştum. "Burada hiç yemedin mi? Taehyung beni şaşırtıyorsun. Burada ne yaptığını çözmeye uğraşıyorum."

"Sana burada ne yaptığımı söylemiştim." Tekrar çatalını alarak yemeğine devam etti.

"Vurma şeyinden bahsetmiyorum. Dövüşmek için hazır olmadığımda onlarla karşılaşmaktan hoşlanmıyorum. Bu yüzden Seoul'ü seçtim. Ne demiştin? İblisler için ilgi çekici değil," dedi gülümseyerek. Ama devamında ciddileşti. "Hayır, Seoul sürgünlerin ilginç bulduğu bir yer değil. Bu durum, burayı benim için bir sığınak yapıyor, Jin. Eğer onlara rastlamamak istiyorsan, hoşlanmadıkları yerleri bulmalısın. Onları avlamadığımda, onlarla karşılaşmak istemiyorum. Böylece sürekli tetikte olmam gerekmiyor."

"Neden kötü melekler Seoul'e gelmiyor? Aslında sürgün melekleri okullarda toplanacaklarını düşünürdüm," diye fikrimi belirttim.

"Sürgünler birçok okuldalar ama Seoul farklı. Bu iş şehrinde herkes fazlasıyla meşgul. Öğrenciler de ders çalışmak dışında neredeyse hiçbir şey yapmıyorlar. Bu da pek günaha davet etmiyor. Açıkçası, burası oldukça sıkıcı." Gülümsedi.

Son birkaç günü düşündüm ve "Sıkıcı değil," dedim inanamayarak.

"Sen etraftayken sıkıcı değil," diye sırıtarak düzeltti.

"Ee, iblisleri ararken, bayağı kelime tercihimin kusuruna bakma lütfen, iblis avı için nereye gidiyorsun?" Yüksek sesle söyleyince kulağa çok saçma bir soru gibi gelmişti.

"Sürgünler birkaç şehir ilerideki hapishaneye çekiliyorlar. Aşırı acıdan zevk alıyorlar," diye açıkladı Taehyung. "Eziyet içindeki bir ruhu izlemekten hoşlanıyorlar. Bazı tutsaklar kötülük karşısında zayıflık göstermişler bile."

Sorarken kaşlarım kalktı. "Gerçekten mi? Hapishanedeki acı onları yem gibi çekiyor ve sen de onları geri cehenneme yolluyorsun. Şey, boşluk denilen yere. Bu mudur?"

"Bazıları Sheol'e gidiyor ve bazıları gitmiyor," dedi üstü kapalı halde.

"Bazıları gitmiyor derken neyi kastettin?"

"Demek istediğim, bazı sürgünler var olmayı bırakıyor. Meleklerin ruhları olmadığı için, günahlardan arınma gibi bir şansları yok. Sürgünler asla tekrardan cennete kabul edilmeyecek. Ama hayatta kalırlarsa, teorik olarak Sheol'a gidebilirler. Bunun olmasına izin vermemeye çalışıyorum."

"Bu sana olabilir mi?" diye korkuyla sordum. "Sürgünlerden biri seni öldürebilir mi?"

"Bu benim başıma gelmeyecek. Yaptığım şeyde oldukça iyiyim. Başarılı oluyorum çünkü kendimi ve düşmanımı tanıyorum."

"Ama bir olasılık var mı?"

"Seokjin, seninle tanıştıktan sonra her şeyin olası olduğuna inanıyorum ve bundan sonra avantajımı korumak için haklı sebeplerim var," dedi Taehyung nazikçe. Bir an Taehyung'u kaybetme düşüncesiyle sarsılmış hissettim. Onu bir daha göremeyeceğimi bildiğim bir sonsuzluk nasıl olurdu ki? Titredim. Korku yüzüme yansımış olacak ki, Taehyung sorarken kaşlarını çattı. "Sorun ne, Jin?"

"Artık asker olmanı istemiyorum. Başka bir şey olamaz mısın?" diye yumuşakça sordum ona.

Taehyung'un gözleri büyüdü. "Neden?"

"Çünkü Taehyung, yaptığın işte iyi olduğuna eminim ama dışarıda her zaman daha büyük ve daha kötü bir şeyler var gibi duruyor. Yapamam... Nasıl yapabilirim? Sonsuza dek nasıl yas tutarım bilmiyorum," dedim aşağı, tabağıma bakarak.

Taehyung'un gözleri yumuşadı. "Jin, onlardan biri tarafından alınmaya izin verecek kadar zayıf olduğumu söylediğin için aşırı derecede alınsam mı, yoksa benim için yas tutacağın için mutlu mu olsam bilemedim," diye gülümseyerek yanıtladı.

Yemeğimden kalanlarla oynarken kısık bir sesle, "Sonsuzluk sensiz sıkıcı olur gibi geliyor sadece. Ama bilirsin, belki de bana emretmeyi bu kadar seven biri olmayınca o kadar kötü olmaz," dedim ve somurtarak bitirdim. "Bahse varım gerçekten sinir bozucu olurdun."

"Ne yapmamı istersin?" diye sorarken gözleri neşeyle parlıyordu.

"Emekli ol, senin gibi biri için emeklilik planı yok mu? Demek istediğim, dağlardan daha yaşlısın. Her şeyi bırakıp golfe falan başlama vakti gelmiştir dostum," dedim heyecanla. "Hobilerin neler? Hadi sana yapacak başka bir şey bulabiliyor muyuz bakalım," diye ekledim kollarımı önümde çapraz yaparak.

"Bunu yapamam. Benim amacım bu. Bu işi yapmak için gönderildim ve yapacağım."

"O zaman ben de avcı olurum. Bana da asker olmayı öğretirsin ve sana yardım ederim." Eğer kendini tehlikeye atacaksa, o zaman ben de giderdim ve bana geri döneceğinden emin olurdum.

"Hayır," dedi kesinkes. Bunun konuşmanın sonu olduğunu düşündüğünü söyleyebilirdim.

"Neden olmasın?"

"Senin için çok riskli."

Kaşlarım kalktı. "Şimdilik öyle ama ya değiştiğimde, evrim geçirdiğimde ya da artık her ne yaptığımda?"

"Hayır," dedi daha sertçe.

"Taehyung, eğer sen varlığının sonlanmasını göze alabiliyorsan, o zaman ben de alabilirim."

O anda ayağa kalktı. Sandalyeme uzanarak hala üzerinde otururken masadan çekti. Birbirimizle yüzleşelim diye sandalyeyi döndürdü. Direkt olarak gözlerime bakmak için çömeldi.

"Benden yapmamı istediğin şeyi anlamak için çok gençsin. Düşmanı yenmek için gereken şiddetin dozunu henüz görmedin. O kadar masumsun ki... Ne olduğunu, sana neler olduğunu anlamanı sağlamak için anlatmak zorunda olduklarım yüzünden masumiyetini lekelemek bile benim için çok güç. Burada benimle kalman ve yaşaman için ısrar etmemek için gün geçtikçe zorlaşıyor ama bu da kendine özgü başka tehlikeleri sana getirir." Aramızdaki çekim düşünüldüğünde, tehdit olarak kendinden bahsettiğini anlayacak kadar zekiydim.

Taehyung devam etti. "Pozisyon üstünlüğü ihtiyacım, çekimimizin şartları altında değerlendirilmeli. Bu yüzden seni korumaya yardımcı olacak bazı kuralları konuşmamız gerekiyor."

"Kurallar mı?" Burnumu kırıştırdım. "Kulağa sıkıcı geliyor. Başka bir şey hakkında konuşmayı tercih ederim." Öne eğildim ve kollarımı boynuna doladım. Alnımı onunkine dayadım.

Acı içindeymiş gibi inledi. "Jin, bana ne yapıyorsun haberin bile yok."

Gözlerini kapatıp yavaşça kalktı, beni de sandalyeden çekti. Kollarım boynuna dolanmış halde kalırken bedenim onunkine yaslanıyordu. Kulağımın arkasındaki hassas tene dudaklarını değdirmek için kafasını hafifçe eğdi. Beni memnun etti, demek kelimenin basitliği yüzünden komik kalırdı. Kolları belimin etrafında sıkılaşırken, parmakları yumuşakça tişörtümün kalktığı yerdeki tenimi okşadı. Daha fazla istiyordum, buna açtım ama Taehyung nazik ancak kesin olarak kucaklaşmamızdan çekilince, acıdan inleme sırası bendeydi.

Konuşurken kaşları kalktı. "Ne diyordum?"

"Bilmiyorum, şimdi bu konuda endişelenmeyelim." En az benimki kadar geniş olan göğsüne baktım ve gömleğinin düğmelerinden biriyle oynadım.

"Jin," dedi kabaca.

"Tae." Nefes aldım.

"Bana yardım etmiyorsun," diyerek biraz azarladı.

"Biliyorum." Kafamı göğsüne yasladım.

"Kurallar," dedi sertçe.

"İyi," dedim ve ondan bir adım uzaklaştım. "Bana ne düşündüğünü söyleyebilirsin ancak hiçbir şeyi kabul etmiyorum."

"Jin, bu senin güvenliğin için," dedi nazikçe.

"Göreceğiz. Aklında ne var?"

"Herhangi bir nedenle Seoul'den ayrılırsan, komşu şehirlerden birine bile gitsen bilmek istiyorum. Barlardan ve tavernalardan uzak dur. Bensiz 7-Eleven'a gitmek yok ve uzaktan yakından tehlikeli sayılabilecek bir şey yapmak da yok."

"Sonuncusu biraz belirsiz oldu."

"Seokjin..." Taehyung karşı çıkmama cevap olarak iç çekti.

Dudaklarım belli belirsiz bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Ne, belirsiz işte. Bir kural belirsizse, o zaman o kural yıkılmak istiyordur," dedim savımın arkasında durarak.

"Tekrar özetlememe izin ver: Eğer buradan ayrılmak istiyorsam, sana haber vermem gerekiyor. Barlara ve tek başıma 7-Eleven'a gitmek de yok." dedim parmaklarımla tek tek sayarak.

"Tehlikeli bir şey yapmak da yok," diye hatırlattı.

"Tamam, makasla koşmak yok," dedim ve başka bir parmak eklerken ona gülümsedim.

Taehyung'un gözleri kısıldı. "Seokjin, bunu ciddiye alman gerek."

"Deniyorum Taehyung. Ben kendi ayaklarım üzerinde duracak şekilde. Jim dayım bana tamamen güvenirdi. Bir şey yapmak için nadiren izne ihtiyacım olurdu ve çoğunlukla bana güvenmekte haklıydı."

"Uslu durmak için çabalamanı bekliyorum."

Kaşlarım kalktı. "Ya durmazsam?"

"Olumsuz yerine olumlu pekiştirmeye inanırım," dedi seksi bir gülümsemeyle. Parmak ucuyla dudaklarımı izleyerek dokunduğu yerde tutuşan bir yol bıraktı.

"Çok duyarlısın," derken titredim. Bedenimden geçen hissin korkuyla hiç de alakası yoktu.

Taehyung parmağını dudağımdan isteksiz bir gülümsemeyle kaldırdı. "Artık gitmemiz gerek. İkimizin de idmanı var." diye iç çekti ama gözleri arzulu kalmıştı. Sanki bir çeşit olumlu pekiştirme planlıyordu. "Üstümü değiştirmem gerekiyor, sonra seni odana götürüp arkadaşlarınla tanışabilirim." Akşam yemeğimiz bittiği için üzgündüm, onunla daha çok zaman geçirmek istiyordum. "Hemen dönerim," dedi ve sözünde durarak hemen gitti.

Hareket ettiğini zar zor gördüm. Gözlerim sadece bulanık bir iz yakalayabildi. Anında mutfakta yalnızdım. İrkilmiştim. Arkamdaki sandalyeye oturdum. Uzun süre beklemem gerekmedi, belki on saniye içinde tekrar önümde belirdi.

Yüzündeki gülümseme, şaşkınlığım yüzünden ne kadar eğlendiğini gösteriyordu. İdman formasını giymişti ve eşyaları da yanındaydı. Üst katta olduğunu varsaydığım yatak odasını bırakın, sadece evin ön kapısına ulaşmam otuz saniyemi alırdı.

"Bu hızlıydı," dedim.

Taehyung'un gülümsemesi büyüleyiciydi. "Ne olduğumu ya da ne yapabildiğimi senden saklamamak çok hoş. Benden korkmadığını bilmem beni mutlu ediyor," dedi koltuğumdan kalkmak için elini uzatırken.

Gülümsemesini gördüğüm için kalbim göğsümde küt küt atıyordu. "Ben de bu kadar hızlı hareket edebilecek miyim?" diye sordum ön kapıya gitmek için mutfağı terk ettiğimizde.

"Büyük ihtimalle," dedi omuz silkerek.

"Hmmm." Bu tür bir yeteneğe sahip olmanın benim için bazı problemler yaratabileceğini düşünüyordum.

"Ne?"

İtiraf ederken alnım kırıştı. "Eh, dizimin incinmiş olması gerektiğinde topallarmış gibi yaparken bile zorlandım. Derse ya da bir şeye geç kaldığımda vın diye gitmemem gerektiğini unuttuğumu öngörebiliyorum."

Taehyung beni rahatlatmak için elimi tuttu. "Sadece çevren ve içinde var olan her şeyden haberdar olman gerekiyor. Bir süre sonra alışkanlık haline geliyor."

"Biraz zorlanacakmışım gibi duruyor, çünkü haberdar olduğum tek şey sensin." Böyle utanç verici bir gerçeği kabul ettiğim için kızardım.

"Bu ikimiz içinde zor olacak," diye açıkça belirtti. "Yakınımda olduğunda ben de çevremin görüşünü kaybediyorum. Bu üstesinden gelmemiz gereken bir konu çünkü ikimizi de düşmanlara karşı savunmasız bırakıyor."

Ön kapıyı benim için açtı ve beraber arabasına yürüdük. Oturduğumda arabada bıraktığım çantamdan bir bip duydum. İçinde telefonumu bulunca cevapsız çağrılara baktım. Namjoon'dan bir tane vardı ve bir tane de Min Jae'den. Sesli mesajları tuşladım, ilk mesaj Namjoon'dan olmalıydı ama dinlediğimde sadece tıslama sesi vardı. Korkudan sindim, bir sonraki konuşmamızın nasıl olacağını merak ediyordum. Şüphesiz ikimiz için de acı verici olacak.

Sonraki mesaj Min Jae'dendi. Öğlen ve akşam yemeğinde beni göremeyince endişelenmişti. Namjoon'u geri arayıp aramamayı düşündüm. Dalgın halde telefonu ağzımda tutarak pencereden dışarı baktım. Namjoon'la sonraki konuşmamız yüz yüze olmalıydı.

"Namjoon mu aramış?" diye sordu Taehyung.

"Evet."

"Ne demiş?"

"Hiçbir şey. Kapatmış."

"Anladım," dedi içtenlikle.

"Anlıyor musun?"

"Evet, üzgünüm," dedi sadece.

Üzülerek, "Ben de öyle," dedim.

"Ona ne diyeceksin?"

Dürüstçe, "Bilmiyorum," diye cevap verdim.

"Jin, henüz karar vermek zorunda değilsin. Ne istediğine karar vermek için vaktin var," dedi Taehyung tekrardan yumuşakça. Duygularım için olan endişesi ağlamak istememe neden olmuştu.

"Taehyung bunu zaten düşündüm. Eğer senin dediğin gibi olursa Namjoon'la nasıl bir yaşantım olabilir ki?" dedim üzülerek. "Eğer senin kadar güçlü olursam, senin şu an benimle olarak aldığın riskleri ben de onunla yaşarım. Yeryüzünde olduğun bin yıllar boyunca edindiğin kontrole de sahip olmayacağım ayrıca. Büyük ihtimalle istemeden Namjoon'u ezeceğim."

"Evet," diye sakince katıldı ama Namjoon'a bunu yapmanın çok da kötü bir şey olmayacağını düşünüyor gibi gelmişti kulağa.

"Sonra Namjoon yaşlanırken benim aynı kalacağım gerçeği var. İnsanlar böyle genç bir erkekle birlikte olduğu için yaşlı bir pislik olduğunu düşündüğünde ne olacak? Bir süre sonra bu onun için heyecanlı olmaktan çıkacaktır."

"Doğru," dedi sağduyuyla ama sanki Namjoon'un yaşlanmasının komik bir fikir olduğunu düşünüyor gibi duruyordu.

"Ve sonra sen varsın. Namjoon'u seçsem bile yapabileceğimi sanmıyorum..." Sustum, açıklamak istemiyordum.

"Neyi yapabileceğini?" diye merakla sordu.

"Ona sadık kalabileceğimi," diye kızararak yanıtladım. "Sen etraftayken sanki başka hiç kimse yok." Taehyung bu söylediklerimden sonra uzanıp elimi tuttu. Dudaklarına götürerek öptü. "Bu yüzden ona ne diyeceğimi bilmiyorum," dedim sessizce. Camdan dışarı bakmak için tekrar döndüm, geçen manzaraların hiçbirini görmüyordum.

Taehyung tekrar konuştuğunda, o anlamadığım melek dilinde bir şeyler söylüyordu. Tatlı bir şekilde dalgalanan melodisiyle beni rahatlattı. Konuşmayı bitirdiğinde kendimi daha sakin hissediyordum.

"Ne dedin?" diye sordum.

"Öngörüden sonra arabada benimleyken söylediğim şeyin aynısını." Gözleri benimkilerle buluştu ve nefesimin kesilmesine sebep oldu.

Bir saniye düşündükten sonra hayal kırıklığıyla konuştum. "Ah evet, sinir bozucu bir yaratığım, anladım."

"Sana bunu dediğimi söylediğimde tam olarak dürüst değildim," dedi bana gülümseyerek.

"Taehyung, hile yapabiliyor musun? Melek olduğunu sanıyordum."

Yanıtladığında Taehyung'un ifadesi kederliydi. "Melek kavramını yeniden tanımlamamız gerekiyor."

Kaşlarım kalkarak sordum. "O zaman o gün ne dedin?"

"Dedim ki, sen Tanrı'dan sonra, tanıdığım en mükemmel yaratıksın ve senin için hissettiğim sevgi, ne yeryüzünde ne de cennette ölçülemez. Bu kaba bir çeviri ama melek dilinde kulağa daha iyi geliyor," diye açıkladı kahverengi gözleri benimkilere bakarken.

"Bunu mu söyledin?" Soludum, bana anlattığına tam olarak inanamıyordum.

"Evet," dedi gözleri yumuşarken. Yurdumun otoparkına girdik ve Taehyung park etti. Arabasını boşa aldı.

Usulca, "Benim için böyle hissettiğini ne zaman fark ettin?" diye sordum.

Gülerek "Gölde beni şok tabancasıyla vurduğunda," diye yanıtladı.

Gözlerim büyüdü. "Ne?" diye şaşkınlıkla sordum.

"O kadar cesursun ki... Harikaydın."

"Korkudan ölüyordum."

"Evet, ama cesaret budur: Korku karşısında harekete geçmek," dedi Taehyung duygularımı haklı çıkararak. "O anda seni kucaklamamın, istediğim etkiyi yaratmayacağı konusunda kendimi ikna etmem gerekti. Büyük ihtimalle bu seni daha da korkuturdu."

"İyi düşünmüşsün," dedim. Eğer onu şokladıktan sonra beni kucaklamaya çalışsaydı, kalp krizi geçirebileceğimi düşündüm. "Göldeki karşılaşmamızdan sonra yine gitmemi istemiştin."

"Bir görevim var ve sana yardım edersem, o görevi direkt olarak ihlal etmiş olurum diye endişeliydim. Sana olan hislerimin bir iki milenyum içinde geçeceğini umdum. Aptalca, değil mi?"

"Oldukça." Güzel yüzü karşısında anlık olarak hayranlık içindeydim. Gözlerimi onunkilerden ayırıp konuştum. "İdmana geç kalacağız. Gidip üstümü değiştirsem iyi olur, böylece bizimkilerle buluşabilirim."

Parmaklarım kapı koluna uzanırken Taehyung sordu. "Bu akşam görüşürüz?"

Hayal kırıklığı içimi doldurdu. "Maalesef Jungkook ve Jimin'e takılacağımıza dair söz verdim.

"Ya." Çenesini eğip gülümsedi. "Yarın o zaman?"

"Yarın." Nefesim kesilerek kabul ettim.

Arabadan ayrılmamın eşiğindeydim ki Taehyung sarhoş eden bir öpücükle beni yakaladı. Bir veda gibi hissettirmiyordu; bu maskeli baloydu. Bir öpücükte sanki 'merhaba' diyen bir rüzgar nazikçe dudaklarımı okşuyordu, sanki sadece şu anda benim için var olmuştu.

Yavaşça çekilince gözlerindeki kahverengiliklerde bilgelik gördüm. Parmak uçlarım dudaklarıma, onunkilerin biraz önce olduğu yere dokundu. Bu anı zihnime, daha sonra her anını hatırlamak için mühürlemek istedim.

Taehyung'a nefesim kesilmiş halde, "Hoşçakal," demeyi becerip arabasından indim.

"Hoşçakal, Jin." Ben kapıyı kapatmadan önce gülümsedi.

.
.
.

Bayaaaa uzun zaman sonra bölüm atıyorum. Aşırı uzun bir bölüm oldu umarım sıkılmazsınız.

Jin'in giydiği şey adamın üzerindeki şeyler. (hayal edince ölüyorsunuz ağağa)

Saçları da bu şekilde oluyor.

Umarım sıkılmadan okumuşsunuzdur.

Oy vermeyi ve satır arası yorum
yapmayı unutmayınız

TaeJin

Fortsett å les

You'll Also Like

90.8K 3.8K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
168K 10.4K 31
jeon jungkook en yakın arkadaşının nefret ettiği kişiye yatak arkadaşlığı teklif etmeden önce iki kez düşünmeliydi. belki de üç kez. switch!
1.7K 520 9
-çoğunluğu texting, mizah içerir.- samimi söylüyorum fazlasıyla ciddiyetsiz bir çalışma.¯⁠\⁠_⁠(⁠ツ⁠)⁠_⁠/⁠¯
2.1K 220 8
"taehyung. en iyi arkadaşım, ruh eşim. sen gideli neredeyse iki sene olmak üzere."