KARA KİRAZ | 1 (TAMAMLANDI)

By beyzademirkubuzzz

425K 55.3K 53.8K

KARA KİRAZ SERİSİNİN BİRİNCİ KİTABIDIR. ∆∆∆ +18 Şiddet, işkence içeren sahneler vardır! ∆∆∆ Dila Milat! Be... More

KK | TANITIM FİLMİ
KK | ASPALDİKO
KK | SÜVEYDA
KK | KİRAZ
KK | RUHE
KK | COPAİN
KK | MİSAFİR
KK | DİLHUN
KK | SAYHA
KK | BAŞLANGIÇ
KK | MÜBREM
KK | DAVET
KK | BUZ TUTAN KALPLER
KK | SİLİK BİR HATIRA
• ETKİNLİK •
KK | SİYAH'IN ZAFERİ
KK | TECESSÜS
KK | SIĞINAK
KK | GEÇ KALINMIŞ SÖZLER
KK | AŞKIN BİNBİR YÜZÜ
KK | SON DEM
KK | DUDAKLARIMDAKİ ZEHİR
KK | SENİNLE, YENİDEN
KK | UMUDU EKSİK ÇOCUK
KK | ZİNCİR
KK | YİTİK VE BİTİK
KK | YEİS
KK | BİR SALKIMDAKİ İKİ KARA KİRAZ
FİNAL: KARANLIĞIN BAŞLANGICI
SON SÖZ
KK | DUYURU
ÖZEL | MADALYONUN KARANLIK YÜZÜ
ÖZEL | BERCESTE

KK | ESFEL

13.8K 1.7K 1.8K
By beyzademirkubuzzz

"Dila, dinle beni!" Şefkat, karşımda diz çökmüş acınası bir ses tonuyla benden medet umuyordu. Titrememesi için tüm gücümle sıktığım silahı alnına daha çok bastırdım. Başı geriye giden Şefkat, beni şimdi daha iyi görüyordu.

"Adımı. Ağzına. Alma!" Zorlukla bir nefes aldım. Midem Şefkat'i karşımda gördükçe bulanmaya başlamıştı. "Seni inlete inlete öldüreceğim adi şerefsiz. Son saatlerini yaşıyorsun!" diye bağırdım. Sağ ayağımı kaldırıp karnına bir tekme attığımda geriye savruldu, başını arkasındaki arabaya çarptı. Bu sırada Miraç' a dönüp, "Gidelim." dedim.

Miraç hırıltılı bir nefes aldıktan sonra arabaya yaslı olan Şefkat'in iki yakasına yapışıp ardı ardına üç tane yumruk attı. "Kaçabileceğini mi sandın it!?" diyerek kulağımı çınlatacak bir yüksek sesle bağırdı. Onun öfkesi o kadar yoğundu ki bir an benim öldürmeme engel olacak düşüncesi aklımdan geçmedi de değildi.

Miraç, tekrar doğrulduktan sonra elimi tuttu. Arkamı döndüğüm sırada, "Dinle beni! Bildiğin gibi değil!" diye bağıran Şefkat'i duymamaya çalıştım. Evet, bazı şeyler hiç bildiğim gibi değilmiş. Bunu aşağılık babam sayesinde çok net anlamıştım zaten. Şefkat'in bir abiden çok bir sapık olduğunu anlamıştım. Hücreden kaçarken teşekkür etmek için boynuna sardığım kollarım, düşüncelerimi hissetmiş gibi sızlamaya başladılar. Bir yanım ona saatlerce eziyet edip benden çaldıklarının bedelini ödetmek istiyor, bir diğer yanım da yüzünü görmeye tahammülüm olmadığı için kafasına tek bir kurşun sıkıp onu yeryüzünden silmek istiyordu.

Baskın tarafın hangisi olduğunu şimdi elim Miraç'ın iri avucu arasındayken gayet net algılayabiliyordum.

"Kapat lan çeneni!" diyerek bağıran Batu'nun sesini ve aynı anda Şefkat'in acı iniltisini duydum. Miraç'ın elini daha çok sıkarken siyah bir minibüsün önüne gelmiştik. Ne ara getirildiği hakkında bir fikrim yoktu ama zaten indiğimiz aracın sağlam bir yeri kalmamıştı. Miraç eliyle beni yönlendirip koltuğa oturttuktan sonra yanındaki Ender'e döndü.

"Depoya götürün. Buradaki arabaları da temizletmek için Andre'nin yanına beş adam bırak. Diğer herkes depoya." dedi otoriter bir edayla. Ender, başını hızla salladıktan sonra arabanın yanından koşarak uzaklaştı.

Sonunda bir nebze olsun sakinleşen ortamı hissettiğimde derin bir nefes çektim. Bu kadar yorucu olmasını ya da en azından başıma bu kadar çok kurşun yağmasını beklemiyordum. Kulaklarım hâlâ dibimde sıkılmış onlarca kurşun yüzünden çınlarken gözlerimin önüne her Şefkat'in yüzü geldiğinde de midem bulanıyordu. Uzanıp yanımdaki pencereyi açtığımda içeri bir nebze olsun giren temiz hava ile derin bir nefes aldım. Bugün güçlü durmam gerekiyordu. İçimdeki tufanı dışarı yansıtmamalı, hedefimden şaşmamalıydım.

Bugün Şefkat'i öldürmek, geçmişi zihnimden silmeyecekti. Bana yaptıkları yaşanmamış olmayacaktı ama acı çektiğini görmek içimdeki yangına en azından bir kova su dökecekti.

"İyi misin?" diye soran Miraç'ın endişeli sesini duyunca başımı ona çevirdim. Çoktan yanıma oturmuş, kucağına kırmızı bir çanta almış ve bana doğru dönmüştü.

"Olacağım." dedim başımı usulca sallayıp. Çantanın içinden birkaç malzeme çıkardıktan sonra çenemden tutup başımı tam anlamıyla ona döndürttü. Alnımdaki yarayı çoktan unutmuştum bile ama Miraç, şimdiki gergin yüzünden anladığım gibi aklından bile çıkartmamıştı. Islak bir bezle kurumuş kanı yavaşça temizlerken gözleri dikkatle yarama çevrilmişti. Ben ise o koyu kahvelerde takılı kalmış gibiydim. Baktığım ama bir şey görmediğim bir zaman dilimindeydim.

Bugün yaşadıklarımla aklımda onlarca soru işareti belirmişti. Bir iş adamı olarak tanıdığım Miraç ve ailesi böyle bir çatışmaya girip babamın adamlarını nasıl alt edebilmişti? Kendisi hakkında pek bir şey söylemeyen Miraç, aslında kimdi?

"Acıtıyor muyum?" diye sorduğunda, "I ıh." diye mırıldandım. Acıtmıyordu da. Öyle bir nahifle dolanıyordu ki o yakıcı sıvı yaramın üzerinde, sanki bir rüzgar esiyor hissi veriyor ama acı hissettirmiyordu. Bu iri bedenden beklemediğim bir nahiflikti bu. Küçük beyaz bir gazlı bezi yaranın üzerine koyduğunda üzerine bir bant da yapıştırarak işini bitirdi.

"Teşekkür ederim."

"Eve gidince amcam bakacak tekrardan. Böyle geçiştiremeyiz." dediğinde seninde hâlâ saklamadığı bir endişe hâkimdi. Bir şey söylemeyip başımı sallamakla yetindim.

Açık camdan yüzüme çarpan hava yeterli gelmiyordu. Şu an gerçekten de Şefkat ile yüzleşmek için hazır mıydım? Uzun zamandır hayatımda bir ölüm sakinliği vardı. Hayatımdaki tek hareketlilik babamın ya da babamın adamlarının bana uyguladıkları şiddetlerdi fakat şimdi birçok kez ölüm tehlikesi atlatmak, yüzünü bile görmediğim bir adamı vurup arabasını patlatmak, hafifçe sızlayan yaram ruhuma işkence ediyordu.

Tek istediğim sakinlikti. Bir an önce öldürmeli miydim onu? Öldürebilecek miydim?

"Dila?" Miraç'ın seslenmesi ile başımı öne çevirdiğimde yüzüm acıyla buruştu. Aceleci bir tavırla, "Arabayı durdur!" dediğimde Miraç'ın işareti ile araba durmuştu. Bedenimi dışarıya nasıl attığımı, yol kenarına içimde ne varsa ne ara çıkardığımı bilmiyordum. Hemen yanı başımda biten Miraç, kısa saçlarımı bir eliyle toplayıp ensemde sabitledi. Şoföre seslenmesi ile getirilen bir şişe suyu yanına koyup bana doğru eğildi. Toprağın üzerine bıraktığım manzara berbat görünüyordu ve bunu Miraç'ın görüyor olması bir miktar utanmama sebep olmuştu. "Daha iyi misin?" diye sordu. Başımı usulca sallayıp önce bir elindeki peçete ile ağzımı sildikten sonra diğer elindeki suya uzanıp boğazımdaki acı tadı yok etmek istedim. "Güzelim, bana cevap ver artık!"

Öfkelendirmiştim onu. Neden sessizliğe gömüldüğüm hakkında bir fikrim yoktu ama dudaklarımı aralamak gibi bir isteğim yoktu işte. Aklımda onlarca düşünce dolanıyor, gözlerimin önüne bazen Murat, bazen babam bazen de Şefkat geliyordu. Bünyemin alt üst olduğunu hissediyordum. Hemen arkamdaki arabaya yaslanıp gözlerimi gökyüzüne çevirdim.

Keşke şimdi yanımda olsaydın. Neden gittin ki? Ben sana bu kadar muhtaçken şimdi neden beni sensiz bıraktın? Özlüyorum seni. Bir ekmeğe, bir suya muhtaç olduğum kadar muhtacım sana. N'olur gel yanıma. Saçlarımı okşa ve bana her şeyin güzel olacağını söyle. N'olur sevgilim! Üşüyorum, sarıp sarmala beni. Nefes alamıyorum, kokunla kutsa beni. Geri gel Murat. N'olur geri gel! Ben bunu tek başıma yapamayacağım. Benim suçum olmadığını bana söylemen gerek. Beni o pis dokunuşlardan arındırman gerek. Burada halletmemiz gereken bir mesele var!

"Ağlama." Miraç'ın kolları belimi sararken güçsüz başım omzuna düştü. Onu da çaresiz bırakıyordum, biliyorum. Bana ulaşmasına izin vermedikçe büyük bir arafta kalıyordu. Ne yapacağımı kestirememesine sebep olan suskunluğum, ikimizin de canını yakıyordu belki de.

"Yoruldum." diye mırıldandım. Gözlerimden yaşlar usulca akmış, yerini bir durgunluğa bırakmıştı şimdi. Yanağım göğsüne yaslıyken bir elini kaldırıp saçlarıma götürdü. Dakikalar sonra ağzımdan çıkan tek kelime bile onu bir nebze olsun rahatlatmıştı. Aldığı uzun nefesten anlayabilmiştim.

"Eve götüreyim mi seni?"

"Hayır. Her şey bitsin, sonra."

"Her şey beklesin. Şimdi." Sert bir tonda dile getirdiği cümleyle sol elimi kaldırıp koluna tutundum. Başımı kaldırıp koyulaşan acı kahve gözlerine baktım.

"Kapansın bugün bu olay. Kurtulmak istiyorum bir an önce ondan. Lütfen, gidelim onun yanına. Eve gitmek istemiyorum." Gözlerimi kaçırıp karşımdaki ağaçlı yola çevirdim. Derin bir nefes aldım. "Silahlar, kurşunlar, patlamalar derken biraz yoruldum ama şimdi iyiyim. Lütfen, gidelim."

Miraç bıkkın bir nefes aldıktan sonra başını salladı. Belki hiç istemiyordu oraya gitmemi, belki kendi elleriyle o şerefsizi öldürmek istiyordu ama bugün bu işin bitmesi gerektiğini ikimiz de çok iyi biliyorduk.

Miraç'ın yardımıyla ayağa kalktıktan sonra arabaya bindim. Başımı koltuğa yaslayıp Şefkat'in Azrail'i olmaya hazırladım kendimi. Orman yolda tekrar ilerleyen minibüs dakikalar sonra büyük bir deponun önüne geldiğinde durdu. Bindiğimizden beridir ne Miraç ne de ben konuşmuştum. O başını bana doğru birkaç kez çevirip beni izlese de bir şey söylememişti.

Minibüsten iner inmez Şefkat'in acı dolu çığlıklarını duymaya başlamıştım. "Bırakın lan beni! Dila nerede?" diye öfkeyle bağırıyordu. Bir kolunu sırtıma yaslayan Miraç, hırıltılı bir nefes aldıktan sonra ileriye adımlamam için hareketlendi. Yüzümü ifadesiz bir ifade kapladım ve bedenimi dikleştirdim. Üzerimdeki siyah deri ceketin yakalarını düzeltip derin bir nefes aldım.

Büyük bir depodaydık şimdi. Etrafımız tamamen ağaçlar ile kaplı, şehir merkezinden çok uzakta bir yerdeydik. Deponun kapısı çatısına kadar uzanan bir uzunluğa sahipti ve gözüme devasa gelmişti. Demir panellerle çevrilmiş duvarlar vardı fakat yer yer küflü panellere de gözüm çarpmıştı. 

Ender ve tanımadığım bir adam kapımızı açarken Miraç girmem için hafifçe sola kaydı. Depoya adım atar atmaz Şefkat'in sesini tekrar duydum. "Dila'yı sizden kurtaracağım lan it sürüsü!" Dişlerimi birbirine sertçe bastırdım. Bu adam hâlâ ne kurtarmasından bahsediyordu? Bu yüzsüzlüğü midemi daha çok bulandırıyordu!

"Sen önce kendini kurtar Şefkat Arslan!" dedim benden beklenmeyecek buz gibi bir tonda. Bize sırtını dönük olan Şefkat, başını çevirse başarılı olamadı. Elleri iki yanına havada bağlanmış, bacakları iki yana açılmış ve demir kelepçeler ile yere sabitlenmişti. Miraç ile beraber yanından geçip önüne dikilirken gözlerini bir saniye bile benden ayırmadı.

"Dila!" diye bağırıp kollarını oynattı fakat gerçekleşen tek şey sallanan zincirlerdi. "Ne yaptın sen?!" diye endişeyle sordu. Kollarımı göğsümde bağlayıp tek kaşımı kaldırdım.

"Birbirimizin ne yaptığını mı konuşacağız?" diye sordum. Ne sesimde ne de yüzümde herhangi bir duygu belirtisi yoktu. Gözlerimi sol tarafıma çevirdiğimde bir ayaklı masanın üzerinde dizilen bir sürü adını bilmediğim aletleri gördüm. Hemen sağımdaki masada ise silah ve bıçak seti vardı.

"Ben sana hiçbir şey yapmadım!" diye öfkeyle bağırdı. Öyle ki dudakları arasından birkaç salyası üzerime doğru sıçradı. Miraç belime koyduğu eliyle beni geriye çekerken kendisi öne adımladı. Şefkat'in yüzüne sert bir yumruk geçirdi. Başını sağa sola doğru eğdikten sonra yetmemiş olacak ki hırıltılı bir nefes aldıktan sonra bir yumruğu da karnına geçirdi.

Nefes nefeseyken, "Bir daha, bir daha sesini yükseltirsen mezarında bile sikerim seni!" dedi ürkütücü bir tonda. Ben şahsen yutkunmuştum. Bu Miraç'ın dün akşam onun odasının terasında sohbet ettiğim adamla uzaktan yakından alakası yoktu. Miraç, geriye doğru adımladı. Topukları üzerinde dönüp karşıma geçti. İki elini yanaklarıma koyup koyulaşmış acı kahve gözlerini duygudan yoksun gözlerime dikti. "İstediğini yapmakta özgürsün. Bundan sonrasını sana bırakıyorum. Arkanda olduğumu unutma." dedi kaşlarını kaldırarak. Başımı usulca sallayıp gözlerinin içine bakarak güç aldım. Çekinmeden kahve gözlerinin güzelliğini ruhuma bahşettiğinde içimdeki boşluğa çöreklenen bir rahatlık oluştu.

"Dila! Dinle beni!" Şefkat'in acı iniltileri arasından dişlerinin arasından zorla çıkardığı sesini duymamla adımlarımı sola doğru yönlendirdim. Soldaki aletler ilgi çekici gözüküyordu. Silah ve bıçağa birazdan geçiş yapacaktım. Elime geçen küçük sivri aleti avucumla kavrayıp topuklarımın üzerinde döndüm.

"Tek bir şey soracağım sana." dedim elimdeki aleti sallandırarak. Kaşlarını kaldırarak sorarcasına bana baktığında tam karşısına dikildim. "Benim yanımdan gittikten sonra karının yanında başını yastığa rahatça koydun mu?"

Dudaklarımı sertçe birbirine bastırırken içimde kopan fırtınalardan habersizdi Şefkat. Dudakları bir parça açılırken gözlerini acı çekercesine yumdu.

"Dila, beni dinlemen gerek!" diye inlediğinde hızlı bir adım atıp elimdeki sivri ucu koluna sapladım. Şefkat, dişlerinin arasından sert bir nefes çektikten sonra acıyla inledi.

"Neyi dinleyeceğim ya? Ne anlatacaksın bana! Ben savunmasızken nasıl bana dokunabildiğini mi, ha?! Söylesene ne anlatacaksın!" Avazım çıktığı kadar bağırdım. Boğazlarım acıyla yanarken ifadem bir kaya kadar sertti.

"Sevdim ben seni!" diye bağırdı. Yüzüne sert bir tokat attığımda başı sağa doğru düştü.

"Siktir git! Ne sevmesinden bahsediyorsun sen! Sen sevmekten ne anlarsın be aşağılık herif! Senin sevgi dediğin şeye tecavüz diyoruz biz!" Sağdaki masaya doğru hızlı adımlarla ilerleyip elime geçen ilk bıçağı aldım. Bir silah da alıp belime yerleştirdim. Şefkat'in tam karşısına geçtiğimde elimdeki bıçağı sol omzundan başlayıp belinin sağ tarafına doğru çizdim. Beyaz gömleğinden anında kanlar akmaya başlarken acıyla inledi Şefkat.

"Sen ister inan, ister inanma. Ben seni sevdim!" Başını öne doğru eğdiğinde yakınlaşan yüzlerimizi bir adım geriye atarak uzaklaştırdım. "Sen o hücreye ilk atıldığın gece saatlerce ağlarken kapının arkasında seninle beraber ağladım ben! Sana her uyguladığım şiddet sonrası kendimi de aynı yerlerden yaraladım! Sen sıcak bir çorba içmediğim zamanlar boğazımdan tek lokma geçmedi! Belinin ağrısından adım dahi atamazken yanında olabilmek için günlerce eve gitmedim ben! Sen saatlerce aynı şarkıyı söylerken kapının ardından seni dinledim, seninle söyledim! Kabus gördüğün gecelerde farkında olmasan da akan terlerini ben sildim senin! Sen Murat diye ağlarken ben sen diye ağladım! Sırf sen, biraz olsun yaşama tutun, kendini toparla diye gizlice Murat'ın fotoğrafını bile koydum tabağının altına!" 

Gözlerinden akan yaşlar birlik olabilseydi zeminde bir gölet oluştururdu. "Seni kurtarabilmek için aylarca gizlice adam topladım. Mahalledeki her adamı parayla tutabilmek için saatlerce dil döktüm! Ölebilirdim! O gece sen ölmek üzereyken o hücreye girmeseydim yaşayabilir, bunca şey hiç olmamış sayabilirdik ama ben seni öyle sevdim ki, "Başını bana doğru eğdiğinde gözlerini kısarak gözlerime baktı. "Öyle bir sevdim ki tek bir saç teline gelecek zarara tahammülüm kalmamıştı. Benimki kara sevda, kara! Geçmiyor, silinip gitmiyor! Sen karşımda beni öldürmek istiyorsun; senden nefret etmem gerekirken şu kahrolası sevgim, buna bile izin vermiyor!" 

Şefkat, gözlerinden akan yaşları arasında burnunu çekip başını sağ ve sol omzuna eğdi. "Babana uydum. Geçici bir hevestir dedi, bir kere dokunsan soğursun zaten dedi." Zorlukla konuşuyordu. "İnandım. Bu sevdam geçmeliydi çünkü ben bile korkuyordum artık kendimden. Aklımı yitirmek üzereydim. Kardeş dediğim adamlar her gün yanına geliyor, seni dövüyor sonra karşılıklı çay içiyorduk. Dayanamıyordum artık! Canıma tak etmişti! İndim hücrene. Baygındın."

Nefesim kesildi, dudaklarım titremeye başlarken sertçe birbirine bastırdım. Kalbimin üzerine çöreklenen acı boğazıma bir yumru oluşturdu. Ağzımın içi kupkuru kaldı, nefes alamadığım için yutkunamadım bile.

"Sus." diye fısıldadım.

"O gece, ömrümün en güzel gecesiydi. Baban bir dokunsan koparsın dediği tenine dokunduğum anda sana mühürlendim! Bir daha da bırakamadım! Hep daha fazlasını istedim."

"Sus, aşağılık herif! Sus!" Avazım çıktığı kadar bağırdım.

Sıklaşan nefeslerim ardından belimdeki silahı hırsla çıkarıp düşünmeden Şefkat'in erkekliğine üç el ateş ettim. Her ne kadar tepkilerimi gizlemek istesem de bedenim fütursuzca titremeye başlamıştı. Sözleri o kadar iğrençti ki bir de bunu duygu yüklü dile getirip sanki suçsuzmuş gibi davrandıkça ruhumun bir bataklığa battığını ve orada son nefesini verdiğini hissettim.

Yanımdan geçip Şefkat'e doğru hırsla adımlayan Miraç, hırıltılı nefesleri ardından Şefkat'in hâli hazırda çektiği şiddetli acıya bir başka acı ekledi. Suratına sayamadığım kadar sert yumruklarını indirirken bir yandan da aklımın alamayacağı küfürler ediyordu.

"Senin sevgine sıçayım lan! Sevdim diyor!" Karnına sert bir yumruk attı. "Sevda diyor." Diz kapağını kanlar akan erkekliğine geçirdi, Şefkat'in bir kilometre öteden bile duyulabileceği acı iniltileri kulaklarımı çınlattı. "Kara sevdaymış!" Bir yumruk daha attı suratına.

"Sen öyle aşağılık bir adamsın ki yaptığın iğrençliği önümüze sevdanı sunup yumuşatmaya çalışıyorsun!" Miraç, sesimi duyması ile zorlukla geri çekilirken omzunun arkasında öfkeyle bürelenmiş gözlerini artık bir duygu barındıramayacak kadar halsiz ruhumun yansıması olan ürkek gözlerime çevirdi. "Sen! Senelerce bana yalan söyledin! Sen, senelerce bana tecavüz edip sana abi dediğimde sesini bile çıkartmadın! Senin bunu bana yaşatmaya hakkın yok!" Silah tutan elimi sertçe başıma vurdum. Dizlerimi hafifçe kırıp bedenimi öne eğdim. "Senin benim bu iğrenç anılarla çevrilmiş zihnime kendi pisliğini de dahil etmeye hakkın yok! Ben size ne yaptım! Ne yaptım da bana bunları layık gördünüz!" Elimdeki silahı tekrar Şefkat'e doğrultup iki bacağına da kurşun sıktım. Kan kaybı çok fazlaydı. Bacaklarının arasından yere akan kan bir gölet oluşturmuştu. Her an ölebilirdi. "Cehennemde bile yerin yok! Ne babamın ne senin cehennemde yeriniz yok! Geber! Bir an önce geber de aldığın solukları midemi daha fazla bulandırmasın!"

Gözleri iyice beyazlaşırken dudaklarını zorlukla araladı. "Özür dilerim Dila." diye fısıldadı duyulmayacak kadar kısık bir sesle. "Seni sevdiğim için özür dilerim!"

Miraç, belindeki silahı sabrı kalmamış gibi Şefkat'e doğrulturken öne doğru atılıp elimi kaldırdım. "Acı çeke çeke ölecek. Sakın aklındaki yapayım deme." dedim buz gibi bir tonda. Miraç'ın silah doğrultuğu el yavaşça inerken hırıltılı nefesler alıp verdi.

Kan kokusu midemi alt üst ediyordu. Halihazırda ağır bir kokusu olan kan, o kanın sahibinin Şefkat'e ait olduğunu bilmemle daha dayanılmaz bir hâl almıştı.

Yavaş soluklarını da almayı kesen Şefkat, ruhunu Azrail'e teslim edip bu dünyadan ayrıldığında içimdeki acı geçmek nedir bilmedi. Öyle yoğun bir baskı uyguladı ki kalbime, bir an atmadığını düşündüm kalbimin. Sözleri tek tek kulaklarımda uğuldarken bu yüzsüzlüğe ve iğrençliğe birebir şahit olmak beni darmaduman etti.

Yoruldum Dila. Sürekli kötü şeyler yaşamaya, aldığımız iki rahat soluğu burnumuzdan getirmelerine karşı isyan ediyorum! Çünkü, dayanamıyorum. Sevdayı yaptığı iğrençliğe karşı öne sürdükçe yüzsüzlüğü beni yaraladı. Güzel günler görelim Dila. N'olur artık güzel günler görelim. Sanki, şimdi bir köşeye otursam ve azıcık dinlenmek için gözlerimi kapatsam orada ruhumu teslim edecek gibi yorgunum. Kırgınım. Kızgınım. 

Dizlerimi yavaşça kırarak olduğum yere oturdum. Biraz dinlensem, şu köşede gözlerimi azıcık yumsam, biter miydi her şey? Bitmeliydi. Bu kötü şeyler artık bitmeliydi.

Yanaklarımı avuç içiyle kaplayıp bana endişeyle bakan Miraç'a dolmuş gözlerimle baktım. Görüyor muydu bitmişliğimi? O da duymuştu her cümlesini, onun da ben gibi midesi bulanmış mıydı?

Miraç, beni bugün de anlıyor muydu?

"Yoruldum." diye fısıldadım. Ağlamamak konusunda ısrarcıydı gözlerim. Hislerim bir bir beni terk etmiş, onlar bile beni yalnız bırakmıştı. Oturup istediğim gibi ağlayamıyordum bile.

Miraç, gözlerini acıyla yumup geri açtı. Ensemden kavrayıp beni kendisine çekerken başım omzunda yer buldu. Burnum boynuna sürttü. Kokusu ciğerlerime ulaştı, acıyla buruşmuş ciğerlerime bayram şenliği yaşattı. Aldığım soluklar birer birer anlam buldu, kalbime dokundu ve ruhumu şaha kaldırdı. Burada kalmalıydım. Her şey bitene kadar burada kalmalıydım.

"Biliyorum." diye mırıldandı. Dudakları kulağıma doğru yol almış, enseme vuran ılık nefesi tüylerimi ürpertmişti.

"O gitti, acısı dinmedi." Parmaklarımı yanımdaki kollarına geçirildiğimde, yine aynı fısıltıyla devam ettim. "Geçer sandım, ona acı çektirirsem geçer sandım. Geçmedi."

Miraç'ın beni saran kolları sıkılaştı. Yaslandığım bedeni kaskatıydı ve sanki parmaklarım bir kayaya tutunmaya çalışıyor gibiydi.

"Yapma bunu kendine. Yapma. " Sesinde saf bir acı vardı.

"Eve gidelim." diye fısıldadım. Burnumu boynuna daha çok gömüp alamadığım soluklara Miraç'ın kokusu ile can verdim. Saçlarımın üzerinden öpüp kokusunu ciğerlerine derin bir nefes alarak çektikten sonra, "Gidelim." diye yanıtladı.

Sırtımdan ve bacaklarımın altından kolunu geçirdi ve beni havalandırdı. Depodaki adamlarının hiçbirine bakmadan başımı boynuna gömerek gözlerimi kapattım.

🍒

Üzerimdeki yorganı boynuma kadar çektim. Başımı yastıkta tekrar hareket ettirip rahat bir pozisyonda yatmayı planladım fakat saatlerdir olduğu gibi elime geçen koca bir sıfırdı. Gözlerime uyku girmiyordu. Yaklaşık üç dört saat önce berbat bir kabus görmüş, gözlerimi korkuyla açmıştım. Üstüm başım ter içinde, bedenim titrerken kendimi banyoya nasıl attığımı bilememiştim.

Rüyamda bile yalnız kalamıyordum. Rüyamda bile Şefkat gelmiş, bana dokunmaya çalışmış kulağıma beni sevdiğini fısıldamıştı. Kulağıma sesi her dolduğunda midemde ne var ne yoksa çıkarmıştım. Miraç'ın zoruyla Ömür gözetiminde yedirilen akşam yemeğini de klozetin içinde görmüş, midemde artık atabileceğim bir şey kalmadı diye düşünürken kusmaya devam etmiştim. Zorlukla ayağa kalkıp elimi yüzümü yıkamıştım. Aynadaki aksim beni bile ürkütürken tüm duygulardan arınmış gibiydim.

Şimdi tek istediğim bir nebze olsun uyumaktı. Biraz güç toplamak, gözlerimi güneşin ilk ışıklarıyla aralamak ve huzur solumak istiyordum fakat elime geçen saatin üçünde gözüne uyku girmeyen bendi. Uyumaktan bile korkuyordum artık. Gerçek dünyadan kurtulduğum insanlar rüyalarıma girip bana orayı dar ediyordu.

Karşımdaki pencerede gecenin hiçliği ile ruhumu buluştururken ellerim üzerime çektiğim yorganı sıkıca kavradı.

🍒

"Benim tek suçum, seni sevmekti güzelim."

"Tenin hâlâ parmaklarımın ucunda. Kokun yamacımda, burnumun direğini sızlatacak kadar hoş."

"Ah o mavi gözlerin! Benden onları nasıl esirgersin?"

"Sesini hasret bıraktın beni. O şarkıyı benim için bir daha söyle. Şefkat abin için bir daha söyle!"

Gözlerim korkuyla açılırken nefes alış verişlerim bir maraton koşuyormuşcasına hızlanmıştı. Bedenim titrerken yattığım yerden doğrulup titreyen ellerimi yatağa sertçe defalarca vurdum.

"Bırak yakamı artık! " diye fısıldadım. İçimdeki duygu karmaşasını sesli dile döküp evdekileri uyandırmak istemiyordum. "Uykumda bile adam değilsin! Bırak beni artık! Bırak!"

Hızlı nefes alışverişlerim sırasında karşımda beliren silüet, kanlar içinde eli ve ayakları bağlı Şefkat'ten başkası değildi. Sanırım kafayı yemek üzereydim. Aklım da, gözlerim de, kulaklarım da Şefkat'in esareti altındaydı.

Odanın duvarları üzerime üzerime gelirken yataktan kalktım. Karşımdaki Şefkat gözlerini bana dikmiş bakarken duvardan destek ala ala ve ondan en uzak noktalardan hareket ederek odadan çıktım. Çıplak ayaklarım soğuk zeminle buluşur buluşmaz üşümüştü.

Bedenim titrerken karşımdaki kapıya doğru uzandım. Bir an girip girmemek konusunda kararsız kalsam da kendi odama giremeyeceğimi biliyordum. Sessizce hareket eder, odasındaki koltukta uyurdum. Yalnız kalmak istemiyor ve bu gece de bencil olmak istiyordum. Miraç yatağında uyumaya devam etsin, habersizce yalnızlığımı alsın yeterdi.

Kendimi kabus gördükten sonra elindeki ayıcığı ile yanıma gelen Alaz gibi hissetmiştim.

Kapıyı çok sessiz bir şekilde araladım, yine aynı sessizlikle içeriye bir adım attım.Parmak uçlarımda bir adım daha attığım anda, "Dila?" sesini duymamla yerimde sıçramam bir olmuştu. Gözlerim kocaman açılırken karanlık odada Miraç'ın beni nasıl duyduğunu anlamaya çalışıyordum. Duymasını da geçtim, zifiri karanlıkta beni nasıl tanımıştı?

Yatakta hareketlilik sezdiğimde saniyeler sonra yanındaki abajuru açtı. Dirseklerinde doğrulan Miraç, bana sorgulayan gözlerle bakarken onu bu halde görmeyi hiç beklemiyordum. Üzerine bir şey giymemiş, geniz omuzları gözlerime gözlerime batıyor; kumral saçları birbirine girerek serseri bir hava katmış; yüzünde uyku mahmurluğunun izleri vardı.

Ben mi?

Ben de üzerimdeki beyaz pijamalarım ve çıplak ayaklarımla bir elim kapının kolunda asılı kalmış, yüzümde de eminim ki şaşkınlık ve korku ifadesi hakim bir şekilde ayakta dikiliyordum.

"Ben-," Elimi kaldırıp kapıyı işaret ettiğimde,

"Bir şey mi oldu?" diyerek beni böldü. Yatakta oturur pozisyona geldiğinde artık çıplak vücudunu gayet net görebiliyordum. Kazakları ya da gömleklerinin üzerinden yapılı bir vücudu olduğu belli oluyordu ama şimdi o kasları tüm çıplaklığıyla gördüğümde öncekilerin bir yanılsama olduğunu çok net kavramıştım. Gözlerimi utançla kaçırırken neden düşüncesizce hareket edip adamın odasına girdiğimi sorguluyordum.

"Ben, şey gördüm." diye ağzımda geveledim.

"Kabus mu gördün?" Omuzları gerilirken az önce hissettiğim utanç yerini yavaş yavaş korkuya bıraktı. Dudaklarımı yalayıp başımı usulca salladım.

"Seni uyandırmamayı planlıyordum. Koltuğunda uyuyacaktım." diye suçlu bir çocuk gibi mırıldandım. Miraç'ın kaşları çatıldı.

"Koltukta uyunur mu hiç?" diye sitem etti. Sağ eli ensesine giderken gözlerini benden kaçırdı. Ben de sağ ayağımdaki yükümü sol ayağıma atıp huzursuzca kıpırdandım.

"Evet, uyuyabilirim ben."

"İstersen," Başını kaldırıp gözlerime baktı. Kaşları benden bir cevap beklercesine alnına doğru hafifçe kalktı. "Yani sorun olmayacaksa senin için de." Ensesindeki elini indirdi ve yanındaki boş tarafı işaret etti. "Burada yatabilirsin."

Duyduklarımla kalp atışlarım hızlanırken hâlâ tuttuğum kolu daha sıkı kavradım. Huzursuzluğumu anlayan Miraç sağ elini kaldırıp koltuğu işaret etti.

"Ben orada yatarım." Şaşkınlıkla gözlerimi aralayıp istemsizce ileriye doğru bir adım attım. Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına attım.

"Olur mu öyle şey? Ben gerçekten orada uyuyabilirim sorun değil. Lütfen sen geri yat. Uyandırdım bir de seni." Sesli bir nefes verdim. "Ya da ben odama geçeyim. Neden buraya girdiğimi bile anlayamadım zaten. Kusura bakma, iyi geceler."

"O odada uyuyamazsın bu gece. İkiletme de geç yatağa. Hadi." Arkamı döndüğüm anda, Miraç'ın seslenmesiyle ona tekrar döndüm. Huzursuzca yerimde kıpırdandığımda o yataktan kalkmıştı.

"Miraç, ama-" diye söylenmeme bile izin vermeden arkama geçip iki eliyle kolumu tutup yatağa yönlendirdi.

"Uykulu uykulu hiç çekilmiyorsun. Mızmızlanma."

Onu yatağından ettiğim için suçluluk duygusuyla harmanlanırken o küçük koltukta bu iri bedenin nasıl uyuyacağını düşünmeye başladım. Bu durum, daha da huzursuz olmamdan başka bir şeye sebep olmamıştı.

Miraç'ın yatağının genişliğini daha net fark ettiğimde bu teklifte bulunup bulunmama konusunda büyük bir çıkmaza girdim. Beni yanlış anlayıp anlamacağı konusunda hiçbir fikrim olmadığı gibi, yalnızlık ile sınandığım beş senenin ardından bunu yapıp yapamayacağım hakkında da hiçbir fikrim yoktu fakat suçluluk duygusu daha baskın geldi.

"Bence ikimiz buraya sığarız. Bu yatağa evdeki çalışanlarla bile yatsak sığarız." dediğimde Miraç'ın adımları durdu. Omzumun üzerinde ona baktım fakat gözlerine yerleşen anlık parıltılar ona dönmemle kayboldu.

"Sen rahat eder misin ki?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Dudaklarımı büzüp omuz silktim.

"Yani, " Gözlerimi kaçırıp önüme düşen saçları yeniden kulağımın arkasına aldım. "Yatağın yeterince büyük. Sen o kenarda ben bu kenarda yatarım. Benim için sorun değil." diye mırıldandığımda gözlerimi tekrar ona çevirdim.

Gözleri gözlerimi talan ederken dudaklarını dili ile ıslatıp alt dudağını dişledi. "Tamam o zaman. Yat sen bu tarafa." dedi. Ben de onu taklit edip alt dudağımı dişlemiştim ve gözleri anlık dudaklarıma kaydı, adem elması hareketlendi fakat hemen tekrar gözlerime baktı.

Yorganı çekip yatağın içine girdiğimde Miraç hâlâ dibimde dikilmeye devam ediyordu. Birkaç saniye bana baktıktan sonra derin bir nefes alıp kendi tarafına doğru adımladı. Yorganı kaldırıp yatağa girdi, onun olduğu tarafa doğru dönüp iki elimi yanağımın altına aldım. Miraç da bana döndü. 

Yatar yatmaz burnuma çalınan Miraç'ın kokusu, az önce yaşadığım korkutucu anları bir bir aklımdan sildi. Sanki kabuslarımın panzehiriydi bu koku. Sanki acıma bu koku bulandığında kokusu somutlaşıyor, kötü anılarımla amansız bir savaşa giriyor ve galip geliyordu. Bana bahşettiği şey ise huzurdu.

Kahve gözleri, yorgun mavi gözlerimde dolanırken sanki bilinmez bir diyara yolculuk yapıyor gibi ürkek ama karşısına çıkacak her zorluğa da göğüs gerebilecek kadar cesur bir izlenim sergiliyordu.

"Ben olduğumu nasıl bildin?" diye sordum merakla. Cidden fazlasıyla merak ediyordum bunu. Zifiri bir karanlıkta beni tanıması neredeyse imkansızdı fakat bilmişti işte. Yüzündeki gülümseme genişledi.

"Odama Alaz'dan başkası gelmez." dedi ve onu ilgiyle dinleyen beni biraz süzdükten sonra, "Ama boyu yetmediği için kapıyı açmakta zorlanır. Birkaç kez başarısız olur. Kol kolayca çevrildiğinde sen olduğunu anladım." diye ekledi. Göz kırptıktan sonra, "Fark edilmesi kolay bir kadınsın." dedi sırıtarak.

Tutamadığım bir kıkırtı dudaklarımın arasından kaçarken gözlerimi yumup geri açtım. Miraç'ın gözleri hafifçe kısılmış, dudakları bir miktar açılmış, çehresi belirginleşmişti.

Yüzündeki gülümseme solarken yattığım yerde kıpırdandım.

"Daha iyi misin?" Derin bir nefes aldım, gördüğüm kabusu aklıma getirmemek için bir mücadeleye giriştim.

"Şimdi, iyiyim. Normal bir gece geçirmeyi düşünmüyordum zaten." Yüzlerimize ciddiyet yayılırken Miraç'ın gözleri yine alnımdaki yaraya gitti. Eve gelir gelmez Asaf abiyi çağırıp yarama onun da bakmasını istemişti. Önemli bir şeyim olmadığını söyleyen Asaf abi, tekrar pansuman yapıp yarayı küçük bir gazlı bez ile kapatmıştı. "Bakma öyle yaraya, bir şeyim yok."

Miraç sesli bir nefes aldı. İçinde bir yerlerde bu yara için onu suçlayan birisi olduğunu biliyordum. "Ödüm koptu." dedi düşünceli bir edayla. Gözleri tavandayken, gördüklerinin o çarpışma anı olduğunu biliyordum. "Seni oraya kendi ellerimle götürdüm. Eğer bir şey olsaydı sana, kafama sıkardım."

Elimi uzatıp omzuna sertçe vurdum. Başımı yastıktan kaldırıp dirseğimin üzerinde doğruldum. "Ne bu böyle? Sürekli kafama sıkarım, kafama sıkarım! Sıkacaksan parfüm sık, ne bileyim saç spreyi falan sık. Kurşun ne?! Kafaya koymuşsun, benim yüzümden ölmeye pek bir meraklısın! Dellendirme yine beni!" diye sitem ettim. Aklıma babamın bu evi terk ettikten sonra yaşadığım çöküntüyle şakağıma dayadığım silah ve Miraç'ın hamlesi, can yakıcı sözleri geldikçe sesim yükseldi. Hâlâ omzuna aldığı ani darbeyle bir afallama yaşıyordu. Duyduğu cümlelerden sonra şaşkınca birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra yine hiç olmayacak bir anda kahkaha attı. Gözlerimi devirip kendimi tekrar yastığıma bıraktım. "Manyaksın! Valla manyaksın! Ciddiyet sıfır!" diye sitem ettim.

"Uyu hadi." dedi kahkahasını bitirdikten sonra.

"Uyursam kafana sıkmazsın umarım!"

Bana cevap vermemiş, derin bir nefes aldıktan sonra tekrar yüzünü bana dönmüş ve gözlerini kapatmıştı. Birkaç dakika geçtikten sonra aklımdan geçenleri uyumadan önce ona söylemem gerektiğine karar verdiğim için ona seslendim.

"Miraç," diye fısıldadım. Boğazından bir, "Hıh" sesi döküldüğünde devam ettim sözlerime. "Yarın Sancar'ın yanına gitmek istiyorum."

Kaşları çatıldı, gözlerini açtı ve dirseğini yatağa yaslayıp başını kaldırdı. Elini yanağına koyup keskinleşmiş gözlerini gözlerime dikti.

"Neden? Bağış gecesi sonrasında gitseydik?"

"Ölmediğimi haberlerden öğrenmesini istemiyorum." Miraç'ın dudakları hafifçe öne büzülüp yüzüne düşünceli bir ifade yayıldı. "Hem," diye eklediğimde bana çevirdi gözlerini. "Bunca şeyden sonra, onunla olmak bana da iyi gelecek."

Miraç'ın kaşları daha derinden çatıldığında adem elması hareketlendi, gözlerini yüzümde gezdirdi.

"Gidelim o zaman." dediğinde yüzümde bir gülümseme belirdi. Sancar ile buluşmaya giderken aklıma bile gelmeyecek şeyler yaşamış yine kavuşmamızı ertelenmişti fakat şimdi tekrardan ona gidecek olmamla kalbimdeki kuşların kafeslerinden çıkıp cıvıl cıvıl seslerini duyarak özgürce uçtuklarını hissettim.

"Hadi uyuyalım. Uykundan ettim seni de." Sesimdeki mutluluğu hissettiğine emindim.

Gözlerimi kapatıp, yastığa sinmiş kokuyu usulca ciğerlerime çektim.

🍒

Yatağın hızla inip kalkmasıyla bilincimin yerine gelip gözlerimi aralamam bir olmuştu. Korkuyla sıçrarken Alaz'ın bir baharı anımsatacak gülüşünü bize sergilediğini gördüm. Yanımda uyuyan Miraç da aynı ben gibi Alaz'ın yatağa sıçramasıyla uyanmıştı.

"Napıyorsunuz siz burada?" diye sordu Alaz. Neşeyle şakımıştı âdeta. Şaşkınlıkla yanımda yatan Miraç'a döndüğümde Alaz'a bakıp gülümsedi. Küçücük çocuğa evindeki yabancı ile uyurken yakalanmasına rağmen pek bir rahattı.

Yabancı mı? Kocan o senin! Sen de bir Karadağ oldun, unutmasak mı?

"Uyuyoruz Little Man." dedi Miraç. Uykulu olduğu için sesi boğuk çıkmıştı.

"Neden beraber uyuyorsunuz?" Alaz, yüz üstü uzanıp dirseklerini yatağa dayadı. Ellerini yanaklarına yerleştirip meraklı bir edayla bize bakmaya başladı. Sabah sabah onun böyle tatlı hallerini görmemle bütün neşem yerine gelmişti. "Evlendiğiniz için mi? Bundan sonra hep beraber mi uyuyacaksınız? Ben de isterim. Üçümüz uyumalıyız. Hemen bu gece, üçümüz uyumalıyız!"

Konu bir anda çok yanlış yerlere kayıyordu. İki erkek de yüzlerini bana dönmüş, merakla benden cevap beklerken Miraç'ın ne ara Alaz ile hemfikir olduğunu sorgulamam gereken yerdeydim.

"Buraya gel sen bakayım!" Alaz'ın koltuk altlarından tutup kendime çektim ve karnımın üzerine oturttum. İki elimle karnını gıdıklamaya başladığımda Alaz'ın kahkahaları sessiz odanın duvarlarına çarptı. "Sen neden uyandırıyorsun bizi!? Ha, söyle bakayım!" diye yalancı bir sitem ettim.

Alaz, başını arkaya atarak attığı kahkahalar arasında Miraç'a döndü ve, "Yardım et Hero! Dila, beni yiyecek!" diye bağırdı. Miraç'ın tok kahkahasını duymamla ile başımı ona çevirdim.

"Ben elimi sürmem! Bunu hak ettin!" dedi neşeyle. Üçümüzün kahkahaları birbirine karışmıştı.

"Çok gıdıklanıyorum! Bırak Dila! Lütfen!"

"Asla bırakmam! Cezanı çekeceksin küçük adam!"

"Hero, bana yardım et!"

Alaz'ı kucağımdan indirip sırt üstü yatırdım. Dirseğimde doğrulup karnını gıdıklamaya devam ettim. Çocuksu tonu, yüzündeki gülümsemesi, koca bir dünyayı ısıtabilecek kadar samimi kahkahaları bir bütün olmuş ve eşsiz bir senfoni oluşturmuştu.

Tam da burada kalmak isterim. Burada bir masumluğa şahit olmak ve kendimi de öyle görmek... Zalim dünyada karşımıza çıkmış en güzel şeysin Alaz. Küçük bedenine sığmaya çalışan büyük bir kalbin var küçüğüm.

Ben Alaz'ın boynunu öperken Miraç da uzanıp diğer yanındaki boynundan çocuksu kokuyu ciğerlerine çekmeye başladı. Yanaklarımız kısa bir an birbirine değdiğinde yüzünde yeni çıkan sakalları, tenimi çizerken bedenim aynı anda ürperdi. Ateşe değmiş gibi geri çekildiğimde Miraç da başını kaldırmıştı.

Gözlerindeki yoğunluk artarken gözlerimi ondan çekemedim. Bana hissettirdiklerinden bir haberdi ama gözlerime bu kadar yoğun bakması da beni sersemletiyordu. Ufacık bir temas...

Tenime değen minik sakalları...

Olan sadece bu iken, kalbimin bir maraton koşmuşcasına hızlı atmasının sebebi neydi?

Bakma bize öyle. Yaralı bir kadına bu kadar güzel bakılmamalı.

"Çok güzelsiniz!" Alaz'ın hayranlıkla dile getirdiği sözler, aramızda süren bakışmanın ortasına atılan bir alev gibiydi. Gözlerinden geçen anlık bir parlaklık, belki de o alevlerin somut bir hale döndüğünün göstergesiydi.

Belki de bir şeyler en başından beridir çok yanlıştı.

Önümde beliren bir ara yola saptığımda karşıma bu hislerin çıkacağını bilmiyordum. Bilinmezlik beni yoruyor. Bu hislerin bir adı olmalı ya da sonsuza kadar benden uzak durmalı. Ben, Miraç'tan uzak durmalıydım.

Sağ elimi kaldırıp hâli hazırda dağılmış olan saçlarımı daha da dağıtıp, "Ne zaman gideriz?" diye sordum. Sesimin bu kadar soğuk çıkmasını ilk andan beklemiyordum.

Miraç'ın kaşları çatıldı, dirseği üzerinde doğruldu ve "Kahvaltıdan sonra." diye yanıtladı. Kuruyan dudaklarımı dilimle nemlendirdim ve başımı aşağı yukarı salladım. Yüzüme zoraki bir gülümseme koyup Alaz'a baktım.

"Aşağıda buluşuruz miniğim." dedim. Miraç, yüzüme sorgularcasına bakarken odasından çıkmak bana ölüm gibi gelmişti.

🍒

Üzerime beyaz omuzları açık bir kazak, altıma da kot rengi dar bir Jean geçirdim. Siyah postallarımı da ayağıma geçirdikten sonra saçlarımın önündeki birkaç tutamı tepemden toplayıp salaş bir topuz yaptım. Aldığım duştan sonra hâlâ nemini koruyan saçlarımı kurutma gereği duymamıştım. Vitaminsizlikten sürekli kuruyan dudaklarıma da Ömür'ün verdiği kirazlı nemlendiriciden sürdüm. Yatağımın üzerindeki deri ceketi de elime aldıktan sonra çıkmak için hazırdım.

Kahvaltıya daha fazla geç kalmamak için hızlı adımlar ile kapıdan çıktığımda tam o sırada kendi odasından çıkan Miraç ile göz göze geldik. Üzerine yine siyah bir takım elbise giymişti. Saçlarını yine her zamanki asiliğiyle dağınık duruyordu. Yüzünün evde olmasına rağmen ciddiyetle kaplanmış olması kaşlarımı çatmama neden oldu. Gözleri ilk önce dudaklarıma, saçlarıma oradan da bedenimde gezdikten sonra daha bir keskinleşen gözlerini  mavilerime dikti.

İkimiz de öylece kapının ağzında dikilirken içimizden birinin adım atmasını bekliyor gibiydik fakat pek uygulamaya geçtiğimiz söylenemezdi.

"Ben seni bıraktıktan sonra şirkete geçeceğim. Akşama kadar orada kalır mısın yoksa Batu'yla mı dönersin?" diye sordu.

"Akşama kadar kalırım." diye yanıtladım. Başını usulca salladıktan sonra,

"İnelim o zaman." dedi.

Birbirimizden uzak durmaya dikkat ederek merdivenleri arşınladıktan sonra salona giriş yaptık. Ailenin diğer üyeleri çoktan yerlerine geçmişlerdi bile. Ömür'ün arkasına geçip ona bir günaydın öpücüğü verdikten sonra, baş köşedeki Bahar ablanın soluna oturdum. Herkesle günaydınlaştıktan sonra Hürrem ablanın hazırladığı tabağımdan bir şeyler atıştırmaya başladım.

Aklımda kalbimin sıkışmasına sebep olacak şekilde Murat varken, iştahla bir şeyler yiyecek gibi değildim. İçimdeki huzursuzluk asla geçmek bilmiyor, diğer yandan da beni Murat'a ihanet etmemle suçlayan bir tarafla da amansız bir mücadeleye girişmiştim.

"Dila, bu senin." Ömür'ün önüme bıraktığı kutuya gözlerim kaydığında kaşlarım çatılmış, gözlerimi Ömür'e çevirmiştim.

"Bu ne?"

"Telefonun."

"Neden acele ettin ki? Ben Sancar'a aldıracaktım bugün." Masadaki telefonun pahalılığı gözlerime gözlerime çarpınca mahcup hissetmeden edemedim. Ömür'ün kaşları çatıldı.

"Ne münasebet? Benim alacağım konusunda anlaşmıştık zaten. Kurulumunu yapayım, uygulamaları yükleyeyim derken anca verebildim sana."

🍒

Dünkü güneş gözlüğünü tekrar gözüme takıp bodrum katındaki gizli çıkıştan Miraç'ın yönlendirmesi ile iniyorduk. Güvenlik önlemleri yine insanı boğacak düzeyde artmıştı. Batu, ağır kapıyı dışarıdan açıp bize yol verdiğinde dışarıya adım atar atmaz etten bir çember örüldü etrafımızda. Miraç ise kısılı gözlerle etrafı inceliyor, bir elimi sırtıma yerleştirmiş bana yön veriyordu.

Zırhlı minibüse binince kapımız kapanmış, bizi çevreleyen adamlar arkadaki arabaya doğru koşturmaya başlamıştı. Şoför koltuğuna Batu oturduktan sonra bana adres sorma gereği duymadan arabayı çalıştırdı. Sanıyordum ki önceki gidişimde Ender'e söylediğim adresi Ender Batu'ya söylemişti.

Gözlerim camdan dışarıyı izlerken minibüsün içinde bir sessizlik hâkimdi. Sabahki soğuk davranışıma karşı Miraç da benden uzakta duruyordu. Mümkün olmadığınca sohbete girmiyor, gözlerini eski sıklığı ile üzerime dikmiyordu.

Üşüdüğümü hissediyordum.

"Boşuna gidiyor olabiliriz." dedim düşünceli bir edayla. Miraç'ın dakikalar sonra dikkatini çekmiş olacağım ki başını bana çevirdi ve tek kaşını kaldırdı. "Adresini değiştirmiş olabilir. Ben öldükten sonra, kendisine yeni bir hayat çizmiş olma ihtimali çok yüksek."

Bu ihtimali düşünmek bile nefesimi kesiyordu. Bencilce düşünüyor olabilirdim şimdi ama tek gayem, Sancar'ın ölmüş olduğumu düşünmesine rağmen plana sadık kalmasıydı. Çok zor bir ihtimaldi ama insan umut etmeden de yaşayamıyordu işte.

"O zaman ne olacak?" diye sordu Miraç.

"Berlin'e gitmek zorunda kalacağım."

"O neden?"

"Bunu, eğer Sancar'ı bulamazsak konuşalım."

"Geldik abi." Miraç, dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecekti ki Batu'nun sesini duymasıyla başını cama çevirdi. Ben de gözlerimi cama çevirdim. Buraya daha önce gelmediğime çok emindim. Murat'ın ölürken neden bana bu adresi verdiği hakkında bir bilgim yoktu. Kollarımda ölürken ona bu soruyu soramayacak kadar bitap bir haldeydim. Her şeyin cevabı eğer Sancar bu evde ise belli olacaktı.

Hazır mıydım?

Seneler sonra Sancar'ı görmeye...

Seneler sonra, eksik kalmış bir Dila olarak hayata atılmaya...

Savaşmaya...

Hayat bana kapılarını açarken bunları hesaplamış olacağını düşünüyordum. Bu beyaz kapı da hayalimdeki ara sokaklara çıkan kapılardan birinin temsili hali miydi şimdi? Kafam allak bullak, duygularım karmakarışıkken bu kapı sahiden beni zafere götürecek kapı mıydı?

Arabadan inip kapının önünde dikilirken aklımdan onlarca düşünce geçiyordu ki, duygularım o kadar yoğundu ki bir an koşarak uzaklaşmak istedim bu kapıdan. Ne zaman bu kadar korkak olmuştum ben? Senelerce işkenceye maruz kalmış bedenim, böylesine titrerken aklım almıyordu.

"Hazır mısın?" diyen Miraç'ın sesini duymamla başımı ona çevirdim. Avuç içlerimi birbirlerine mühürleyip parmaklarımı dudaklarımın üzerine koydum. Derin bir nefes verdikten sonra, "Evet." dedim.

Miraç, kapının yanındaki zili çaldığında kalbim kulaklarımda atmaya başladı. Nefesimi tutmuş, olacakları beklerken bedenime heyecandan ötürü bir ürperti kapladı. Miraç, bir elini kaldırıp sırtıma koyarken hafifçe bedenini eğdi. Kahve gözleri ruhumla baş başa bir sohbete girmişken dudaklarını araladı. "Sakin ol." dedi tok bir ses tonuyla.

"Olamıyorum." diye fısıldadım. Kapının geçen sekiz saniyenin ardından hâlâ açılmıyor olması ise heyecanıma korkuyu da eklemişti.

Ve o an kilit sesini duydum. Başımı hızla kapıya çevirdiğimde kapıyı telaşlı bir ifade ile açan adamı görmem, gözlerimizin birleşmesi bir oldu.

Sancar...

Seneler sonra karşımda.

Beni görmesiyle geriye doğru bir adım atması bir olmuştu. Yaşadığı anlık afallama dengesini şaşırtırken kapının koluna sımsıkı tutundu. Kaşları iki vadiyi andıracak şekilde çatıldı, dudakları şaşkınlıkla araladı. Onu görür görmez çenem titrerken gözlerim anında doldu. Ellerim heyecandan titrerken her uzvumda hissettiğim tek şey, özlemdi.

"Dila?" diye fısıldadı. Anlayamıyordu. Kafasındaki taşları oturtamıyor, karşısında gerçekten benim dikildiğimi kabullenemiyor gibiydi.

"Sancar!" Gözlerimden yaşlar bir şelale misali yanaklarıma inerken bana doğru adım atması ile dayanamayıp ben de ona bir adım attım. Yeşil gözleri, yüzümü özenle inceledikten sonra titreyen ellerini kaldırıp yanaklarıma yerleştirdi. Gerçek olup olmadığımı tartıyordu.

"Gerçek misin?" dedi çok kısık bir tonda. Parmakları yanaklarımda gezindi.

"Gerçeğim." diye fısıldadım. Kollarını anında belime sararken ben de bunu bekliyormuş gibi kollarımı boynuna doladım. Omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladığında benim de ondan bir farkım yoktu.

"Yaşıyorsun!" Kolları belimi daha sıkı sardı. "Allah'ım yaşıyor!" Sesi titrekti. Sesinde bile belli olan bir özlem vardı. "Şükürler olsun!" Birbirimizin omzunu gözyaşlarımız ile ıslatırken ikimizin de umrunda değildi bu durum. Yaşadığımı ispatlıyorduk. Kolları sımsıkı belime sarılıydı, bir hayal olmam ve uçup gitmemem için sımsıkı tutuyordu. "Kardeşim!" diye acıyla feryat etti. "Emanetim!"

Benden hızlıca ayrılan Sancar, ellerini yanaklarıma yerleştirdi. Gözlerime merakla bakarken, "O da yaşıyor mu?" diye sordu. Omuzlarım daha çok sarsılırken hıçkırıklarımın haddi hesabı yoktu.

"Hayır." diye fısıldadım. "Onu kurtaramadım." Sanki, daha önce Murat'ın ölümü için çektiğim tüm acılar bir tüy kadar hafifmiş gibiydi şimdi. Kalbime çöken ağırlığın haddi hesabı yoktu.

Kanıyorduk. Aynı yerlerden kanıyor, aynı insan için ağlıyor, aynı zamanlarda ayrı acılar çekiyormuşuz.

"Şşh, şşh..." Kolunu omzuma koyup beni göğsüne çektiğinde, "Aklından geçenleri biliyorum. Sakın böyle düşünme. Sakın!" dedi.

"Çok zor!" diye yakardım. "Sancar, öyle zor ki artık nefes alamıyorum."

"Tamam kardeşim. Gel, içeride konuşalım. Burası tehlikeli."

Gerçek dünyaya Sancar'ın sözleri ile dönüş yaparken kapının girişinde bıraktığım Miraç'ı hatırlayıp ona döndüm. Kollarını göğsünde bağlayan Miraç'ın bedeni gibi yüzü de kaskatıydı. Gözlerimdeki yaşları silip öne doğru bir adım attım.

"Sancar, seni tanıştırmam gereken biri var." diye mırıldandım ağlak bir tonda. O anda Sancar, Miraç'ı fark ettiğinde onun yüzünde de gergin bir ifade oluştu. Miraç dik duruşunu bozmadan heybetli bedenini eve doğru attığında Sancar'ın uzattığı eli tuttu.

"Miraç Karadağ." diyerek tanıttı kendisini.

"Sancar Keskin." Sancar, bana sorgularcasına baktığında, "İçeride anlatayım." diyerek konuyu kestim. Ona evlendiğimi, tanıştırdığım adamın da kocam olduğunu kapı ağzında söyleyemeyecektim.

"Tabii, hadi geçin içeri."

Sancar bir kolunu omzumdan geçirip bana yön verirken Miraç da yanımda ilerliyordu. Geniş bir holden geçip büyük bir salona giriş yaptık. Gözlerim, vişne çürüğü ve gri renklerindenki koltuk takımında, ortadaki ahşap sehpada, duvara monte edilmiş büyük televizyonda ve salonun köşesindeki yemek masasında gezindikten sonra gri koltuklardan birine oturdum. Miraç tekli koltuğun birine otururken Sancar yanıma oturmuştu. Ellerimiz bacaklarımın üzerinde birbirine kenetlenmişken gözleri yüzümde gezindi.

İkimiz de yaşlanmıştık. Yirmi iki yaşındaki hallerimizden eser yoktu. Sancar'ın sakalları uzamış, alnında birkaç kırışıklık çıkmış, yanakları hafiften çökmüştü. Hayat bana adil davranmadığı gibi ona da davranmamıştı anlaşılan.

"Sana bir sürprizim var." dedi. Gözlerine merakla bakarken yüzünde nahif bir gülümseme oluştu. Bu sırada arka odadan gelen sesleri işitmem ile dudaklarımın şaşkınlıkla aralanması bir oldu. Bir bebek sesi...

Boğazı yırtılırcasına ağlayan bir bebek sesi...

"Sancar..." Gözlerimden yaşlar bu sefer mutluluğum yüzünden akıyordu. "Sahiden mi?" diye fısıldayarak sordum. Sancar, yüzündeki gülümsemeyi silmeden başıyla onayladı beni. İçimdeki kız çocuğu, "Teyze oldum!" diye neşeli kahkahalar attı, kollarımı tekrar Sancar'ın boynuna doladım. "İnanamıyorum! İnanamıyorum Sancar!"

Sancar sırtımı sıvazlarken "Ben de hâlâ inanamıyorum." dedi düşünceli bir edayla. Ondan ayrıldım ve gözlerimizi tekrar buluşturdum.

"Beyza mı annesi?" diye sordum merakla. Sancar yine başını salladı. Neşeli bir kahkaha atarken, gözlerimden aynı zamanda yaşlar da akıyordu. " Hayalimizdi." diye fısıldadım. "Dördümüzün hayaliydi."

Sancar'ın gözlerine çöken hüzün yaşadığımız mutluluğu kısa kesmişti. ''Hayalimizdi.'' diye tekrar etti beni. Salon girişindeki hareketliliği sezdiğimizde hepimiz kapıya döndük. Beyza, kucağında küçücük bir bedenle kapının ağzında göründü. Gözleri gözlerime değdi, adımları durdu. Dudakları şaşkınlıkla aralandığında ben de ayağa kalktım. Tam karşısına dikildim. Gözleri kocaman açılmış, dudakları aralanmıştı. Kollarını titrediğini gördüm, Sancar ayağa kalkıp Beyza'nın yanına gitti. Kucağındaki bebeği aldıktan sonra karısının başının üzerini öptü. Birkaç adım geriye çekilirken Beyza, dehşete düşmüş ifadesini koruyarak bana doğru adımladı. Ben de ona bir adım attım.

Gözlerimiz dolu dolu olduğu için parıldıyordu. Çenem ve dudaklarım titrerken ellerimi Beyza'ya doğru uzattım. Bana doğru koşar adım ilerledi ve kollarını boynuma doladı. O an, gözlerimizden yaşlar oluk oluk aktı, özlemimize sessizlik ortak oldu.

Dakikalarca sarılarak ağlamış, içimizdeki özlemi bir nebze olsun azaltmaya çalışmıştık. Kollarını boynumdan çekip yanaklarıma yerleştirdi. Yüzümün her yerini tek tek inceledikten sonra derin bir nefes verdi. Uzanıp birbirimizin gözlerindeki yaşları sildik.

''Kardeşim!'' dedim. ''Çok özledim sizi!'' Beyza başıyla beni onayladıktan sonra işaret dilini kullanarak bir şeyler söylemek istedi. O an irkildim. Hayatımda olan tek kadın arkadaşımla iletişime geçemeyecektim çünkü unutmuştum. İşaret dilini beş senelik süreçte unutmuştum. İçim suçluluk duygusuyla harmanlanırken gözlerimden akan yaşlar şiddetlendi. Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. ''Ben unuttum.'' Başımı iki yana salladım. ''İşaret dilini bilmiyorum artık.''

Beyza bozuntuya vermedi. Ona anlatacaklarımdan bir haber olduğu için yüzüne yayılan merakı anlayabiliyordum. Her şeyin sırası vardı ama şimdi sıra Sancar'ın kucağındaki minik beden ile tanışmama gelmişti. Sancar yanımıza geldiğinde kucağındaki bebeği bana uzattı. Titreyen kollarım ile pembe bir tulum giymiş bebeği tuttum. Zarar görmesinden korktuğum için nefes almayı bile kesmiştim.

Küçücüktü. Çok masumdu. En ufak bir hareketimde bile kırılacakmış gibi duruyordu. Ela gözlerini bana dikmiş olmayan dişlerini göstere göstere gülümsüyordu. Diğer elimi kaldırıp bir tüye dokunuşmuşcasına nahifçe yüzünde gezdirdim işaret parmağımın tersini. Boğazından garip garip sesler çıkartan bebek, kollarını hareketlendirmişti.

Kelimenin tam anlamı ile büyülenmiştim. O kadar güzeldi ki gözlerimi ondan çekip alamıyordum.

''Adı Nisa.'' dedi Sancar.

Nisa, bu küçük bebeğin ismi...

Aynı zamanda Miraç'ın annesinin adı...

Gözlerimi Miraç'a çevirdiğimde yüzündeki ifade tarif edilemezdi. Bir benim gözlerime bir kucağımdaki Nisa'ya bakıyordu. Yüzünü ne kadar ifadesiz tutmaya çalışırsa çalışsın gözlerindeki hüznü görebiliyordum. Özlemi... Muhtaçlığı...

Ona doğru adımlamaya başladım. Arkamdan Sancar ve Beyza da geliyordu. Ona doğru attığım her adımda yüzündeki şaşkınlık daha da artıyordu. Koltuğunun kolçağına oturduğumda gözlerini gözlerime çevirdi. Hafif titreyen kirpikleri ardındaki kahve gözlerinde çekimserlik vardı. Nisa'yı ona doğru uzattığımda başını usulca iki yana salladı.

''Baksana nasıl güzel.'' dedim mest olmuş bir ifadeyle. Yüzünde nahif bir gülümseme oluştu, ürkek gözlerini Nisa'ya çevirip uzun uzun baktı. Bir elini kaldırdı, Nisa'nın minicik parmakları, iri işaret parmağını kavradı.

''Merhaba Nisa.'' dedi kısık bir tonda. Yüzünde aynı ben gibi mest olmuş bir ifade vardı. Nisa, Miraç'a ela gözlerini dikerek baktı ve boğazından çıkan garip sesler eşliğinde gülümsedi. Kolları durmak nedir bilmiyordu, çok hareketli bir bebekti.

Bir anda ağlamaya başladığında panikledim. Kucağımda daha çok kıpırdandı, gözlerimi yardım dilenircesine Sancar'a çevirdim. Miraç, Nisa hareketlenir haraketlenmez eliyle düşmemesi için bedenini tuttu. Beyza, Sancar'a işaret diliyle bir şey söyledikten sonra Sancar, ''Tamam sevgilim.'' demişti.

Beyza, yanıma gelip gülümsedi ve küçük bedeni kollarımın arasından aldı. ''Huysuzlandı. Yatırmaya götürüyor.'' diyerek açıklama yaptı Sancar. Başımı salladıktan sonra kalkıp gri koltuğa tekrar oturdum. Sancar karşıma geçti, ellerini bacaklarının üzerinde birleştirdi ve büründüğü ciddi ifade ile gözlerime bakmaya başladı. ''Neler olduğunu anlatacak mısın?''diye sordu.

Derin bir nefes aldım. Gözlerim Miraç'a kaydı.Başını çok küçük bir hareketle hareket ettirmiş, yüzüne minik bir gülümseme kondurmuştu. Dudaklarımı dilimle nemlendirdim. ''O gece, Murat ile uçağın önündeydik. Beni eve götürecekti. Yolumdan döndürmüştü.'' Sesimin tiremesine engel olamadım. Aklımdan çıkmak nedir bilmeyen görüntülerin altında kalbim eziliyor gibiydi. ''Arkasını döndü, bir anda silah patladı ve tam kalbinden vuruldu. Ölmek üzereydi, son nefeslerini alıyordu ama her zamanki gibi aklında olan tek şey intikamdı. Bu evin adresini söyledi bana. Sonra da gitti benden.'' 

Gözlerimden akan yaşları sildim. ''Babam öldürdü. Onunla vedalaşmama bile izin vermedi.'' Dişlerimi sertçe birbirine bastırdım. Çenemin titremesine engel olamazken benliğimi kaplayan yoğun duygu, nefretti. ''Bana söylediği şeyin kasanın yeri olduğunu sandı. Söylememi istedi. Acımdan hiçbir şeye odaklanamıyordum zaten. Tuttu kollarımdan sürükleyerek arabaya bindirdi. Murat'ı orada bıraktı. Beni eve getirdi,'' Şimdiden sinirlendiği belli olan Sancar, bu söyleyeceğim şeyi nasıl kaldıracaktı bilmiyordum. ''Yirmi beş'e kapattı.'' dedim kısık bir sesle. Sancar'ın duyduklarıyla ayaklanması bir olmuştu.

''Ne diyorsun Dila?'' Sehpanın etrafından dolanıp karşıma geçti. Dizlerinin üzerine çöktü, bacaklarımın üzerindeki ellerimi tuttu. "Yapmadı de!" diye yakardı. Fakat yapmıştı. Yüzümdeki minik gülümsemeden de anlayabilirdi. Hem de öyle bir yapmıştı ki kurtulsam bile çektiğim acıların yükü hâlâ kalbimin üzerindeydi. Eziyordu, kırıyordu, parçalıyor yine de yetmiyor kanatıyordu da.

"Yaptı." dedim omuzlarımı indirip kaldırdım. "Beş sene boyunca yapmadığı şey kalmadı. Bazen gerçekten de her şeyin bittiğini düşünecek kadar bittim. 'Je Vole' şarkısını hatırlıyor musun? Karaokeye giderdik dördümüz. Bizim şarkımızdı. Saatlerce söyletti Sancar. Fiziksel şiddeti boynumu eğdiremedi, psikolojim mahvetti. Tehdit etti, küfürler etti, yerlerde süründürdü. Yirmi Dört'e götürdü. Çok şey yaptı Sancar. Çok!" 

İlk kez bu kadar açık dökebilmiştim içimi. O hücreden kaçtığım geceden beridir geçmişim hakkında tek konuştuğum Miraç idi fakat bazen ona bile bazı şeyleri açıklayamazdım. Plan dışı olduğu için hep içime atmıştım ama şimdi karşımda senelerimi paylaştığım, kardeşim dediğim adam vardı. Yüreğimin kapısını ufacık aralamıştım ama kardeş güveninin verdiği güçle o kapıyı sonuna kadar açmıştım.

Şimdi dile döktüklerimse, yalnızca küçük bir kısmıydı. Beş sene boyunca hayatımın içine etmişti babam. Öz babam, kızının hayatını karartmaktan çekinmemişti. Sırf, yaptığı pislikler ortaya çıkmasın diye kızını da ortadan kaldırmıştı.

Cani mi demeli şimdi Kerim Milat'a? Benim Azrail'im mi demeliyim? Ne demeliyim ona? Arada ağzımdan kaçan baba kelimesi çok can yakıcıydı. Bana tecavüz edilmesine izin veren adama ne demeliydim?

Kırgınım. Kızgınım. Adalete karşı olan inancım yok denecek kadar az. Artık mutluluk bile hissetmek çok zor. Bedenim o hücreden kurtulmuştu ama ruhum oraya hep esirdi. Değişmiyordu. Kerim Milat'a karşı elimde büyük bir koz vardı ama buna sevinemiyordum bile.

Sancar, söylediklerimin ardından hızla bana sarılırken dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimi yumup bir nebze olsun acımı gölgelemek istedim. Arkamda bırakmak, birkaç rahat soluk alıp tekrar yüklenmek... Sarıldığım bedeni kas katı kalmıştı. Aldığı solukları kontrol edemiyordu. Hırıltılı nefesler alıp verirken bir yandan da ağlayan beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Geberteceğim o şerefsizi! Var ya ayaklarımın altında sürünecek, canı için yalvaracak bana!" dedi dişlerinin arasından. Sakinleşmek adına uzun bir nefes alırken ayrıldı benden. İki eliyle yanaklarımı kavradı. Gözlerimden akan yaşları sildi. "Sana tek bir soru soracağım." dedi, temkinli konuşuyordu. Ses tonu alçaktı, kendisini tutmaya beni de zorlamamaya çalışıyordu.

Sorusunu biliyordum. Sorma diyemedim. Daha kendim bile yüzleşemedim, sana da bunu açıklayamam diyemedim.

"Dokundular mı sana?" diye zorlukla sordu. Miraç soruyu duyar duymaz yerinden kalktı. Bıkkın bir nefes verip ellerini hâli hazırda dağınık olan saçlarına gitti, onları dağıttı. Başımı utançla önüme eğdiğimde Sancar, hemen çenemi tutup gözlerimizi tekrar birleştirdi. Kaşları çatık, gözleri ürkütücü derecede kısık, çehresi ise fazlasıyla belirginleşmişti. "Yaptılar mı?" diye yineledi sorusunu. Omuzlarım daha çok sarsılırken başımı hafifçe aşağı yukarı salladım. Sancar, ellerini yüzümden çekip bir adım geriye gitti. Yüzündeki dehşete düşmüşlük ruhuma kara bir yara açıyordu şimdi.

"Şefkat." dedim ağlak bir tonda. Sancar, bir eli saçlarına giderken sırtını sehpaya yaslayarak dizlerini kırdığı yere şimdi tam anlamıyla çöktü. "Beni sevdiğini söylemiş babama. Babam, öneride bulunmuş. Amacı beni daha çok yaralamaktı tabi. Ne yapıldığı umrunda bile değildi." Elimi tersi ile gözümden akan yaşları sildim. "Hatırlamıyorum." diyip omuz silktim. "Çabaladım, bir şeyleri hatırlamak istedim. Bir piyon olmadığımı, önemsiz biri olmadığımı kendime kanıtlamak istedim ama yapamadım." Sancar çöktüğü yerden kalkıp tekrar sarıldı bana. Şokunu atlatmış olmalıydı. Keşke, ben de bu kadar çabuk atlatabilseydim. "Hatırlamıyorum Sancar. Ben savunmasızken olmuş her şey!"

"Sus. Sus kardeşim." Saçlarımı okşadı. Diğer eli sırtımda gezindi. "Hepsinin cezasını çektireceğim. O Kerim Milat denen pezevenkin de, Şefkat denen haysiyetsizin de cezasını çektireceğim." Sesinde saf bir kin vardı. Kendisinden emindi, yapardı. Yapacağını da biliyordum.

"Öldürdüm Şefkat'i." dedim daha sakin bir tonda. Sancar kollarını çözmüş yüzüme bakarken gözlerim ayakta gerginlikle kıvranan Miraç'a kaydı. "Dün, Miraç ile işini bitirdik." Sancar, gözlerini Miraç'a çevirdi. Onun benim için ne olduğunu merak ediyordum. "Sana anlatmam gerekenler bitmedi." dedim gözlerimdeki yaşları silip. 

Olayın geldiği yeri anlayan Miraç, koltuğuna geri otururken Sancar da sehpaya oturmuştu. Bana meraklı gözlerle bakarken, "O hücreden Şefkat sayesinde kaçtım. Adamlarını toplamış mahalleden. Evi bastılar, ben kaçabildim. İyi bir durumda olduğum söylenemezdi. Yara bere içindeydim, yorgundum. Issız yolda nereye gideceğimi bile bilemezken Miraç karşıma çıktı." Flashbackler zihnimde canlandıkça Karadağ ailesine olan minnettarlığım yine had safhaya ulaştı. Miraç, gözlerini benden ayırmazken ona bakıp gülümsedim. Keskin gözleri gülüşüme kayıyor, çehresi biraz daha belirginleşiyordu. "Bazı kısımları hatırlamıyorum ama gözlerimi onun evinde açtım. Amcası, yengesi, kuzenleri, kardeşi hepsi seferber oldular benim için. Tedavi ettiler, hem ruhen hem de bedenen beni iyileştirdiler. Bakma şimdi böyle göründüğüme. Bitmiştim ben o gece. Tüm gücüm çekilmişti, yol kenarında öleceğimi düşünüyordum. Onlar olmasa buraya bugün gelemezdim."

Sancar gözlerini Miraç'a çevirdi ama yüzünde hiçbir şey göremedi. Onu evinin dışında tanıyamazdınız zaten. O sadece ailesi ile birlikte olduğunda içindeki asıl adamı dışarıya vuruyordu.

"İşler karıştı. Babam, Miraçların evini bastı." dediğim anda Sancar hızla başını bana çevirdi. Yaşadığı şaşkınlığı gizlemiyordu. "Beni almak istedi ama," Gözlerim tekrar Miraç'a kaydı. "Vermediler beni ona. Kendisinden fazlasıyla emin gelmişti. Beş adamıyla geldi ama Miraç'ın adamları indirdi hepsini. Tecavüze uğradığımı da o zaman söyledi zaten." Yanağımı kaşındıran saçlarımı kulağımın arkasına aldım. 

"Miraç, ağzını burnunu dağıttı Kerim Milat'ın. Nasıl evi terk ettiğini bilemedi." Sancar kaşlarını kaldırıp Miraç'a kısa bir bakış attı. Bunu nasıl yaptığını merak ediyordu ama Miraç istemediği sürece onlar hakkında bilgi vermeyecektim. "Karan Demirkol'u hatırlıyor musun?" diye sorduğumda başını salladı. "Miraç ve onun arasında bir mesela var. Ben kasaları açığa çıkardığımda Karan da otomatikman hapsi boylayacaktı ama birkaç sebepten ötürü buna izin veremem. Karan'ın cezasını Miraç ve ailesi kesecek. Bu yüzden kasaları tek tek toplarken yanımda Miraç'ın olması gerekiyor." Kafasının karıştığını biliyordum ama daha geniş bir açıklama yapamazdım." Plana Karadağ ailesini de dahil ettim. Sebebini sorma. Bana güven, mantıklı bir sebep olmasaydı planı asla tehlikeye atmayacağımı ikimiz de biliyoruz."

Sancar söylediklerimde haklı olduğumu biliyordu o yüzden bu konuda yorum yapmazken can alıcı soruyu sordu. "Nasıl dahil oldular plana?"

Dudaklarımı dilimle nemlendirdim ve bir çırpıda söyledim. "Miraç ve ben evlendik." Çekingen gözlerimi Sancar'a çevirdiğimde ifadesi sarsıldı. Bu hamleyi benden beklemeyecek kadar Murat'a aşık olduğumu biliyordu. "Formaliteden bir evlilik." diye eklediğimde yavaşça tuttuğu nefesini geri verdi. "Yarın gece, ölmediğimi ve Dila Karadağ olduğumu bir bağış gecesinde açıklayacağım. Kerim Milat ve Karan Demirkol bu hamleyi beklemedikleri için sarsılacaklar tabi. Benim bir anda açığa çıkmam, Miraç ile birlikte olmam onları zora sokacak. Biz de o sırada kasalara ulaşmak için yola çıkacağız." Söylediklerimi aklında tartması için Sancar'a bir müddet izin verdim. Gözleri halıya odaklanmış, derin düşüncelere dalmıştı. "Kızdın mı bana?" diye sordum çekinerek. Sancar gözlerini bana çevirdi, kaşlarını çattı. Bacağımın üzerindeki elimi tuttu.

"Neden kızayım? Plan senin ve Murat'ın planıydı. Miraç ve ailesinin bunca yardımlarından sonra sorgulamam garip olurdu. Her daim arkandayım kardeşim. Bok çukuruna batsan girer yine kurtarırım seni. Arkanda her zaman Sancar Keskin var. Sakın unutma bunu. Sen bana Murat'ımın emanetisin, sen benim kardeşimsin." Gözlerini Miraç'a çevirdi. "Sana da bir teşekkür borçluyum. Kardeşimi kurtarmışsın. Ben ondan bir haberken kol kanat germişsiniz. Dila'ya zarar gelmediği sürece sizin de arkanızdayım."

Miraç başını hafifçe eğmiş ve "Eyvallah." demişti sadece.

"Murat, ölmeden önce kasaların adresini senden alacağımı söyledi." dediğimde Sancar bana döndü. Başını usulca salladı.

"Beş sene sakladım. Sen Berlin'e uçacağın gece bana verdi. Fakat sekiz kasanın da yeri yok. Güvenlik amaçlı sadece birinci kasayı verdi. İkinci kasanın adresi, birinci kasanın içinde." Dudaklarım şaşkınlıkla açıldı çünkü bu detayı bilmiyordum. Bir belgeye ulaşılsa bile ikinci belgenin bulunmaması için çok uğraşmıştı ve Murat'ın bu konuda fazlasıyla titiz çalıştığını tekrardan bana ispatlamıştı.

"Benim anlamadığım bir konu var." diyerek araya girdi Miraç.

"Neymiş?" diye sordu Sancar. Miraç, bedenini öne doğru eğdi.

"Beş sene boyunca neden sen açığa çıkarmadın belgeleri? Elinde adres var, gidip hepsini toplasaydın."

"Kasaları Dila ve Murat'tan başkası açamaz." dedi Sancar. Yaklaşık iki dakikadır ortamda dönen konular hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu detayı da bilmiyordum. "Kasalar üç şifre ile korunuyor. Birinci parmak izi, ikincisi videolu görüşme, üçüncüsü de Murat'ın bana anlattığı kadarıyla sadece kendisinin ve Dila'nın anlayabileceği bir kodla açılabilir. Bu üçünden birini bile yapamazsan kasa açılmaz. Sisteme bildiri gider, güvenlikten sorumlu adamlar kasayı açmayı çalışanı bulup işini bitirir."

"Ben neden bilmiyorum bunu?" diye sordum merakla. "Murat bana planın her detayını anlattı. Bu kısımlardan haberim yok benim."

"Senin güvenliğin için. Murat ve ben yurt dışı seyahatlerinde hepsini ayarladık. Adamlara aklı hayali almayacağı paralar ödedik, sadakatlerini kazandık." dedi Sancar.

"Ama güvenlik sistemini ben kurdum. Nasıl bu üç aşamadan haberim olmaz?" diye sordum.

"Arif'i neden babandan korumamız gerektiğini sanıyordun sen? Senin kurduğun sistem çok güçlüydü, kodların bir efsane yaratmıştı ama eksik yaptırmıştı Murat sana. Hepsi senin güvenliğin içindi. Planın içinde ama bir o kadar da dışında olman gerekiyordu. Arif kasalara üçlü koruma sistemi kurdu. Parmak izini sadece ikiniz açabilirsiniz ki ilk şifre gizli koyuldu. Yani kasa üzerindeki harflere dokunduğun anda parmak izini algılayacak. Yine bir tehlike durumunda aniden enselenebilir herhangi biri."

"Bana söylemenizi tercih ederdim." diyip arkama yaslandım. Yüzüme bakan Sancar alındığımı gayet net görebiliyordu. Eksik bildiğim bir plan yüzünden senelerce esir tutulmuş bir kadın olduğum için bu alınganlık küçük bir tepki sayılırdı. Sancar uzanıp diz kapağıma elimi koydu.

"Murat seni, babandan korumak için geri planda bıraktı. Eğer senin bir şey bilmediğine inandırırsan babanı sana zarar vermeyeceğini düşündü. Ben ona defalarca söyle dedim ama kararından dönmedi. Bir süre sonra, onu da anladım. Ben de olsam böyle yapardım ama işler çok karışmış. Kerim'in sizi görmesi her şeyi alt üst etti. Ne o ne de ben koruyamadık seni."

"Siktir et!" dedim elimi havada sallandırarak. "Eğer o sır olmasaydı ben o hücrede ilk gün ölürdüm. Bana son nefesleri arasında bu adresi söylemeseydi o an canıma kıyardım zaten. Bana yaşama amacı verdi o. Hayatımın içine eden adam babamken sizin beni koruyamamadığınızı düşünmenize izin vermem Sancar. Ben zaten Milat soyadını taşıdığım için bir bok çukurundaydım ve Murat gidince iyice içine gömüldüm. Savaştığım, sırf sırrı öğrenmek için saatlerce işkence uygulamasına rağmen başımı eğmediğimden hiçbir zaman pişman olmadım."

"Sen güvenlik sistemini nasıl kurdun?" diye sordu Miraç. Kaşlarını çatmış, aklındakileri bir düzene sokup anlamlandırmaya çalışıyordu.

"Kod yazarak." dedim omuz silkip.

"Kod yazmayı nereden biliyordun?" diye ekledi bu sefer. Ona bu kısmı söylemediğini hatırladığımda sakin bir tonda açıklama yaptım.

"Bilgisayar mühendisiyim aslında ben." Miraç'ın kaşları şaşkınlıkla alnına doğru yol aldı. "Üç senede okulu bitirdim. Murat sistemi benim kurmamı isteyince de daha da hırslandım. Günlerce uğraştım, bütün olasılıkları hesaplayıp görülmemiş bir güvenlik ağı ördüm."

"Mükemmel bir kıvrak zekaya sahip Dila." Dedi Sancar. Sesinde saf bir hayranlık ve gurur vardı. " Aklımıza gelmeyen olasılıkları öngörmüş, bizi büyük tehlikelerden kurtarmıştı."

Miraç'ın yüzünde minik bir gülümseme oluştu. Gözlerine yerleşen anlık parıltılar sanki sadece bana görünür gibiydi. Fakat şimdi bilmedikleri bir gerçek vardı. Yazılım ve donanım hakkında öğrendiğim tüm bilgiler beş sene boyunca aklımdan silinmişti. Hatırladığım şeyler çok azdı.

"Şimdi yapabileceğimi sanmıyorum." dedim hüzün bulaşmış bir ses tonuyla. "Elime bilgisayar almayalı çok oldu. O hücrede çoğu şey aklımdan silindi. Kesik kesik anılar, silik görüntüler var zihnimde sadece."

Sancar kaşlarını çattı. Yüzünde eksik kalanlar ile ilgili bir merak vardı. Miraç ile gittiğinde akşama kadar ona açıklama yapacaktım zaten. "Yeniden öğrenebilirsin. Ben zekana hâlâ güveniyorum." dedi kendinden emin bir edayla. "Hem öğrenmezsen kasaları açamazsın." dediğinde oturduğum yerden doğruldum.

"Ne demek açamazsın?"

"Üçüncü güvenlik duvarında sadece ikinizin bileceği bir kod var. O kodu çözmen gerek. Kasanın saklandığı yerde seni büyük bir sistem odası bekliyor. Murat o zamanlar açacağından çok emin olduğu için kodları biraz zorladı." dedi Sancar. Dudaklarım yine şaşkınlıkla aralandı. Bu neredeyse imkansızdı. O kodları çözebilmek için büyük bir çalışmanın üstesinden gelmem gerekiyordu fakat bu kadar kısıtlı bir zamanda bunu nasıl başaracaktım ki?

"Benim yeniden yazılım ve donanım öğrenmem günlerimi, aylarımı alır. Ne yapacağım ben şimdi?" dedim sesimi yükselterek.

"Schatten sana yardım edebilir bu konuda." diye araya girdi Miraç. Gözleri halıya odaklanmış, gözleri düşünceli bir edayla kısılmıştı.

"O kim ki?" diye sordum.

"Benim ekipten. En eski çalışanım. Bilişimden sorumlu olan kişi." diyerek açıklama yaptı. Sonra gözlerini bana çevirdiğinde, "Mühürlü dosyanı açığa çıkartacak kadar yetenekli birisidir." diye ekledi.

Bedenimi öne eğip, "Beni o mu buldu?" dedim kin dolu bir ses tonuyla. Miraç çarpık bir gülümsemeyle bana baktı ve başını salladı.

"Ona söylersem sana birkaç günde çoğu şeyi öğretebilir. Zaten derinlerine indikçe her şeyi hatırlayabilirsin. Sadece sana hatırlaman için ipuçları vermeliyiz." dedi. Belki de haklıydı. Belki, birkaç kez göz gezdirdiğimde silindiği düşündüğüm şeyler bir anda geri açığa çıkabilirdi. "Tek sorun sadece Almanca ve İngilizce biliyor Schatten." diye ekledi. Dudakları hafifçe öne büzülürken bu duruma bir çözüm bulmaya çalışıyordu ama ortada bir sorun yoktu.

"Ben iki dili de biliyorum. Sıkıntı yok." dedim kendimden emin bir tonla. Miraç bana şaşkınlıkla bakmaya başladı. Kasalara ulaşabilmem için emanetçilerin dilini bilmem gerekiyordu. Hücrede kalırken dilleri unutmamak için sürekli kendi kendime dil değiştirerek diyaloglar oluştururdum. "Körelmişimdir ama hiçbir dili unutmadım."

"Hangi dilleri biliyorsun?" diye sordu Miraç merakla.

"İngilizce, Almanca, Fransızca ve İspanyolca. Rusça için çalışıyordum ama artık sıfırım onda. Birkaç Latince kelime biliyorum o kadar." dedim sakin bir tonda. Miraç daha çok şaşkınlık yaşarken yüzünde gördüğüm şeylerden biri de gururdu. Biraz da hayranlık belki. Gülümsedim. Dakikalar önceki kasvetli havanın da yok olmasıyla onun gözlerindeki parıltılara gülümsemek güzeldi.

"Tamam o zaman. Ben konuşayım Schatten ile. Yarın geceden sonra eğitime başlarsınız." dediğinde başımı salladım.

"Çok iyi olur. Vakit kaybetmememiz gerek." dedim.

"Her şey açıklığa kavuştuğuna göre ben şirkete geçiyorum." diyerek ayaklandı Miraç. Sancar da ben de ayaklandık. "Akşam iş çıkışı almaya geliyorum o zaman seni." diye eklediğinde başımı sallayarak onayladım onu. Halletmemiz gereken bir özlem meselesi vardı. Senelerin acısını akşama kadar Sancar ve Beyza ile çıkaracaktım.

Kapıya geldiğimizde Sancar ona dostça elini uzatmıştı ve Miraç da elini rahat bir tavırla sıkmıştı. Aralarında bir problem oluşmadığını görmek beni nedense mutlu etmişti. İçten içe ikisinin iyi anlaştığını görmek istiyordum ve karşımdaki manzarayla bunu başardığımı görebiliyordum. Miraç, karşıma geçtikten sonra sağ elini kaldırıp kolumdan tuttu ve başını yüzüme doğru eğdi.

"Telefonunda numaram kayıtlı. Acil bir durum olursa beni arıyorsun. Hemen gelirim." dedi. Geleceğini biliyordum, hiçbir şey bilmesem bile gözlerindeki kararlılık ve keskinliği görsem yine sözlerine kolayca inanırdım.

"Tamam, merak etme." dedim başımı sallayarak.

"Uzağımda olduğun her an merak edeceğim." diye karşılık verdi aniden. Parmakları kolumu hafifçe okşarken kahve gözleri daha da koyulaştı. Yoğunluğu arttı, ruhumu şaha kaldıracak kadar beni dumura uğrattı. "Bir şey istersen Batu kapıda olacak. " Bu sefer konuşmadan başımı salladığımda her defasında kalbimi tekleten hareketini yaptı, göz kırptı.

BÖLÜM SONU!

Emeğime saygı duyup oy vermeyi unutmayın. 🍒

Mesafelerin bizim için önemi hiçbir zaman olmadı. İçlerimizdeki yaralı çocukların elleri, biz ne kadar birbirimizde uzakta olursak olalım hep mühürlüydü.

Continue Reading

You'll Also Like

2.4K 377 29
"Üç yıl Büşra... Tam üç yıl seni gördüğüm her yerde sana kusur bulmaya çalıştım. Sen üç yıl boyunca sevipte kendinden bile sakınmak ne demek biliyor...
536 56 2
Kurşun sesleri taş duvarlarda yankılanıyor, adeta ölümü anıyorlardı.... Tek tek yığılan bedenler , cenaze evine dönüşmüş konak.... Deli gibi atan yür...
1.2M 52.8K 46
~TAMAMLANDI~ 0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kate...
38.2K 5.6K 35
Müge kariyerini yaban ellere bırakmamak için tehlikeli sulara dalarak kendini influencer olan Doğan'ın asistanını olarak buldu. Aslında bunu planlamı...