Sillage | jikook

By isminemyg

72.1K 6.7K 6.3K

Yüreği kanayan bir çocuk tanıdım, ne zaman deşsem yarasını bende kanadım. 25\05\20 25\10\20 More

[sillage]
1|yakın ama bi o kadar da uzak bana
2|hatırlatırsan unutmam
3|ne gündüzümde sabahım
5|gülüşünü sevdim
6|sarılsak geçer
7|ilk kalp ağrısı, en çokta o acıttı canımı
8|benim için herkes gibi değil
9|okyanus gibi
10|kalmanı istiyorum
11|güneşi yanımda hissettim
12|adım hiç bu kadar güzel gelmedi kulağıma
13|bir yanım cehennemde yanarken, sana cenneti vermemi bekleme
14|görebildiğim tek manzara onun okyanus gözleriydi
15|tenindeki mürekkeple karala beni
16|bir gün herkes gibi değil, diğer gün hiçkimse
17|yüreği kanayan bir çocuk tanıdı(m)
18|geçmiş değildi onunkisi, aslında hiç geçmemişti
19|balık giderse okyanus kururmuş
20|bu hayat benim
final|eylüller, okyanus ve balık
teşekkürler🐠
part 1|özel bölüm
part 2|özel bölüm
reklam ve duyuru

4|yara bantlarındaki adım

2.7K 319 403
By isminemyg

song|sody - the bully

Kanatılan yaraların, en büyük sancıların bir bıçak izi ile değil de, bir söz, bir vazgeçmişlikle oluştuğunu, derinleşip kanadığını, çok erken öğrenmiş sayılırım.

Kanayan yaralar bedende değil Jeongguk, derdi büyük ninem, asıl kanayacak olan yara tam da göğsünün içinde yaşıyor. Umudun, saf sevgin, koşulsuz güvenin. Merhametin senin kanayacak olan yaran.

Seni kanatmalarına izin verme. Kanasın bedenin, kanasın ve açsın bir çiçek gibi yara izleri, yeter ki ruhuna, çocukluğuna, inancına sıçramasın.

Hep çocuk kalsın bir yanın derdi, hep çocuk kalsın büyümesin. Ama öyle şımarık, laf anlamaz bir çocuk olarak değil, senin çocukluğun hayal gücün olsun, umutların, saflığın ve masumluğun.

Çocuktum belki, belki de bundan dolayı çok büyütmüştüm onu, ve bıraktığı şu ufacık yara izini. Aklımı darmadağın etmiş, bedenimin taşıdığı ilk yara olmasa bile, sanki ruhuma sıçrayan ilk kanayan yaram olmuştu. Çok beklemiştim, belki beklediğim için gözümde büyüttüm.

O asla özür dilemeyecekti, biliyordum. O da özür dilemeyi bilmiyordu. Sivri dikenlerini batırıp gitmişti, ikinci dersin son dakikalarında geri geldiğinde ise bu vakte kadar nerede olduğunu tanrı bilirdi.

Ben bilemezdim, orası ayrı. Onun gittiği yerler, benim sınırımın ilerisiydi. Onun ileriye attığı adım, benim için uçurumun kenarı olurdu.

Uzak durmalıydım, uzak duracaktım. Büyüttüğüm şu yara izi geçinceye değin, onun zihnimden silinecek olan küstah tavırlarına gülmekle yetinecektim.

Bir gün aynaya bakarsam eğer, görürsem yüzümdeki şu küçücük, değersiz yara izini, adı aklıma bile gelmeyecekti. Onun benim adımı unuttuğuna emindim yine, ben de unutabilirdim.

Zor bela yetişebildiğim iki saatlik matematik dersi bittiğinde, öğle arasına ayırdığım ödevleri çantamdan çıkarıp, masamın üstüne düzenli bir şekilde koydum. En ön sırada oturuyordum, çalışkan öğrencilerin vazgeçilmez tahtı, yeri. Olduğum yer hep burası olmalıydı, arka sıralar, hele ki yan komşumun oturduğu cama yakın en arka sıra, olmamam gereken yerdi.

Hayatta hep ön sıralarda olabilmek için çalışıyordum. Arka sıralar değersiz, yetersizdi. Bunu bana söyleyen, bugünün koşulları, hayatın sönük adaletinin gerçekleriydi.

"Hey! Şu arka sıradaki demirli!" Matematik hocamız, bitirdiği ders boyu başını sıradan kaldırmayan, bedeni burada fakat aklı hâlâ uyanmamış olan yan komşuma doğru seslendiğinde, ben dahil herkesin bakışı, onun oturduğu sıraya kaydı.

"Sana diyorum! Uykucu herif!" Bay Wonzi sesini biraz daha yükseltti, bu sefer başını sırasından nihayet kaldırıp, kırpıştırdığı gözleriyle kısa bir an etrafına bakabilmiş, ona sesleneni fark etmesinin ardından,"Evet..." diye mırıldanmıştı.

Rahat ve umursamaz tavırlarına alışan koca sınıf tepkisiz kalırken, buna Bay Wonzi'de dahildi. Karşısında, hiçbir şekilde dersine katılmayan uykucu, dövmeli  gencin günlük hareketlerine öncesine nazaran fazla büyük tepkiler vermiyordu.

"Uykunuzu böldük ama umarım seninde dahil olduğun sınıfa verdiğim ödevi duymuşsundur, aksi halde sözlü notundan kalacaksın." Uyarıcı bir sesle konuştuğunda, masadaki eşyalarını topluyordu, Bay Wonzi, Jimin'in bahsettiği ödevi siklemediğini ve büyük ihtimalle yapmayacağını çok iyi biliyordu.

Yine de tipik bir öğretmen gibi not tehdidi içiren uyarı cümlesini kurmuş, üzerindeki sorumluluktan sıyrılmıştı.

Bakışlarım kısa bir an Jimin'e kaydı. Sırasına yaslanmıştı şimdi, gözlerindeki boş ifade ile bir süre Bay Wonzi'ye baktı. Sonra ise yavaşça yerinden ayaklandı. Zilin çalma sesi duyulurken, ağır adımlarla öğretmenler masasına doğru ilerledi.

"Arkanızda kuyruk gibi dolanan öğrencilerinizi, not korkusuyla etrafınızda tutmuş olabilirsiniz. Beni tanırsınız, ödevi yapmayacağımı bilirsiniz. Bir de şu sözlü notu meselesi var tabi," Yüzünde sahte bir tedirginlik ifadesi yer aldı, Bay Wonzi'nin suratı daha da bozarırken, keyfi yerine geliyordu. İnsanları lafları ile ezmek onun gururunu okşuyor, göğsü kabarıyordu.

"Açıkçası pekte umrumda değil." diye mırıldandı, omuz silkip, sonraysa Bay Wonzi ona çıkma izni vermeden elini kolunu sallaya sallaya sınıftan çıktı.

Park Jimin buydu işte; umursamaz ve kural tanımaz. Sınırsız özgüveni, cesareti vardı, benim aksime o sınırlar ise hep vardı.

Değil hocalarla atışmak, sesimi bile yükseltemezdim ben. Benim cesaretim ve özgüvenim, onun gidişiyle dönüşü gibi birdi. Varlık ve yokluk arasındaki o ince çizgideydi.

Çizginin ilerisi mi? Öyle bir yer yoktu benim için, olmam gereken yerdeydim ben. Ondan hep bir adım geride, önde değil, yanında değil, karşısında hiç değil.

Hep ardında. Ederi boş ön sıralarda.

...

Yoongi'nin ısrarlarına dayanamayıp, yarısına kadar geldiğim ödevi yapmayı kesip, sınıftan çıkabilmiştim.

Yoongi'yle beraber okulun kantinine doğru ilerliyorken, ikimiz de pek konuşmuyorduk, şayet ben fazla düşünceliydim bu aralar, konuşmak zaten pek tercim değildi ve düşüncelerime dalıp gittiğimde, sanki dilimi yutardım.

Sessizliğim bile sessizlikti.

"Bu akşam beraber sinemaya gitsek diyorum, Joker'in filmi var. İkinci kez vizyonda, kaçırmak istemezsin belki?" Aklım tamamiyle başka yerdeydi, Yoongi elini omzuma atıp, hevesli bir tavırla konuştuğunda, irkilmiştim.

"Pek havamda değilim, sen başka biriyle gidebilirsin." Omuzlarımı silktim, cansız bir sesle onu kibarca reddettiğimde anlayışla karşıladı.

Beraber fazla kalabalık olmayan kantinin pencere kenarındaki masasına doğru ilerliyorken onu gördüm.

Arkadaşlarıyla, dörtlü masaların birinde oturuyordu, ki oturuşu bile uyumsuzdu, sırtını yaslayacağı bölüme kollarını yaslamış, kaslı bacaklarını sandalyenin açık bölmelerinden sarkıtmıştı, masasında dönen koyu sohbeti dikkatle dinliyor, çok az bir kısmında tepki veriyor, arkadaşları kahkahalarla gülüp dikkatleri üzerilerine çekerken o sadece sırıtıyordu.

Varlığı bile dikkat çekici, onun ilgileri toplaması için gövde gösterisi yapmasına gerek yoktu, sokaktan geçen herhangi birinin bile ilgisini kolayca üzerine çekebilecek bir havası vardı.

O hava ciğerlerimi tıkadı. O havayı solmak istemiyordum ama tesadüflerin, ihtimallerin olduğu hayatımda o hep yanımdaydı. Sınıf arkadaşımdı, yan komşumdu.

Masaya ulaşacağımız an, Yoongi sanki bir şeyi unutmuşta, aklına yeni gelmiş gibi elini alnına götürüp, sıvazladı.

"Hadi be!" dedi, elini alnından çekerken,"Koç beni öğlenden sonra yanına çağırmıştı, aklımdan çıkmış. Sen geç bir yere, ben hemen gelirim kanka." Elini omzuma götürüp, yumuşak bir şekilde okşadı ve gülümseyip, geldiğimiz gibi gerisiye koçun odasına doğru ilerledi.

Onun gidişiyle tek başıma, tam da Jimin'in oturduğu masanın yanındaki masaya oturmaktansa en azından bir şeyler içerek, zamanımı geçirebileceğimi düşündüğümde, ani bir refleksle ona doğru baktım.

Bakmamalıydım. Baktığım an gözleri gözlerime değen o kısa zamanda tüylerim çekildi, bakışlarındaki yoğun ifade yine utangaçlıkla bakışlarımı ondan kaçırmama sebep oldu. Fakat o hâlâ bakıyordu, yemin ediyorum gözleri ağır ağır dolaşıyordu bedenimde, ben içecek alıp boğazımdaki kuruluktan kurtulmak isterken, o gözleriyle beni çölün ızdırapsız havasında boğuyordu.

Havası yine ciğerlerimi kanatıyordu.

Kalabalık sıraya girdiğimde, bir süre beklemem gerekti. Arkada dolaşan muhabbeti duyuyordum. Jimin'in yakın arkadaşı olarak bildiğim Taehyung, en az onun kadar farklı bir görünüşe ve tarza sahipken, Jimin aksine, sohbet ortamında fazla çenesine sahip çıkan biri değildi.


Zira kulaklarımı tırpalıyordu sesi, yüksek volümlü kahkahası, sanki banaydı. Benim onların karşısında, ezilip büzülen benliğimeydi.

Aralarında geçen sohbete fazla odaklanmadım, istediğim şey; soğuk bir meyve suyu alıp, Yoongi'yi beklemeden sınıfa çıkmaktı.

Ki lanet kantin sırası ben azaldı dedikçe, karınca sürürsü gibi çoğalıyor, biri gidiyorsa diğeri geliyordu. Sonunda önümdeki arkadaş gurubu alacaklarını alıp, kader sırasından çıktıklarında, nihayet sıra bana gelebilmişti.

Ben öyle sanmıştım tabi. Şayet Jimin'in arkadaşı Taehyung,"Uza bakalım ezik, ölülerden önce yaşayan bedenlerin beslenmesine öncelik et." diyerek, bedenimi geriye doğru paçavra gibi iteklemiş, dakikalardır beklediğim sıramı, adaletsizce almıştı.

Şaşkınca Jimin'in ki gibi demirli suratına bakakaldığımda, kendince yaptığı komik olmayan espirisine Jimin dahil kantindeki herkes sırıtmış, hatta kahkaha atmışlardı.

"Cidden mükemmel bir yakıştırma, şu çocuğun sınıftan çıktığını gördüm ya, artık tanrının varlığına bile inanabilirim." Mark, sanırım adı buydu konuşanın, burnu havada tavırlarıyla ancak Jimin gibileriyle takılır, benim gibilerle alay ederdi.

Okulda fazla sosyal biri olmayışımı, nefes alan bir ölüyle bir tutuyorlardı. Okulun hayalet çocuğu bendim onlara göre, ki pekte haksız sayılmazlardı. Yine de, benimle alaycı bir tavırla, sanki ben yanlarında yokmuşum gibi konuşmaları sinirlerimi bozmuş, gururum incinmeye başlamıştı.

"Bir dakika ama Mark, en iyisi yanımızda bir incil taşıyalım ölü bir beden için bolca dua okumamız gerekecek." Taehyung aldığı içeceklerin gelmesini beklerken, yarım ağız sırıtışıyla beni boydan boya inceledi. Kaşlarımı çatıp, üzerine doğru bir adım attığımda, sinir bozucu sahte gülümseyişi, içimdeki süregelen öfkeyi alevlendirdi.

"Neyin muhabbetini yapıyorsan umrumda değil, komik olduğunu düşünüyorsun ama şöyle bir gerçek var; ben bir kral değilim, senin gibi şempanzeler ise ancak oturup kendi kıçıyla eğlenebilir."dedim, tok bir sesle, ona ağzının payını veren cesaretli tavrımın toz olup uçmasını istemiyordum.

Söylediğime karşın alaycı ve sahte gülüşü yavaşça pirsingli dudaklarından silindi, kalabalık ortamın havası değişmiş, bu sefer kahkahalarla gülünen kişi o olmuş, özgüven denilen o duygudan azda olsa tadabilmiştim.

Ki o duygu bana oldukça yabancıydı.

Daha fazla içi boş kalabalık kantinde durmak istemiyordum. Buna hem Jimin'in arkadaşlarının hakkımda söyledikleri, hem de bana olan rahatsız edici bakışlardı.

Hele ki onun bakışları, rahatça yayıldığı sandalyesinden oturmuş, koyu kahvelerini dikmişti üstüme, konuyla ilgilenmeyen tavırları, arkadaşları benimle dalga geçip eğlenirken, o her zamanki gibi umursamıyordu.

"Duydun mu Jimin?" diye tısladı Taehyung, gitmeye yeltendiğimde önümü kesmişti. Kare şekli dudaklarındaki demiri ısırıp bıraktı,"Yan komşun bana laf soktu. sizin evde yatır olduğunu söylemiştim bana inanmamıştın, tam karşımda duruyor işte." Yapmacık bir şaşırmışlık ifadesi yer etti suratında, söylediğine çoşarken insan kalabalığı, Jimin'e doğru konuşurken gözleri gözlerimdeydi, Jimin ise sadece omuz silkmiş, boş bakışlarını Taehyung'a çevirip,"Yeter Taehyung, uğraşmana değmez." diye mırıldanmıştı.

Sinirden bir kaç damarım patlayacaktı, biraz daha burada durmaya devam edersem çığlık atacaktım. Ağzıma kadar gelen küfürleri yutup, göğsüme kadar inen o ezilmişlik hissine alıştığım gibi Taehyung'a serçte omuz atıp, kantinden çıktım.

Konuşmamalıydım, asla ses çıkarmamalıydım. Belki de inmemeliydim aşağıya, Taehyung'un diğerlerinin hakkımda söyledikleri ne kadar sinir bozucu olsa da, o ölçüde doğruydu. Kendimi ezik ve salak durumuna düşürmekten nefret ediyordum.

Bir de beni bu duruma iten yersiz, seviyesiz insanların kendini bir halt sanmasına dayanamıyordum. Ben onların ağzlarına sakız misali alıp, eğlenecekleri bir uğraş değildim.

Adını bile hatırlamayacağım insanların, üzerimde yıkıcı bir etki bırakmasına izin vermeyecektim.

Boş sınıfa girdiğimde, her ne kadar böyle düşünsemde içimdeki öfkem bir türlü dinmiyordu. Yakıp yıkmak istiyordum ama korkuyordum.

Bağırmak istiyordum ama fısıldayamıyordum bile. Güçsüz ve zayıf olmak istemiyordum.

Sinirle sıramın üstündeki kitaplarımı yere attım, sonra sinirden olsa gerek terleyen avuç içlerime baktım. Can çekişircesine bir ses çıkardığımda, elimi yıkmak için sınıftan çıkacağım an onunla burun buruna geldim.

Yan komşum Park Jimin'le.

"Çekil önümden." Yanından çekip gitmek için yeltendiğimde, kolumu kavradı,"Dokunma!" Elini kolumdan çektiğimde öfkeyle bağırdım, gergin bir nefes verdi ve bir adımda üzerime doğru yaklaştı,"Bana bağırma, konuşacağız sadece." dedi, baskıcı bir sesle. İtiraz içerikli cümlelerimin altında ezileceği türden bir ses tonu kullanmıştı. Geriye doğru bir adım attım, bana yine olması gerekenden biraz daha fazla yakındı.

Yakın olmasını istemiyordum. Onun kokusuyla karışan hava ciğerlerime girsin istemiyordum.

"Ben senin oturup konuşmana, dil dökmene değecek biri miyim ki? Boş versene, sende arkadaşlarınla aynı şeyi düşünüyorsun. Yaşayan bir ölüyüm sonuçta, zira yüzümü bir camla 'kazayla' da olsa ciziyorsun sonra özür bile dilemeden çekip gidiyorsun.Eee tabi, sana da hak vermek lazım, ruhlar aleminde gezen birini kim fark eder ki?" Öfke ile üzüntü arasında gidip geliyordu ruhum, bir yanım bağırıp çağırmak istiyordu, bir yanım ise sadece ağlamak.

İçten içe fark edilmek istiyordum, olduğum kişilikten bir nebze olsun sıyrılmak, olmak istediğim kişi olabilmek istiyordum onun gözlerine bakarken. Beni görsün istiyordum.

"Ne düşündüğüm hakkında bi bok bilmeden, beni yargılmaktan vazgeçtiğin zaman konuşalım o halde." Yapmacık bir tebessüm demirli dudaklarında oluştu, tam arkasını dönüp gidecekken bu sefer ben engel oldum gitmesine, uzanıp dövmeli elinden tuttum.

Sıcacık eli elime dolandığında duraksadı, yüzündeki sahte tebessüm yavaşça silindi. Gitmekten vazgeçti ama hızla bedenimi bedenine doğru çekti, refklesle kafalarımız birbirine çarpacaktı az kalsın.

Bu ani hareketi yüreğimi hoplatırken, dudaklarımdan titrek bir nefes onun yüzüne çarptı. Elimi hâla tutuyordu, bir eli yine yanağımdaki ize kaydığında bunu yapmasından nefret ediyordum. Dokunduğu an tenim sanki kavruluyor, kızgın ateşe atılıyor, sıcak hava ciğerlerime değin iniyor, eriyor, yok oluyordum.

"Sen..." diye fısıldadım dağılmışcasına, gözlerimi bir an kapatıp, yakınlığımızdan ve parmak uçlarının yanağıma bıraktığı temastan dolayı yüreğime sığmayan hızlı nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalıştım. Koyu kahvelerini gezdiriyorken yüzümün her yanında,"Ben...ben ne?" diye sordu, kısık bir ses tonuyla, tüyelerimi çeken o derin sesinden nefret ediyordum.

"Hep böyle kaba mı konuşursun? Küfür eksik olmuyor dilinden." dedim, deli gibi istesemde ondan uzaklaşmak, yapamıyor, olduğum yere civilenmişcesine bekliyor, o karşımda bu denli rahatken, üstelik yanağımdaki yarayı okşuyor, diğer elimi tutuyorken ben konuşmakta bile zorluk çekiyordum.

"Alışkanlık." diye mırıldandı kısaca, kalbimi eritip, yakacak derece güzel gülümsemesiyle, yanağımda gezinen eliyle sol göz kapağıma düşen açık kahve tutamlarımı hafifçe yana iteledi.

Baştan aşağı ürperdim, yanan bedenim şimdi üşüyordu.

"Peki sen hep böyle çok mu konuşursun?" Duydum, o böyle çiçek gülümsemeyile gözlerimin içine bakıyorken duydum kalbimin hızla atan seslerini.

"Alışkanlık." dedim gergin bir tavırla, onun gibi, ondan uzaklaşmak için bir adım atabildim geriye doğru. Dayanamıyordum çünkü, kalbime fazla geliyordu bu yakınlık, başımı döndüren benliği, kokusu bile beni alaşağı edebilirdi.

Bundan korkuyordum.

Ondan uzaklaşmama karşın yüzündeki gülümsemeyi sildi, ciddiyetle çatıldı kaşları. Sonunda buraya gelmesinin sebebi olan konuya değineceğinde, boğazını sertçe temizledi.

"Taehyung'u ve diğerlerini fazla kafana takma, onlar işin dalgasında. Kimsenin seninle kişisel bir problemi yok." Arkadaşları adına yaptığı açıklama, bunu yaparken ki vücut dili, onunla ilgili değişmez olan yargılarımı sorgulattı bana.

Arladaşlarına alınıp, alınamam neden onu ilgilendiriyor, peşimden gelip, açıklamada bulunuyor, daha bu sabah beni tersleyen o değilmiş gibi dengesizce davranıp kafamı karıştırıyordu?

Park Jimin çözemeyeceğim karışıklıklar ve uyumsuzluklarla dolu bir bulmacaydı.

"Sorun değil, ilgilenmiyorum." dedim, ellerimi kollarımda birleştirip, umursamazca gözükerek.  O yanıma gelip, bu sözleri söyleyinceye denk ilgilenmiyordum. Zira içimde soluklaşan öfke, onun eseriydi.

Başını anladım dercesine salladı, yine gözlerim takıldı boynundaki eşsiz dövmesine.  Kaybolup gitmeden önce,"Bittiyse izin ver, tuvalete gitmem gerek." dedim, yine gerginliği iki kilometreden belli olan bir ses tonuyla. Aptaldım, aptalın önde gideniydim.

Bu sefer kolumu tutup engel olmadı, fakat tam çıkıp gideceğim an,"Bekle." diye seslendi.

Beklemek istemesemde, duraksadım. Ona doğru yavaşça döndüm, soru soran bakışlarım yüzünde geziniyorken, yanıma yaklaştı ağır adımlarıyla. Bu sefer aramızda belli bir mesafe vardı.

O mesafe hep öyle kalmalıydı.

Jimin bir süre yüzüme baktı, gözlerindeki kararsız ifade, beni iyice meraklandırıp, heyecanlandırırken, ceketinin yan cebinden çıkardı, renkli, rengarenk yara bandını.

Yara bandında yazan 'Jeongguk' ismimi görmemle şaşkın bakışlarım bir elinde tuttuğu yara bandına, birde gergin yüz ifadesinde dolandı.

Bana yara bandı mı almıştı? Üstelik adımı yazmıştı yara bandına. Tükenmez kalemle özenle yazılmıştı adım. O yazmıştı adımı yara bandına. Yara bantlarındaki adımı unutmamıştı, hatırlatmamış olmama rağmen.

Unutmamıştı.

"Özür dilemeyi bilmem, açılan yaraların izlerini silmeyi de." İsmimin yazdığı renkli yara bandını yavaşça açtı, yaklaştı yine yanıma, kokusu yine doldu ruhuma. Titredi göz kapaklarım.

Aldığım kokusu, yine sardı ruhumu.

"Ama onları sarabilirim, sırf sen aynaya baktığında görme diye." küçük yara bandını yanağımdaki kabuk tutmuş kesiğin üstüne nazikçe yapıştırdı. Ne yapıyordu Park Jimin, ne yapmaya çalışıyordu?

Hızla atan kalbim yerinden çıkacaktı o böyle davrandığında. Kimdi ki o, açtığı yaranın izini kapatan mı? Yoksa adımı bile dün öğrenen, kaba, öfke delisi yan komşum mu?

Kafamı karıştırıyordu. Gözleri uzun uzun bakarken gözlerimin içine, korkmadadan görüyordu benliğimi. Okuyordu gözlerimi sanki. Sonra ise yine gidiyordu, bir yara açıyor gidiyordu. Lafını söylüyor, umursamadan gidiyordu.

Şimdi ise açtığı yaranın izleri kapatıyor, gidiyordu. Bu gidişi en güzeldi.

Park Jimin hakkında vardığım düşüncelerimi bir kere daha yıkıp gitti. Özür dilemedi ama, derman oldu yarama.

Ondan kalan sol yanıma.

...

Yeni bölüme kadar jik∞kla, sevgiyle kalın. Bolca kalpler, kurguyu sevdiniz mi? 🍀🌺

best friedns.

Continue Reading

You'll Also Like

194K 17.2K 37
"Benimle savaşma Jungkook. Çünkü kazanırsan, kaybedersin."
39.2K 3.8K 36
barış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.
212K 19.8K 25
'Seni sevmek savaşa gitmek gibiydi, Asla aynı kişi olarak dönemedim.' -Warsan Shiere Ya da, Jimin'in sevdiği şeyler vardı. Jimin'in nefret ettiği şe...
268K 24.3K 39
[TAMAMLANDI] 🌑🌒🌓🌔🌕🌖🌗🌘🌑 Ekinoks, gece ve gündüzün eşit olması durumudur. Yılda iki kez gerçekleşir. Kurt adamlar ve vampirler ekinoks günü ta...