𝐭𝐡𝐞 𝐨𝐫𝐝𝐢𝐧𝐚𝐫𝐲 𝐥𝐢�...

By _Slyquinn

43.4K 3.1K 9K

『★·.·sᴇʀᴘᴇɴsᴏʀᴛɪᴀ ·.·★』 cαllistα j.r. wєllstσrm'un düşüncє vє gözlєmlєri ilє вirliktє, σnun вαkış αçısıчlα... More

❝ℙℓaℽlⅈsτ❞
❝K𝔸ℝ𝔸𝕂𝕋𝔼ℝ𝕃𝔼ℝ❞
「❛0.1|❝nasıl bir histi?❞」
「❛0.2|❝cevabını aldığım şeyleri neden sorayım?❞」
「❛0.3|❝kullanmadığım bir şeyi tüm ayrıntılarıyla bilemem.❞」
「❛0.4|❝tabii ki de bensiz yaşayamadığının farkındayım.❞」
「❛0.5|❝işte, tam benim kafadan... bir deli.❞」
❝ düşünseli┃callista ❞
「❛0.6|❝hiç kimse bir Slytherin'i asla tamamen tanıyamaz.❞」
「❛0.7|❝ben oyunu izlemek ve kaybedenle alay etmek için buradayım.❞」
「❛0.8|❝belki bir gün ama o gün, çok uzak bir gün.❞」
「❛0.9|❝şansa ihtiyacım yok, planım var.❞」
「❛1.0|❝emin ol, rol yapmıyorum.❞」
❝𝑆𝑙𝑦𝑡𝘩𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑄𝑢𝑖𝑑𝑑𝑖𝑡𝑐𝘩 𝑇𝑒𝑎𝑚⁷²⁻⁷³❞
「❛1.1|❝ve sonra sonsuza kadar birlikte olacağız.❞」
「❛1.2|❝bunu ortak salonda konuşacağız.❞」
「❛1.4|❝başkasının sorunları, başkasının sorunlarıdır.❞」
「❛1.5|❝ona 'hayır' demediğin sürece her kelime 'evet'❞」
「❛1.6|❝soruya soruyla karşılık verme.❞」
「❛1.7|❝yumruklamayın, tekmeleyin.❞」
「❛1.8|❝sen hiçbir zaman iflah olmayacaksın.❞」
「❛1.9|❝seninki de soru mu, hiç tuhaf değil.❞」
❝callista'nın asası❞
「❛2.0|❝demek sonunda oldu... delirdin.❞」
「❛2.1|❝manipülatif değilimdir, ikna ediciyimdir.❞」
「❛filler|❝Annie Doraél❞」
「❛2.2|❝unutmamı söyledin ve ben de unuttum.❞」
「❛2.3|❝hiç siz üçünüz gibi çok bilmiş çocuklar görmedim.❞」
「❛2.4|❝senden gelen şerden gelir.❞」
「❛2.5|❝tekrar seç.❞」

「❛1.3|❝bazen sessizlik en büyük kapaktır.❞」

1K 89 366
By _Slyquinn

düzenlendi

iyi okumalar ♡

「❝bazen sessizlik en büyük kapaktır.❞」

Pazartesi gibi görünen ama aslında Cumartesi olan 1 Eylül 1973'ten devam

'Biz Slytherin'iz çıkarlı olarak veya çıkar altında olmaksızın her zaman birlik olup sizi mahvedebiliriz.'

At arabaları Hogwarts'a giden yolu yarılamışken Bartemius Crouch hâlâ bir ümitle at arabalarını çeken şeyi görmek için gözünü kırpmadan oraya dikmiş bakıyordu. 

Crouch ben senin aramızda en normal olan olduğunu biliyordum. Yani bize bakınca sen daha sıradan kalıyordun.

İnsanları korkutmaktan  ve vahşetten -kan, kavga, şiddet, küfür- zevk alan ama ona baktığınızda ürpertici olduğu kadar bir o kadar sevimli olan ve sevdiklerini korurken asla geri adım atmayan bir adet sempatik Evan Rosier. 

Sürekli etrafı gözleyen üçüncü göz gibi olan, eski evcil tarantula -Rodolphus Lestrange'a sevgiler- sahibi ve plan yapmada fazlasıyla iyi olmasına karşın üşengeçliğinden insanlarla konuşmayan devamlı arkadaşlarının arkasını kollayan değişik bir Rabastan Lestrange. 

Planını harekete geçirene kadar bedenini asla yormazdı.

Her zaman sözünün dinlenilmesini isteyen, insanlarla uğraşmaktan -genelde uğraştığı kişi ben olurum- ve dalga geçmekten zevk alan. Bunlara tezat olarak sevimlice -bence sevimlilikle alakası bile yok- gülümseyen ve arkadaşlarının ilgilenerek üstüne düşen Regulus Salak Black.

Ben ise... bir şey diyeyim mi, bunu anlatmama gerek yok. Her şey -neredeyse her şey- ortada. Ben kendimi gayet iyi tanıyorum.

Böyle bir kadronun içinde Bartemius Crouch Junior derslerini aksatmayan, hiç ceza almayan, kibar ve sessiz sakin bir profil sergiliyordu. Gerçi bende dışarıdan insanlara sevimli ve sakin bir Slytherin öğrencisi gibi görünebilirim ama göründüğüm gibi çıkacağım diye bir kaide yok.

Yani biz bu kadar tuhafken Crouch aramızda bize kıyasla daha normal kalıyordu ama bana kalırsa onun normalliğini sorgulasak ortada 'alışılagelmiş' diye adlandırılacak bir şey kalmazdı.

Crouch kendini bu dünyadan koparıp at arabasını çeken şeyi görmek için tamamen oraya adapte etmiş olabilirdi ama biz çoktan o iskeletimsi şeyleri artık nefes almamız kadar normal görüp tüm ilgimizi oradan çekmiştik. 

Black'e tren daha hareket etmeden önce Charon'un aşırı komik(!) şakası yüzünden rezil olmanın verdiği utançla konuşamıyordum. Neden bilmiyorum ama bir şey desem Black direk dalga geçicek gibi geldiğinden ağzıma fermuar çekmiş sadece diğerlerini dinliyordum.

Evan ortamın enerjisini konuşarak yükseltirken -zaten Evan olmasa ölü gibi takılacağız- bir ara Evan'ın gözü Crouch'a takıldı ve sırıttı. 

Genelde Crouch konuşmaya yeminliymiş gibi asla susmadan konuştuğundan onun şu an durgun olması biraz tuhaftı. Evan'da bunu fark etmiş olacak ki Crouch'a laf attı.

"Ah, boşuna uğraşma, Crouch. Sen onları göremezsin." dedi Evan iskelet atlarını kastedip Crouch'un omzuna hafifçe vururken. 

Ben de Crouch'un oraya bakmasından artık sıkılmıştım. Onu kendine gelmesi için omzundan tutup ileri geri sallamak istiyordum. 

Yani onları görünce sana artı bir özellik gelmiyor, Crouch. Onları gören biri olarak söylüyorum, onları sadece görmüş oluyorsun.

"Niye göremezmişim, Rosier?" dedi Crouch sonunda gözünü o yaratıklardan ayırıp. Bilmem, belki biz senden farklıyızdır veya sen bizden farklısındır, Crouch.

"Sen hiç bu at arabalarını çeken şeylerin sadece gerçek zekilere göründüğünü duymamış mıydın, Barty Junior." dedi Evan sesine gizemli bir hava katıp Crouch'un kulağına yaklaşmış fısıldarken. 

İçimden Evan'ın bu çok gerçekçi olan -ben tamamen ona inanıyordum- bizle paylaştığı bilgisine karşılık bir şey söylemek istiyordum ama o söyleyeceğim şeyi geri yuttum.

Çünkü küfretmek güzel bir şey değildir. Özellikle en yakın arkadaşınıza...

"Oh, o zaman sen nasıl görebiliyorsun, Evan." dedi Lestrange Evan'a sırıtarak bakarken. Yani Evan gibi mükemmel bir şahsiyete geri zekalı olduğunu ima etmen hoş değildi, Lestrange.

"Aslına bakarsan sen bile görüyorsan benim görmemem çok absürt kaçardı, Bas." dedi Evan Lestrange'e sırıtarak bakarken. 

Kapak sesi buralara kadar geldi, Rabastan.

Lestrange Evan'ın bu ani dönüşüne karşılık geri laf atar mı bilmiyorum ama o kadar üşengeç bir insandır ki konuşmaya üşencinden geri cevap vermeyeceğine eminim.

Crouch ise Evan'ın bizimle paylaşma lütfunu gösterdiği bu mükemmel derecede inandırıcı bilgiye göz devirdi. "Bunu belki daha önce söylesen inanabilirdim." dedi Crouch dilini dişinde gezdirirken. 

Evet, Crouch. Evan bu çok inanılır bilgiyi daha önce söylese senin inanacağına tamamen inandım.

"Neden Evan daha önce söylese ona inanabilirdin?" dedi Lestrange öne eğilerek. Crouch'ta Lestrange'e ayak uydurup ona doğru eğildi ve "Daha önce söylese inanabilirdim ama az önce at arabaları yanımızdan geçerken McKinnon'ın da bu yaratıkları gördüğünü işittim." dedi sırıtırken.

Melanié McKinnon'la laf arası dalga geçmen iyiydi, Crouch. Beğendim.

Black'in ağzından Crouch'un Evan'ın bizle paylaştığı bilginin doğruluğunu güzel bir nedenle çürütmesiyle bir rahatlama mırıltısı çıktı. 

Keyfim Melanié McKinnon'na laf gitmesiyle yerine gelmişti. Hazır keyfim yerimdeyken Black'e laf atmasam olmazdı.

"Neden bir anda bu kadar rahatladın, Black?" dedim ona tam bakamazken. Ona tam bakamadım. Çünkü keyfim yerinde olabilirdi ama Black'e bakıp bu 'ani keyif gelişini' rezil olmamın aklıma gelmesiyle riske atıp bozmak istemiyordum.

Çünkü Black'e bakarsam ona rezil oluşum aklıma gelirdi ve ben ondan sonra ses ayarımı stabil tutamazdım. Sesim çatallanır ise bu sergilediğim soğuk duruşa bir hakaret olurdu.

"Bir an Evan'ın bunu sadece 'gerçek zekiler' görebiliyor demesine karşılık Barty'nin 'Oh, şansa bak, Rosier. Ben de sadece ileri derece mankafalara göründüğünü duymuştum' diyeceğini düşündüm." dedi Black bana sırıtarak bakarken. 

Black'e ben laf atmış olabilirdim ama onun cevabı daha çok Crouch'aydı. Yine de gözünü bana dikmiş bakarken sırıtıyordu.

Crouch'a laf atıyorsan bana neden gözünü dikip bakıyorsun, Black?

"Ah, Reg. Bunu demek aklımdan geçti ama McKinnon'ı aşağılamak sizi aşağılamaktan daha hoş." dedi Crouch laf arası McKinnon'a laf sokmanın verdiği hazla mutlu bir biçimde.       

Melanié umarım Crouch'un sana yaptığı kapağın sesi kulağını çınlatmıştır.

Büyük Salon sanki üç aydır evine gitmeden burada kalmış gibi adapte olmuş insanların konuşurken çıkardığı gürültüyle doluydu.

Biz Slytherinler ise onlar gibi gereksiz bağırmak yerine oturup medeni bir şekilde sohbet ediyorduk.  En büyük sınıfların ruh gibi donuk durması ise bu masaya olan bakışları korkudan kaynaklı -büyük sınıf Slytherinlerle göz göze gelmekten korkuyorlardı- azaltıyordu.

Gerçi Ravenclawlar da sessiz sakin konuşarak yeni öğrencileri bekliyorlardı. Onların bizden tek farkı arada gülmeleriydi. 

Hufflepufflar gayet neşeli bir şekilde ortamı kahkahalarıyla ve mutlu sesleriyle dolduruyorlardı. Yoktan yere Hufflepuffların neşeli olmalarını bazen aklım almıyordu ama Hufflepuff'ları seviyordum.

Tabii bu pozitif enerjili binada bazı istisnalar vardı. Isaac Walker gibi.

Gryffindorlar ise sanki burada onlardan başka kimse yokmuş gibi bağırıyorlar ve gereksiz sesleriyle ortamda gürültü kirliliği oluşturuyorlardı. 

Arada diğer binalara göz gezdirip şamataya devam ediyorlardı. Çirkin kahkahaları salonu doldururken arada Gryffindor masasından biri anında gülmeye ara verip susuyordu.

Çünkü Slytherinli biriyle göz göze geliyor ve bizim bakışlarımız sayesinde çenesini kapatması gerektiğini anlıyordu.

Şu anda iki, üç ve dördüncü sınıf Slytherinlerin en büyük sorunu onlara Hogwats Ekspres'te yapılan kokulu suikast girişimini yapanların tüm isimlerini bir listeye çekip hepsine yaptıklarını ödetmekti.

Nihayet Büyük Salon'un kapısı açılıp içeriye Profesör McGonagall'ın önderliğinde etrafa -özellikle yukarıdaki tılsımlanmış tavana- büyülenmiş ve hayranlıkla bakan öğrenciler giriş yaptı. 

Onların tavanı izleme seansı bitince akıllarına etrafa bakınmak gelmiş olacak ki dört uzun masada gözlerini gezdirdiler.

Daha buraya yeni gelmişken olan heyecan ve stresim şu an bana biraz değişik geliyordu. Yani şu an burada otururken geçen sene bu zamanda herkesin izlediği o yerde olmak gerçekten tuhaftı. 

Sanki Hogwarts biraz daha büyüdüğünü gözüne sokmak ister gibi bizden sonraki birinci sınıfları dört uzun masa arasında ilerlerken izlettiriyordu.

Geçen sene bu zamanlar Slytherin'i arzuluyordum ve şu an istediğim yerdeydim. Diğer Slytherinlerle oturmuş bizden sonra gelen ilk birinci sınıflara bakıyordum.

Hepsinin gözlerinden ister saklamaya çalışsınlar ister direk açık etsinler benzer duygular geçiyordu. Heyecan, korku, stres...

"Mini mini birler." dedi Evan. Onun dediğine göz devirdim. "Diyene bak. Sanki kendisi son sınıf." dedim solumda oturan Evan'a başımı çevirmişken.

"Ah, o zamanlar bile sizden büyüktüm." dedi Evan sırıtarak bana bakarken. Bana bunu dedikten sonra yeniden birinci sınıflara döndü ve onları korkutmak için yüzündeki ifadeyi soğuklaştırdı.

"Tabii fiziksel olarak büyüktün ama diğer türlü -kafa olarak- pek gelişme kat ettiğini söyleyemem." dedim bende gözlerimi birinci sınıflar üzerinde gezdirirken.  Evan'a böyle diyebilirdim ama o bu dediğimi sallamamıştı.

"Hah, o zamanlar oradayken elleri terleyen birinin bunu bana demesi komik." dedi Evan sırıtırken. 

"Herkes oradayken stres olur, Evan." dedim bir birinci sınıfla göz göze gelmişken.

Kız gözleri benimle buluşur buluşmaz başını yere eğdi. Demek ki gerçekten onu ürkütmüştüm.

Gerçi benim pek görünüş olarak ürkülecek bir tarafım yoktu. Hatta ben onlara soğukça bakmadığım sürece çevremdekiler beni sevimli bile bulurdu. 

Geçen sene Black 'sen sadece sevimli küçük bir kızsın.' diyerek başımı bile okşamıştı ama onun bu dediğine cevap olarak eline sertçe vurmuştum.

Seçim töreni benim ilgimi çekmiyordu. -Diğer Slytherinlerin de ilgisi çekmiyordu. -Ta ki Seçmen Şapka birisi için 'Slytherin' diye bağırana kadar.-

 İşte o zaman biz onu tüm gücümüzle alkışlayıp evine karşılıyorduk. Arada ıslık çaldığımız bile oluyordu ama bizim bu  çoşkulu 'hoş geldin' dememiz garip karşılanmamalıydı.

Sonuçta evimize yeni bir Slytherin geliyordu ve bu karşılama şeysi asla gösterişsiz ve ruhsuz yapılmamalıydı.

Geçen seneki sınıf başkanlarımıza şükretmem gerektiğini nereden bilebilirdim ki. Ama şu an sınıf başkanlarımızın Amycus ve Alecto Carrow olmasıyla bunu daha iyi anlıyorum.

Etrafa boş ve soğuk bakan Carrow kardeşler tekdüze ve ruhsuz bir sesle Slytherin'e seçilmiş birinci sınıfları "Beni takip edin, veletler." diye çağırınca geçen sene Parkinson ve kuzenim Orrick'e minnet duymam gerektiğini anladım.

Slytherin'e gelen birinci sınıfların isimleri ilk kez duyuyordum ama soyisimleri için aynı şeyi söyleyemem. Sadece geçen seneki gibi bu senede soy ismi safkan bir aileye mensup olmayan kişi Slytherin'e geldi. 

İlk sınıf Slytherinlere de üzüldüm, çünkü ilk izlenim çok önemlidir ve onların başına gelen en büyük bela Carrow kardeşlerdi. 

Birinci sınıflar biz Slytherinler tarafından binaya seçilirken hoş karşılansalar da bu tüm yıl böyle olucağı anlamına gelmezdi. Biz onları karşılamıştık ve artık onlar bu evreden sona bizler için birer velletti.

Diğer sınıf başkanlarının kendi birinci sınıflarına tutumuna nazaran, bizim sınıf başkanlarımızın bir yıl boyunca bizim birinci sınıflara göstereceği muamele arasında dağlar kadar fark olacağını daha şimdiden azıcık aklı başında olan herkes anlayabilirdi.

Öte yandan biz artık en küçükler değildik ve yine de velet olarak çağırılacak olsakta bizim bir altımız olan sınıf mevcuttu. 

Tabii bir de artık yatağa en erken gönderilecek olan biz olmadığımızdan bunun haklı sevincini yaşıyorduk.

Kısacası Evan'ın tabiriyle bizim için artık s*ktiğimin yasak saati yoktu.

Zindanların soğuk koridorlarında yürürken kendimi evime yeni gelmişim gibi hissettim. Burası geçen sene çoğu şeye tanıklık etmişti. 

"Ah, bu sene erken yatakhaneye gönderilmek yok." dedi Christopher Avery hepimizin içinden söylediği şeyi dışa vurarak. Geçen sene erkenden yataklarımıza gönderilmişken bu sene artık ortak salonda olucaktık. 

Geçen sene erken gitsek bile uyumadığımızdan tek yaptığımız gözümüzü tavana dikip bakmak veya ders çalışmak olurdu. 

Geçen sene geceleyin ben bizim büyük sınıflardan Slytherin kızlarının yatakhanenin ilk kat koridorunda -bu bizim koridor olurdu- ayak seslerini duyana kadar gaz lambasının ışığı altında gözlerim ağrıyana kadar ders çalışırdım.

"Evet, artık en küçükler değiliz." dedi Adelyn Greengrass mutlulukla. Adelyn Greengrass'ın yanında yürüyen ben onun konuşurken atladığı bir konuya değindim.

"En küçük olmamamız bize hâlâ veletmişiz gibi davranmayacakları anlamına gelmiyor, Greengrass." dedim ona bakarak.

"Ah, siz kendi adınıza konuşun. Bana 'velet' diyebilen biri yok." dedi Evan. 

Haklıydı, geçen sene Arthur Flint ona sırf 'velet' dediği için Evan Flint'in kafasını şömineye sokarak yakacağından ona o olaydan sonra velet diyebilen beşinci sınıftan küçük biri kalmamıştı. -Charon hariç.-

Şimdi ikinci sınıf olduğundan Evan'a son sınıflar ve Charon dışında velet diyebilen olmazdı. Ayrıca Black'e de geçen sene velet demiyorlardı, çünkü bir Black'ti.

"Öyle mi?" dedi Crouch Evan'ın 'bana velet diyebilen' biri yok demesine karşılık. 

Neden Evan'ın her dediğine karşılık vermek zorundasın, Crouch? 

Evan bir şey dediğinde Crouch onunla aynı ortamdaysa illa bir cevap verirdi. "Evet, öyle." dedi Evan Crouch'tan bıkmış bir şekilde. 

"O zaman Charon Wellstorm sana nasıl hâlâ 'velet' diyebiliyor? Hem de o son sınıf bile değil." dedi Crouch Evan'a alayla.  

Bak, Crouch. Konu Charon'sa bunu sorgulama.

Yani Charon'un gözünü korkutabilecek bir şey var mıydı, merak ediyorum. Sanırım bir ara Gaige Mulciber veya Balfour Greengrass'a Charon'un böcürtünün ne olduğunu sormalıyım. Çünkü Charon'a sorsam söylemez.

Evan Crouch'un dediğine karşın açıklama yapmak için bir girişimde bulundu. "Çünkü"

"Çünkü siz veletsiniz ve veletlere 'velet' diye hitap edilir, velet." dedi Charon arkamızdan ansızın alaycı bir sesle. 

Evan daha açıklama yapmadan Charon Crouch'a mükemmel bir felsefik açıklama sunmuştu. Charon'un dediği şey daha çok şöyle gibiydi.

Asalara asa denir. Çünkü onlar asadır.

Bir de Charon bunu derken Crouch'a son olarak velet demeyi unutmamıştı. Sen nasıl bir kralsın, Charon. 

Crouch Charon'un bu açıklamasına karşın hiçbir şey demedi.  Zaten Charon ansızın gelişinden sonra Gaige Mulciber ve Balfour Greengrass'la birlikte koridorda önümüzden geçip gitti.

Onların koridorda köşeyi dönmesinin ardından "Aldın mı cevabını, Barty?" dedi Black Crouch'a. 

Crouch'tan önce Black'in dediğine Rabastan Lestrange cevap verdi. "Almıştır cevabını o." dedi Lestrange Crouch'a bakıp sırıtırken.

"Asıl ben Crouch'un Charon'un dediğine cevap vermemesine şaşırdım." dedim Crouch'a bakıp sırıtırken. Benim bildiğim Crouch hiçbir lafın altında kalmazdı çünkü. Daima son sözü söylemek için uğraşırdı.

Benimle konuştuğunda ise ikimizde son sözü söylemek için uğraş verdiğimizden bazen sadece son sözü söyleyen şahıs olmak için tartışırdık.

Benim dediğime karşılık Evan uzak bir noktaya bakıyormuş gibi yapıp felsefik bir havaya büründü. O böyle yaptığına göre kesin değişik süslü püslü bir laf söyleyecekti. Benim tahmin ettiğim gibi de oldu. Derinden gelen bilgece bir sesle uzaklara bakınarak söyledi.

"Bazen sessizlik en büyük kapaktır." 

Onun bu dediğine güldüm. Çünkü ben bu sözü 'bazen sessizlik en büyük cevaptır.' diye bilirken Evan bu lafa kendinden bir şey katıp değiştirmişti. Hem de 'kapaktır' diye.

"Ben o sözün böyle olduğunu hiç sanmıyorum. O 'kapaktır' yerine 'cevaptır' olmasın." dedim gülerken. 

Benle birlikte Evan'ın dediğine Black'te gülerken "Aynen, ben o sözün öyle söylenmediğimden adım kadar eminim." dedi.

Sen zaten ya bana arka çık ya da karşı çık, Black.

Dediğime hiçbir şey demeden sadece dinlesen olmaz çünkü.

Evan ise ben ve Black'in dediklerine göz devirdi. -bizim değil, ben ile Black'in. Çünkü Black'le benim, 'biz' olarak anılmasını istemiyorum.- 

Evan Black'le benim onun lafına karşı çıkışımızdan hoşlanmamış olacak ki huysuzlandı. "Ben kendimden bir şey katıyorum, Callista. Hem bence sessizlik cevap olamaz ama çokta güzel kapak olur, Reg." dedi Black'le bana bakıp sırıtırken.

"Ayrıca çok şaşırdım." dedi bir bana bir Black'e bakıp sırıtırken. Ne demeye çalışıyorsun anlamadım, Evan ama az sonra diyeceklerine şiddetle şimdiden karşıyım.

"Neye çok şaşırdın, Evan?" dedi Black elini cüppesinin cebine sokarken. Açıkçası bende Evan'ı şaşırtan şeyi merak ediyordum.

"Callista'yla senin aynı fikirde olmana tabii ki de." dedi Evan ikimize bakıp zevkle. 

Ah, Evan beni nasıl sinir edeceğini çok iyi biliyorsun.

Bazen Evan'ın beyninin nasıl çalıştığını çok merak ediyorum. Hatta bazen beyninin olup olmadığını bile merak ediyorum.

Ama beyni var. Olduğundan eminim. Yoksa şeytanın aklına gelmeyecek o kadar şeyi nasıl düşünsün? Tıpkı şu an düşündüğü gibi.

"Ah, Evan. Sen bilmiyor musun? Biz aslında Black'le en iyi arkadaşlarız." dedim kinayeli bir sesle. Black'le bırak en iyi arkadaş olmayı arkadaş bile değildik. 

Black dediğime karşılık sırıtarak bakarken yüzüne bir tane çakma isteğim yine kabarıyordu. Onun etrafımda olması beni her zaman gererken bir de sırıtması iyice gıcık ediyordu.

Ama sürekli benle aynı ortamda bulunması da kaçınılmazdı, çünkü Evan'ın yakın arkadaşlarındandı.

 Evan benim dediğime üzülüyormuş gibi yaptı. "Ah, Call. En iyi arkadaşın benim sanıyordum. Sana çok kırıldım, bir daha benle konuşma." dedi üzülürmüş gibi yaparken alayla.

"Öyle mi, Evan? Tamam bir daha senle konuşmam." dedim bende onun gibi üzülüyormuş gibi yaparken alayla. 

Evan'la iyi anlaşmamızın nedenlerinden biri de birbirimize ne dersek diyelim kırılmamızdı. Tabii bir de her şeyi birlikte alaya alarak birbirimize ayak uydurup olayı dramatikleştirmeye çalışmamız da ayrı bir sebepti.

"Sana çok kırgınım, Evan." dedi Lestrange üzgün bir surat ifadesi takınırken ama aslında üzgün olduğu falan yoktu. Sonra Lestrange lafını devam ettirdi. 

"Bizim bir mazimiz var ama en iyi arkadaşın ben değilim, ha Evan." dedi Lestrange kollarını kavuşturup başını Evan'dan diğer tarafa çevirirken.

Evan iki elini birleştirip Letrange'e yalvarıyormuş gibi yaptı ve acıklı bir sesle konuştu. "Lütfen, Bas. Beni affet, canım. Bizim mazimizi bir kenara atıp üç günlük Call'a en iyi arkadaşım dedim. Üzgünüm ama... ama Call benim en iyi arkadaşım." dedi sonda gülerek.

Ben ise Evan'ı ciddice dinlerken son dediğine kıkırdamıştım. Evan dramasını bitirdikten sonra Lestrange'in omzuna kolunu atarken bir şey daha dedi. 

"Callista benim en iyi arkadaşım olabilir ama sen benim canımsın, Bas."

Evan'la Lestrange'in arasındaki ilişkiyi çok seviyordum. Çünkü Evan Lestrange'e karşı her türlü cıvıklığı yaparken Lestrange ise ona zorla katlanıyordu ama Evan'ı seviyordu.

Evan'ın Rabastan Lestrange'e 'canımsın.' demesiyle Black kolunu Crouch'ın omzuna attı ve üzgün bir sesle Crouch'a sitem etti. "Bak diğerleri birbirine 'canım, çiçeğim, balım' diyor. Sen ise anca bana küfret, Barty." dedi Black.

Crouch Black'in kolunu omzundan çekerken Black'in lafına karşılık verdi. "Ben Rosier-Rabastan ilişkisinde Wellstorm'um, Reg. Ben öyle sana canım falan demem." dedi 'canım' sözcüğünü derken yüzünü buruşturarak.

Açıkçası Crouch'ı Black'e 'canım' derken hayal edince gülesim geliyordu ama Evan'ın Lestrange'e 'canım' demesini hayal edince bunu normal karşılıyordum.

Evan Lestrange'e canım deyip kolunu Rabastan Lestrange'in omzuna attıktan bir süre sonra Evan Lestrange'e "Demek sen Callista'yı kıskandın. Ah, benim canım Bas'ım." diyerek yanağından öpmeye çalıştı.

Lestrange Evan'ın bu beklenmedik hareketiyle ve neredeyse öpülecek olmanın korkusuyla küçük bir çığlık atarken Evan'ı ittirdi. Evan reddedilmenin verdiği hayal kırıklığıyla kollarını kavuşturup üzülüyormuş gibi yaptı. -Evan'ın içinden aslında Lestrange'in bu hareketine kahkaha attığına eminim.-

Artık Evan ne için reddediliyorsa...

Rabastan Lestrange gözleri kocaman açık bir şekilde yanağını derisini yüzmek ister gibi cüppesinin ucuyla silerken Evan'a iğretiyle bağırdı. "Çiftleşememiş kertenkeleler gibi davranma, salak Evan."

Evan ise Rabastan'ın bu şirin(!) dediğine karşılık ona eliyle öpücük attı.

Evan böyleydi işte. Ya dostuysanız size cıvık ve rahat davranırdı ya da yakını değilseniz size bir buz kütlesinden farksız olurdu. Bana kalırsa karşınızda sizi öldürebilecekmiş gibi bakan bir buz kütlesinden farksız Evan Rosier'dan ziyade sevimli ve rahat bir Evan Rosier'ı yeğlerdim.

Evan benim canım arkadaşım...

Charon baş köşeye oturmuştu. Onun sol tarafında Gaige Mulciber sağ tarafında Icarus Nott vardı. Arthur Flint ikili koltuklardan birine otururken yanında da Brian Selwyn oturuyordu. Onların oturduğu koltuğun köşesine de Patricia Zabini yaslanmıştı. Caius Avery tekli koltuklardan birine otururken Thorfinn Rowle da onun koltuğuna yaslanmıştı. 

Severus Snape bile burada bizle oturmuş ve bizi onla oturma şerefine erdirmişti. Caius Avery'nin yanındaki tekli koltukta her zaman yüzünde olan o melankolik ifade ile duruyordu. Caius Avery'nin koltuğuna da kardeşi Christopher Avery yaslanmıştı.

Balfour Greengrass'ın yanında kardeşi Adelyn Geengrass varken diğer tarafında Walden Macnair vardı. Walden Macnair'in oturduğu koltuğun köşesine de kuzeni Aigina Macnair yaslanmıştı. Kuzenim Oberon kenardaki tekli koltuklardan birinde duruyordu. Oberon'un çaprazındaki tekli koltuğa ise Minasotte Bulstrode oturmuştu.

Ben uzun koltuklardan birine otururken bir yanımda Regulus Black diğer yanımda Evan Rosier vardı. Rosier'ın yanında Rabastan Lestrange varken Black'in yanına da Bartemius Crouch Junior kurulmuştu.

Biz ikinci sınıflardan sadece melez Rigél Wallace şu an burada oturan isimler arasında yoktu. 

Hepimiz ortak salonun en geniş köşelerinden birinde oturmuş bu sabah trende başımıza gelen olayı analiz etmek için toplanmıştık. Charon bana bir parşömen ve mürekkep almamı söyledi.

Ben istediklerini alıp Black ve Evan'ın arasına yeniden oturduktan sonra "Tamam, hepimiz buradaysak sadede gelelim." dedi Charon hepimize bakarak. 

Sanırım buranın başı çekenini Charon kabul ettiğimizden onun dediğine karşı çıkmıyorduk. Yerime oturduktan sonra söylenilen isimleri parşömene geçirmek için 'özel' kalemimi çıkardım.

"İlk ben söyleyeyim. Bizim kompartımana tezek bombalarını atan Remus Lupin ve Dorcas Meadows idi. Onları başa yazmanı rica ediyorum, Wellstorm" dedi Gaige Mulciber söylediği isimlere karşı bir kinle.  

İçimden Mulciber'ın söylediği isimleri en başa yazmamı kibar bir biçimde 'rica' etmesiyle ufak çaplı bir şok geçirsemde yüzümde mimik oynatmadım.

Açıkçası Lupin'in bu işin içinde olmasına şaşırmıştım. Çünkü o takıldığı arkadaşlarına karşın daha sakin bir duruş sergiliyordu. Yine de tereddüt etmeden listenin başına güzelce iki ismi yazdım. Remus Lupin, Dorcas Meadows.

Arthur Flint şaşırmış bir ses tonunda konuştu. "Vay, demek Lupin'de var. Diğer isimleri merak ediyorum." dedi. 

Bazen Remus Lupin'i Büyük Salonda veya koridorlarda Black, Potter ve Pettigrew ile beraber görürdüm. Hatta kütüphanede bile birkaç kez denk gelmiştik ama ben insanlara pek hoş bir şekilde -kesinlikle bir Gryffindor olduğu için onun derisini yüzecek şekilde değil- bakışlar atmadığımdan selamlaşmamız bile yoktu. Tabii birde yüzünde geçmeyen yara izleri vardı. Nedenini merak ediyorum.

Mulciber'dan sonra Evan ondan beklemediğim bir kinle bize tezek bombası atanların ismini söyledi. "Bizimkiler Potter'la Zweid'di. James Potter ve Matthew Zweid." dedi Evan gözleri intikam ateşiyle parıldarken.

Yandık, Evan hırslandıysa kesin onlar için en az bir hafta hastane kanadında kalma biletleri kesildi.

Onun bu ikiliyi demesine karşılık Icarus Nott güldü. "Potter mı? Ah, asıl James Potter bu işte olmasaydı tuhaf olurdu." dedi gülerken. 

Icarus Nott gülerken ben parşömene iki ismi ekledim. James Potter, Matthew Zweid.

Matthew Zweid'i pek tanımıyordum. Sadece bazen Evan'la derste gizlice konuşurken onun da ağzını kıpırdattığını farkederdim. Derste konuşman çok ayıp, Zweid.

Bizden sonra herhalde bizim koltuktan devam etmek istediler ki tüm gözler Regulus Black'e döndü ama Black ona sürekli bakılmasına bizim sayemizde -Lestrange, Crouch, Evan, ben- alışık olduğundan tüm gözlerin bir anda ona bakmasını umursamadan konuştu.

"Benimki bir salaktı."

Ne demeye çalışıyor? 

Açıkçası konu Gryffindorlar ise salak dediğinde kimi kastettiğini anlamamız için isim söylemesi gerekiyordu.

Kafamı Crouch'ı görmek için eğdim, çünkü aramızda Black vardı ve Black'ten Crouch'ı göremiyordum. 

"Kimden bahsediyor?" dedim Crouch'a bakıp. Crouch'a sormuştum, çünkü Black'le o ikisi aynı kompartımandaydı. Crouch omuz silkerken cevapladı. "Ağabeyinden bahsediyor." 

Crouch'un bunu demesine karşılık Black sinirle konuştu. "O salak tezek bombasını direk benim üstüme attı. Eh, haliyle tezek bombası kucağında patlayınca kokudan burnunun direği sızlıyor." dedi Black gözlerindeki grilik koyulaşırken.

Onun bu yükselişine karşılık ben de yükselmiştim. Neden bilmiyorum ama içimde Black'i koruma içgüdüsü uyanmıştı. Belki gerçekten onu önemsediğimdendi belki de sadece hırslanmamdandı. Orasını bilemem.

"Diğeri kimdi?" dedim nefretle dişlerimin arasından. Benim bu sorumla bu sefer Crouch'un gözlerinden kin ve nefret karışımı bir duygu geçti ve ismi Charon ve Gaige Mulciber'a bakarak iğretiyle söyledi. "Pettigrew'du. Peter Pettigrew."

Charon ve Gaige'in gözlerinden 'Pettigrew' ismini duyunca bir nefret parıltısı geçti. Geçen sene Charon Pettigrew'u bizzat Mulciber'la birlikte balkondan attıktan sonra Peter Pettigrew'un ölmediğini duyunca sinirlenmişti. Hatırlıyorum da Charon aynen şöyle demişti.

"Yazık olmuş, keşke geberseydi."

Ben iki ismi özenle listeye ekledim. Sirius Black, Peter Pettigrew. Sirius Black'i yazarken özellikle soyadını itinayla yazdım. 

Arthur Flint ve Brian Selwyn biraz bakıştıktan sonra Minasotte Bulstrode onların bakışmasından sıkılmış olacak ki o ikilinin karara varmasını beklemden bana bakarak ismi söyledi. "Marlene McKinnon ve Melanié McKinnon. Biz üçlü kompartımanda otururken bir anda o iki sarı kafalı tezek bombası attı." dedi. 

Hah, demek iki McKinnon kardeş kardeş gidip Selwyn, Bulstrode ve Flint'lerin oturduğu kompartımana tezek bombası atmıştı.

Melanié McKinnon ismini duymamla içimdeki nefret ve kin duygusu belirdi. Brian Selwyn 'Melanié McKinnon' ismini söylerken Aigina Macnair'le bakışmıştık. Yazık, Melanié sen bizden neler çektin ve daha bakalım neler çekeceksin.

Ah Melanié, senden intikam alan kişi olmak için birkaç şey bile feda edebilirim.

Parşömene kalemimle bastırarak o iki ismi yazdım. Marlene ve Melanié McKinnon.

Patricia Zabini yüzüne McKinnon'ları duyduktan sonra kötü bir sırıtma yerleşti. "O iki sarı çiyanın bu işin içinde olması çok güzel. Onlarla olan bir hesabımı bu arada kapatmış olurum." dedi Zabini saçını geriye atarken. 

Caius Avery'nin Patricia Zabini'ye bakması da gözümden kaçmamıştı.

Thorfinn Rowle Caius Avery'nin oturduğu koltuğa yaslandığı yerden konuştu. "Caius, Particia ve benim oturduğum kompartımana Robert Wallace ve Algie Perks tezek bombası attı." dedi sesindeki o intikam istiyen hırsla.

Waow... Demek ki Rigél Wallace'ın da ağabeyi bu işin içindeydi. İyi ki Rigél Wallace burada değil. Yoksa Thorfinn Rowle onu ani bir hırsla haşlardı. 

Perks'in de bu işe dahil olduğunu öğrenmem bendeki intikam ve ödeşme isteğini daha da kabarmasına neden olmuştu. 

Bana verilen bu yazıcılık görevini yerine getirerek o iki ismi yazdım. Robert Wallace, Algie Perks.

Ben isimleri yazarken Mulciber bir konuya değindi. "Wallace mı? Bu çocuk Rigél Wallace'ın akrabası falan mı?" dedi bize bakarak.

Rigél Wallace'ın ağabeyi o, demek dilimin ucuna kadar geldi ama demedim. 

Nedense Rigél Wallace'ı bizimkilerin avucuna düşürmek istemedim. Eğer Robert Wallace onun ağabeyi dersem Rigél'ın bu olayda parmağı olmasa bile bizimkiler ondan da hıncını çıkarabilirdi.

Neden söylemedim, bilmiyorum. Sonuçta geçen sene bana 'kanı bozuk' diyen birini korumak bana düşmezdi ama istemedim. Wallace'a daha fazla zorbalık yapılmasına hiç değilse böyle göz yummak istemedim ve sustum.

Dilimin ucuna gelen şeyi dilimi ısırarak geri yuttum.

Açıkçası onu ifşalayarak ondan geçen sene ki intikamımı almış olabilirdim ama bunu istemedim. Ona kötülük yapmak istemedim. O bana 'kanı bozuk' demiş olabilirdi ama ben ona karşı ani bir koruma güdüsüyle onun daha çok zorbalığa uğramasında payımın olmasını red ettim.

Mulciber bize baktı ve sonra Robert Wallace'ın ne iş olabileceğini bilecek birine baktı. Bana.

Mulciber bana bakınca gözlerimi kaçırmadan omuz silktim ve Rigél Wallace'ı korumak için yalan söyledim. "Bilmem, belki sadece soy ad benzerliğidir, Mulciber. Wallace soy adı yaygın bir soyisim." dedim gözümü kırpmadan yalan söyleyerek.

Ah, Wallace. Keşke burada olsaydın da seni korumak için Mulciber'a gözümü kırpmadan yalan söylediğimi bilseydin.

Koşulsuz iyilik böyle bir şey demek ki.

Mulciber sorusunun cevabını aldıktan sonra Rabastan Lestrange Evan'ın yanından konuştu. "Ben kompartımanda Walden ve Aigina Macnair'le oturuyordum ki Mary MacDonald ve Leo Daviston içeriye tezek bombasını attı." dedi soğukça.

Rabastan Lestrange üşengeçliğinden dolayı burada otururken bir daha konuşmayacaktı. İsimleri bize söylemişti ve onun için artık burada olan konu ile alakalı her şey bitmişti. Lestrange artık sadece dinleyecek ve düşünücekti. İsimleri özene bözene yazdım. Leo Daviston, Mary MacDonald.

Leo Daviston ismini seçim töreninde ilk duyduğumda Leo ismini alıp Slytherin'e giderse durumun trajikomik olacağını düşünmüştüm. Ayrıca Daviston hakkında bildiğim başka bir şey Daviston tam bir Quidditch sevdalısıydı. Geçen sene Quidditch Kupasını biz alınca sinir krizi geçirmişti.

Christopher Avery ve Adelyn Greengrass biraz bakıştılar ve en sonunda kimin isimleri söyleyeceğine karar vermiş olacaklar ki Avery konuştu. Yani niye bu kadar uzatıyorsunuz ki alt tarafı iki isim söyleyeceksin. 'Git, adam öldür' demedik ya.

"Cristopher Dumas ve George Ende." dedi Avery nefret dolu olduğu çok açık olan bir sesle. "Adaşın mı sana tezek bombası attı?" dedi Arthur Flint merakla.

Adaşlar birbirine tezek bombası atamaz diye kural mı var, Flint?

Flint'ten pek haz etmeyen Evan yanımdan ona laf yetiştirmek için Avery'den önce davranıp konuştu.

"Birinin adı Christopher, diğerinin adı Cristopher. Arada 'h' farkı var. Bu iki birbirinden apayrı isim arasındaki farklılığı anlayamayacak kadar kıt beyinli misin, Flint?" dedi alayla. Yürü be, Evan.

Bense içimden nedensizce Evan'ın 'arada 'h' farkı var.' demesine gülmüştüm. Tabii dışımdan belli etmesem de. Sonra da isimleri yazdım. Cristopher Dumas, George Ende.

George Ende insanlara şaka yapmaktan ve arkadaşlarıyla dersi sabote etmekten zevk alan komik biriydi. Biçim Değiştirme dersinde genelde Evan'la benim arkamda Damian Xivian ile birlikte oturuyordu. ve bazen o kadar çok kıkırdıyorlardı ki arkama dönüp onlara kötü kötü bakıyordum. Neyse ki öyle bakınca çenelerini kapatıyorlardı.

Soğuk bakışlarının olmasının faydaları.

Cristopher Dumas ise ukala ama sevimli bir çocuktu. Arada kütüphanede karşılaşıyorduk. Bir kere ben yanından geçtiktek sonra arkamdan dil çıkardığını görmüştüm. Tabii ben de bunu gördükten sonra ona hak ettiği hareketi yapmıştım. El hareketi çekmek iyi bir şey değil, bunu biliyorum. Herkes bilir. 

Dumas arkasından ona yaptığım hareketi görmedi ama kütüphaneye benle uğraşmak için gelen Black görmüştü ve bundan sonra gülme krizine girmişti. Yani trende Black'e rezil oluşum, ona ilk rezil oluşum değil.

Sona isimleri söylemek için iki ketum isim kaldı. Snape ve Oberon. 

Kuzenim Oberon Wellstorm derslerde iyiydi ama sosyal olarak yoktu. Çocuk görünmez değildi. Sadece dersler dışında onu sosyal bir ortamda yakalayıp iki çift laf etmek imkansızdı. Ağabeyi Orrick'in tam zıttıydı.

Snape ise yüzünde her zaman melankolik bir ifade taşırdı ama bir keresinde yaptığı herkesi şoka uğratsa bile Evan'ın yaptığı şakaya gülmüştü.

Evan sen nasıl bir kralsın. Snape'i bile güldürmüştün.

Snape yüzünde her zaman olan o duygusuz ama hafif hüzünlü bir ifade varken onlara tezek bombası atanların isimlerini söyledi. "Rachel Hamer ve Damian Xivian." 

Onun dediğine kafa salladım ve kalemimi mürekkebe daldırıp isimleri yazdım. Rachel Hamer, Damian Xivian.

Rachel Hamer Melanié McKinnon'ın yakın arkadaşıydı ve zeki bir tipti. Devamlı derslerde parmak kaldırırdı. Kütüphanede Lily Evans'la birlikte en çok karşılaştığım Gryffindor'luydu.

Damian ise George'un yakın arkadaşıydı, aynı zamanda onun komedi ve suç ortağıydı. Yakışıklı bir çocuktu ama zeka olmayınca bana öyle insanlar çekici gelmezdi ve Damian'da zeka kırıntıları bile mevcut değildi.

Herkes tüm isimleri paylaşınca parşömende mürekkebin kurumasını bekleyip rulo yaptım. Kimseden çıt çıkmıyordu ama iki üç dakika sonra herkes ölüm sessizliğine alışmışken Flint bunu bozdu ve herkesin aklından geçen soruyu sordu.

"Eee, şimdi ne yapıyoruz?"

Ne yapıcağımız hakkında iki fikrim vardı. Ya herkesi tek tek veya küçük gruplara bölüp haklayacaktık. Ya da hepsini birden direk yaylım ateşine tutup toplu intikam almış olacaktık.

"Hepsini tek tek indirmeliyiz ve bunu dikkat çekmeden yapmalıyız." dedi Charon soğukça. "Neden hepsini topluca halletmiyoruz? Daha basit olur." dedi Thorfinn Rowle.

Charon onun dediğine göz devirdi. "Çünkü hepsini aynı anda indirirsek arada bazıları güme gider. Yani herkes payına düşeni almaz ve bazıları bu işten yırtmış olur. Ama tek tek veya onları küçük gruplara bölüp işlerini bitirirsek herkes hak ettiğini bulur." dedi Rowle'a bakıp.

"Hem onların tek tek celladı olmak daha eğlenceli." dedi Walden Macnair.

Bence de onların tek tek celladı olmak daha tatmin edici ve eğlenceli olucaktı.

Biraz daha onların işini nasıl bitireceğimizi konuştuktan sonra yine farklı yerlere dağılmıştık. Biz böyleydik. Aynı amaç için toplanmadığımız sürece farklı yerlerde olan başka şeylerin parçalarıydık. 

Ama istediğimizde kolayca farklı yerlerin parçaları olmamıza rağmen birleştiğimizde birbirimizi garipsemiyorduk.

Slytherin birliği.

Bizim küçük grubumuzda o uzun koltuktan kalkmış, aynı kadro olarak Karagöl'e bakan pencerelerin önüne konmuş oturma grubuna kurulmuştuk.

"Bu sene sonu çok üzülme, Wellstrom." dedi Crouch bana bakıp. Merak etme, Crouch. Ben hiçbir zaman çok uzun süre bir şeye üzülmem.

"Nedenmiş o, Crouch?" dedim meraktan yoksun daha çok alaycı bir sesle. Crouch muhtemelen ne diyeceğini çoktan hazır etmişti ve benim de aşağı yukarı ne diyebileceğimi düşünmüştü.

"Sene sonu birinci olduğumda diyorum, çok üzülme diyorum. Sonra gerçekten vicdan azabı duyarım diyorum." dedi tek kaşını kaldırarak.

Geçen sene birinciliği Crouch'la paylaşmıştım. Hatta profesörler her notumuzun aynı olmasından şüphelenip bizi birbirimizden kopya çekip çekmediğimize dair sorguya çekmişlerdi. Ama zaten çekmediğimizden sorguları da kısa sürmüştü.

"Ben de diyorum, sene sonu için diyorum, boş hayaller kurma diyorum." dedim Crouch'ın cümle kurma stilini taklit ederek.

Gerçekten rekabet mi istiyorsun Crouch? Kazanacağını düşünüyorsan boş hayaller kurma, derim.

"Ben de diyorum ki ikinizde boşa havada kalıcak laf yapmayın, berabere kalıcaksınız." dedi Evan bize bakarak.

13 Eylül 1973 | Perşembe

'İnsanlarla gözünü dikip bakman bazen işe yaramaz.'

McGonagall'ın dersliğine gitmek için ilerlerken "Sence de Rigél Wallace fazla şüphe çeken biri değil mi?" dedim Evan'a.

Evan ise yanımızdan geçen Gryffindorlu olan -ayrıca Macnair kardeşlerin ve bizim Lestrange'imizin kompartımanına tezek bombası atan kişiydi- Leo Daviston'a kötü kötü baktıktan sonra bana döndü.

"Neden böyle dedin, Call?"

Ona inanamaz gibi baktım. Yani böyle dememin nedeni çok açık değil miydi? O kız nedense Slytherin'de ikinci sınıf olupta tezek bombası yemeyen tek kişiydi.

"Çok açık değil mi, Evan? Yani o da bizim gibi ikinci sınıf bir Slytherin ama bu sıfatta olupta kompartımanına tezek bombası atılmayan tek kişi. Bu biraz... biraz garip." dedim Evan'a bakarak.

"Bilmem, belki haklısındır. Dediğin gibi bu gerçekten biraz şüphe çekici bir detay ama bana kalırsa senin boş kuruntuların." dedi Evan içinde iki soylu baronun ve bir terrier köpeğinin bulunduğu tabloyu incelerken.

Baronlar bizi görünce bize baş selamı verdiler ve o sırada arkamızdan biri çıkageldi. "Ne bu şüphe çekici detay?" dedi o gıcık ses Evan'a bakarak.

Evan Black'e baktı ve beni işaret ederek "Boşver, Reg. Sadece Callista paranoyaklaştığından onun içi boş kuruntuları." dedi.

Hah, demek paranoyak oldum, Evan.

"Bu işin altından bir iş çıktığında 'Haklıymışsın, Call.' dersen ağzına çarparım bir tane Evan." dedim Biçim Değiştirme sınıfına onlardan önce girerken.

Ben en arka sıralardan birine otururken Evan yanıma yerleşti. Black ise çantasını bir ön sıraya fırlattı.

"Yine kafanda ne kurdun, Wellstorm?" dedi Black sırasında arkaya dönerek bana bakarken. 

"Bilmem, Black. Bana kalırsa Wallace'ta garip olan bir şeyler" derken gözüm sınıfa giren ikiliye takıldı.

Birisi Perks'ti ve yanındaki kişinin dediği şeye gülerken bizi görünce anında yüzü soldu ve bizden iğrenir gibi bir hal aldı ama bize bir şey demedi. Diyemedi.

Geçen sene işte bu yüzden hafızasını Mulciber'a sildirtmiştim. Şimdi onu geçen sene ölmekten beter edenin kim olduğunu bilmiyordu ve bu yüzden işini şansa bırakmayıp hiç birimize laf söylemiyordu.

Eğer hafızası silinmeseydi de onu benzeten kişileri bilseydi, sadece onu döven kişilere karşı dikkatli ve diken üstünde olurdu. Diğerlerine yine aynı davranırdı. Şimdi ise hepimizden tırsıyor ve biz Slytherinlerden kimseye tek kelime edemiyor.

Ben bunu düşünüp hepimizden korkamasının daha uygun olacağını düşünmüştüm.

Yanındaki kişi Rigél Wallace'tı. Evet, hayal görüp görmediğimi anlamak için gözümü bile ovmuştum ama gerçekler bir anda yok olamaz. Şu an Wallace durmuş Perks'le çene çalıyordu.

Perks'in gülüşü solup ifadesi değişirken Wallace'ta gülmesini durdurdu ve Perks'in baktığı noktaya baktı. Yani Perks'e onu öldürecekmiş gibi bakan biz üç mükemmel şahsiyete baktı. -Tabii Black mükemmel değil ama olsun.-

Perks onun yanından ayrılıp ön taraflarda bir sıraya otururken Wallace bize yakın bir köşeye geçti. Biz üçümüz Wallace oturana kadar gözümüzü ona dikip onu takip ettik.

Bir süre sonra ona bakmamızdan rahatsız olmuş olacak ki yerinde huzursuzca kıpırdandı ve bize dönüp "Ne olduğunu söyler misiniz? Neden bana gözünüzü dikmiş bakıyorsunuz? Wellstrom?" dedi kibarca.

Boşa kibarlık yapma Perks'le takılan hain. 

Ben seni sevdiğim bir insan olan Mulciber'a karşı korumak için ona yalan söyliyeyim, sen ise bize hakaret eden Perks'le gez.

En son soru sorar gibi 'Wellstorm' demişti. Çünkü Wallace Evan'dan korkuyordu ve Black'ten de tırstığına eminim. "Hiiç." dedim i harfini sakız gibi uzatarak. "Sadece gözümüz takıldı, Wallace." dedim ona soğukça bakarken.

Demek Perks'le de takılmaya başladın, Wallace. 

Seni sorguya çekmenin vakti geldi de geçiyor. Yakında bir anda üstüne çökersem, sakın şaşırma.

Benim Wallace'a dediğimden sonra Evan bana baktı ve  "Wallace'tan bir şeyler çıkacak gibi. Sen onu bir ara yokla, Call." dedi.

Onun dediğine kafa sallarken "Ama onu ağlatma, kızı korkutmadan sor, Wellstorm." dedi Black bana sırıtırken. Black'in dediğine 'sen çok biliyorsun.' bakışımı attım.

"Huyum kurusun, Black. Ben kibar biri değilimdir. Ben insanların bela gibi üstüne çökmeyi ve orada durmayı severim." dedim ona soğukça. 

Evan benim Black'e soğuk davranmama göz devirdi ve kafasını sıraya gömdü. Anlaşılan Evan Profesör McGonagall gelene kadar bizim tartışmamızı dinlemek yerine uyuyacaktı.

"Tüh, ben senin cama yapışık şekilde durmayı sevdiğini düşünmüştüm oysa ki, Wellstorm." dedi sırıtarak bana bakarken. Bana trende olanı hatırlatıyordu. 

Charon yüzünden Black'e peronda rezil olmuştum. Canın cehenneme, Charon. 

"Ah, evet. Charon gibi bir ağabeyin olunca şaka adı altında cama bir anda kendini yapışık bulman kaçınılmaz oluyor. Charon gibi bir ağabeyinin olmasını istemezsin." dedim Black'in gözünün içine bakarak.

Benim dediğime güldü. "Ah, sen bir de Sirius'u görene kadar bekle. Charon Wellstorm'a şükredersin." dedi sırıtarak. 

Black'in gözünün içine bakıyordum. Belki ona dik dik bakmamdan rahatsız olur da önüne döner diye. Ama Black'in önüne dönesi yoktu. Gözünü çekmeden o da benim gözümün içine bakıyordu.

"En fazla ne yapabilir ki?" dedim tek kaşımı kaldırarak. Bu dediğim çok komikmiş gibi güldü.

En azından gülünce kenetlenmiş bakışmamız çözülüyordu. Ayrıca gülerken pek daha sevimli oluyordu.

"Ah, pek bir şey değil." dedi gözleri hâlâ güldüğünden hafif kısılmışken. Sonra yeniden bakıştık ve daha ciddi bir hale bürünüp devam etti. "Sadece arada bir bana işkence etmek için çay partisi düzenliyor." dedi.

Onun bu dediğine güldüm. Koskoca Regulus Black'i bir an pembe bir elbise içinde hayal edince gerçekten komik oluyordu. Ben gülerken Black çenesini eline dayamış beni izliyordu.

"Tamam, bu biraz komikti. Yani ben de Charon ve Ceres'e işkence etmek için çay partisi düzenliyordum ve onlara evcilik oynatıyordum ama bunu yapanın Sirius Black olması tuhaf." dedim sırıtarak Regulus Black'e bakarken.

Biraz daha beni çenen elinde izlersen Black ben burada elektrik çarpılmış gibi kalabilirim.

Neyse ki Black'in yanına Crouch oturunca Black gözlerini benden çekti ve önüne döndü. Biraz sonra da Profesör McGonagall derse giriş yapınca konuşma şansımız kalmadı. Black'in bakışları üzerimden gidince gözüm uyuyan Evan Rosier'a kaydı.

"Evan." dedim onu omzundan dürterek. Evan ise "Hmm." dedi biraz yerinde kıpırdandı. "Uyan." dediğimde ise biraz mırıldandı ama başını sıradan kaldırmadı. Ne yani, beş dakikada uyudun mu? Bana sırrını söyle, yüce Evan Rosier.

Sonra aklıma gelen fikirle sırıttım ve Evan'ın kulağına yaklaşıp fısıldadım.

"McGonagall tepemizde dikilmiş bekliyor, Evan."

Bunu dememle o kadar hızlı kalktı ki onun kulağına eğildiğimden burnum yüzüne çarptı. "Ne başım" derken onun bağırışı Profesör McGonagall'ın dikkatini çekmemesi için ağzını kapadım.

Zaten o da başını kaldırıp McGonagall'la karşılaşmayınca olayı anlamıştı. Ben elimi ağzından çekerken o da biraz gerindi ve McGonagall'ı dinlemeye başladı.

Ben de Profesör McGonagall'ı dinlerken zihnimin bir köşesine Wallace'ı sorguya çekmeyi not ettim.

Senden işe yarar bir şey çıkmazsa ben de hiçbir şey bilmiyorum, Wallace.

Continue Reading

You'll Also Like

22.3K 1.4K 35
Jungkook; Dolabımın şifresini değiştirip üstüne bir de içini prezervatiflerle dolduran orospu çocuğu sendin değil mi? Jungkook hoşlandığı kıza çok ya...
42.8K 3.6K 13
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
32.4K 1.3K 46
Bu kitap Yabani dizisinin 28. bölümünden sonra ASLAZ cephesinde yaşanan olayları konu aldığım bir kitaptır. Görmek istediğimiz fakat tüm beklentileri...
217K 22.5K 35
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️