SÜVEYDA

By Rabiakyk

31.9K 2.2K 721

SÜVEYDA Kayıp bir ceset veya kayıp bir kişi, Bir kişiye karşılık bin kişi. Kaza süsü verilerek öldü sanılan... More

-Tanıtım-
1.Bölüm:''Yok Olduğun Yerden Dirilirsin.''
2.Bölüm:''Umutsuz Çırpınışlar.''
3.Bölüm:''Kabuk Tutmayan Yaralar.''
4.Bölüm:''Uçmaya Hayran Bir Tırtıl.''
5.Bölüm:''Acı Okyanus.''
6.Bölüm:''Kıyıya Vuran Balık.''
7.Bölüm:''Sarı Bir Gül.''
9.Bölüm: ''Yaralı Kuş''
10.Bölüm "Kanlı Gül Yaprakları."
11.Bölüm: ''Herkes Gibi.''
12. Bölüm: " Kurallar ve Sınırlar."
13.Bölüm: ''Ressamın Parmakları.''

8.Bölüm:''Ruh Kırıntıları.''

1.4K 164 44
By Rabiakyk

Tanıtım filmimizi buraya ekliyorum. Yapabilmiş miyim canlarım? Beğenirseniz devamını getirmeyi düşünüyorum. Çalışmalarımı youtube kanalıma abone olarak takip edebilirsiniz. 

Her şeye rağmen ayakta dimdik duran birisine...

👑 

8.Bölüm:''Ruh Kırıntıları.''

Ruh kırıntıları...

Toplanınca bir parça eder miydi?

Gece parlamak kolaydır, kimsesiz sokakları aydınlatmak...

Güneş kadar sevilmez mesela ay. Ekinleri büyütmeye yardımcı olmaz, ışığı ısıtmaz.

Karanlıkta bütün ihtişamı ile parlar ama her şeyi aydınlatmaz.

Güneşten aldığı ışık ancak kendine yetmesine rağmen ışıldamayı bekleyen karanlığı aydınlatmaya çalışır.

Ayın en yakını karanlıktır ama milyonlarca yıldıza rağmen yalnızdır.

Birçok suça tanıklık eder, isyanını belli etmek için parlamak istemez ama her şeye rağmen güneş onunla ışığını paylaşır. Kimsesiz insanların güneşini karanlığa mahkûm etmez.

Zarafetiyle parlayan bir güneş olmak zordur elbet ama sevilmediğini bile bile parlamak çok daha zordur. Ay olmanın harabeye dönen bir evden farkı yoktur. İnsan kaybolur, yuva yıkılır; harabe olur. İnsanlar kuytuya çekilir, gecenin karanlığı hüküm sürerken kimsesizlerin kimsesi bütün ihtişamı ile parlar.

Savaş, kendine gelmeye çalışarak yutkundu. Sinirinden Gonca'ya patlamak istemiyordu. Konuşmanın ne kadarını duyduğunu kestiremediği için ne diyeceğini bilemedi. İçinde kavrulan onlarca duygu vardı: Öfke, kin, intikam, özlem, merak...

Şu an yanında, eskisi gibi Melisa olabilirdi. Savaş tablolarıyla uğraşırken dikkatini dağıtır, şirinlik yapardı belki. Yemekleri ona kitler tatile gelmiş havasında takılırdı. Eski günlerdeki gibi.

Ah Melisa, gidemeyecek kadar gençtin oysa.

Sevmediği bir adam tarafından kaçırılmış, uzun bir süre haber alınamamıştı. Ta ki o geceye kadar.

13 Kasım 2018

Savaş, Atakan ve Fatih Bey, Melisa'yı kurtarmak için kurdukları planın üzerinden geçiyorlardı. Çok az kalmıştı kavuşacaktı ailesine. Korkmayacaktı artık. Bitecekti her şey.

Tam o esnada Derya Hanım'ın çığlığı sarmıştı bütün malikâneyi. Kızına kavuşmak için gün sayan kadının yüreğini, bir cesetle yakmışlardı.

Kül olmasına ramak kalmış bir ceset...

Son kez görmek, sarılmak istemişti. Tanınmaz halde demiş, göstermemişlerdi. Bir anne, bu acıyla nasıl baş edebilirdi? Edemezdi. Derya'da edemedi. Öpmelere doyamadığı kızını kara toprağa emanet etti.

Nasıl olmuştu da etrafına yaydığı mutluluk yerini hüzne bırakmıştı?

Savaş Alp kendini ne ara annesinin yanında bulduğunu hatırlamıyordu bile. İki polis memurunun, Melisa'nın cesedini bulduklarını söylemesiyle eli ayağı boşalmıştı. Öyle bir haykırmıştı ki değil malikâne, bütün Ankara başına yıkılmıştı sanki. Az kalmıştı oysa kavuşacaktı kardeşine, sıkıca sarılacaktı ona, öpmelere doyamayacaktı.

Bundan sonrası dayanılmazdı. Yanan cesedi görememişlerdi fakat adli tıptan doğrulayıcı bir belge gelmişti. 14 Kasım'da toprakla bütün olmuştu güzel Melisa. Gökyüzü bunu kabullenememiş, hüngür hüngür ağlamıştı. Toprağı daha defnedilmeden ıslanmıştı.

Bedenden ayrılan ruhun sessiz çığlıkları dört bir yana savruldu. Savruldu ve sevenlerini yaktı, kül etti. Bedenen diri olsalar da ölü ruhları belli bir zaman sonra ağır geldi taşıyamadılar, ezildiler. Taşkıran ailesi, Melisa'nın ölümünden sonra dört bir yana savruldu. Savaş dağıldı, ortadan kayboldu.

İnanamadı bu olanlara sessiz sedasız olayın peşine düştü. Melisa'nın, Kemal denilen adamdan kaçarken kaza yaptığı arabayı incelemeye aldırdı. Mobese kayıtlarını birçok kez izledi. Hiçbir şey bulamadı. Elinde sadece arabadan çıkacak sonuç vardı. İçini karamsarlık sarmıştı. Artık ölmedi, yaşıyor diyemiyordu ama kabullenmek istemiyordu.

Nasıl kabullenebilirdi ki?

Birkaç gün sonra yanan arabadan da bir sonuç çıkmadı. Savaş öfkesinden, üzüntüsünden hiçbir yere sığamıyordu. Kardeşinin yaşayıp yaşamadığından emin değildi. Kuşku gün geçtikçe içini kurt gibi kemiriyordu ta ki Atakan'ın elinde bir poşetle geldiği güne kadar. Elleri titreyerek vermişti poşeti Savaş'a ''Kazanın olduğu yerde bulundu.'' demiş çıkmıştı evden. Yanında olmak ve destek çıkmak istiyordu fakat Savaş'ın buna izin vermeyeceğini bildiği için sessiz sedasız geldiği gibi çıkmıştı evden.

Nefessiz açmıştı poşeti. Avcuna düşen bilekliğe bakakalmıştı.

Melisa'ya doğum gününde özel olarak yaptırdığı ve Melisa'nın hiçbir zaman çıkarmadığı bileklik...

Onca sene akıtmadığı gözyaşları bugünü beklemiş gibi dökülüvermişti art arda gözlerinden. Bu çaresizliğin çaresi yoktu. Kaç saat elindeki o bilekliğe bakarak yıkıldığı yerde ağladığını, ne ara yumruğunu cam sehpaya geçirdiğini hatırlamıyordu. Elinden akan kan aktığı yerde gölcük oluşturmuştu.

Bu cam kırıkları çıkacak, eli iyileşecekti. Peki ya can kırıklığı ne olacaktı, nasıl geçecekti?

Sigara izmaritleri kana bulanırken telefonu çaldı. Açmadı. Birkaç defa daha çaldı hiçbirini cevaplamadı, arayana dahi bakmadı. Aradan çok zaman geçmeden kapı yumruklanmaya başladı. Atakan açması için bağırıyordu. En sonunda kapıyı kırarak girdiğinde bıraktığı yere yıkılmış adamın yanına koştu. Savaş'ın gözleri kısılmış, görüşü bulanıklaşmıştı. Kan kaybından neredeyse kendinden geçmek üzereydi. Atakan hızla onu yerden kaldırmış ve elini sarmıştı.

Aradan geçen birkaç saat sonunda Savaş kendine gelmeye başlamıştı. Görüşü hâlâ bulanıktı fakat bedenen daha iyiydi. Atakan oturduğu yerden kalkıp gitmeleri gerektiğini söyledi. Savaş itiraz etmedi. Konuşacak hâli yoktu. Hangi cehenneme gideceklerse orada yanmak istedi. İstemeseydi keşke. Kül olan yüreği, karahindiba tohumları gibi savrulmuştu dört bir tarafa.

Nereye mi gelmişlerdi?

Mezarlığa... Melisa'yı defnettikleri mezarlığa.

Savaş'ın sinirden elleri titremeye başlamıştı. Onun burada yattığını henüz kabullenememişken şimdi yüzleşemezdi. Atakan araçtan inerken bütün ciddiyetiyle onu izledi. Patlamamak için kendini zor tutuyordu. Atakan yağan yağmurdan korunmak için kapüşonunu kafasına geçirirken Savaş'a gel işareti yaptı. Daha sabah yıkıktı bu adam, nasıl oluyor da şu an gözleri parlıyordu böyle.

Deli olacaktı Savaş, az kalmıştı. Arabadan bir hışımla indi.

''Bu soktuğumun yerinde ne işimiz var bizim? Ne işimiz var Atakan?'' Sona doğru geceyi inletircesine bağırmıştı. Atakan bagajı açıp iki kürek çıkarmıştı. Savaş sinirle ona bakmaya devam ederken onun ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. Beyni uyuşmuş gibiydi.

''Kendimize mezar mı kazacağız kardeşim? Diri diri gömüldüğümüz yetmedi mi?'' Sinirle sağlam elini yağmurdan ıslanan saçlarına daldırdı. Kuru yaprakların rüzgârda salındığı gibi salınmıştı saçları. Atakan kürekleri tutmadığı eli ile Savaş'ı mezarlığa sürüklemeye çalışıyordu.

''Ne yapıyorsun amına koyayım bırak beni!''

Atakan'ın tahammül edecek hâli kalmamıştı artık. Bir an evvel emin olmak istiyordu. ''Kapat şu siktiğimin çenesini, Melisa'nın değil, senin mezarını kazacağım birazdan.''

''Hiçbir bok anlamıyorum lan!''

Kolunu elinden kurtardı ve Atakan'ın sürüklemesine izin vermeyip peşine takıldı. Melisa'nın mezarı önünde durdular. Atakan elindeki küreklerden birini Savaş Alp'e verdi. Aralarında geçen birkaç saniyelik bakışma sonunda Atakan ''Ya Allah, bismillah.'' diyerek ıslak toprağa ilk darbeyi vurdu. Savaş Alp şaşkınca ona baktı.

''Zarar vereceksin kardeşimize!'' Aralarında geçen birkaç saniyelik sessizlik sonunda fısıldadı. ''Tabii içindeki gerçekten kardeşimizse.''

İdrak etmeye başlamıştı sonunda bazı şeyleri. Kısa bir süre sonra çamurlu toprağı kenara yığmış birkaç tahta parçası ile bakışıyorlardı. Yağmur gittikçe şiddetini arttırmış, iki adamı da sırılsıklam etmişti. Savaş yavaşça yere çökerken dizleri ıslak toprağa gömüldü. Çamura bulanan elleri tahtanın üzerinde durdu. İlk defa yüreğinin bu denli çarptığını hissediyor. İlk defa göreceği şeyden delicesine korkuyordu.

Gözlerini kapatırken tahta parçasını kaldırıp kenara fırlattı. O sırada Atakan'ın yanında diz çöktüğünü hissetti. Daha fazla göreceklerinden kaçamaz, içindeki şüphe ile yaşayamazdı.

Yüzüne düşen yağmur damlalarına karşı çıkıp araladı gözlerini. Gördüğünü kavrayamazken, yeni doğmuş bir bebek gibi birkaç defa gözlerini kapayıp açtı. Kalan tahta parçalarını da hızla diğerinin yanına fırlattı. Titreyen ellerini birkaç defa yere vurdu. En sonunda ellerini çamurlu toprağa gömerken başını semaya kaldırdı. İçindeki bütün acıyı akıtmak ister gibi bulutlu geceye bir haykırış daha bıraktı. Omzunda bir el hissetti. Bakışları, Atakan'ın yağmura karışan gözyaşlarını buldu. İkisi de aynı anda mezara döndü.

Mezar boştu.

Defnettikleri cenaze ortadan kaybolmuştu. Bu görüntü iki adamın da yüreğine umut filizleri ekmeye yetmişti. Hani sona geldiğinizi düşünürsünüz ama asıl başlangıcın o sonun kıyısında beklediğini görürsünüz. İşte Savaş şu an yitip gidenin aslında gitmediğini, her şeyin yeni başladığını anlamıştı.

Savaş, Gonca'nın yüzüne bakarken dalıp gitmişti. Yüzü bazen canı acıyor gibi buruşuyor yutkunmaya çalışıyordu fakat yutkunamıyordu bile. İlk defa duygularını bu kadar yansıtıyordu. Bunu yaptığının farkında değildi. Gonca, onun gözlerindeki acıyı birkaç saniye de olsa görebilmişti.

Savaş'ın çok canı acıyordu.

Adamın acısını kendininkilere eklemek istedi. En azından alışmıştı o. Acıtmıyordu önceki kadar. Savaş gün geçtikçe kanıyor gibiydi ama bilmiyordu Savaş Alp'inkinin yanında onunki neydi ki?

Acılar belli bir zaman ruhu besler, daha sonra sinsi bir yılan gibi sarılır. Ruhu zehirlemeye başlar, zedeler ve yok eder.

Savaş'ın ruhu yara bere içinde, yok olmayı bekliyordu. Hâlâ kurtulmak için bir yolu vardı fakat Gonca, küçüklüğünden beri bedenini ruh kırıntıları ile ayakta tutmuştu.

Ruh kırıntıları...

Toplanınca bir parça eder miydi?

Gonca mermerden ayaklarına işleyen soğuğu hissetmezken Savaş'a doğru bir adım attı. Deli gibi neden bu halde olduğunu, kimi bulmak istediğini merak ediyordu. Sormaya ne cesareti ne de haddi vardı. Belki bir gün, sormadan Savaş kendisi anlatmak isterdi. Zaten iki gündür tanıdığı bir kıza nasıl güvenebilirdi ki?

''Yemek hazırladım, onu haber vermek için gelmiştim.''

Savaş ondan böyle bir şey beklemiyordu. Bazı şeyleri sorması gerekti. Yoksa konuşmasının ne kadarını duyduğunu nasıl öğrenecekti? Belki bütün konuşmasını duymuş, ondan intikam alacaktı. Bunu bilmeliydi ama şu an neyi ne kadar duyduğunu sorup ne onu işkillendirmek istiyor ne de bu konu hakkında konuşmak istiyordu. İçi kıyılıyor gibiydi.

Savaş'ın telefonu sıkmaktan beyazlaşan eline dokunmak istedi. Dokunursa... alırdı belki acısını, biraz olsa da. Savaş cevap vermeden sadece yüzüne bakıyordu. Yanına yaklaştı. Konuşmaktan çekinir gibi titredi sesi. ''Tok musun yoksa?''

Savaş, onu net görebilmek için başını biraz eğdi. Gözlerini kapatıp sertçe yutkundu. ''Açım.''

Gonca elini birkaç saniye de olsa onun koluna koyup gülümsedi. ''E, hadi o zaman.''

Savaş Alp'in bir şey söylemesini beklemeden arkasını dönüp sokak kapısını ardında açık bırakarak eve girdi. Mutfağa gireceği zaman dış kapının kapanma sesini duydu. Savaş Alp henüz gelmeden çorbaları kaselere doldurup yerine geçti.

Masada eksik bir şey var mı diye kontrol ederken Savaş Alp içeri girdi. Karşı karşıya oturduklarında sessiz bir şekilde yemeklerini yemeğe başladılar.

Gonca'nın sormak istediği birçok soru varken Savaş Alp'in ruhsuz bakışları ve sessizliğiyle bütün merak ettiklerini kendine sakladı. Kaçan keyfi tokluk hissi yaratırken parmakları arasına aldığı su bardağıyla arkasına yaslandı. Bugün onunla keyifli bir sohbet yapamayacaktı, anlamıştı.

Kimi arıyorsa onu bir an önce bulmasını diledi Gonca. Elinden başka bir şey gelmeyeceğini, Savaş Alp'in sınırlarını aşamayacağını anlamıştı.

''Çıkabiliriz.''

Üzerine geçirdiği siyah eşofman takımının üzerine geçirdiği montunun fermuarını çekip sokak kapısının önünde ayakkabısını giyen adamın yanına ilerledi. Atkuyruğu yaptığı saçları yürüdükçe iki yana sallanıyordu. Yüzünde dudaklarına sürdüğü nemlendiriciden başka bir şey yoktu fakat ışıl ışıl bir siması vardı. Savaş Alp eğildiği yerden kalkıp Gonca'ya kısa bir bakış attıktan sonra dışarı çıktı. Dünden beri oldukça soğuktu ve bu hâli Gonca'nın canını sıkmaya başlamıştı. Evinde bir misafirken onun bu soğuk tavırları gerilmesine sebep oluyordu. Diken üstündeydi ve ne yapacağını bilemiyor, ona nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu. Ayakkabılarını giyip kapının arkasındaki anahtarı çekip çıktı. Savaş onun geldiğini görünce sigarasını atıp arabaya geçti. Gonca da bindiğinde arabayı çalıştırdı.

On dakikalık bir yolculuk sonrası Savaş Alp arabayı mahallenin birinde durdurdu. Arabadan inip heyecanla etrafına bakındı Gonca. Alışveriş deyince markete gideceklerini düşünmüştü fakat Savaş onu pazaryerine getirmişti. Elindeki malları satmak için bağıran pazarcıların sesleri kulaklarına doldu. Yokuş üzerine kurulmuş pazarın en tepesinden aşağıya baktı. Fazlasıyla kalabalık bir yerdi. Kurulan çadırların sonu gözükmüyordu ama karşıdaki deniz bütün ihtişamı ile dalgalanıyordu.

''Deniz manzaralı pazar, muhteşem!''

Savaş'la ne ara yan yana geldiklerini kestiremedi. Beraber yokuştan aşağıya inmeye başladılar. ''Mutfak ihtiyacını hep buradan mı karşılarsın?''

''Genelde.''

Kalabalığın içine karıştılar. Savaş alınması gereken sebze ve meyvelere göz atarken Gonca da etrafı inceliyordu. ''Şeker şeker, parayı cepten çeker!''

Gonca gülerek önünde durduğu portakalcıya baktı. Adam bu işe yıllarını vermiş gibiydi. Yüzünü istila etmeye başlayan kırışıklar hayatın ona bir hediyesiydi. Birkaç saniye içerisinde kestiği portakalı bıçağa takıp Gonca'ya uzattı.

''Buyur ablam.''

Gonca tereddütle adama baksa da elini uzatıp bıçağın ucundaki dilimi aldı. Pazarcı heyecanla ona bakarken bir ısırık aldı. Oldukça sulu ve tatlıydı. Savaş'ın elinde birkaç poşetle yanına gelmesiyle elindeki portakalı ona uzatıp heyecanla konuştu: ''Baksana tadına, çok lezzetli.''

Pazarcı kestiği portakaldan bir dilim de Savaş'a uzatırken, o Gonca'nın elinde yarım kalan portakalı dudaklarına götürdü. Dudağını yalarken pazarcıdan iki kilo portakal istedi. Gonca elinde kalan portakal kabuğuna bakakaldı.

''Ama benimdi o!''

''Aldıklarımızın hepsi senin olabilir.''

Midesi bulanmadan nasıl yemişti Gonca'nın ısırdığı portakaldan? Gonca karnına bir yumruk yemiş gibi nefesi kesildiği için onun önünden ilerlemeye başladı. Yokuştan aşağıya indiğinde yol ayrımına geldi. Nereye gideceklerini bilmediği için durup arada çaktırmadan arkasında olup olmadığını kontrol ettiği adamı bekledi. Pazarda annesini kaybetmiş çocuklar gibi Savaş Alp'i aramak istemiyordu fakat ortalıkta gözükmüyordu. Oysa birkaç dakika önce arkasındaydı.

''Beni mi arıyorsun?''

Ensesine vuran nefesle yerine mıhlanırken nefesi korkuyla hızlanmıştı. ''Şey... seni göremeyince kayboldun sandım?''

''Kayboldum sandın?''

''Hıhı.''

Savaş onun bu haliyle eğlenirken sağ tarafa döndü. ''Kaybolmak istemiyorum, lütfen yanımdan ayrılma!'' Sesindeki alayı hissetmişti Gonca. Tam cevap verecekken yan taraflarındaki pazarcı sözlerini yutmasına mâni oldu.

''Sündür çek, don lastiği bir lira!'

Gonca dayanamamış kahkahayı patlatmıştı. O esnada pazarcının kadrajına girmişti bile. ''Don lastiği lazım mı ablam?''

Gülümsemesini zorla bastırırken başını iki yana salladı. Konuşacağı zaman, Savaş dirseğinden tutup cevap vermesine izin vermeden sürükledi. Kaba herif.

Karşıda çiçek satan yaşlı bir kadın görünce ''Savaş?'' dedi. Adam genç kızın naif sesinden adını duyunca ona döndü.

Şey... çiçek alabilir miyim?''

Gonca'nın cevap bekleyen okyanus mavilerine baktı. ''İstediğini alabilirsin.''

''Evde çiçek yoktu ondan sordum. Sevmiyorsan, sorun değil.''

''Fark etmez bana.''

Beraber çiçekçi kadının tezgâhının önünde durdular. ''Kolay gelsin.''

'' Sağ ol evladım.''

Gonca gelir gelmez gözüne kestirdiği beyaz açelyayı gösterdi. ''Çok güzel değil mi Savaş?''

''Türü ne?''

Çiçekçi ile aynı anda konuştu: ''Beyaz açelya.''

Yaşlı kadın, bu güzel kıza gülümsedi. ''Müşterilerin çoğu aldıkları çiçeklerin adını dahi bilmezler.''

''Sen oldukça ilgilisin.''

Savaş kulağına doğru fısıldamıştı. Gonca başını sallamakla yetindi. Ne diyebilirdi ki?

''Bana bir tane de fesleğen verir misiniz?''

Yaşlı kadın başına taktığı bandanasının ucunu arkaya sıkıştırıp Gonca'nın dediği çiçekleri hazırlamaya başladı.

''Biliyor musun açelya sevip de kavuşamayanların çiçeğidir. Hüznün, ayrılığın, imkânsızlığın, acının ama aynı zamanda da tutkunun ve gerçek aşkın anlamını taşır.''

Savaş'ın merakla onu izleyen toprak tanelerine baktı. ''Benim çiçeklerimin hepsi evimde kalmıştı, teşekkür ederim.''

''Teşekküre gerek yok.''

Gonca, annesinin çiçeklerine iyi bakacağını bilse de onları çocuğu gibi sever, okşardı. Menekşeleriyle dertleşir. Sardunyalarıyla ağlaşırdı. Ah tabi bir de kaktüsleri vardı. Onlarla da gülerdi. Dışı dikenli içi sevgi dol çiçeğim derdi.

''İstediklerin hazır kızım.''

Çiçekleri, yeni doğmuş bir bebeği tutar gibi korkarak ve heyecanla tutarken Savaş ücreti ödemişti. Yaşlı kadın paranın üzerini verirken avcundaki çiçek tohumlarını Savaş'ın avcuna bıraktı.

''Zamanı geldiğinde bunları ekin.''

Gonca, Savaş'a yaklaşıp avcundaki poşetli tohumlara baktı. ''Ne tohumu bunlar?''

''Onları zamanı gelince eker ve ilgilenirseniz öğreneceksiniz.''

Gonca heyecanla kadına baktı. ''Çok teşekkür ederiz. Gözüm gibi bakacağım onlara.''

Yaşlı kadın başını salladı. ''Ondan şüphem yok güzel kız.''

Kadına iyi günler dileyip indikleri yokuşu çıkmaya başladılar. ''Sence ne tohumu onlar?'' Heyecanla Savaş'a bakıyordu. Onu mutlu etmek bu kadar kolaydı işte. ''Bilmem, büyüdüklerinde göreceğiz.''

Yokuşu çıkmaya devam ederken domates satan pazarcı bağırıyordu. ''Domata uzanan eller kırılsın! Kahrolsun patlıcan emperyalizmi!''

Herkesin ortak amacı ellerindeki malları satmak ve para kazanmaktı. Bu işi de oldukça eğlenceli bir hale getirmişlerdi. Bir dahaki hafta için gün sayacak gibiydi Gonca. Arabaya ulaştıklarında Savaş Alp aldıklarını bagaja yerleştirdi. Gonca çiçeklerini bırakmak istemediği için ön koltuğa çiçekleri ile oturdu. Eve giden sahil yolunda Gonca cama yapışmış denizin muhteşem görüntüsünü hafızasına kazıyordu. Fesleğeni okşadığında arabayı saran kokusu gülümsemesine sebep oldu. Allah ne güzel yaratmıştı yeri, göğü, gözlerini alamadığı denizi, avuçları arasındaki çiçekleri. Kusursuz ve mükemmel...

Eve geldiklerinde Savaş poşetleri mutfağa taşırken Gonca da ayakkabılarını çıkartıp sakin adımlarla peşine takıldı. Sarıldığı çiçekleri adacığın üzerine koydu. Savaş ellerini yıkayıp kazağının kollarını sıvarken Gonca fesleğeni poşetten çıkardı. ''Fesleğen burada kalsın mı?''

''İstediğin yere koyabilirsin Gonca.''

Sözlerinin üzerine saksıyı adacığın kenarına bırakıp Savaş'a yardım etmek için ellerini yıkadı.

El birliği ile aldıklarını yerleştirmiş, akşam yemeğini hazırlamışlardı. Bu evdeki ikinci akşam yemeğini sohbet ederek sona ermişti. Savaş Alp oldukça nazik ve kibar bir adamdı. Dünkü hâlini görmezden gelebilirdi çünkü büyük bir sıkıntısı olduğunu anlamış, onun için gerçekten önemi olan birini aradığını hissetmişti.

Bedenine sardığı kısa havluyu sıkıca tutup başını koridora çevirdi. Görünürde Savaş Alp yoktu. Zaten alt katta çizim yapacağını, rahat olmasını söylemişti. Hızla odasına girip kapısını kapattı. Kurulanıp yatağın üzerine bıraktığı iç çamaşırları üzerine geçirdi. Saçındaki havlu saçlarından kayarken Gri, yuvarlak yaka tişörtü giydikten sonra altına taytını geçirip yatağın üzerine oturdu. Çantasından çıkardığı tarakla nemli saçlarını tarayıp komodinin üzerine koyduğu kitabını aldı: Franz Kafka, Dönüşüm.

Kaçıncı okuyuşu olduğunu hatırlamıyordu ama her okuduğunda ilk defa okuyor gibi etkileniyor ve uzun uzun düşünmesine sebep oluyordu. Çıplak ayaklarını yere sürüyerek çıktı odadan. Saat daha yeni on bire geliyordu. Savaş'ın yanına inmeyi düşünerek çıkmıştı yola fakat o kadar da cesaretini toplamasına rağmen şu an kararsız bir şekilde merdivenin başında bekliyordu. Savaş canı sıkılırsa gelebileceğini söylemişti. Gidebilirdi o zaman değil mi, bunda çekinecek bir şey yoktu.

O çizimini yaparken Gonca da kitap okurdu. Merdivenlerden indikten sonra elinde sıkıca tutuğu kitapla merdiven altına konumlandırılan kapıya ilerledi. Savaş orada kapı olduğu söylemese fark etmezdi bile.

Elini beyaz tahta üzerinde gezdirdikten sonra kapının çıkıntısını bulup yavaşça iteledi. Karalığı hapseden koridor mahzen gibiydi. Karanlığı aydınlatan birkaç lamba sayesinde duvardan destek alarak merdivenlerden indi. Karşılıklı iki kapının ortasında durup altından ışık huzmesi yayılan odanın kapısına döndü. Çekingence birkaç defa tıklattıktan sonra Savaş'ın gel demesiyle başını içeri uzattı. Loş ışığın altında üzerinde sadece koyu renk eşofman altı ile çizim yapıyordu.

''Rahatsız etmiyorum umarım, gelebilir miyim?''

''Gelebilirsin.''

İçe kıvırdığı ayak parmaklarını düzeltip içeri girdi. Savaş'ın olduğu yerden yayılan ışık odayı aydınlatmaya yetmese de göz gözü görüyordu. Savaş kulağının arkasına sıkıştırdığı kalemi alırken konuştu: ''Karşıdaki koltuğa oturabilirsin.''

Gonca girişte beklediğinden Savaş'ın konuşmasından sonra kendini onun karşısındaki geniş, deri koltuğa attı. Gonca görebildiği kadarıyla etrafını incelemeye başladı. Oda evin altında olmasına rağmen ayın ışığı içeri düşüyordu. Nasıl bir yapıydı bu böyle? Çok ince düşünülmüş ve tasarlanmıştı. Duvarlarda beklediğinin aksine bir tane bile tablo yoktu fakat Savaş'ın tam arkasında duvarda kocaman siyaha boyanmış bir kafatası vardı. Duvar ise bembeyazdı. Altında italik ''Considerans ultimum.'' yazıyordu.

Acaba ne demekti? Hangi dilde yazılmıştı?

''Sonunu Düşün.''

''Efendim?''

''Duvardaki yazıyı merak etmiyor muydun?''

Gonca koltukta bağdaş kurarken ''Aklımı mı okuyorsun sen?'' deyip tek kaşını kaldırmıştı. Savaş onun bu hâlini ciddiyetle izliyordu. ''Her şeyi merak ettiğin için...''

Kaşları çatılırken ''Merak etmenin kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum.'' dedi.

''Ne gelirse insanın başına merakından gelir demişler, hiç duymadın mı?''

''Aklımdaki soru işaretlerinin beynimi kemirmesi de hoş değil ama.'' Direkt kendini savunmaya geçmişti. Savaş tuvale bir şeyler çizerken ''Yarın başlıyoruz.'' Dedi. Gonca yerinde dikeldi. Buraya gelme sebebini unutmuş olamazdı değil mi?

Bağdaş kurduğu bacaklarını kalçasının altında birleştirip heyecanla elleriyle oynadı. ''Olur.'' Savaş bundan sonra tamamen çizimine odaklanırken dudakları arasına bir sigara yerleştirdi. Yakmıyordu fakat dudaklarını istila etmesine izin veriyordu. Büyük ihtimalle Gonca sevmediği için yakmıyordu.

''Yakmak istiyorsan yakabilirsin Alp.''

Savaş o kadar hızlı başını kaldırmıştı ki Gonca bir an ne dediğini tekrar düşündü. Toprak tanelerinin renginin karardığını aralarındaki mesafeye rağmen seçebilmişti.

''Bana bir da öyle seslenme.''

Sesi oldukça sert ve netti. Gonca, onun bu tavrına karşılık sesli bir şekilde yutkundu. ''Kusura bakma.''

''Tekrarı olmasın yeter.''

Aralarındaki yaş farkına rağmen ona sadece Melisa Alp diye seslenirdi. Tabi onu sinir etmek için yapar ve amacına ulaşırdı. Gonca kalkıp gitmek istedi fakat yerinden kalkamadı. Koltuğun omzuna başını yaslamış defalarca okuduğu ama ilk defa hiçbir şey anlamadığı satırı tekrar tekrar okudu.

Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu ama gözleri uykuya kapanmak için ısrarcı olurken ''Savaş?'' diye seslendi. Haddini aşacaktı belki soracağı soruyla ama öğrenme isteği oldukça ağır basmıştı.

''Efendim, Gonca?''

Savaş birkaç saniye uyumakla uyumamak arasında sıkışan kızı izledi. Gonca derin bir nefes alıp '' Seni kırmaktan, acını deşmekten korkuyorum.''

''Acım deşemeyeceğin kadar derin, beni kıramayacağın kadar paramparçayım.''

''Bende...bende paramparçayım. Parçalarım bir daha birleşemeyecek kadar un ufak.''

İkisi de nefes alamıyor gibi soluklandı.

''Savaş... aradığın kişi senin için çok mu değerli?''

''Çok.''

Seni yakacak... Kendimden vazgeçecek kadar... Çok

''Keşke sana onu bulabilsem.''

Savaş içinde tarif edemediği duygu ile Gonca'ya baktı. Canını yakacağı kadın, canının yanmasını istemiyordu. Gonca'nın merhameti içindeki bir yeri titretmişti. Ciğerlerine çektiği hava canını yaktı. Gonca uykuya daha fazla direnememiş uyuyakalmıştı. Yanına ilerleyip önünde diz çöktü. Yüzüne dökülen birkaç tutamı parmakları arasına doladı.

''Bana tomurcuklarını açma! Onları göz göre göre ezmek istemiyorum Gonca. ''

   -Bölüm Sonu-

Lütfen oy ve yorumlarınızı esirgemeyin. Hikayemizi paylaşıp bize destek olabilirsiniz. ❤ 

Görüşlerinizi bana bildirin canlarım.

Bundan sonra hikayenin bölüm kesitlerini instagramdan paylaşacağım. Beni takip edebilir, iletişime geçebilirsiniz.

S E V İ L İ Y O R S U N U Z 

Rabia Kıyak

25.04.2020

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 86K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
1.9M 68.7K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
430K 15.9K 48
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
2.3M 144K 61
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...