GÜNIŞIĞI SERİSİ - 1 PERESTİŞ

By kurbagavirak

687 224 212

Anneleri tarafından yüreklerine ağır darbeler almış ve annelerinin geçmişiyle kendi gelecekleri arasında araf... More

2. Bölüm "ARDA"
3. Bölüm "İLK TAŞ"
4. Bölüm "BOĞAZA DOLANAN SARMAŞIK"
5. Bölüm "MUTLULUĞA SIKILAN KURŞUN"
6. Bölüm "KAHVEYE SAVRULAN YÜREK"
7.BÖLÜM "UFAK TEFEK HİSLER"
8. Bölüm "ZEHİRLİ MAVİ YAŞLAR"
9. Bölüm "ANKA KUŞUNUN KANADINDAN SÜZÜLEN ACILAR"
10. Bölüm "ŞEYTANIN BİLEKLERİNE BULAŞAN UMUT"
11. Bölüm "GİTMELER GELMELER İÇİNDİR"
12. Bölüm "BİR DEMET YASEMİN"
13. Bölüm "SEVGİ İÇİN YER AÇAN KALPLER"
14. Bölüm "YIKIMIN SAĞ KALAN ÇİÇEĞİ"
15. Bölüm "İKİNCİ TAŞ"
16. Bölüm "ŞEYTAN'IN MEYVESİ"
17. Bölüm "ÖZGÜRLÜĞE MUHTAÇ KUŞ"
18. Bölüm "CÜDÂ"
19. Bölüm "KALBİN ÖZGÜRLÜĞÜ"
20. Bölüm "VEZİR'İN OYUNU PART 1"
21. Bölüm "VEZİR'İN OYUNU PART 2"
22. Bölüm "PİŞMANLIĞIN GÖZYAŞLARI"
23. Bölüm "DARAĞACINA BAĞLANAN GAYE"

1. Bölüm "DİLHUN"

122 16 41
By kurbagavirak

Merhaba ilk bölümle karşınızdayım. Bu sefer içime gerçekten sinen bir hikaye. Umarım sizlere sevdirebilirim. Umarım beğenirsiniz.



Emir Can İğrek - Meydan
Emir Can İğrek - Sapa

🏹

"Çünkü hiç kimse hiçbir zaman gereksinimlerini, düşüncelerini, acılarını tam anlamıyla anlatamaz."
-Madame Bovary, Gustave Flaubert-

🏹

Bazı anlar vardır. Karşınızda ki kişi konuşur ama siz onun söylediği tek kelimeye veya cümleye takılır ve devamını dinleyemezsiniz. O cümle sürekli aklınızda dönüp durur. Saatler ilerler, günler geçer ama o hep aklınızın bir yerinde takılı kalır. Yaptığınız işe, okuduğunuz kitaba odaklanamazsınız. Sanki sizi ele geçirmiştir. Tam da öyle hissediyorum şu an.

Elimde duran oka bakıyorum ama kaldırıp da hedefe atamıyorum onu. Bir şey boğazımı sıkıyor sanki. Nedeninin annemin evlenecek olması olduğunu biliyorum ama kabullenemiyorum.

Üç gün önce söylemişti evleneceğini. Zaman durmuştu sanki evleneceğini söyleyince. Çocukluğum onun alkol problemi ve babamın kumar sevdası yüzünden olan kavgaları sonucunda mahvolduktan sonra bana gelip evleneceğini söylüyordu. Yetmezmiş gibi bunu babama benim söylememi istiyordu. Delirecektim!

Kafamı hızla sallayıp düşüncelerimden sıyrıldım. Yayımı havaya kaldırıp pozisyon aldım ve oku özgürlüğüne kavuşturdum. Ok hızla ilerledi fakat hedefin arkasındaki duvara çarpıp yere düştü. Sinirle elimdeki yayı ve parmağımdaki zihgiri yere fırlattığımda Tuğçe'nin iğneleyici sesi kulaklarıma doldu.

"Tatlım kendini iyi hissetmiyorsan Lavin Hoca'dan senin için izin isteyeyim. Bugün erken çık."

Tuğçe'yi çocukluğundan beri tanıdığım için bu cümlenin altında yatan hırsını görebiliyordum. Benimle ne derdi vardı, bilmiyordum ama bana karşı aldığı nefret bu hırsın sebebiydi. Yüzümü buruşturmamak için kendimi tutarken Tuğçe'ye dönerek söylediğine karşılık olarak "Teşekkür ederim ama iyiyim. Kötü hissetseydim Lavin Hoca'dan ben izin alırdım," dedim. Hoşnutsuzluğunu göstermekten çekinmeyerek bana bakmaya devam etti.

Ellerimi kafama çıkararak şakaklarımı ovdum. Bu biraz iyi gelirken Tuğçe'nin hareketine sabır çekerek yerden önce zihgirimi alarak başparmağıma taktım ardından yayımı aldım. Doğrulduktan sonra kendime sakinleşmek için biraz zaman verdim. Birkaç saniye sonra sırtımı dikleştirip silkelenerek kendime geldim. Hızla sağ elimi sırtımda duran sadağıma kaldırdım. Elime ilk gelen oku alıp hızla yaya yerleştirerek pozisyon aldım ve oku bıraktım. Ok hızlı bir şekilde ilerleyerek hedefte merkezi bulduğunda elim tekrardan sadağa gitti. Bunu birkaç kez tekrarladığımda attığım bütün oklar hedefin merkezine ulaşmıştı. Gururla gülümseyerek kafamı bana bakan Tuğçe'ye çevirerek göz kırptım.

Yüzünde oluşan ifade kaçan keyfimi yerine getirirken sırıttım. Tuğçe'nin kahverengi gözleri gülüşümde bir süre takılı kaldıktan sonra gözlerini gözlerime kaldırarak sinirle baktı. Bu bakışı gülüşümü büyüttüğünde arkasını dönüp hızla arka tarafa doğru ilerledi. Umursamadım.

Önüme dönerek tekrar pozisyon aldım. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından Lavin Hoca'nın ismimi bağıran gür sesini duydum. Yayımı hızla aşağı indirerek sesin geldiği yere, Lavin Hoca'ya doğru, ilerledim. Yanına geldiğimde bana dikkatle baktı. Bakışları yüzümü hızla tararken gözlerime odaklandı. Bir elini kaldırarak omzuma koyup sıktı. Bu hareketlerinden bir şey anlamayarak yüzüne baktığımda anlayışlı bir şekilde gülümsedi. Kaşlarımı çattığımda "Tuğçe bana iyi hissetmediğini, eve gitmek istediğini ama benden çekindiğin için yanıma gelmediğimi söyledi. Biliyorsun benden çekinmene gerek yok. İyi hissetmiyorsan eve gidebilirsin ama bundan sonra bir şikâyetin ya da rahatsızlığın olduğunda arkadaşını yanıma göndermektense kendin gelip bana söylemelisin. Tamam, mı?" dediğinde kaşlarımı daha çok çattım fakat kafa salladım.

Arkamı döndüğümde Tuğçe'nin bizi yüzündeki eğlenen ifade ile izlediğini gördüm. Tırnaklarım avuç içlerime izlerini bırakacak kadar büyük bir güçle tenime batarken  sol elimdeki yayın kırılabileceğini düşündüm. Sinirim bir an bile azalmazken Tuğçe yüzündeki eğlenen ifadeyi silmeden göz temasımızı keserek arkasını dönerek çalışma alanına ilerledi. Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama olmuyordu. Bana karşı aldığı tavrının neden olduğunu bilmeden yaptıklarına bir anlam yükleyemiyordum. Benden bu kadar nefret eden bir insana sinirlenmeden duramıyordum.

Salonun ortasında dikilmesi son verip eşyalarınızı bıraktığımız, herkese ait dolapların olduğu arka tarafa ilerledim. Bir kaç göz bana dönerken onların bakışlarına karşılık vermeden kendi dolabıma ulaşıp hırsla kapağını açtım. Duvar kenarında duran dolabın kapağı duvara çarpıp tok bir ses çıkardığında üzerimde bakışlarını hissettiğim insanların fısıltıları kulaklarıma doldu. Onları umursamamaya çalışarak dolaptan çantamı alıp içine elimdeki yayı ve oku koydum. Çantayı ayaklarımın dibine bırakarak üzerimdeki Okçuluk Federasyonuna ait olan formayı çıkarıp dolabın içine özensizce koydum. Kenarda duran kendi bol sweatimi alıp hızla üzerime geçirerek daha fazla oyalanmadan dolabın kapatıp salondan çıktım.

İnsanların her şeye dahil olma çabalarını anlayamıyordum. Kendi sorunlarımla yeterince meşgul olurken onların hayatıma karışmalarını engellemek in ayrı bir çaba sarf etmem gerekiyordu.

Bu çok zordu. Sırtımda taşıdığım yara izlerinin ağırlığı ruhumu paramparça ederken onların meraklı bakışlarının ardındaki nefretle uğraşacak durumda değildim.

Ağustosun son demlerini yaşayan İstanbul'un sıcak havası alnıma düşen perçemlerimin uçmasını sağlarken bu duruma gülerek eşofmanımın cebinden sigara paketini çıkarıp içinden bir dal alarak dudaklarımın arasına yerleştirdim. Paketin içine sıkıştırdığım zippoyu alıp paketi tekrar cebime attıktan sonra ağzımdaki sigaranın ucunu yaktım. Derin bir nefesi ciğerlerime doldurup salonun olduğu alandan çıkıp otobüs durağına ilerledim.

Elimde döndürüp durduğum zippoyu çantamın ön bölgesine atıp içinden telefonumu aldım. Saatlerdir salonda çalışıyordum. Gül ve Giray'ın merak ettiğine emindim. Zaten günlerdir görüşmüyorduk.

Telefonumun şifresini girip ekranın parlaklığını artırdığımda tahmin ettiğim bildirimlerin mesaj kutumu süslediğini gördüm. Annemden gelen mesajları es geçip Gül'ün mesajına girdim.

Kimden: Gül
Nefin, üç gündür nerelerdesin. İyi misin? Merak ediyoruz. (10.27)

Sabah attığı mesajla derin bir nefes alıp ekranı kaydırarak diğerine baktım.

Kimden: Gül
Annenle bir şey mi oldu? Ne dedi de sana üç gündür ortalarda yoksun? (13.03)

Yaklaşık üç saat önce yazdığı mesajla aklıma annemle olan konuşmamız gelince ağzımdan histerik bir gülüş kaçtı. Yüzümde eğreti duran gülüş kalbimin kırık tarafının sızlamasını sağlarken alışık olduğum bu duruma takılmadan Gül'e mesaj attım.

Kime: Gül
İyiyim. Merak etmenizi ya da endişelenmenizi gerektirecek bir durum yok.

Mesajı gönderdiğim sırada otobüs durağına gelmiştim. Durağın içinde oturan birkaç kişiden kaçarcasına uzaklaşıp durağın kenarında beklemeye başlayıp mesaj kutumdaki diğer bildirimlere baktım.

Kimden: Giray
Nefin neredesin? Geldiğinde yeşil saçlarını yolacağım haberin olsun. (14.23)

Yazdıkları beni gülümsettiğinde sinirimin biraz da olsa azaldığını hissettim. Sahte tehditleri beni korkutamazken bunla eğlenip işe gideceğimi belirten bir mesaj atıp durağa yaklaşan otobüsle telefonu cebime koyarak önümde duran otobüse bindim. Kartımı okutup arka tarafa ilerlerken gözüme çarpan en arkadaki boş koltuğa ilerledim. Çantamı kucağıma alıp cebimdeki telefonu alarak annemin mesajına girdim. Her ne kadar bakmak istemesem de içimdeki merakı dindiremiyorum.

Kimden: Annem
Babanla konuştun mu? Biliyorsun düğün haftaya ve ben sorun çıksın istemiyorum. Eminim bunu sen de istemiyorsundur. Bu arada, düğün için elbise seçtin mi? Seçmediysen senin için beğendiğim...

Gerisini okuma gereği görmeden çıktım mesajlardan. Bu tavrı sinirlerimi bozuyordu. Hiçbir şey olmamış, sanki sürekli vakit geçiren anne-kız ilişkisi olan iki insanmışız gibi davranıyordu. Yıllarca babamla hayatımı zindana çevirdiği yetmezmiş gibi birde evleneceğini babama benim söylememi istiyordu. Babamın beni bayıltana kadar döveceğini bile bile.

İçim yanıyordu. İşte benim hikâyem tamda burada başlıyordu. Annemden. Annemin geçmişte yaptıklarından.

Ben Nefin Tekin.

Çocukluğumdan bana kalan şeyler alkolik bir anne, kumar bağımlısı bir baba, sürekli kavga eden ebeveynler ve sonunda annemin babamdan dayak yiyişiydi.

Bu kadar. Çok bir şey değil belki ama ağır. Çok ağır. On iki yaşındaydım boşandıklarında. Hayatımda ilk defa o kadar mutlu olmuştum. Kavgalarından, alkol şişelerinden, annemin çığlık seslerinden kurtuldum sanıyordum. Kurtulamadım. Velayetimi babama verdiler. Keşke vermeselerdi. Keşke bu kadar sevinmeseydim. Keşke ayrılmasalardı. En azından babam sinirini, hırsını, kızgınlığını benden çıkarmazdı. Annemi dövmek için kaldırdığı ellerini beni de dövmek için kullanmazdı.

Babam bana ilk kez vurduğunda on iki yaşındaydım. Hâlâ hatırlıyordum. Tek başıma evdeydim. Babam yine kumar oynamaya gitmişti. Yaz aylarındaydık, sokaktaki çocuk sesleri evin içine doluyordu ama ben dışarı çıkamazdım çünkü babamdan izin almamıştım. Kızar diye düşünüyordum. Sinirli biriydi. Zaten anneme yaptıklarına şahit olduktan sonra ondan çekinmem kaçınılmazdı.

Bütün gün babamın gelmesini heyecanla beklemiştim. Eve geldiğini dış kapının açılan sesinden anladığımda hızla odamdan çıkıp onu karşılamıştım. Beni umursamayan tavrı bile heyecanımı törpüleyememişti.

Yavaş adımlarla oturma odasına girip içki kokan bedenini kanepeye atıp başını ovuşturmaya başlamıştı. Bu hep yaptığı şeydi. Kapalı alanda saatlerce kumar oynayıp eve geldiğinde baş ağrısından duramazdı. Buna alışmıştım.

Kapalı gözlerinden cesaret alarak ona yaklaştığımı hatırlıyordum. Aramızda küçük bir mesafe kala, baba, diye fısıldamıştım. Sesim ona ulaşmazken boğazımı temizleyip biraz daha tok bir sesle, baba, demiştim. Bu, gözlerimin açılmasını sağlarken benimkinin aynısı olan yeşil gözlerinin akına düşen kızıllıklar sert yüz ifadesini korkunç gösteriyordu. Benim babam zaten korkunç bir adamdı. O zaman bilmiyordum. Ne kadar korkunç olduğunu anlamamıştım.

Korkarak bana bakan gözlerinden gözlerimi kaçırıp ne istediğimi soran bakışlarına, dışarı çıkabilir miyim, diyerek cevap vermiştim. Ağzımın içinde gevelediğim tedirgin tavrından sonra yüzüne baktığımda gülmüştü. Bundan cesaret alıp bende güldüğümde ne olduğunu anlamadığım iki saniye içinde babam ayağa kalkmış, bana tokat atmıştı. Orospu, diyordu bana. Anlamının ne olduğunu dahi bilmediğim kelimeyle bedenimi kirletiyordu.

Yorulmadan, dakikalarca dövmüş hiç acımamıştı. Beni odanın ortasında bırakıp istifini bozmadan tekrar koltuğa oturduğunda bilincimin yavaşça benden ayrıldığını hatırlıyordum. Tekrar kendime geldiğimde hava kararmış, karanlık evi esir almıştı. Babam koltuğunda değildi. Gece vardiyasında çalıştığı fabrikaya girmişti. Bayıltana kadar dövdüğü kızını umursamadan, öylece bırakıp gitmişti.

Karnımdaki ağrıyı yok saymaya çalışarak patlayan dudağımdan yüzüme akıp kuruyan kanı silerek yerimden zorlukla kalkmıştım. Banoyoya iki büklüm girip annemi gizlice izleyerek öğrendiğim kadarıyla ilk yardım çantasından malzemelerle yaralarımı sarmıştım.

Kendi toparlamam uzun sürmüştü zira ilk defa böyle bir şey yaşıyordum. Günlerce çıkmamıştım odamdan babamı görmemek için. Görürse bir daha döver diye korkarak kaçmıştım.

Günler sonra odamdan çıktığımda babam tek değildi amcam da vardı yanında. Bakışları pisti. Hep öyle bakardı. Gözleri hep üzerimdeydi. Hiç bakmamak istesem de babam amcanla vakit geçir, amcanla oyna sıkılmazsın gibi sözler söylerdi. Bir daha döver diye korkarak dediklerini yapardım. Daha on iki yaşındaydım nereden bilecektim ki amcamın bakışlarındaki pisliği bana bulaştırmak istediğini.

Ben Nefin Tekin.

Amcam gözlerindeki pisliği bana bulaştırmak için ellerini bana uzattığında on yedi yaşındaydım. Bana tecavüz etmeye çalıştığında on yedi yaşındaydım.

Pisti bakışları. Hep pis kalacaktı. Bu sefer susmamıştım. Anlamıştım çünkü sussam da susmasam da dayak yiyordum. Susmadım o yüzden. Babama söyledim bir umut bana inanır diye. İnanmadı. Hiç inanmazdı zaten. Dövmüştü yine beni. Kemeriyle sırtıma vururken gözyaşlarımı zorlukla tutuyordum. Tutmasaydım daha çok vururdu çünkü. Bekledim sadece. Bitmesini bekledim. Bittiğinde de her zaman olduğu gibi sessizce kalkıp odama geçmiştim. O gün babam beni, kemeriyle bile vurarak, dövmüştü ama amcamı o günden sonra görmemiştim.

Amcamdan kurtulmuştum. Sadece babamla ben vardık. Daha iyiydi benim için. Döverdi yine ama bana ellerini uzatmaya çalışan bir adam yoktu. Fakat bu çok uzun sürmedi. Babam bir gün eve kolunda bir kadınla geldi. Annen, dedi. Artık senin annen bundan sonra Esra, dedi. Annenden daha iyi annelik yapar sana, seni terk edip kaçmaz, Gupse gibi orospu değil, dedi. Hiçbir şey diyemedim. Ne anneme ettiği laflara ne de Esra'nın dibe batasıca anneliğine.

Ben Nefin Tekin.

Bu hayattan pek bir beklentim yok. Bana zaten pekte de güzel şeyler katmamıştı. Hayatımda olduğu için şükrettiğim üç arkadaş Gül, Giray ve Gonca vardı. Birde kendi paramı kazandığım ve derecelerimin olduğu okçuluk. Bunlar bana yetiyordu. Şükrediyordum en azından bunlar vardı elimde. Onlar da olmasa ne yapardım bilmiyordum.

Şimdiyse bir otobüs kenarında düşünüyordum. Hayatın bana kattıklarını, babamın beni ne kadar yaraladığını, amcamın bana dokunmaya çalışan ellerini, annemin babamla boşandıktan sonra beni babama bırakışını ve daha birçok şeyi düşünüyorum. En çok annemi düşünüyorum ama. Niye beni babama bıraktığını, uzun zaman sonra beni yanına çağırdığında evleneceğini söylemesini. Her şeyi düşünüyorum. Sanki sırtımda dünyanın yükü var ve ben taşıyamayarak altında eziliyorum.

Düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan şey elimin üstüne konulan küçük bir el olduğunda kafamı kaldırıp elin sahibine bakınca annesinin kucağında oturan dört ya da beş yaşındaki oğlan çocuğu olduğunu gördüm. Merakla elini baş parmağımdaki zihgire götürmüş ve ne olduğunu anlama çalışıyormuş gibi bakıyordu. Gülümseyerek merakla zihgire bakışını izlerken, "Yakışıklı, adın ne senin?" dedim. Gözlerini bana kaldırdı ama bu çok kısa sürdü çünkü parmağımdaki zihgire o kadar odaklanmıştı ki gözlerini bir an çekmiyordu üstünden. Yine de sorumu yanıtsız bırakmayarak, "Adım Bora," dedi. Gülümsedim, parmağımdaki zihgiri çıkararak Bora'ya uzattığımda hevesle elimden aldı. Annesi bizi gülümseyerek izlerken ellerini havaya kaldırarak elindeki zihgiri annesine gösterdi. Annesi de merakla zihgire bakınca Bora'ya,  "Bu ne biliyor musun?" diye sordum. Kafasını, hayır, anlamında sallayıp konuşmaya başladı.

"Hayır, bilmiyorum ama yüzüğe benziyor. Ama yüzük gibi de değil. Biraz daha yamuğu gibi." Dediğinde gülümsedim. Yaşına göre her şeyi bilirmiş gibi bir hali vardı.

"Onun adı zihgir. Ok atarken takıyorum parmağıma." Sözlerimle gözleri kocaman oldu ve bana şaşkınlıkla bakmaya başladı. "Ok mu atıyorsun? Nasıl yani şu telefisyonlardaki gibi mi?" derken elleriyle ok atma hareketleri yapıyordu. Telefisyon demesine gülerek onu onaylayarak kafamı salladım. "Evet, tıpkı televizyondaki gibi. İstersen senin olabilir," deyip elimi onun yaptığı gibi kaldırıp ok atmış gibi yaptım. "Hem belki sen de bir gün okçu olursun," dediğimde hızla kafasını aşağı yukarı sallamaya başladı. Annesi bu haline gülerek, "Okçu olmak mı istiyorsun?" dediğinde Bora kafasını bir kez daha hızla salladığında çantamın ön gözünden Lavin Hoca'nın kartını çıkarıp kadına uzattım.

"Bu numarayı arayıp Nefin'in arkadaşıyım derseniz size yardımcı olur. Çok iyi ve disiplinli biridir." Kadın mahcup bir ifadeyle yüzüme bakınca gülümsememi büyüterek tekrardan konuşmaya başladım. "Sorun olmazsa eğer sizin numaranızı alabilir miyim? Bora'yla yakından ilgilenmek isterim. Boş zamanlarında sizin için sorun olmazsa birlikte çalışabiliriz."

Otobüste gördüğüm biriyle bu kadar samimi olmak ne kadar doğru tartışılırdı ama bana göre bir sakıncası yoktu. Ondandı bu samimiyetim. Kadının numarasını aldıktan sonra adının Sevda olduğunu öğrendim.

Otobüs durduğunda ineceğim durağa geldiğimi fark ettim. Sevda Hanım'a ve Bora'ya veda ederek otobüsten indim. Adımlarımı çalıştığım butiğe yönlendirirken içinde bulunduğum gürültülü sessizliğe daldım. Bu çok uzun sürmezken telefonumun çalmasıyla irkildim.

Kimseyle konuşmak istemeyerek cebimden telefonu çıkararak kim olduğuna bakmadan aramayı meşgule attım. Yolum devam ederken birkaç saniye sonra telefonum tekrar çaldı. Bıkkın bir ifadeyle ekrana bakıp annemin aradığını gördüğümde oflayarak aramayı cevapladım.

"Mesaj atıyorum cevap vermiyorsun, arıyorum açmıyorsun. Sen beni delirtmek mi istiyorsun? Mahallede ki birkaç kişiye davetiye verilmesi gerekiyor. Ben düğün hazırlıklarından dolayı mahalleye gidemediğim için verilecek davetiyeleri sen dağıtırsın diye çalıştığın butikteki arkadaşına verdim. Üstlerinde kimlere verilecekleri yazıyor. Bir de sana düğünde giyebileceğin bir elbise bıraktım. Şimdi kapatmam gerek."

Nefes almadan söylediğine emin olduğum cümleleri peş peşe sıralarken bana söz hakkı tanımadan aramayı sonlandırdı. Kesilen adımlarıma hareket kazandırıp hızımı artırdım. Çalıştığım butiğin olduğu sokağa girdiğimde aceleyle saati kontrol ettim. On dakika geç kalmıştım. Koşar adımlarla butiğe girip arka tarafa ilerlediğimde Gökhan'ın dikkatini çekmiştim.

Gökhan benim gibi burada çalışıyordu. Benden birkaç yaş küçüktü. Haftalık harçlığını çıkarmak için çalışıyordu.

Yanıma yaklaşıp, hoşgeldin, dediğinde ona samimi bir şekilde karşılık verip çantamı kenara bıraktığımda, "Az önce bir bayan geldi," dedi. Kaşlarım çatılırken bahsettiği kişinin annem olduğunu anlamamam imkansızdı.

"Bir kutu ve bir de elbise getirdi. Aşağı bıraktık..." devamını duyamadığım sözlerinin kesilmesini umursamadan aşağı indim. Burayı depo olarak kullanıyorduk. Üretimden gelen fazla malları buraya koyar, yukarıdakiler azaldıkça taşırdık.

Büyük kutulardan birinin üzerinde duran elbise ve küçük kutu buraya ait olmadıkları belli olan bir şekilde dururken onlara ilerledim. Ellerim buz keserken kutuyu elime alıp kapağını kaldırdım. Beni zarf şeklinde bir davetiye karşılarken üzerinde babamın adının yazmasıyla kaşlarımı çatıp annemin ne yapmaya çalıştığını sorguladım. Bir sonuca ulaşamadığımda zarfı elime aldım.

Zarfın üzerinde bir takım elbise ve gelinlik vardı. Damatlığın üst tarafında düğün bilgilerinin yer aldığı kartın zarftan çıkarılacağı yer vardı. İlk defa evleniyormuş gibi süslediği davetiyeyi iğrenerek bakıp kartı zarfın içinden çıkardığımda annemin isminin yanında yazan isim gözlerimin dehşetle açılmasına sebep oldu. Elim şaşkınlıkla ağzımı kapadığında bunun bir şaka olmasını diliyordum ama değildi. Gözlerim doldu. Çünkü...

Çünkü annemin adının yanında amcamın adı yazıyordu.

Bakışlarındaki pisliği bana bulaştırmaya çalışan, babamdan saatlerce dayak yememi sağlayan ve haftaya üvey babam olacak amcamın adı annemin adının tam yanında yer alıyordu.

🏹

Bu bölümü karakter ve Nefin'in geçmişinin tanıtımı olarak düşünebilirsiniz. Bölümdeki çoğu kişi kitabın ana karakterlerinden bu yüzden onlar hakkında da bilgi vererek yazmaya çalıştım. Umarım başarabilmişimdir.

Kitapla ilgili soru sormak isterseniz instagramdan yazabilirsiniz.

Şimdilik bu kadar. Kendinize dikkat etmeniz ve evde kalmanızın gerektiği şu günlerde size bu hikaye aracılığıyla ulaşabildiysem ne mutlu bana.

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle.

25.05.2020

Instagram & Twitter: seymaykar

Continue Reading

You'll Also Like

866K 38.7K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
1.3M 91.3K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
1.1M 16K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
943K 65.7K 38
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...