Sillage | jikook

By isminemyg

70.7K 6.6K 6.3K

Yüreği kanayan bir çocuk tanıdım, ne zaman deşsem yarasını bende kanadım. 25\05\20 25\10\20 More

[sillage]
1|yakın ama bi o kadar da uzak bana
2|hatırlatırsan unutmam
3|ne gündüzümde sabahım
4|yara bantlarındaki adım
5|gülüşünü sevdim
6|sarılsak geçer
7|ilk kalp ağrısı, en çokta o acıttı canımı
8|benim için herkes gibi değil
9|okyanus gibi
10|kalmanı istiyorum
12|adım hiç bu kadar güzel gelmedi kulağıma
13|bir yanım cehennemde yanarken, sana cenneti vermemi bekleme
14|görebildiğim tek manzara onun okyanus gözleriydi
15|tenindeki mürekkeple karala beni
16|bir gün herkes gibi değil, diğer gün hiçkimse
17|yüreği kanayan bir çocuk tanıdı(m)
18|geçmiş değildi onunkisi, aslında hiç geçmemişti
19|balık giderse okyanus kururmuş
20|bu hayat benim
final|eylüller, okyanus ve balık
teşekkürler🐠
part 1|özel bölüm
part 2|özel bölüm
reklam ve duyuru

11|güneşi yanımda hissettim

2.7K 296 316
By isminemyg

song|the neighbourhood - prey

Huzurlu uykunun tanımı neydi? Yumuşak, pahalı bir yatağın üstünde saatlerce uyuyup, gözlerini açmadan yeni bir günün başlangıcını beklemek miydi? Huzurlu uyku bundan mı ibaretti? Yoksa yeni bir yatağa, yeni bir pencerenin ışığına bakarak, burnunun ucuna gelen hem yabancı hem de bi o kadar tanıdık gelen o okyanus kokusunu içine çekmek miydi? Huzur neydi peki?

Huzur gözlerimizi açtığımızda başka bir bedenin, ama ruhunu gördüğün,  ruhunu gördüğü bir bedenin varlığını görmek miydi? Okyanusun izlerini taşıyan o siyah tutamların güneş ışığı ile buluşmasını mı izlemekti huzur?

Birleşen kirpikleri, elmacıklardaki çilleri, yavaşça inip kalkan göğsü izlemek miydi huzur?

Huzur Park Jimin miydi?

Bu zamana kadar huzur benim için değişmeyen sıradan günlerim, ailemin mutluluğuydu. Bu zamana kadar Park Jimin gibi bir huzurla karşılaşmamıştım. İlk kez dedikleri şu huzurlu uykunun hissi ile dolup taşan bir bedenim, ruhum vardı.

Dün gece bir şekilde düşüncelerimden kurtulup uykuya daldığımda Jimin söylediği gibi beni uyuyuncaya denk beklemişti, hatta benimle beraber uyumuştu.

Ben yabancısı olduğum bir yatakta, onun yatağında uyurken hiçbir yerde alamadığım o huzurlu uykunun tadını almıştım.

Ruhum onun kokusuyla dolup taşmıştı. Sığmıyordum kendime, sığmıyordum bu küçük evrene. Sığabileceğim tek evren onun kollarının arası gibiydi. Gözlerimi açıp onu dakikalarca izlerken ellerimle dokunmak istiyordum yüzüne, göz kapaklarına, çenesine, sayamadığım en küçük ayrıntılarına. Sinirlendiğinde çatılan kaşlarına, gülümsediğinde kapanan göz kenarlarına. Güneşte parlayan çillerine, gerginken ısırdığı dudaklarına dokunmak istiyordum.

Onu hissetme isteği, hayatımdaki tüm somut hedeflerimi geride bırakacak kadar güçlü bir istekti. bir kez diyordum kendime, bir kez hissedeyim onu, gerisi ne olacaksa olsun diyordu bir yanım.

Bir yanım ise beni çizginin gerisine doğru çekiyor, beni olduğum yere sabitlemeye çalışıyordu. Korkuyordu, cesaret etmekten korkuyordu. Uzak dur diyordu. Onu tanımıyorsun, o sana uygun değil. O bambaşka bir renk senin için. Daha arkadaş olamazken, daha fazlası olamayacağınızı biliyorsun. O sana göre fazla uyumsuz, dengesiz biri.

Sen daha yürümeyi yeni yeni ögrenirken o yaşamayı koşarak öğrenmiş biri.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp düşünmemeye çalıştım o yanımı. O yanıma, korkak ve umutsuz yanıma hep sağır olmak istedim. Ama o sesler hep fısıltısını eksik etmemişti benden.

Onun yanındayken kendimle verdiğim savaşlardan mağlup olmam ne kadar kolaysa, yeni bir savaşın başlangıcı da o derece kolaydı.

Uykusunda savunmasız ve masum görünen bu adam, benim içimdeki fırtınaların, yangınların tek sebebiydi. Yastığına düşen siyah tutamlarının okyanus kokusu burnuma kadar geldiğinde sanki denizin kıyısındaydım. Oysaki dün gece onun yatağında başlamıştım sabaha.

Onun yatağı denizin kıyısı gibiydi. Hem boğuluyor, hem de huzurun esintisiyle savruluyordum. Yerimden doğruldum, cumartesi günlerini çoğunlukla pinekleyerek geçirirken henüz sekizi gösteren saate baktım.

Bu sefer daha huzurlu bir uyku çektiğime emindim. Jimin yüzü bana dönük bir şekilde uyuyordu, hiç hareket etmeden uyuyordu. Uykuyu seviyor olmalıydı. Şayet o dün gece pozisyonunu değiştirmeden dakikalar içinde uykuya dalmışken, ben bir sağa bir sola dönüp durmuştum.

Yine de bu durumdan şikayetçi değildim. Yataktan dikkatlice kalkıp, onu uyandıracak en ufak bir sese sebep olmadan odasından çıktım. Henüz üzerimdeki onun kıyafetlerini çıkarmak istemiyordum. Deniz kıyısı yatağından kalksam bile bu kıyafetler okyanusun içinden çıkmış gibi hâlâ o denizimsi kokuyu taşıyordu.

Bu ev, bu evdeki her eşya Jimin gibi deniz kokuyordu. Esneyip tuvalete girdim ve yüzümü iyice yıkadım. Aynaya baktığımda hafif şişmiş gözlerimle karşılaştım. Sabah saatlerindeki korkunç tipimle Jimin'i karşılamaktan utanıyordum. O ise günün her saati ayrı bi güzeldi.

Sıkıntıyla iç çekip işimi hallettikten sonra salona geçtim. Vestiyerdeki okul çantamdaki şarjı biten telefonumu alıp, uzun arayışlar sonucu bulduğum Jimin'in şarj aletini alıp, telefonumu sarja soktum. Bu işlemi yaparken biraz takırtı yapmış olsamda, Jimin uyandığına dair bir etkileşim göstermemişti.

Telefonu şarja sokmamla açılan ekranın üstünde parmaklarını gezdirip telefonu açtım. Ki açmamla neredeyse yirmiye yakın mesaj ve cevapsız aramalarla karşılaşmıştım. Aramaların ikisi babamdan ve annemdendi, geri kalanı ise Yoongi'dendi.

Derin bir nefes alıp ilk Yoongi'nin aramasına geri döndüm. Çalan telefonun susmasıyla Yoongi'nin enerjik gelen sesi kulağıma ulaştığında, her zamanki gibi onun benim aksime erken kalktığını anlamıştım.

"Jungkook bu iki oldu. Üçüncüsünde seni fena halde benzetirim haberin olsun. Annen beni aradı, evde yalnız başına kalıyormuşsun. Lan göt niye bana haber vermiyorsun? Ayrıca baban da aradı, anahtarını kaybetmişsin -tam bir gerizekalısın- yedek anahtar çıkarmış, eve gelemediği için seni şubeye bekliyor ki, sakın neredeysen oradan ayrılma yanına geleceğim. Şimdi neredesin onu söyle velet."

"Yoongi." dedim bezgince, sabah sabah bulduğu bu enerji patlamasını bana da yansıttığı için kendimi son derece halsiz hissediyordum. Beni düşünmesi hoşuma gitse de, bazı şeyleri daha da yokuşa sürüklüyordu.

"Jimin'in evindeyim, gelmene gerek yok. Sadece üç günlüğüne evde tek başıma kalacak kadar yetişkinim ben. Anahtar ise benim suçum deği-"

"Ne! Ne dedin sen!? Jimin mi? Şu burnu havada, ortalıkta seri katil gibi gezinen Park Jimin mi? Hani şu benimle anlaşamayan eski takım kaptanı mı? -ki kendisi bence atılmayı fazlasıyla hak etti-" Yoongi şaşkınlığını tam anlamıyla dışa yansıtırken görmese bile başımı olumlu anlamda salladım.

Üzerimdeki onun tişörtünün etekleriyle oynarken,"Hm hm...evet o Park Jimin." diye mırıldandım. "Şimdi kapatıyorum, şubeye gittiğim zaman sana haber veririm." diye ekledim.

Yoongi onaylarcasına hımladı."Tamam lan tamam, ama bil ki mevzu kapanmadı. Akşama sizin ordayım. Hadi görüşürüz." dedi ve telefonu suratıma kapattı. Telefonu kapatıp ensemi ovdum.

Mutfağa doğru ilerleyecekken Jimin'in hâla uyanmadığını fark ettim. Onu sorgulamayacaktım, zira hafta sonu erken saatlerde uyanan öğrenci sayısı bariz ortada olacak şekilde azdı. Gülümseyip, aklıma gelen fikirle mutfağın içine girdim.

Fazla yemek işinden anlamasamda kahvaltı hazırlayabilirdim. Buna ek olarakta Jimin'e mahçup olmak istemiyordum. Beni evine almıştı ve bir şekilde onu mutlu etmek, kahvaltı vesilesiyle teşekkür etmek istiyordum.

Mutfaktaki pencereyi açıp ilk iş olarak kahve yapımına başladım, Jimin kahvaltıda ne içer bilmediğimden hem portakal suyunu hemde kahveleri hazırlayıp mutfak masasına usulünce yerleştirdim. Tabakları ve çatalları düzgünce koydum. Öncelik düzen olmalıydı.

Sonra gereken ve her kalvaltıda bulunan malzemeleri masaya yerleştirdim. Ki dolabı açtığımda çoğunlukla hazır gıdalar vardı. Onlara dokunmadan sebzeleri alıp iyice yıkadım. Son olarak omlet yapmaya başladığımda kendimi işime öyle odaklamıştım ki, Jimin'in uyandığını, hatta mutfağa gelip kapı dibinde beni seyre daldığını fark etmemiştim.

"Sana da iyi sabahlar şef Jeon, bugünlük programımız da omlet mi var?" Sesini duymamla irkildiğimde, elimdeki spatulayı düşürecekken sıkıca tutum, bakışlarımı tebessüm eden masum yüzüne çevirdiğimde derin bir nefes aldım.

"G-günaydın...şey ben senin uyanmanı beklemeden kahvaltı hazırlayayım dedim. Biliyorum eşyalarının senden izinsiz kullanılmasını sevmezssin ama sende öyle güzel uyuyordun ki, seni uyandırmak istemedim. Bir de sana teşekkür etmek istiyorum beni evine aldın, kıyafetlerinden verdin." Güldü, sonra ise tek kaşını kaldırıp, merakla sordu.

"Güzel mi uyuyorum?"

Sustum, batırmıştım. Elim ayağıma dolaşmıştı ve ne söylediğimin farkında bile değildim. Gözlerimi kapatıp bir an sakinleşmeyi diledim.

"N-ne?" dedim anlamazlığa yatarak. Gülüşünü yüzünden sildi. Dağınık siyah tutamlarını geriye iteleyip, omzunu kapıdan ayırıp masaya geçmeden önce umursamazca mırıldandı.

"Yanıyor."

Elimdeki spatulaya baktım, anlamsız ve şapşal bakışlarımı Jimin'den ayırmazken masaya yayılıp, eliyle aldığı salamı ağzına atışını izledim.

"Ne yanıyor?" diye sordum, Jimin lokmasını bitirmeden işaret parmağı ile ocaktaki tavayı gösterdi. Burnuma nihayet gelen omletin yanık kokusuyla gözlerim telaşla kocaman açılıp, hızla ocağın altını kapattım.

"Tanrım ne yaptım ben!?" Spatulayla omletin altını kontrol ettiğimde tamamiyle kararmış olduğunu gördüm. Sıkıntıyla oflayıp spatulayı yerine bıraktım, arkama dönüp çoktan hazırladığım kahvaltıyı silip süpürmeye başlayan Jimin'e baktım.

"Özür dilerim." diye mırıldandım mahçup bir sesle, karşısındaki sandalyeye oturup, ellerimi kucağımda birleştidim. Ona güzel, lezzetli bir omlet yapmak istemiştim. Her şeyi elime yüzüme bulaştırmıştım. Heyecandan omleti yakmıştım.

"Özür dilemekte haklısın." dedi Jimin, çatalını önce salama sonra ise reçele patırdı ve ağzına komple attı. Midesi fazla genişti. Lokmasını bitirdikten sonra konuşmaya devam etti.

"Henüz civciv yavrularının genini taşıyan bir yumurtayı orta yerinden kırdın, yetmezmiş gibi de omlet yaptın." Bir an ciddi bakışlarıyla bana gerçekten hesap sorduğunu düşündüğümde, kendime geldim. Ne saçmalıyordum, Jimin resmen benimle alay ediyordu. Bozulan surat ifademle yüzünü inceledim.

"Pardon, yapamadın, yaktın." diye ekledi yüzünü buruşturup, kahve kupunu alıp, gözlerime baka baka yavaş yavaş yudumlamaya başladı.

"Dalga geçme benimle." dedim kaşlarımı çatarak, portakal suyunu alıp, bir yudum aldıktan sonra yerime iyice yerleşip, kahvaltı yapmak için çatalı elime aldım.

"Hem ben sana teşekkür etmek için hazırlayacaktım omleti. Boşa gitti. Gerçekten üzgünüm." dedim, bir kaç salamı mideme indirdikten sonra yanağım şiş bir şekilde mırıldandım. Sonra onun derin bakışlarının üzerimde olduğunu fark ettiğimde zorlukla lokmamı bitirip bir yudum portakal suyu içtim.

Salaktım. Kendi kendini rezil edebilen koca bir salak hem de.

Jimin kahvesini içmekten vazgeçmiş olacak ki, sigarasını giymiş olduğu eşorfmanın cebinden çıkardı. Üzerindeki tişörtü fark ettim sonra. Üzerimdeki tişörtün aynısındı. Kasıntı olarak mı giymişti yoksa tamamiyle uyku sersermliği ile dolanından çıkarıp üzerine mi geçirmişti? Bilmiyordum. Bilmek istemiyordum.

"Üzgün olma. Seni evime davet ettim diye bunca zahmete girmene de gerek yok. Bir kurabiye bile yapamayan birine göre, fazla güzel iş çıkarmışsın. Tanrım evde salam olduğunu yeni fark ediyorum."dedi, keyifle arkasına yaslandı ve bos bakışlarla hazırlamış olduğum kahvaltı masasını süzdü.

Sonra ışıl gözleri gözlerimi buldu. Sigarasını dudaklarına götürdü, çakmağı ile yaktı ucunu. Gözleri gözlerimden ayrılmıyordu bunları yaparken.

"Çok az şey yedin. Hemen doydun mu?" diye sordum, elimdeki çatalı bırakıp. Onun karşında yine heyecanlanıp, karnım kasılırken hepi topu üç lokma yiyen biri olarak fazla konuşuyordum.

Hâlâ demirlerini takmamış olduğu dudaklarına götürdüğü sigarasından büyük bir duman çekti. Ağzındaki dumanı başını hafif geriye atıp tavana üflemek varken ağır ağır yüzüme doğru üfledi.

"Ben kahvaltı yapmam Jeongguk. Aslında bakarsan ben hafta sonu evde bile olmam. Sırf sen evdesin diye sabaha kadar kaldım. Eğer bana teşekkür etmek istiyorsan bu yüzden edebilirsin." dedi, sigarasını içmeye devam ederken yoğun bakışları yüzümün her noktasında izler bırakıyordu. Benim için dengesini, düzenini bozmuştu. Benim için sabah kahvaltı masasına oturmuştu.

Bu oyunda dengeleri bozulan tek kişi ben değildim. O nasıl benim dengelerimi bozuyorsa, bende onun dengelerini bozuyordum. Sabah saatlerinde uysallaşan halini izliyordum, boğuklaşan sesini dinliyordum. Sabah içtiği ilk sıcak kahvesini yapıyordum, yaktığı ilk sabah sigarasına tanık oluyordum.

Gülümsedim. Her ne kadar heyecanlı olsam da karnımın zilleri ufak ufak çalarken kahvaltı yapmaya kaldığım yerden devam ettim.

"Teşekkür etmeyeceğim." dedim, bakışlarımı kısa bir an tabağından ayırdım. Gözleri merakla büyüdü, kaşları hafifçe yukarıya doğru kalkarken dumanı üfledi, sigarayı parmaklarına sıkıştırdı. Kaşlarındaki demiri tekrar takmış olduğunu fark ettim.

"Çünkü beni bırakıp gitmek senin elindeydi. Gidebilirdin," diye mırıldandım, bir yudum içtim portakal suyundan, gözlerinin içi parladı, ikimizin de dudaklarında huzurlu bir tebessüm vardı.

"Ama gitmedin." dedim, dudaklarımdaki tebessümle. Gözlerimi diktim sabah açan çiçek yüzüne, dirseğini masaya koydu. Yanağının yarısını yasladı eline. Diğer elinde bitmek üzere olan sigarası vardı. Düşünceli bakışları ile uzunca izledi beni.

"Niye gitmedim ki?" diye fısıldadı kendi kendine. Sonra kendi sorduğu sorunun cevabını yine kendisi verdi dalgın bir sesle. "Gitseydim huzurlu uyku nedir diye sorsalar cevabını veremezdim." Son kez içine çekti dumanı. Sigarasını masaya söndürdü.

Yutkundum ve doyduğumu belirten bir tavırla çatalı bıraktım. Gözlerine bakmak hem öyle güzeldi ki, onun dünyasında kaybolmak nefes almaktı. Bazen öyle zordu ki, kaybolurken nefessiz kalmaktı. Okyanus Jimin'den yanaydı, peki ya benim acizce göğsümü zorlayarak atan kalbim, o da mı Jimin'den yanaydı?

"İyi uyumana sevindim." dedim, heyecanı belli olan bir ses tonuyla, çoktan doymuştum. Tekrar ellerimi kucağımda birleştirdiğimde bir an bakışlarımızı kaçırdım.

"Sadece iyi değildi.  Eşsizdi, çok farklıydı." dedi boğuk bir sesle. Tekrar gözlerim gözlerini buldu. Oradaki sıcaklığı ve etkileşimi iliklerime kadar hissettim. Sessizlik çöküyordu aramıza ama bu sefer o köprüleri yıkmaya kararlıydı Jimin.

Yerimden ayaklandım. Beni terleten konularda bunlar. Beni heyecanlandıran ve geren atmosferden kurtulmak istiyordum. Jimin beni dengesizleştiriyordu. Seslerini susturmak istediğim yanım kaçış davullarını çalmaya başlamıştı.

"Ben artık üzerimi değiştireyim." dedim, gergince. Kaçarcasına mutfaktan çıktığımda bir süre orada oturdu. Odasına geri döndüğümde derin bir nefes alıp gözlerimi yumdum.

Dakikalar sonra Jimin geldi. Hemen masasındaki kıyafeylerimi aldım, tam yanından geçeceğim zaman beni kolumdan tutup gitmemi engelledi. Karşısına doğru çekti, bedenini bedenime yaklaştırıp, elimle tutmuş olduğum kıyafetleri aldı, yatağına fırlattı.

Sert yüz ifadesine başımı kaldırıp baktığımda yüreğimin aciz atışları bir kez daha sarstı ruhumu.

"Kaçma." dedi sert ve tok bir sesle. Elimi tuttu ve kalbine götürdü. Göz bebeklerim titrerken elimi elinden kurtarmaya çalıştım. Elimin altında hissettiğim düzenli ritimler ağlatacaktı beni.

"Hissettiğin bu seslerin sebebi olduktan sonra bir korkak gibi kaçma Jeonguk. Saklanma benden, seni görüyorum artık. Oyun bitti çoktan. Sana ne yaptığımı biliyorum." diye fısıldadı, hem çaresiz hem inatçıydı sesi. Bakışları hem yumuşak hem sertti. Aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdiğinde gözlerimi kapattım.

Bana ne yaptığını bilmiş olması beni anlayacağı anlamına gelmezdi. Beni haftalarca yoruyordu. Uykusuz gecelerimin sebebi oluyordu. Ne onu ne de kendimi suçluyordum ama dayanamıyordum. Bu dengesizlik bana fazlaydı. Bu aniden değişen duygular, yaşadığım hisler fazlaydı.

"Jimin..." dedim, içimde sönen ve tekrar yanıp patlayan bir yüreğim vardı, karşısında ayakta durmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Derin bir nefes alıp, bedeninden uzaklaşmaya çalıştım. "Yapma..." diye fısıldadım, yalvarırcasına, çaresiz ve güçsüzdü sesim.

Bileklerimi kavradı sıkıca, ondan uzaklaşmama fırsat vermeden yine birleştirdi bedenlerimizi. Alnını alnıma yasladı, gözlerini kapattı benim gibi.

"Asıl sen yapma Jeonguk. Bana aydınlığı gösterip tekrar karanlığa itme beni. Üç yıl boyunca huzur girmeyen bu eve gelip, sonra hiçbir şey olmamış gibi çekip gitme." dedi, o da çaresiz ve acı doluydu. O da savaşıyordu kendisiyle. O da mağluptu kaybettiği savaştan.

Bileklerimi bırakıp ellerini belime sardı. İki eli ile belimi kavradı, bana tamamiyle sarıldığında, dudaklarını yanağıma yaklaştırdı. Sol yanağıma sürttü dolgun et parçasını. Yara izine kadar devam etti sıcak teması. Sürterek indirdi dudaklarını yara izime.

Dudakları oradayken, beni öldürüp aynı zamanda yaşatırken kısık ve derin bir sesle fısıldadı.

"Bu sabah uyandığımda güneşi yanımda hissettim. Şimdi gidersen yine karanlıkta kalırım."

Dudaklarını yara izime bastırdı. Elleri belimi sıkıca sardı ve okşadı. Okyanusun içinde boğuluyor ama yaşamı buluyordum. Uysal ve yumuşak dokunuşları öpücüğe dönüştüğünde yara izimden öptü beni ve boydan baya içimin ürpermesine sebep oldu.

"G-gitmem gerek..." diye fısıldadım, gözlerimi açıp. Ondan uzaklaşamıyordum. Çaresizce benden uzaklaşmasını bekledim. O ise daha fazla yaklaştı bana. Elleri okşamaya devam etti ince kumaş üzerinden belimi. Yara izime bir iki öpücük bıraktı. Başını yana eğdi ve gövdemi gövdesine sertçe bastırdıktan sonra dudaklarını boynuma yaklaştırdı.

Önce dudaklarını ve burnunu boyun girintime sürtttü. Kokumu içine çektikten sonra aynı naiflikle boynumdaki ince deriyi öpmeye başladı.

"Sana kal diyorum Jeongguk, sense gitmekten söz ediyorsun." diye fısıldadı boğuk bir sesle. Boynuma ıslak birer öpücük bıraktıktan sonra dişlerinin arasına aldı, kızarttığı yeri dili ile yokladıkran sonra tamamiyle dudaklarının arasına alıp emmeye başladı.

"Jimin..." Adını fısıldadığımda, durmasını istiyordum ama ses tonum fazlasıyla tersini ima eder nitelikte istek doluydu. Ellerimi omzuna çıkardığımda avuç içlerimi bastırdım.  Bir elim ensesindeki saç tutamına gittiğinde tamamiyle beni çıldırtacak bir şekilde emiyorken boynumu sertçe ısırdı.

Kendimi tutamayarak inledim ve onu uzaklaştırmam gerekiyorken başını boynuma bastırdım. Boynumdaki dudakları iki yana doğru kıvrıldı. Başını boynumdan çekip, koyulaşan irisleriyle gözlerimin içine baktı.

Daha sonra ise utanmama fırsat bile vermeden beni kalçalarımdan kavrayıp kucağına aldı. Sırtımı dolabına yasladığında ayaklarımı beline doladım ve iki avucuna sığdırdım kalçalarımı. Gözlerimdeki istek ve bedenimdeki yüksek sıcaklık, ruhumdaki o kaybedilmişlik hissi tüm mantık duvarlarımı yerle bir etti.

Dudaklarını beklemeden dudaklarıma yasladığında ise okyanus suyu ile taşan kalbinin son atışları sanki beynimin içinde son buldu. Onun bedenini, onun kokusunu ve kalbinin sesini iki dudağımın arasında hissettim. Midem kasılıp göğsüm hızla inip kalkarken ilk olarak dudaklarımı hareket ettirmedim.

Daha nasıl öpüşüleceğini bilmiyordum. Şuan Park Jimin'le öpüşüyor olduğumun gerçeğini hâla algılayamıyordum. Ama gerçekti işte.

Dudaklarımın üzerindeki dudakları yavaşça hareket etti. Üst dudağıma önce küçük bir öpücük bıraktı, iki dudağının arasına tamamiyle aldığında, titreyen bedenimi gevşetmek adına kalçalarımı sıktı.

Dudaklarına doğru inledim. İnlememle bu sefer iki dudağımında hakimiyetini aldı. Hareket edemiyordum. Onu mahçup etmek iatemiyordum. İlk kez öpüşüyordum ve mükemmel olsun istiyordum.

"Jeongguk öp beni." diye fısıldadı, inlercesine. Nefesleri düzensiz bir şekilde dudaklarıma çarpıyordu. "Sikeyim...beni çıldırtıyorsun..." Jimin arzuyla fısıldadığında dudaklarımızı ayırmışken tekrar birleştirdi. Onun öpücüğüne karşılık verememem ikimiz için de işi daha da zorlaştırıyordu.

İlk deneyimim olsa bile aklıma getirdiğim filmlerdeki öpüşme sahneleriyle ilk olarak üst dudağını dudaklarımın arasına aldım. Onun gibi yapıp, önce öpüp sonra emmeye başladığımda Jimin de karşılık vererek öpücüğümüze belli bir hacim kazandırdı.

Artık daha da cesaretlenip gerçek bir öpüşmeyi başlatrığımızda ellerim cesaretle saç tutamlarını okşadı. Dudaklarımın ve ağzımın içinde ıslak sesler bırakarak kayan dili ve ağzı tamamiyle benimle bütünleşmişti.

Islak öpücük sesleri kulağıma her çarptığında karnımdaki kasılma artıyordu. Kalçamı okşayan elleri beni yukarıya doğru kaldırıp sırtımı dolaba sürttüğünde alt tarafını da bana bastırıyordu. Ağzımın içinde ezilen dolgun et parçalarına, onun dudaklarıma bıraktığı ısırıklara bağımlı hale geliyordum. Susturamadığım inlemeleri ağzının içine bırakıyor, uvuzalarım titrerken bedenimden taşan cesaret içinde ilk kez saf arzuya tanık oluyordum.

O gün, o güneşin göğsümüze doğduğu ilk sabah, onun odasında durmaksızın delice öpüşürken ilk kez birine dokunuyorum.

Park Jimin'le hâla birbirimizin dudaklarında nefes alıyorken cenneti hissediyorum.

Okyanusa karışıp kaybolmuyorum. Bu sefer okyanusun ta kendisi oluyorum.

...

ficteki Jimin aynen bu ama tabi dövmeli olarak düşünün.

Bu bölüm geçiş bölümüydü, asıl kitap bu bölümden sonra başlıyor, sıcak, alev alev bölümler yolda yani, yorum ve oy görelim,, hep jik∞kla kalalım❤✌

yeni bir kurguya tanıtım attım bakın isterseniz :') bir de yazım yanlışı varsa kusura bakmayın, fazla yorgunum gözden kaçmış olabilir :')

Jikook anlık mood..

Continue Reading

You'll Also Like

158K 16.8K 31
19 Haziran 2018 Cinayet Şube Polisi Jeon Jungkook; Kayıp. Cinayet Şube Polisi Park Jimin; Kayıp.
36.5K 2.8K 7
Park Jimin okulun masum, şirin çocuğuydu, Jeon Jungkook ise asi, kötü çocuğu.
9.4K 1.1K 21
Ailesinden ona kalan ev için küçük bir kasabaya gelen Jungkook, evde zaten birinin olduğunu öğrenir. Daha da ilginç olan bu kişinin ailesi hakkında ç...
31.6K 5K 122
TAMAMLANDI ✓ Uyandığında, Pei Yi bir kitaptaki aynı isimli zengin genç efendiye dönüşmüştü. Kitabın asıl sahibi on yaşındayken havuza düşmüş ve nered...