𝐭𝐡𝐞 𝐨𝐫𝐝𝐢𝐧𝐚𝐫𝐲 𝐥𝐢�...

By _Slyquinn

43.4K 3.1K 9K

『★·.·sᴇʀᴘᴇɴsᴏʀᴛɪᴀ ·.·★』 cαllistα j.r. wєllstσrm'un düşüncє vє gözlєmlєri ilє вirliktє, σnun вαkış αçısıчlα... More

❝ℙℓaℽlⅈsτ❞
❝K𝔸ℝ𝔸𝕂𝕋𝔼ℝ𝕃𝔼ℝ❞
「❛0.2|❝cevabını aldığım şeyleri neden sorayım?❞」
「❛0.3|❝kullanmadığım bir şeyi tüm ayrıntılarıyla bilemem.❞」
「❛0.4|❝tabii ki de bensiz yaşayamadığının farkındayım.❞」
「❛0.5|❝işte, tam benim kafadan... bir deli.❞」
❝ düşünseli┃callista ❞
「❛0.6|❝hiç kimse bir Slytherin'i asla tamamen tanıyamaz.❞」
「❛0.7|❝ben oyunu izlemek ve kaybedenle alay etmek için buradayım.❞」
「❛0.8|❝belki bir gün ama o gün, çok uzak bir gün.❞」
「❛0.9|❝şansa ihtiyacım yok, planım var.❞」
「❛1.0|❝emin ol, rol yapmıyorum.❞」
❝𝑆𝑙𝑦𝑡𝘩𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑄𝑢𝑖𝑑𝑑𝑖𝑡𝑐𝘩 𝑇𝑒𝑎𝑚⁷²⁻⁷³❞
「❛1.1|❝ve sonra sonsuza kadar birlikte olacağız.❞」
「❛1.2|❝bunu ortak salonda konuşacağız.❞」
「❛1.3|❝bazen sessizlik en büyük kapaktır.❞」
「❛1.4|❝başkasının sorunları, başkasının sorunlarıdır.❞」
「❛1.5|❝ona 'hayır' demediğin sürece her kelime 'evet'❞」
「❛1.6|❝soruya soruyla karşılık verme.❞」
「❛1.7|❝yumruklamayın, tekmeleyin.❞」
「❛1.8|❝sen hiçbir zaman iflah olmayacaksın.❞」
「❛1.9|❝seninki de soru mu, hiç tuhaf değil.❞」
❝callista'nın asası❞
「❛2.0|❝demek sonunda oldu... delirdin.❞」
「❛2.1|❝manipülatif değilimdir, ikna ediciyimdir.❞」
「❛filler|❝Annie Doraél❞」
「❛2.2|❝unutmamı söyledin ve ben de unuttum.❞」
「❛2.3|❝hiç siz üçünüz gibi çok bilmiş çocuklar görmedim.❞」
「❛2.4|❝senden gelen şerden gelir.❞」
「❛2.5|❝tekrar seç.❞」

「❛0.1|❝nasıl bir histi?❞」

3K 182 492
By _Slyquinn

düzenlendi

Tekrardan hepiniz hoşgeldiniz!

Geri döndüm. Evet, toloc yeniden sizlerle.

Önceden okuyanlar veya okumaya şimdi başlayanlar, umarım beğenirsiniz.

Bir de kitaba başlama tarihinizi buraya yazıverin.


_Ashe | moral of the story

Some mistakes get made

That's alrigt, that's okay

In the end it's better for me

That's the moral of the story, babe


iyi okumalar ♡

「❝nasıl bir histi?❞」

13 Ağustos 1972 | Pazar

'Nefes almaktan bile sıkıldım.'

Pencerenin önünden çekilirken ofladım. Sinirimden annemin gözü gibi baktığı ve biraz önceki yağmurdan dolayı ıslanmış, saksıda duran menekşelerin taç yapraklarını koparmaya başladım. Yine de temkinli bir şekilde davranıyordum. Birkaç tanesini koparıyor, sonra etrafı kolluyordum. Zaten gizli kapaklı iş yaparken de öyle olmalıydınız.

Her an seni yakalıyacak biri gelebilir.

Hogwarts mektubum hâlâ gelmemişti. Artık cadılığımı sorgulamaya başlamıştım ama hissediyordum. Gerçekten içimdeki sihri hissediyordum.

Hani sıvı dolu bir balonu iğneyle deldiğinizde sıvı oradan akmaya başlar. İşte ben de sadece içimdekinin akması için iğnemi bekliyordum.

Etrafa dikkatlice baktıktan sonra pencereden dışarıyı kolayca görebilmem için çektiğim tabureden atladım. Kısa değildim. Pencereden her şeyi normalde rahatlıkla görebiliyordum. Sadece işimi sağlama alıyordum. Olması gerektiği gibi... Elimdeki yaprakları kitaplığın arkasına attım. Bu sayede bana suçlama gelirse tavrım belliydi.

"Öyle mi, anne? Çok üzüldüm ama ben senin çiçeklerine dokunmam."

Kısaca görmedim, duymadım, bilmiyorum.

Kitaplığın arkasına attığım yapraklar daha tabana ulaşmamışken ağabeyim geldi. Yüzündeki sırıtışıyla birlikte alayla dolu sesiyle "Ne halt ediyorsun?" dedi.

Sonra sahte bir şaşkınlıkla "N'oldu, hâlâ gelmedi mi?" dedi Hogwarts kabul mektubumu kastederek. Ona 'hayır' deme gereği bile duymadan odama yöneldim.

Charon "Şaşırmadım, zaten ama üzülme. Ne de olsa her aileye bir kofti lazımdır." derken sesi hala aynı alaycılıktaydı. Bunun altında kalamazdım.

"Üzülmemem lazım, doğru. Her aileye bir kofti lazımdır." dedim onun sözünü onaylayarak. Benim onun dediğine onay vermeme Charon ifadesizce baktı. Ben de sözümü onu aydınlatmak için devam ettirdim.

"Her aileye bir kofti lazımdır, tıpkı bir salak lazım olduğu gibi." derken ona sırıtıyordum. "Ve şanslıyım... Neyseki o salak ben değilim." Ona üstü kapalı ama bir o kadar da belirgin 'aklı geri' dememe karşın bir şey demeden odadan çıktı.

Aslında kofti olsaydım aileden atılırdım. 'Safkan bir ailede bir kofti mi? Tamamen skandal.' Ailemde safkan takıntısı da yoktu diyemezdim. Sadece hat safhada değildi.

Charon için hava hoştu. O iki yıl önce mektubunu hemen almıştı. O an ailemin yüzündeki gururu görmeliydiniz. Kıskançlıktan tırnaklarımı derime geçirmemek için kendimi zor tutmuştum. Sonra gece yarısına doğru odama çıktığımda dolabımın kenarını çakıyla kazımıştım. Belki biraz manyağım ama umrumda değil.

Onu trene bırakmaya gittiğimizde babamla birlikte arabasını sürerek geçmişti. Ben, kardeşim -Ceres- ve annem arkalarından gelmiştik ama el ele tutuşmak pek kardeşimle bana -aslında üçümüze de- uymadığı için yan yana yürümüştük. Ona el salladığımızda pencereden el sallamak yerine gülümsemişti.

Tatilde eve geldiğinde arkadaşları baykuşla Charon'a hediyelerini yollamıştı. O da kendi aldıklarını göndermişti. Sınıfını 1.likle bitirdi ve iki yıldır da böyleydi.

Bize -kardeşim ve bana- bina seçimini şöyle anlatıyordu. ''İlk önce diğer sınıflardan farklı bir şekilde Hogwarts'a gittik ama bunu size söylemeyeceğim. O anı yaşadığınızda anlarsınız. Sonra bizi 1-2 dakika veya daha fazla bilemiyorum, bir yerde beklettiler. Tabii ben zaten kalabalıkta arkadaşlarımı bulmuştum. Onlarla konuşurken ne kadar süre geçtiğini farketmedim bile. Sonra zümrüt yeşili pelerinli biri geldi. O bize kendini tanıttığında onun Profesör McGonagall olduğunu öğrendim. Onu takip etmemiz gerektiğini söyledi ve bizi dev gibi bir kapıdan içeri soktu. Devasa bir salonda ortadan yürüdük ve kimse bunu farketmedi. Çünkü herkes tavana bakmakla meşguldü."

"Sonra yine Profesör McGonagall elinde tuttuğu bir şapka ve parşömenle önümüzde durdu. Şapka hayatımda gördüğüm en eski şapkaydı -o şapka da bit falan vardır- ve ben onun bitli olup olmadığını düşünürken bir şarkı tutturdu. Ben şapkanın pisliği yüzünden endişelendiğim sıralarda arkadaşlarımın neredeyse hepsi seçilmişti, Slytherin'e. Profesör McGonagall biraz değişik bir yüz ifadesiyle 'Wellstorm, Charon' dediğinde öne atıldım ama Seçmen Şapka'nın -kendini bize böyle tanıttı.- pisliği için endişelenmeme gerek kalmadı."

"Çünkü şapka kafama değmesine bir karış kala kararını açıkladı."

"SLYTHERİN"

Bunu bize belki on üç kez anlatmıştı. Ayrıca yaz tatillerinde arkadaşlarından haftada iki kere mektup alıyordu. -Her birinden ayrı ayrı mektup geliyordu, bu da haftada on mektuptan fazla ediyordu.- Onun yüzünden baykuşu Nuit her gün mektup getirip götürüyordu. Bu kadar konuşacakları ne vardı anlamıyorum. -biraz kıskanıyor olabilirim-

Binalar hakkında isteklerime gelirsek oraya gitmek istiyordum. Slytherin'e. Babam ve annem de oraya gitmişti. Anne ve babamın anne babaları da. Oraya aittim. Başka bir yere gideceğime dair şüphe bile duymuyordum.

Hoş, gerçi daha Hogwarts mektubum bile gelmemişti ama emindim. Eğer şapka beni başka bir yere koymaya kalkarsa -böyle bir şey asla olmaz- onu yırtardım.

"Seçimimi bir şapkaya bırakacak değildim."

Bir baykuş cama vurdu, karbeyazı bir baykuş. Baykuşu görünce sevinçten kaskatı kesildim. Pencereyi açıp baykuşun pençesindeki neredeyse-kofti-olduğumu-düşünecek-süre kadar beklediğim mektubumu aldım. Mektupta hoş bir çiçek kokusu varken mektubun zarfının o kendine has kokusu bunu bastırıyordu. Sarımsı zarfın arkasında yeşil mürekkeple bir şeyler yazıyordu.

'Miss Wellstorm,

Wellstorm Malikanesi,

Birmingham

The Moorlands'

Zarfın önünü çevirdiğimde balmumundan bir mühür vardı. Mühürde ise dört bina. Sanki ellerim tutmuyordu. Mektubu yavaşça açtım. Zaman bana durmuş gibi geliyordu ama zaman asla durmazdı. Bu benim şu yaşadığım on bir yıllık kısa hayatta olan en güzel anlarımdan biriydi ve sadece bana özel, saatin yelkovanı hareket etmiyormuş gibi geliyordu.

Zarfın içinden iki parşömen çıktı. Birini açtığımda ise yine zarfın arkasındaki yeşil mürekkeple yazıyordu.

İşte, okula davet edildiğim yazıyordu. O an tepinmek istedim. Evden çıkıp evin yakınlarında olan ormana koşup bağırmak istedim ama yapmadım. Onun yerine mektubun içine parşömeni geri koydum. İçime hiç olmadığı kadar nefes çektim. Sakinleşmek ve içimdeki delilik yapma dürtümü bastırmak için ne kadar nefes çekmem gerekiyorsa o kadardı.

Aileme bu muazzam haberi vermek için merdivenlerden inmek yerine tırabzandan kaydım ve soldaki büyük kapılı odaya girdim. Odada annem ve babam evrak işlerini hallediyordu. Kardeşim Ceres ise annemle biraz sıkkınca sohbet ediyordu.

Charon koltukta ayaklarını sehpaya uzatmıştı. Babamın arkası dönük olduğundan masaya ayaklarını uzatabiliyordu. Eğer arkası dönük olmasa bir yeri yemezdi. Kapıyı açış sesimle bakışlar bana dönmedi. Zaten evde başka odada olan tek ben vardım. Bu yüzden kimin odaya giriş yaptığını anlamak için kahin olmaya gerek yoktu.

"Ev sakinlerinin dikkatine -özellikle adı Charon olana- bir haberim var." dedim. Babam bizle aynı olan cıva gibi metal gri rengi gözlerini bana çevirdi ve kaşlarını hafifçe kaldırdı. Annem kahkülünü düzeltti ve bana döndü. Kardeşim Ceres 'yine ne diyecek acaba?' havasında bakıyordu. Ağabeyime baktığımda kaşlarını bariz bir şekilde alay sezilen havayla kaldırmıştı. Duyurumda özellikle adının geçmesi onda merak uyandırmışa benzemiyordu. Elimdeki sarımsı zarfı havaya kaldırıp muntazam bir cümle kurdum.

"Hogwarts mektubum geldi."

Fazla sakince bunu söylemiştim ve bu bende acaba duygusuz muyum, diye düşünmeme yol açmıştı. Ailem benim bu ani ama sakin duyurumu yapılmış haberimle yanıma geldi ve elimde mıh gibi tuttuğum mektubu babama verdim. Babamın yanında annem mektuba eğilmiş onu okuyordu.

Kardeşim Ceres'in gözlerindeki kıskançlığı gözlerim babamlardan ona kayınca sezmiştim. İki sene önce gerçekten böyle mi bakmıştım? Ağabeyimin benim mektubumun gelmesi haberini vermemden sonra yaptığı tek hareket ayaklarını masadan çekmek oldu.

Charon'la bakıştığımızda genelde ortaya çıkmayan bir yüz ifadesi vardı. Bu bakışa gurur veya farkında olmadığı bir şeyin farkına varmak mı demeliydim, tam emin değildim. Ben ağabeyim Charon'a bakarken annem bana sarıldı.

Annemin bana sarılışıyla şaşırmış ve afallamıştım ama ben de ona sarıldım. "Seninle gurur duyuyorum, Jennifer." dediğinde gerçekten gurur duyduğunu hissettirmişti annem.

Sarılmasına şaşırma nedenim annemle aramız pek mükemmel değildi. Ağabeyimle her kavga edişimizde onun tarafını tutardı. Annemin onu tutmasından memnun olmayabilirdim ama Charon ile kavga etmemizden memnundum. Çünkü o yapmacık ağabey-kardeş ilişkisi bana -bize- göre değildi. O 'her zaman aramız iyi, asla kavga etmeyiz, çok mutluyuz.' ilişkisi iğrençti.

Kardeşim Ceres'le sürdürdüğümüz ilişki de ağabeyimle olandan farksızdı. Kavga etmediğimiz tek an uyurkendi ama bundan da memnundum. Ceres'i kollamak -belli etmeden tabiki- hoşuma gidiyordu. Ağabeyim Charon'la kardeşim Ceres'in ilişkisinden söz etmiyorum bile.

Kavga, tartışma, dövüş, laf sokma.

Babamla olan yakınlığımız farklıydı. Babamı fazlasıyla severdim ve hiçbir zaman geçmeyecek bir hayranlık duyardım, sıkıntımı anlatırdım. Belki de annemle bu yüzden kavga ederdik. Çünkü annem ile aram kuraklaşmaya başlamış bir toprak gibiydi, çatlak çatlak.

Babam mektubu okuduktan sonra dizini kırıp eğildi. Bu hareketi bana 7 yaşındaki halimi anımsatmıştı. Babam ben küçükken benle önemli bir şey konuşacağı zaman -bu genelde herhangi bir şey hakkında nutuk çekmek olurdu- böyle yapardı. "Pekâlâ küçük han'fendi. Artık sorumlulukların arttığına göre iplerini kendi eline alma vaktin de geldi. Şimdi önünde uzanmış upuzun bir yol ve bu yolun bir sürü sapanları var. Umarım, her zaman kendin için en doğru olan tarafa yönelirsin."

Onlara alınacakların listesini okuduğumda her şeyi bilmelerine rağmen -onlarda Hogwarts'a gitmiş ve iki yıl önce Charon'a aynı şeyleri almışlardı- beni benim bile şaşırdığım bir sabırla dinlediler.

Benim kabul mektubumdan dört dakika kadar sonra ev halkı yine eski haline dönmüştü. Ben de Charon'un yanına oturdum. Bir yandan yapış yapış olmasına rağmen şekerleme yiyordum. Küçük kardeşim Ceres de yanıma kurulunca harika(!) olan kardeş tablomuzda tamamlanmış oldu.

Ceres şekerlemelerimden izinsiz alınca ona kötü kötü baktım ama onun taktığı yoktu. Ona "Şekerlemelerimden bir tane daha alırsan bu hayatta son gördüğün şey, benim tırnaklarım olur." diyerek adeta tısladım.

O da yüzünü buruşturup "Hayatta en son isteyeceğim şey, senin o hipogrifin arka tarafına benzeyen yüzünün göreceğim en son şey olmasıdır. Şimdi senin o toynaklarınla bana dokunmandansa gider kendimi çatıdan aşağı atarım." dedi.

"Merak etme bu kadar değersiz ve gereksiz bir varlığı Azkaban'a atılmak uğruna hayatta öldürmem. Ayrıca senin o orangutana benzeyen yüzüne dokunmaktansa gider, bir Unicorn kanını içerim. Hiç değilse lanetli ama senin gibi bir yaratıktan uzak hayatım olur, küçük kardeşim."

Bunları tek nefeste söylerken -ayrıca babam duymasın diye sessiz ama bir o kadar keskin şekilde- ona yukarıdan kibirli bir şekilde bakıyordum. Sonda onun sinirleneceğini bilerek 'küçük kardeşim' demiştim. O ailedeki en küçük olmaktan ölesiye nefret ederdi. Çünkü bu büyük bir dezavantajdı.

Şu an bana laf söylese ve annem duysa beni savunurdu. Sanırım annem hakkında sevdiğim çok az şeyden biriydi bu. Çünkü ondan büyüktüm ve bana saygı duymak zorundaydı. Ağabeyimle bu yüzden annem veya babam yokken tartışırdım. Annem her zaman büyük olduğu için Charon'u savunurdu, ona saygı duymak zorundaydım.

Bu yüzden ben de bu avantajı Ceres'e kulanırdım ve Ceres bundan nefret ederdi. Çünkü ailede ondan küçük yoktu. Hem ağabeyimle hem benle uğraşmak zorundaydı ve bununla ilgili ufacık bir vicdan azabı duymuyordum.

Ağabeyim başını kaldırıp dişlerinin arasından "Siz iki gerizekalı susacak mısınız? Yoksa ben mi susturayım?" dediğinde Ceres "Sanırım başkasından bahsediyorsun ben burada gerizekalı göremi-" derken Ceres'in sözünü kesip alayla sırtıp sahte oyunculukla "Yoksa bizi öpecek misin? " dediğimde kıkırdadık ve Ceres'le 'çak' yaptık.

Filmlerde izlediğimizde genelde birisi diğerini böyle susturuyordu. O an aklıma gelmiş ve söylemiştim ama sorun şuydu. Charon film izlemezdi. Yani o muggle işleriyle alakası yoktu ve biz -Ceres'le - bazen gizlice izlerdik. Nasıl izlediğimizi ise tam bir mesele.

Charon koltukta yerini değiştirip 'sizden iğreniyorum, ikinizden de' bakışlarını atarken gözlerimi devirdim. Ağabeyimle biraz daha uğraşmak isterdim ama anneme yakın oturuyordu ve ben annemi şu an çekecek havamda değildim.

Bu yüzden bizde küçük kardeşim Ceres'imle evin üst katına çıktık. Evin birkaç çatısı vardı ve bazılarına pencereden sallanıp inebiliyordun.

Ceres "Şimdi ne yapacağız?" diyince ona dönüp düz bir sesle "Pencereden sallanacağız." dedim. Buna karşılık "İyi ya pek önemli değilmiş. En fazla 30-40 metreden düşüp ölebiliriz." dediğinde ona arkamı dönüp "O zaman yalnız giderim" dedim, bunu derken arkamdan geleceğini biliyordum. İkimizde merdivenleri çıkıp pencerenin önüne geldiğimizde parlak gri gözlerimiz bakıştı.

İlk kim inecekti?

"İlk sen in, merak etme düşersen öldüğünden emin olana kadar kimseye haber vermem."

Buna göz devirip "Ne kadar harika bir ablam var." dediğinde sırıtıp "Harika olduğumu biliyorum ama övmen hoşuma gitti. Ayrıca merak etme öldüğünden emin olduktan sonra seni kurtarmaya çalıştığımı falan söylerim." dedim.

Sonra o pencere pervazına çıkıp "Ölürsem," dedi ve aşağıya baktı. Sonra bir ayağını aşağıya atarken "Canın cehenneme Callista." diyerek diğer ayağını da attı. Sonra tamamen kaydı ve elleriyle pencere pervazına tutunup sallandı ve atladı.

İlk önce pencereden kardeşim sallanıp çatıya atlarken şaşırmıştım. Nasıl bu kadar cesur davranabiliyordu? O bana 'gelmiyor musun, gerizekalı' havasında baktığında pencere pervazına çıkıp temkinlice sallandım ve atladım.

Aslında bunu sıkça yapardık ama bu sefer böyle konuşmamızın nedeni yağmurdu. Çatı ıslaktı ve kayarak düşüp ölebilirdik. Normalde olsa ilk önce pencereden sallanmak için tartışırdık ama bu sefer durum tamamen tersti.

İkimizde yerlerimize kurulmuşken -bu benim evin duvarına yaslanıp bacak bacak üstüne atmam onun ayaklarını aşağıya sallandırıp oturması anlamına geliyor- gri irislerini bana çevirdi. Bakışlarında değişik bir şey vardı. Sanki bir şey anlatmak istiyordu ama tek dediği "Sonunda mektubunu aldın." oldu. "Evet, yani?" dedim onun aklından geçeni söylemesi için beklerken.

"Annem sana sarıldı."

"Bak ona bende şaşırdım."

O an anladım. Yani annem gibi bir buz kraliçesi öyle fazla sevgi temasında bulunmazdı, biz onun çocukları olsak bile.

Ama ona kızamazdım. Ben de soğuktum, ağabeyim Charon da ama kardeşim Ceres daha sıcaktı. En azından bizden daha sıcakkanlıydı ama başka birisi bizi tanımadan onu 'soğuk biri' olarak kolayca tanımlardı.

Ben de genelde yapmayacağım bir şey olarak kardeşimin başını okşadım. O buna şaşırmış görünüyordu. Çünkü dediğim gibi genelde kedi köpek gibiydik.

Bundan yararlanıp "Aferin benim sevimli köpeğim." dediğimde başını çekti. Hiç bir şey söylemeyip başını gökyüzüne çevirdi. Ben de göğe baktığımda güneşin yeni battığını farkettim.

"Neden dediğime karşılık geri vermedin?" deyince bana baktı ve "En azından sevimli dedin." dedi. Sonra ikimiz de buna sırıttık. Bir süre sonra bizim yaratmadığımız sesler dışında ortamı dolduran bir ses yoktu ve bunu seviyordum. Gereksiz konuşmak bana göre değildi.

Bana çok uzun gibi gelen bir süreden sonra Ceres ağzını bir şey demek için açtı, geri kapadı. Sonra yutkundu ve gökyüzünden gözlerini ayırmadan sordu.

"Anneme sarılmak" dedi ve derince bir nefes aldı.

"Nasıl bir histi?"

Continue Reading

You'll Also Like

408K 37.4K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
54K 2.6K 15
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
163K 17.1K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
41.9K 3.6K 13
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !