Bir Kelebek Hikayesi

By bir_demet_gokyuzu

14.2K 655 278

"Bir kelebeğin ölüme uçuşu..." ♣ Bir esas kız, kötü çocuk ve aşk hikayesi değildir. Aksine, bir yan karakter... More

Bir Kelebek Hikayesi
Ufak Bir Giriş
1→ Küçük Kızlar Ölmez
2→ Mavi Saçlı Kız
3→ Sen Hiç Aşık Oldun Mu?
4→ Bir Gün Yarım Kalacaksın
5→ Bana Bir Şarkı Söyle
6→ Bir Melek Ölürken
7→ Ölü Gelin
8→ Ben Zehra Değilim
9→ Yaralarını Ben Sarayım
10→ Ben Nisan'ı Seviyorum
12→ Teşekkür Ederim
13→Çirkin Kelebek
14→ Beni Bir Gün Sevecek Misin?
15→ Acıya Gülmek
16→ Kuş Evi
17→ Köpek Sadakati
18→ Eylül Ölümleri
19→Özür Dilerim
20→İnsanın Alışamayacağı Şey
Sonsuzluğa Son Adım
İKİNCİ ADIM
ÜÇÜNCÜ ADIM
SON ADIM
FİNAL.

11→ Hediye İster Misin?

875 28 41
By bir_demet_gokyuzu


Bölüm 11 🐚

On sekiz yıl önce tam bugün doğmuştum.

Annemle babam kendilerine kurdukları sıcak yuvayı şenlendirmek istediklerinden çocuk yapma kararı almışlar ardından çok geçmeden de annem,rahminde bir bebek taşıdığını öğrenmişti. Çok sevdiği kocasıyla kendisine ait olan bir meyve.Birbirlerine olan sevgi ağaçlarından düşmüş, çürük bir meyve.

Hamilelik süreci oldukça güzel ve mutlu geçmişti, annemin anlattıklarına göre. Kendimi onlar tarafından bir yük görmemem için hep iyi ve sağlıklı olduğumu düşündükleri anları anlatmayı severdi. İlk çocukta gösterebilecekleri bütün çabayı sarf etmişler, dokuz ay boyunca huzurdan başka hiçbir duygu hissetmemişlerdi.

Hayat sizden bir şey alacağı zaman, önce mutlu etmeyi ardından da sizi öylece ortada bırakmayı sever.Annemin dokuz aylık hamilelik süreci de tıpkı böyle sürmüştü işte, dokuz ay boyunca gerçek olamayacak kadar güzel yaşanan o günler, ardından gelecek on sekiz yıllık işkencenin habercisiydi.

Ve sonunda, takvim yaprağı Mart'ın ikisini gösterdiğinde sonradan çok pişman olacağım bir şeyi yapıp, dünyaya gelmiştim.Görünüşte her şeyiyle sağlıklı,önünde uzun ömür olduğu temenni edilen bir kız bebek.

Fakat annem henüz kokuma alışamadan doktor beyaz bir sayfayı andıran hayatımıza kara bir leke gibi çökecek olan o sözleri söylemişti; Kızınızın kalbinde yolunda gitmeyen şeyler tespit ettik.

Doktorun söylediklerini babamın anlattıklarından biliyordum, annem asla kendimi artık bir parça gibi görmemi hazmedemeyeceğinden böyle şeyleri anlatmayı sevmezdi ama babam hastane odasında geçirdiğimiz o günlerde doğumumu ve hastalıkla tanıştıkları ilk anı anlatmakta bir sakınca görmemişti.

Doktorun söylediklerini harfi harfine bana naklederken, kaşları çatılır ve sanki yeni baba olmuş o adamın hislerini yeniden yaşardı.

O an anneme kızmış olmalıydı ya da kendine, hiç olmadı alakası olmamasına rağmen doktora.Nedense böyle anlarda insanlar bir şeyleri suçlama isteğiyle dolup taşar, sanki bir suçlu bulununca kötü olay da ortadan kalkacakmış gibi.

Ama babam benim hasta olduğumu öğrendiğinde hissettiklerini söylemezdi, bende deşmezdim zaten. Sadece bir defasında beni en başlarda kurtarabileceklerini düşündüğünü anlatmıştı. Doktor, ileri bir seviyede olmadığımı söyleyince tüm her şeylerini feda ederek benim nefes almam için seferber olmuşlardı.
Bu çabaların boşa olduklarını anlayacaklardı, ama asla kabul etmeyeceklerdi.

Ne olursa olsun güç bela nefes almam ve bir sonraki doğum günümü görmem için uğraşmışlardı, doğrusu başarmışlardı da. Her doğum günümde yüzlerinde kederle karışık bir mutluluk gördüğümden, başkaları için mutluluk kaynağı olan o günden nefret ederdim.

Yeni bir yaşa girmek benim için yaşanacak günler demekti, annemle babamın daha fazla üzüleceği günlere girdiğim için aptalca bir pasta üflemeyi reddediyordum.

Onlarsa nefes aldığım için, yeni bir yaşı daha gördüğüm için mutlulardı. Fakat öte yandan bu yeni girdiğim yaşta ölme ihtimalimde vardı, öteki pastayı görememe ve belki de sonsuza dek öldüğümde olduğum yaşta kalma ihtimalim.

Annemle babamın yüzündeki bu ifadeyi yalnızca benim doğum günlerimde görürdüm, ardımdan doğan iki sağlıklı kardeşimin doğum günleri tam bir cümbüş ve mutluluk havasında gerçekleşirdi.Asla yapmacık yüz ifadeleri ve acaba sorularını çevremde hissetmezdim.

Acaba bu üflediği son pasta mı? Acaba bir sonraki yaşını görebilecek mi? Acaba bu yıl mı ölecek? Acaba..acaba..acaba...

Bu tip sorular benim yaş günüme ait sorulardı, asla sormadıkları ama yüzlerinde cam gibi okunan sorular.

Doğrusu on dokuz yaşımı göreceğimi hiç düşünmemiştim ama işte bugün on dokuz yaşımı görüyordum ve nefret ettiğim o hüzünle karışık mutlu yüz ifadeleri yoktu çevremde. Yalnızdım,yaşıyordum. Belki de bu hayatta asla başıma geleceğini düşünmediğim iki şeyi aynı anda görmüştüm.

Şu anda bulunduğum evde kimse benim hayat denilen labirente bugün atıldığımı bilmiyordu. Bugün soluk almaya başladığımı, bugün ailemin hayatını mahvettiğimi,bugün adeta bana arkadaş olan kalbimdeki o arızayla tanıştığımı.

Onlar için normal bir gündü, yaşanıp arkaya çöp gibi atılacak fazladan bir gün. Yanımda uyuyan Barış, her şeyden habersiz soluk alıp veriyor arada sanki yanından kalkıp gitmişim gibi kolunu benim tarafıma doğru atıyordu. Az önce yanından kalkıp, pencerenin önüne gelmiştim. Kolu bir kez daha benim tarafıma doğru kalkarsa, bu sefer teni acı bir soğuklukla karşılaşacaktı.

O, benim yanından kalktığımı fark edip homurdanmaya başlamadan önce biraz daha pencereden dışarıyı izleme şansım vardı.Kendimi garip hissediyordum, diğer doğum günlerimde de böyle hissedip hissetmediğimi bilmiyordum ama içimde garip bir bulantı vardı.

Kusacakmış gibiydim, sanki kusarsam on sekiz yıl boyunca yediğim o bütün pastaları vücudumdan atacaktım. Keşke böyle bir şey mümkün olsaydı, acı ve gözyaşıyla önüme konulan o pastaların acı hatıralarından da böylelikle kurtulabilirdim belki.

"Pencereyi kapat." dedi arkadan kalın ve uykulu bir erkek sesi.Yanından kalktığımı fark etmesi, düşündüğümden daha kısa sürmüştü.

"Üşüdün mü?" dedim göz ucuyla ona bakarken.

Gözümün içine bakarak kestiği siyah saçları yatağın üstünde süzülüyordu, açılmakla açılmamak arasında kalan siyah gözleri bulantılı bir suya bakar gibi anlamsızdı. Sorum karşısında eliyle yüzünü ovuşturdu ve,"Hayır." dedi mahmur mahmur."Ama sen üşüyebilirsin."

"Hava soğuk değil."

"Mart ayındayız," dedi yataktan kalkmak için yorganı tekmelerken.Söyledikleri karşısında sanki yorganı değil de kalbimi tekmelediğini hissettiren bir duyguyla mide bulantım bir kat daha artmıştı.

Mart ayında olduğumuzu bilmesi, doğum günümü de bileceği anlamına gelmiyordu ki.

"Nisan, niye kusacakmış gibi bakıyorsun?"

"Hiç farkında değilim,"dedim yalan söyleyerek."Ben gidip kahvaltı hazırlayayım, birazdan Emirler gelir."

Odadan kendimi attığımda, Barış esnemekle meşguldü. Benim hakkımda olan şeyleri saniyesinde unutmak gibi bir kabiliyeti vardı, önceden canımı yakan bu özelliği nedense bugün içimi rahatlatıyordu.

Kimsenin üstelemesini istemiyordum, saplantılı gelebilir ama kimsenin doğum günümü bilmesini de istemiyordum.

Kahvaltılarla uğraşmak, yumurta kırmak ve sıcak bir çay yapmak gibi şeyler kendimi daha iyi hissetmemi sağlarken, kapının zili çalmaya başlamıştı. Eğer böyle ısrarcı çalıyorsa, gelen Emir demekti. Kendisini hiç yormadan bir kere basıyorsa, Tekin ve zili çalmak yerine kapıya tıklıyorsa Canberk.

Artık kapıyı çalışlarına kadar ezberlemiştim yeni arkadaşlarımı.

"Barış!" diye seslendim içeriye doğru. Bir yandan da elimdeki ekmek sepetini masaya yerleştiriyordum. Banyodan aheste aheste çıkan Barış,"Ben baktım!" demekle yetinmiş ve ardından da kapının açıldığını belli eden bir klik sesi gelmişti.

Gürültü ve şamata kapının açılmasıyla, Barış'ın sessiz evini kuşatmakta geç kalmamıştı. En azından bu gürültünün arasında kendimle ilgili şeyleri de unutabilirdim. Bu fikir biraz rahatlamamı sağlarken, mutfağa doluşan bedenlere göz ucuyla baktım.

Her zaman gördüğüm çehreler,birisi hariç. Kumral bir kadın,Emir'in beline sarılmış bir şekilde içeriye girince uğraştığım işimi bıraktım ve gözlerimi direkt hemcinsime diktim. Benden başka bir kadının bu evde olması fikri, kıskançlıktan çok kendimi rahat hissetmemi sağlıyordu.

Evet, belki de on sekiz -artık on dokuz- yıllık hayatım boyunca hiç arkadaş edinememiştim ama bunca erkeğin arasında benim gibi düşünen, benimle aynı şeyleri paylaşan bir kadın görmek mükemmel bir duyguydu.

"Merhaba,"dedim elimi uzatırken."Ben Nisan."

Kız, piercingli dudağını gererek güldü ve tüm sıcaklığıyla elimi kavradı."Seni hiç görmedim ama adını biliyorum. Hani senin için kıyafet almıştık, kırmızı elbise falan?"

Emir, kıyafetleri kız arkadaşıyla aldığından bahsetmişti ama bu konunun üzerine gitmeye fırsat bulamamıştım, o esnada uğraşmam gereken daha başka dertlerim vardı.

"Hatırladım." dedim kıkırdayarak."O kırmızı elbise yüzünden başıma az şey gelmedi."

İkimizde kadınların arasında olan bir kıkırdamayla sohbetimizin ısınmasını sağlarken, Barış'ın akbabayı andıran gözlerini gördüm.

O kırmızı elbise yüzünden, benim için barmeni dövmüştü. Aramızda paylaştığımız bu çirkin hatırayı aklıma getirmemle birlikte, gülme hevesimde uçup gitmişti.

"Kurt gibi açım." dedi Emir eline bir peynir alırken. Ağzına götürmek için yaptığı hamle, yarıda kalmıştı çünkü sevgilisi hızla eline vurmuş ve kınayan gözlerle Emir'i süzmüştü.Aralarında geçen bu kısacık an,imrenme duygumun filizlenmesini sağlıyordu.

Öyle çok yakışıyorlardı ki. İkisinin de parmaklarında aynı dövmenin olduğunu fark etmiştim; devamındaki dövmeler kendi istekleri üzerine vücutlarında yerlerini bulmuştu. Onun dışında Emir'in yüzündeki piercing sayısı biraz daha fazlaydı galiba.

"Önemli değil, başlayabiliriz." dedim gülümseyerek. Bu komutumu bekliyorlarmış gibi ayakta dikilen herkes kendisine bir sandalye çekti ve beni bekleme zahmetine girmeden yemeye başladılar.

Son boş yer olan Canberk'in yanına usulca çöktüm. Masada bir muhabbet dönüyordu, ama ne olduğunu anlamak için kendimi zorlamayı bırakmıştım. Ne onları dinleyebiliyordum, ne de yemek yiyebiliyordum. Gürültünün kendimi iyi hissettireceğini düşünmüştüm ama bu gürültüye rağmen doğum günümde olduğum gerçeği peşimi rahat bırakmıyordu.

"Zehra'ya benziyorsun."

Masada dönen muhabbet, bir anda kesildi ve gözler üzerime döndü.Emir'in kız arkadaşının yaptığı tespite gülümsemekle yetindim.

"Barış da öyle düşünüyor." dedim topu Barış'a atarak. Gözleri ciğerime sokulan bir bıçaktan farksızdı ama bu sohbetin üzerimden yürümesini istemiyordum.

"Sahiden Barış," dedi Emir'in kız arkadaşı bakışını ona yönelttiğinde."Gerçekten karşımda Zehra varmış gibi hissediyorum."

"Gönül..." Tekin bir şey diyecekti ama Gönül kırdığı potların hiçbirini fark etmediğinden bana doğru döndü.

"Zehra'yı görmeliydin, ne kadar hayat dolu bir kızdı fakat onu kaybettik. Yani bir hastalıktan.Gerçekten üzücü bir olaydı, o hastalık olmasaydı şayet..."

"Bende de aynı hastalık var, görünüşe göre Zehra'yla sadece dış görünüşlerimiz benzemiyor."

Gönül, görünmez bir el tarafından tokat yemiş gibi ifadesini değiştirmişti. Az önce ağzına kattığı zeytini yediğine pişman olmuşa benziyordu, çünkü boğazında bir şeylerin takılı kaldığı çok belliydi.

"Şey," dedi boğazını temizleyerek."Yani senin kurtulma şansın vardır ama o.. bilirsin işte."

"İlaç tedavisi kesildi, ameliyat şansımı tükettim. Kurtulma şansım mucizeden öteye geçemiyor."

Neden böyle acımasızca gerçekleri söylediğimi bilmiyordum, Gönül yaptığı yanlışı temizlemek için çırpındıkça ben ortalığı daha da batırıyor ve onun başına fazladan iş çıkartıyordum.

Kendimden beklenmeyecek bir şekilde ağzımdan uzun zamandır çıkmayan kahkahamı kaçırdım.Sesim yüksek perdeden mutfağın duvarlarında çınlarken,masadakilerin hiçbirinden çıt çıkmıyordu.

"Öyleyse.." dedim gülümseyip çayımı havaya kaldırdığımda."Ölü kızın şerefine!"

Doğduğum günde, öldüğüm halime bardak kaldırdığımı fark etmeden.

🐚

Bar, bu gece kalabalıktı.

Barış'ın kovulacağını düşünmüştük ama patron Barış'ı kaybetmeyi göze alamadığından, Çakı'ya yalvarmıştı. Sonucunda da onu bir şartla ikna etmişti; kızının doğum gününde tek bir ücret almadan çalacaklardı.

Normalde Barış köleliği andıran bu fikri asla kabul etmezdi ama işin ucunda çok sevdiği işini kaybetmek ve daha da önemlisi arkadaşlarını yüz üstü bırakmak vardı. Onlara bir kez benim yüzümden ihanet etmişken, aynı hataya düşemezdi.

Önceki barmen kavgasında ise, yeri çabuk doldurulacak olan barmen kovulmuştu. Nasıl oluyorsa Barış hep dört ayağının üstüne düşmeyi başarıyordu.

Yeterince kalabalık değilmiş gibi dolmaya devam eden barda, Gönül'le birlikte kendimize oturulacak bir yer bulmuştuk.Bulunduğumuz yerden sahneyi çok rahat görebiliyorduk, arada gitarının akorunu yapan Barış'a bakıyordum ama onun dışında oturduğumuz koltuğun benim için pek bir avantajı yoktu.

Direkt çerezlere dalan Gönül, "Eee senle Barış ne iş?" diye sordu gözünde muzip bir pırıltıyla.

Sabah kahvaltısından sonra aramızda yakaladığımız o sıcaklığın geri dönemeyeceğini sanmıştım ama daha şiddetli ve samimi bir şekilde geri dönmüştü.

"Nasıl ne iş?"

Bana salakmışım gibi bir bakış attı." Yeme beni be kızım. Aynı evde kalmalar falan."

"Biz... arkadaşız." dedim çerezlere uzanırken. Ağzıma tıkıştırdığım çerezleri görünce belki susardı.

"Ben bu lafları o kadar çok duydum ki, sonu ne oluyor biliyor musun? Benim dükkanda sırtına o kişinin ismini kazıtıyorlar. Hani arkadaşının." dedi üstüne basa basa.

Gönül dövmecide çalışıyordu, Emir'in bir çok dövmesi onun elinden çıkmaydı. Bir an bende kendimi Barış'ın dövmesini yaptırırken hayal ettim ama bu kısa süreli hayalimi bozan başka acımasız bir fikirdi.

Zehra'yı anlatan bir dövme, Barışta var mıydı?

"Gönül,"dedim yutkunarak.Soracağım sorudan bir şeyler anlamaması için elimden geldiği kadar sesimi düz tutmaya çalışmıştım. Bakışlarında gerginliğimi anladığına dair tek bir ifade yoktu, aksine çerezleri mideye indirirken, günlük bir kadın sohbetinin ortasına düşmüş gibiydim.

"Barış'a hiç dövme yaptın mı?" dedim göz teması kurmamaya çalışarak.

Alışıldık kahve gözleri, barın ışıklandırmalarıyla birleşince çakmak misali yanıyordu."Bir düşüneyim." O zihninin sayfalarını karıştırırken, göz ucuyla sahnede duran Barış'a baktım. Bakışlarımın ağırlığını hissetmiş olacak ki, siyah gözleri yüzümü buldu. Sanki az önce sorduğum soruyu duymuş gibiydi, aceleyle elimdeki çerezleri ağzıma tıkıştırdım. Onca gürültünün ardından, benim ufacık-zararsız bir sorum mu onun kulağına gidecekti?

"Geçici bir dövme." dedi Gönül transtan uyanır bir edayla."Dövmeye karşıydı, yanlış buluyordu ama sonunda geçici dövmede onu ikna ettim."

"Barış'ı ikna mı ettin?" dedim kaşlarımı kaldırarak. İstemediği bir şeyi asla yapmazdı.

Kolasına uzanırken,"Yani aslında Zehra etti." dedi ağzının kenarıyla."Geçici demiş, onlara ait bir şey.Sonunda da Barış kendi seçtiği şekli dövme yaptırdı."

"Ne dövmesiydi?" dedim hiç çekinmeden. Sorular ardı arkasına gelmeye başlamıştı ve artık kendimi durdurmak için herhangi bir harekette bulunmuyordum.

Gönül kolasını yudumladı, gözlerini kısıp hatıralarının arasından o anıyı çekip çıkarırken,kendimi sabretmeye zorladım.Sonunda kahve gözleri bana döndüğünde eskisi kadar muğlak bakmıyordu.

"Bir kelebek." dedi sessizce."Bir kelebek dövmesiydi."

Sabah gittiğini sandığım kusma hissi beni bunca kalabalığın arasında yeniden bulmuştu.Yüzümü buruşturmamaya çalıştım,kelebeklerle ilgili duyduğum her şey bana korkutucu gelmeye başlamıştı artık.

"Neden?" diye sordum düz olduğunu umduğum bir sesle.

Hafifçe omzunu silkti."Bilmem, kelebeğin anlamını soramadım.Zehra da şekli görünce köpürdü, herhalde kendi ismini falan bekliyordu."

"Barış, Zehra'ya 'kelebek' diye hitap etmiyor muydu?"

"Hayır." dedi bıçağı andırır keskinlikte.

Yeniden sahnede duran Barış'a baktım, midem bir kasılıyor bir düzeliyordu. Az önce yediğim çerezlerin içeride kaynadığını hissediyordum. Bunlar öğrendiklerimin yan etkisi olmalıydı.

Barış, Zehra'ya kelebek diye hitap etmiyordu ama bana öyle sesleniyordu. Hem de önceden vücudunda bulundurduğu bir dövmedeki şekli kullanarak. Sadece bana ait bir hitaptı, içine Zehra'nın karışmadığı, yalnızca Nisan'a ait bir kelime.
Az önce korkutucu gelen kelebekler, şimdi o kadar da korkutucu gelmiyordu. Aksine onları sevmeye başlamıştım.

"Saat kaç?" dedim Gönül'e doğru eğilerek.

"On bir." Bu sırada sahnede duran Emir'e yönelik bir öpücük atmıştı.

Sadece bir saat kalmıştı, bir saat sonra doğum günü kabusumdan da kurtulacaktım. Gerçekten şu son beş dakikada kendimi düşündüğümden daha mutlu hisseder hale gelmiştim. Sabah çöp kadar ağır ve pis olan duygularım, şimdi ferahlamıştı.

Gönül'e yan gözle baktım,"Biliyor musun?" dedim gülümseyerek."Bugün benim doğum günüm."

Kimsenin bilmesini istemiyordum ama Gönül öyle bana pastalar alacak, olayı abartacak birisi değildi. Ona kendimi yakın hissediyordum. Tıpkı arkadaş gibi.

"Hadi be." dedi sırıtarak."Neden günün bitimine yakın söylüyorsun bunu?"

"Kimse bilsin istemedim."

Sırıttı."Kimse bilmeyecek. Ama böyle önemli bir günü burada harcayamayız. Benimle dışarı geliyorsun, seni karanlık bir yere götüreceğim."

"Kutlamak istemi-"

"Kutlayacağımızı kim söyledi?" dedi göz kırparak. Ucundan tehlikeli bir şey çıkacağını bildiğim halde, Gönül'e güveniyordum.Ayağa kalkmadan önce bir kez daha sahneye baktım ama bu sefer Barış'ı göremedim. Sadece bardan çıkacağımız esnada şarkıyı mırıldanmaya başlayan sesini duyabilmiştim, o kadar.

Umarım beni göremediğinde çok sinirlenmezdi.

Barın önüne dizilmiş arabaların arasından geçip ara sokaklara dalana kadar hiçbir sorun yoktu ama ara sokaklara daldığımız anda pek de hoş olmayan hatıralarım canlanmaya başlamıştı. O gün Barış'la bu sokaktan geçmiş ve bir kadına kafa tutmuştum. Onunla bir kez daha karşılaşmamak için gözlerimle etrafı kolaçan ediyordum.

"Var ya manyak şanslısın!" dedi Gönül sıkışık sokakta önünde yürüdüğüm sırada."Öyle pek bir ömrün kalmamışken yaşamak muazzam olmalı. Kafanı eseni yap gitsin, kimsenin hesap sorduğu yok."

Onun açısından bakınca kendimi gerçekten şanslı hissediyordum fakat buz dağının ardını gören tek kişi bendim."Haklısın. Belki de bu son doğum günümdür."

"Belki benim de son doğum günümdür." dedi ve bu sefer yalancı bir baş hareketi değil de ona yürekten inandığımı gösteren bir şekilde haklı olduğunu söyledim.

Daralan sokak karanlık bir sokağa çıkıyordu, sıkış-tepiş geçtiğim yerden geniş alana çıkınca çevrede bir iki serseri dışında kimsenin olmadığını gördüm. Ama korkmuyordum, hangi ara böyle cesur olduğumdan emin değildim fakat eskisi kadar ödlek olmadığımın da farkındaydım.

Olabildiğince omzumu dik tutmaya çalışarak serserilerin yanından geçmeye çalışırken gözüm aralarından birisine ilişti. O da beni fark etmiş ve kim olduğumu çıkarmak için gözlerini kısmıştı.

Nefesimi tutarak Gönül'ün yanında yürürken beni tanıyamadığına karar verip kendimi rahatlatmaya çalışmıştım ama arkadan koluma uzanan el, haksız olduğumu ortaya çıkarmıştı.

"Sen o kızsın."

Gönül, ne olduğunu anlamak için arkasına döndü ve kolumu sıkan barmene baktı.

"Kolumu bırak." dedim ne kadar geçersiz bir emir olduğumu bilsem de.

"Senin yüzünden işsiz kaldım lan ben!"

Bana sarkıntılık ettiği için Barış'ın onu döverek olay çıkartması dolaylı yoldan benim suçum olabilirdi ama ipin ucu ona değiyordu. Aslında her şeyin suçlusu barmendi, yine de işini kaybetmiş ve sinirli bir sarhoşa bulaşmak istemiyordum.

"Tamam, özür dilerim."

Kulaklarımı acıtan bir kahkaha attı, bu sayede arkasındaki içki arkadaşları da bize yanaşma cesareti göstermişti.

"Özür dileyince ne oluyor lan!" Kolumu daha fazla sıkan elini ittirmek için bir hamle yapınca aramızda küçük çaplı bir itiş-kakış oldu.

"Adam ol, çek elini kolunu." dedi Gönül araya girerek.

"Gönül sen karışma." diye onu olaydan uzak tutmaya çalıştım.Zaten diğer içkiciler onu tek hamlede fırlatıp, yere atmışlardı.Gönül'ün paçavra gibi yere atıldığını görünce boğazıma düğümlenmiş olan çığlığa engel olamadım.

Kızgın bir sarhoşa yapmamanız gereken şeylerden birisi onun üstüne gitmek ve daha saldırgan olmaması için çabalamaktır ama bugün tanıştığım arkadaşımın böyle hoyratça bir davranışa maruz kaldığını görünce kendimi tutamayıp, barmeni ittirdim.
Aç bir ayıyı andıran homurtusunun ardından etli eli yanağımda patladı.

Kulağıma kadar yayılan sinsi acı tüm dünyamın yerini değiştirmişti, Barış'ın tokadından daha ağır olduğunu biliyordum. Kendimi savunmak için geriye kaçmak adına bir hamle yaptığımda vücudumu sertçe ittirdi ve bir anda kendimi sırt üstü yerde yatarken buldum.

Ayıyı andıran gövdesi hemen ardından üstüme çökmüştü. Korku zehir gibi damarlarımı yakarken, bağırmaya ve barmeni üzerimden ittirmeye çalıştım ama yaptığım her hareket onu daha da kızdırmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Rahat durmayacağımı anlayınca yüzüme bir tane daha tokat indirdi,bir tane daha ve bir tane daha.Hemen ardından da elleri saçlarımın arasına dalmıştı,hoyratça çektiği saçlarımın ucuna kadar kanadığını hissediyordum.

Boğuk çığlıklarım ve hıçkırıklarımın arasından yapabildiğim kadar vücudunun baskısından kurtulmaya çalışmıştım fakat her defasında başarısız oluyordum.

"Bırak!" dedim yeniden çığlık atarak.

Saçımı yakalayıp, üstümden kalktı ve tıpkı bir köpek gibi beni peşinden sürmeye başladı.Sürtünmeden dolayı ayaklarıma batan taşlar yetmiyormuş gibi,kafamı neredeyse söküp atacak kadar sert tuttuğu saçlarımda cabasıydı.

"Bırak!" dedim yeniden ağlayarak.Gönül neredeydi? O sarhoşların ona da zarar vermesini istemiyordum. Sonunda barmen sürüklemeyi bırakıp beni çöp gibi duvar dibine ittirdiğinde, ellerimin üstünde sürünerek duvara büzüştüm.

Sarhoştu, kızgındı, ne yaptığını bilmiyordu.

Bir sonraki hamlesi kemerini çıkarmak olmuştu. Pantolonundan sıyırdığı kemerin metal ucu karanlıkta parlarken, korkuyla yutkundum. Ağlamaktan boğazımda bir şeyler yırtılmış ve kanıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım.

"Sırtını aç!" dedi emir dolu bir sesle.

"H-hayır."

"Sırtını aç!" dedi adeta kükreyerek.
Ama onun istediğini yapmak yerine, elimin altında duran taşı üstüne fırlattım. Taş kafasını sıyırıp geçerken, kendi işini kendi halletmek için üstüme yürüdü ve üzerimdeki kazağıma yöneldi.Hoyratça kıyafetimi arşınlayan elleri hem utançla hem de korkuyla ağlamamı sağlıyordu. En sonunda kazağım onun sert ellerinin baskısına dayanamayıp ortadan ikiye ayrıldığında, çığlık attım.

"Defol! Bırak beni bırak!"

Önü açılan kazağımı ellerimle kapatmaya çalışırken, kemer havada duran bir saniyelik görüntüden sonra derimin üstüne inmişti. Elim ve karnımı dağlamışlar gibi bir acıyla karşılaşınca ağlamalarım bir kat daha arttı.

Kemerin indiği her yer adeta yanıyordu. Ete değen kemer sesi sessiz sokakta çınlarken, acıdan bayılacak gibi olmuştum. Bu kaçıncıydı? Bazı darbeler bacağıma indiğinden pantolonumu sıyırıp atmış ve bacaklarımı da ortaya sermişti. Hem utanıyor, hem korkuyor, hem de durmadan ağlıyordum.

Artık öleceğimi düşündüğüm bir anda kemeri üstüme fırlatarak karanlık sokakta kaybolmuştu. Ne bir kelime etmişti ne de başka bir şey. Arkasında bıraktığı enkazı düşünmeden kendi inine dönmeye karar vermişti.

Bayılmamak için sıktığım dişlerimle birlikte, duvardan destek alarak kalkmaya çalışıyordum. Bir et yığını gibiydim, görüşüm bulanıktı.Attığım her adımda canım daha fazla yanıyordu, güç bela doğrulmayı başardığımda ağzıma dolan kanı yere tükürdüm.Burnumdan süzülen kanın sıcaklığını hissedemez olmuştum,herhalde kurumuştu.

Sağ gözüm kapandığından,göreceğim yerleri sol gözümle görmeye çalışıyordum. Sıkıştığım bu dar sokaktan neredeyse sürünerek çıktığımda, açıklıkta kalan alanda Gönül'ü görmeye çalıştım fakat yoktu.

"Burada! İşte burada!"

Üzerime doğru koşan bedenlerin arasından öne çıkan tek bir kişi vardı, karanlıkların bile ihtişamını söndüremediği tek insan.

Ona doğru bir adım atmaya çalıştım, üzerime gelen bedenine sarılmak istiyordum fakat bana limanı andıran kollarına ulaşamadan yere yıkılmıştım.

Hala bayılmadığıma hatta ölmediğime şaşırıyordum.

"Kelebek." dedi beni yerden kaldırıp, göğsüne bastırırken.Acıyla dolan göz pınarlarımı durduramayarak, ağlamaya başladım.

"Şşş, geçti kelebek. Geçti."

"Üstüm.." dedim, gözleri üzerimde dolandı.

"Sana bir şey mi yaptı!" dedi adeta tıslayarak.

"H-hayır..b-ben."

"Tekin çabuk ceketini ver, kimse Nisan'a bakmasın!"

Üzerime örtülen ceketin sıcaklığından çok bana sarılan Barış'ın sıcaklığıyla huzur buluyordum.

"Barış.."dedim yeniden."Ben.."

"Kelebek, sana bir şey olsaydı ne yapardım?"

Bu soru, acıdan vücudumu hissetmediğim o an için öylesine bir soruydu ama devamında hayatım için bir dönüm noktası olacaktı.

🐚

Acıyla kavrulan yerlerime değen serinlik. Derin bir nefes. Ağzımdan kaçırdığım inleme. Boğazıma kadar gelen safra tadı.

Etrafımda dönen olaylar içinde seçebildiğim şeyler işte bunlardı.Tepemde yanan lamba ve üzerinde yattığım yatak dışında hissettiğim her şeyin soğuk yabancılığı iyice kendimi kaybetmemi sağlıyordu.Barmenin ardında bıraktığı bir viraneden ibaret gibiydim, beni iyileştirmek için hastaneye götürme fikirlerine anında karşı çıktığım için kendime kızıyordum.

Doktora götüremeyince de kendileri beni iyileştirmek için bir şeyler yapmaya çalışmışlardı fakat bu seferde buna izin vermeyen taraf Barış olmuştu. Neredeyse tüm arkadaşlarını evden kovmasının ve beni yatağa öylece bırakmasının üzerinden yarım saat geçmişti.Arada kısa baygınlıklar geçiriyor, sonra yeniden uyanıyordum. Bu geçen süre zarfında ise Barış, ne olduğunu öğrenmek için dahi gelmemişti.

Sol gözümü hissetmiyordum, dış dünyayı görmemde yardımcı olan tek kaynağım sağ gözümdü.Kemerin yakıp geçtiği yerlerimden yükselen acıyı kıvranarak dindirmeye çalışıyordum ama kıvrandıkça karşılığında daha fazla acıyla karşı karşıya kalmıştım.

Üzerimde duran lamba üstüme doğru iniyor, bir anda oda safi ışıkmış gibi geliyordu. Hemen ardından da ışık sonuna kadar çekilmiş ve karanlık etrafımı sarmıştı.

Yeniden gözlerimi açtığımda, lamba hala yerli yerindeydi.Acım da öyle. Sadece bu sefer tek fark,beni öylece bırakıp giden Barış'ın yatağın baş ucuna çökmüş elinde bezle alnımı siliyor olmasıydı.Bunca saat hangi cehennemde olduğunu bilmiyordum fakat bir anda gelip bana yardım etmeye çalışması içimdeki gurur denen illetin uyanmasını sağlamıştı.

"Yardım istemiyorum." dedim güçlükle.

"Kapa çeneni." dedi bezi sulu tabağa bırakırken. Yeniden döndüğünde bu sefer eli üstümde yırtılmış olan kazağıma gitmişti.
"Hayır." diye itiraz etmeme rağmen hiç düşünmeden kazağımdan geriye kalan parçaları da üzerimden çıkarmasıyla ağzımdan ufak bir inlemenin kaçmasına engel olamadım. Onun önünde en son böyle kaldığımda, hastanenin tuvaletindeydim ve o günden, beni o şekilde gören gözlerinden nefret etmiştim.

"Hayır, istemiyorum." dedim yüzümü buruşturarak.

"Utanmanın sırası değil," dedi bezi kemerin bıraktığı yaraya sürttüğünde."Doktora gitmemeyi seçen sendin."

"Benimle ilgilenecek birisi olduğunu düşündüğümden, ama sen gittin."

"İşim vardı."

Bez yeniden etime sürttüğünde çığlık atmamak için dudaklarımı ısırdım. Kemerin etimi dağlayan yerlerine değen en ufak bir dokunuş, acıdan kasılmamı sağlıyordu. Öte yandan kıskanç ve kendisiyle ilgilenmesini isteyen tarafım sanki acı çeken kendisi değilmiş gibi, Barış'a kafa tutmak için yanıp tutuşuyordu.

Ben böyleyken nereye gitmişti? Neden gitmişti?

"Beni burada ölüme terk etmeni sağlayacak kadar önemli bir iş mi?" Sorum karşısında siyah gözleri gözlerimi bulmakta gecikmedi.Kasılan çenesi ve inip-kalkan göğsüyle birlikte o kadar tehlikeli gözüküyordu ki, bana tokat attığı halini hatırlamaktan kendimi alamadım. Barış'ın tokadı.Barmen'in tokadı. Kemerin gecenin ışığında parlayan metal ucu.Kanayan saç diplerim.

Hatırladıklarımı unutmak için hemen gözlerimi Barış'ın gözlerinden kaçırdım. Ona baktığım kısacık bir anda bu kadar çok şey düşündüğümü iyi ki bilmiyordu.

"Benim için önemli bir işti." dediğinde gözlerimi yeniden onun yüzüne dikmiştim, fakat bu sefer bana bakmak yerine yeniden ıslak bezle canımı yakan yaralarımı temizlemeye odaklanmıştı.

"Ne işi?" diye sordum ısrarla."Yoksa o esmer kadının yanına mı gittin?"

"Ne?" dedi gerçektende şaşırmış bir yüz ifadesiyle.

"O kadını gördüğümüz sokakta dayak yedim, belki beni kurtarmaya geldiğinde onu görmüşsündür ve sözleşmişsinizdir. Sonra da beni bu odaya atıp, o kadınla yarım kalan işini halletmeye gitmişsindir."

Bu kadar hikayeyi uydurmamı kesinlikle çektiğim acıya bağlamalıydım. Fiziksel acı düşünmemi sağlayan yollarımı tıkamasa, asla böyle paranoyak şeyler söylemezdim ama kendime engel olamıyordum.

"Sana açıklama yapmak zorunda değilim." dedi gözlerini kaçırırken.

Sertçe çenesini tutup, normalde bakmaktan çekindiğim gözlerini bana dikmesini sağladım."İtiraz etmiyorsun." Yılanı andıracak kadar fısıltıyla söylediğim sözler benim bile tüylerimi diken diken etmeye yaramıştı.

Kasılan çenesi ve zehirle parıldayan gözlerinin ışıltısıyla birlikte,"Aptal." dedi."Aptal, aptal,aptal!"

Çenesini sertçe elimin esaretinden kurtardı."Barmeni buldum, o yüzden eve gelemedim. Aslında eve gelmeyecektim, sonuçta ona acı çektirme zevkinden mahrum kalmak istemiyordum ama sen evdeydin ve bende bu zevki Tekinlere bırakmak zorunda kaldım."

"Barış sen ne yaptın?" diye sordum sanki söylediklerini duymamışım gibi.

"Söyledim işte!"

Midem yeniden bir bulantıyla çalkalanmakta geç kalmamıştı."Senden o adamı dövmeni istememiştim, neden Barış? Başınız belaya girecek."

Kendimi kasmaktan canım acıyınca, ağzımdan kaçan inlemeye engel olamamıştım yine. Barış,korku dolu gözlerle bana biraz daha yaklaştığında, elini yüzümde ve kapanan sol gözümde gezdirdi.

"Geçti." dedi dudaklarıma doğru."Seni gözümün önünden ayırmamalıydım."

"Sorun değil,"dedim ona biraz daha yaklaştığımı fark etmeden.Üzerimde kazağım yoktu, gözüm şişmişti ve her zamankinden biraz daha fazla iğrenç görünüyordum.Buna rağmen utanmadan Barış'la bu mesafede konuşmakta sorun görmemiştim.

"Saat kaç?" dedim bir anda konuyu değiştirerek.

Göz ucuyla benim arkamda kalan saate baktı."On ikiye beş var."

Elimi hafifçe yanağına dokundurduğumda fısıldayarak,"Biliyor musun?" dedim."Bugün benim doğum günüm."

Elimin altındaki teninin kasılmasını beklemiştim fakat hayır, her zaman ki gibi kaşları hafifçe çatılmıştı. Birazdan dudağını ısıracak diye düşünmeme kalmadan, dişleri beklediğim gibi dudaklarını sıkmıştı.

Bir anda karşımdaki yabancıyı ne kadar iyi tanıdığımı fark edince, vücudumdaki fiziksel acıdan daha büyük bir dehşetle içimden bir şeylerin akıp gittiğini hissettim. Bir yıl önce, on sekizime basarken yaşayacağımı bile düşünmüyordum. Her zaman ki gibi ailemle uyduruktan bir pastayı üflediğim bir doğum günüydü ama şimdi sanki o kız ben değilmişim gibi hissediyordum.

On dokuzuma hayatıma yeni girmiş olan Barış'la gireceğimi hiç düşünmemiştim. Ama işte diğer tanıdıklarımın aksine, bir yabancı bana yeni yaşımda arkadaşlık ediyordu.

"On dokuz." dedi çatılan kaşları eski haline geri döndüğünde."Büyüyorsun."

"Ölüme bir adım daha yaklaştım."

Siyah gözleri bir ton daha koyulaşmasına rağmen kafasıyla onayladı."Bir hediye ister misin?"

Barış'tan asla beklemediğim bir soruydu, bu zamana kadar aldığım hediyeleri göz önünde bulundurdum. Kitap ve odamın içinde hayatımı daha iyi bir hale getirebilmek için alınmış birkaç öteberi. Ama Barış'ın böyle hediyeler almayacağını biliyordum, ondan şu anda ne istesem yapacağının da farkındaydım.

"Bilmem." dedim elime geçen fırsatı geri teperken."Buna sen karar versen daha güzel olurdu."

Gözünün ucuyla yeniden arkadaki saate baktı."Bir dakikamız var."

Ben ne yapacağını beklerken, ani bir karaltı eşliğinde üzerime eğildi ve sıcacık dudaklarını kendi çatlamış dudaklarımın üzerinde hissettim.

Saat tam on ikiye vurduğunda, on dokuz yaşıma ilk öpücüğümü bir yabancıya vererek girmiş oldum.

Continue Reading

You'll Also Like

2.1M 132K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
25.2M 900K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
789K 45.8K 34
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...
346K 25.8K 43
0536****: "Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözl...