AYSAR

By cemreyesl

3.3K 1.1K 4.8K

Bu hikâye klasiklerin dönüm noktası .............. Sınırlar ve kurallar koydu; Takmadım. Zalimce tehdit etti;... More

-AYSAR-(Kesit)
1. Bölüm:"Başlangıç"
2. Bölüm:"Tek Çaren Benim"
4. Bölüm: "Karanlık"
Açıklama!!
5.Bölüm:"Dosya"
6. BÖLÜMDEN ALINTI
6. BÖLÜM:'Kurşuni Renkler ''

3. Bölüm:"Küçük Zeyrek"

465 154 530
By cemreyesl

Medya~Alişir Karadağ

Ekrana dokun!!
Alttaki yıldıza bas😊
Teşekkürler 😘

Bölüm şarkıları
Taladro-Artık Size Kanmam
Simge Sağın-Ben Bazen

...

Masumiyet müzesindeki insanların yüz hatları eskimişcesine yıpranmıştı. Çölde suyu arayan insanoğlunu denizde boğduğunda hiçbir sonuç elde edememesi gibiydi. Ölümün dramını üstünde taşıyordu.

Yaşarken ruhu çürümüştü insanın. Bedeninin sağlamlığı bir işe yaramıyordu. Güzelliğinin peşine düşmüş ki bedeni gözler önünde...

Vücuduyla insan kalbi kazanmanın peşindeydi herkes. Halbuki hayatın tadına bedenle değil ruhla varsaydı, insan kalbi bir kuş misali konardı yüreğine. Masum görünüşüne kanmaz, deli yüreğine kanardı.

Yaşadığım günün ertesini tahmin bile edemezken, bu bilinmezliğin ortasındaki çukura batıyordum. Başkaları tarafından bu bataklığa çekiliyordum.
Elim kolum bağlı iplerle, boğuluyordum. Sessizliğimin umurlarında olmayışı yanıltıcı gelmedi bana. En azından bir annemin olması beni huzurlu kılıyordu.
Onun kızı olamadım, onunla uzun bir yolumuz olmadı. Ölümünü bile hatırlayamıyordum. Ne acıydı onu anımsayamamak, hatıralarıyla dolamamak.
Ona kızgındım.
Ona, beni bırakıp gittiği için kızgındım.
Beni annesiz, kimsesiz bıraktığı için kızgındım.
Babasız, evsiz, yurtsuz, yuvasız bıraktığı için...
Bir kardeş yerine kuzenim Barın'la birlikte büyüdüğüm için...
Anne-baba sevgisi, şefkati yerine babaanne nasihatları ile büyüdüğüm için...
Kızgındım, en çok da kırgındım.

Ama gönlümde taht kuran tek kadındı. Yaptığı her şeye rağmen, babama ettiği ihanete rağmen sevdiğim kadındı. Annemdi.
Hayallerimde yaşattım onu bugüne dek.

Kimsesizliğe alıştırdılar beni. Annesiz babasız bıraktılar beni. Ama hep yanımda olan dostlarım vardı. Aslı vardı, Barın vardı, Serkan vardı. Onların boşluğunu kapatmaya çalışan bir avuç insan...

Bilinmezlikte kaybolmuşcasına nefesi yüzüme çarpıyordu. Aldığı her nefes göğsüme bir bıçak gibi saplanıyordu.
Yüzüme doğru getirdiği parmağını çenemin altına baskı uygulayarak başımı olduğundan daha da yukarı kaldırmamı sağladı. Gözlerimin içine bakıp "Babanın ölmesini istemezsin değil mi küçük kız?" dedi.
Ardından önümden çekilerek hem babamı hem beni rahatça görebileceği bir yere geçti.

Kendimi cevap vermek için hazırladığımda, fırsat vermeyip tekrar konuşmaya başladı.

"O belgeler için ne kadar uğraştığımı, kaç gece kaç gündüz uyumadan çalıştığımı bilemezsiniz. Dünya piyasasına girişi bu ihaleyi kazanınca yapacağız. Ve inanın ki sırf o belgeler için bile yok edebilirim sizi. Gözümü dahi kırpmadan öldürürüm sizi. Bana yamuk yapmayın!"
Söylediklerini algılamam uzun sürmedi. Kafama dank eden şeyle ona doğru bir adım yaklaştım. Babamın şuan ne hissettiğini ne yaptığı bilemiyordum. Çünkü onun olduğu tarafa hiç bakmıyordum.

Karşımda kasıntı bir şekilde duruyordu. İçimden gelen cesaretle "Sana diyorum ki o belgeleri bulacağım ve sana vereceğim. Bunun karşılığında senden sadece babamın canını istiyorum. Ama sen galiba bunu anlamak istemiyor gibisin. Beyninle ilgili problem yoksa anlaştığımızı düşünüyorum." dedim.

Allah'ım ben neler söylemiştim öyle. 'Şimdi gelip ağzıma tükürse haklı. Ah ah! Ne yaptın Cemre ya! Aha bak işte kırmızı görmüş boğa gibi bakıyor sana.' diyen iç sesim sonuna kadar haklıydı. Adama resmen beyinsiz demiştim.

Gözü seyiren bu koca adam bana doğru yavaş yavaş yaklaşıyordu. Azrail'den uzaklaşmak adına geriye doğru bir adım attım. Ama nafile bu camışın bir adımı benim iki adımımdı. Fil gibiydi yani benim iki katımdı. Dibime girdiğinde yüzünü yüzüme karşı getirebilmek için biraz eğildi. Onun gözlerini incelerken birden kolumda bir ağırlık hissettim. Sonrasında kafamı koluma doğru çevirdim. Sanki kaçacakmışım gibi kolumu sıkı sıkı tutuyordu.

Babam arkadan bağırıyordu ama ne dediğini anlayabilecek durumda değildim.

Nefesini sert bir şekilde yüzüme doğru verip "Bana bak! Haddini bil yoksa o dilini keser köpeklere veririm. İnan bunu yaparım." deyip bir anda sertçe kolumu bırakıp arkasına dönerek yürümeye başladı. Telefonundan melodiler yükselince elini cebine attı ve çıkardı. Hızla açarak sert bir şekilde "Ne var, ne oldu?" dedi azarlarcasına.

Karşıdaki kişinin ne söylediğini duyamıyordum. Başımı babam çevirdim ve onu beni izlerken buldum. Bana çok derin bakıyordu. Bir şeyler söylemek istiyormuş ama onu tutan bir şey varmış gibi davranıyordu.

"Tamam. O piçi hangara alın geliyorum! Kimse dokunmasın ona. Hesabını ben keseceğim!" demesiyle donakaldım. Bu adam hiç hayırlı biri değildi. Hatta fazlasıyla şerdi. Bunu anlamıştım. Nasıl karanlık işlerdi bunlar Allah'ım!

Aklıma gelen düşünce silkelenmeme neden olurken Alişir bana doğru gelmeye başladı. Yüzünü incelemeye koyuldum. Bu genç yaşta olan bir adam nasıl acımasız olabiliyordu? Nasıl bu kadar duygusuz olabiliyordu?

Onun yaptıklarını sorgulamayı bırakıp gözlerine baktım. Yavaşça bana doğru geldi. Önümde durdu. Onun arkasında adamı olan Hakan vardı. Benim arkamda ise babam vardı. Ayrıca elleri ve ayakları bağlı değildi. Çözmüştüm. Alişir'in, adamı ile konuştuğu zaman diliminde yapmıştım. Ondan onay almadığım için sıkıntı çıkarabilirdi ama ne kadar umurumdaydı acaba. Ben onun emir kulu değildim sonuçta!

Bendeki cesaret değildi. Karakterime yerleşmiş bir davranış biçimiydi.

Gözleri arkamda duran babama kaydığında kaşları çatıldı. Yüzündeki damarlar gerildi. Kendini kasıyordu. Bu aşağılık kompleksi onu mahvediyordu.

"Böyle bir şeyi benden izin almadan yaptığın için cezasını çekeceksin." dedi bakışlarıyla babamı göstererek. "Ama şimdi değil!" diyerek arkasını döndü. O sırada babam "Bana bak genç adam Cemre'ye bir daha böyle davranmayacaksın!" dedi tehlikeli bir ses tonunda. Yanıma ulaşarak bir adım önümde durdu. Beni kollar gibi...
Ağzım açık bir şekilde ona bakıyordum.
Ne olmuştu da 'sevgili' babam benim için kendisini öne atmıştı.

Alişir bize dönerek tek kaşını havalandırdı. "Bunu bana kızını umursamayan, tek başına bir hayat yaşamaya mecbur eden, maalesef ki adı baba olan biri mi söylüyor! Bu dünyada görebileceği en büyük kötülüğü zaten senden gördü. Benden ona gelecek olan zarar asla seninkini geçemez." dedi. Duyduklarımı idrak edemeyen beynim, gerçekliğin yüze vurulmasıyla iflas etti.

Alişir durmayarak "Şimdi bana, kızını seven baba rolü yapmayı kes! Yemem!" dedi.

Bu kadar şeyi sadece benim söylediklerimden anlamayacağını bilecek kadar zekiydim. Beni araştırmıştı belli ki.

İrislerim yorgunluktan kapanmak üzereydi. Bedenen değil ruhen yorgundum. Bu yorgunluğum nasıl geçer hiçbir fikrim yok fakat böyle zordu. Böylesi çok zordu. İçimdeki huzursuzluk kol geziyordu.

Artık bir şeylerin netleşmesi adına ve dikkatleri üstüme çekmek için söze girdim.

"Bu mesele seni hiç ilgilendirmez. Ayrıca belgeleri de bulacağım. İstediğin olacak. Bu yüzden biz gidiyoruz! İstediğin o kağıt parçalarını da bulur bulmaz eline ulaştıracağım!" dedim demesine ama karşımdaki kas yığını birden sertleşmişti. Korkmalı mıydım? Bilmiyorum. Fakat tek bildiğim şey ben babaannemin yetiştirdiği o korkusuz kızdım.

"O küçük aklından babanı da alıp elini kolunu sallayarak buradan çıkmak geçmiyordur umarım." Alaylı gülüşüyle gene beni aşağılamaya çalışmıştı.
Bu sefer altta kalmayacaktım. İçimdeki inatçı Karadeniz kızını çıkaracaktım ortaya.

''Belgeler olmazsa olmaz senin için. Eğer o şeyleri istiyorsan şimdi buradan babamla çıkıyorum ve sen de bir şey demiyorsun." dedim ona uyarıcı bir ses tonunda. Öylesine mutlu oldum ki anlatamam. Bu koca danayı alt etmiştim. Egom tavan yaparken irislerimi ona diktim. Tepkisini merak ediyordum.

Biçimli ve dolgun dudağının bir tarafını yukarı kaldırıp muzipçe gülümsedi. 'Hayır yani neye gülüyor bu adam. Daha yeni alt etmiştim onu' diyen iç sesimi susturmayı başararak koca kas yığınına döndüm.

"Ben o belgeleri bulamazsam iş hayatımdan olurum. Keza toparlanmam zaman almaz. Fakat sen bulamazsan canından olursan." dedi ve kanım dondu.

Bu adam ya fazla zekiydi ya da ben gerizekalıydım. Yenilgimi içimden lanet okuyarak kabullenip Alişir'e baktım.
Tıslayarak "Peki ne istiyorsun? dedim ondan gelecek cevabı bekleyerek.

"Yavuz'u Hakan götürecek. Sen de benimle geleceksin küçük kız."

"Babamı nereye götüreceksiniz. Ona zarar vermeyeceğini nereden bilebilirim."

"Bilemezsin ki" dedi kıkırdayarak. Aşağılık herif bir de gülüyordu.

"Seninle gelmiyorum."

"Geleceksin. Gelmek zorundasın."

"Tamam yeter! Cemre sen onunla git. O sana zarar veremez, yoksa o belgeleri rüyasında görür. Ben de Hakan mıdır nedir onunla gidiyorum. O bana bir şey yapamaz. Bana güven!"

Sana güvenim öyle mi baba? Ben. Sana. Güveneyim. Keşke komedyen olsaydın be baba. En azından insanlara acı çektirmek yerine güldürürdün.

İçimde yaşanan baba evlat savaşına son verip etrafımda olup biteni izlemeye koyuldum.

"Bana mecbur olan sensin. Ne sanıyorsun? Yaşın benden büyük diye sana acıyacağımı falan mı düşündün!" dedi tıslayarak babama.

"Senden merhamet dilenen yok. Ki zaten sende merhamet de yok." dedi babam. Korkuyordum. Şuan burada birisine zarar gelecek diye ölümüne korkuyordum.

"Senin gibi aşağılık bir adamla bunu konuşmayacağım." dedi ve sustu Alişir.

Ardından Hakan'ı el işareti ile yanına çağırıp "Yavuz'u hangarda misafir ediyorsunuz. Küçük kızını ise ben." dedi.

Babam tuhaf davranıyordu. Ben plan kurmuştum ama bunu nasıl gerçekleştireceğim bilmiyordum.
Kim bana yardım edecekti. Ya da kim koruyacaktı beni. Aslında benim kimseye ihtiyacım yoktu. Bu zamana kadar kendimi bütün pisliklerden, kötülüklerden nasıl koruduysam şimdi de öyle yapacaktım.

Hakan, ben ve babamın yanına doğru yaklaşırken bana döndü ve "Korkmana gerektirecek hiçbir şey yok. O belgeleri bulacağına inanıyorum." dedi.
Ama bir tuhaflık vardı. Sanki gerçekten yerini bilmiyormuş gibi davranıyordu.

Bu soruyu içimde tutmamaya karar vererek "O belgelerin nerede olduğu sen de bilmiyorsun değil mi?" dedim.
Önce şaşırdı. Sonrasında ise "Evet" diyerek Alişir'e döndü.

Alişir sinirlenmişti. Kasılmasından belliydi.

"Ne diyorsun sen ya! Ne demek bilmiyorum. Kimde o belgeler? Ya onların eline geçtiyse? Ne bok yemeyi düşünüyorsun o zaman Yavuz Tekinoğlu?"

"Ben nerede olduğunu biliyorum. Ama tam olarak yerini bilmiyorum." dedi ve burada olan herkesin kafası karıştı.

"Ne anlatmaya çalışıyorsun. Tatava yapma! Düzgün anlat kimde bu belgeler?"

"Belgeleri ben senden aldıktan sonra-"

"Çaldın" dedi lafını kesip. O kadar baskılayarak ve tıslayarak söyledi ki ürkütücü olmaya başlamıştı.

Babam onu takmayarak sözüne devam etti. "Senden aldığım belgeleri avukat arkadaşım Harun- Harun Taycan'a verdim. O da bana büroda saklayacağını söyledi. Onun haricinde bir şey bilmiyorum."

Kafam öylesine dallanıp budaklandı ki etrafımda olan biten şeylere akıl erdiremiyordum. Kuyuya itilen kalbimin çırpınışları kimsesizdi. Sonu tadacak olan ruhum ölüm çukurunda can veriyordu.

"Hakan! Bu adamı al hangara götür. Sonrada bana hızlı bir şekilde Harun Tezcan hakkında her şeyi öğren! Bir şeyi kaçırırsan cezanı kendin kes. Bende başka şeylerle ilgileneceğim."

"Tamam ağabey! Peki bu hangara aldıkları adama ne olacak? Ne yapalım?"

Alişir ellerini sakallarının arasına atıp karıştırmaya başladı. Düşünüyordu.
Daha sonra bir karara varmış olacak ki elini sakallarının arasından çekip bakışlarını Hakan'a çevirdi. "Sık" dedi.

Şoka uğramış aklım bakışlarıma da yansımıştı. Kendinden geçmeye hazır alan kalbim atmayı unutmuştu adeta.

Ben İstanbul'un en kaliteli ve iyi mekanlarından birinde çalışan bir kızdım. Babası yeraltı mafyasında tanınan bir adamın kızı. Az çok böyle ortamlara girmiştim. Tehlikeler atlatmıştım fakat böylesini hiç yaşamamıştım. Bu hepsinden farklıydı.
Korkunçtu, tarifsizdi.

"Tamam ağabey hallederim ben." dedi Hakan ve babamı kolundan tutarak kapıya doğru götürmeye başladı. Babam arkasını yani bana doğru dönerek "Korkma!" dedi. Mümkün müydü bu?
Değildi. Ama ben güçlü bir kızdım.

Babam kapıdan çıktı ve sonrasında arabanın topraklı yolda hızlı bir biçimde gidiş sesi geldi. Gitmişlerdi. Şimdi ne olacaktı. Ben ne yapacaktım? Bana ne yapacaktı?
Düşüncelerimi bölen şey onun sesi oldu.

"Hadi küçük zeyrek sen de benimle geliyorsun." dedi yüzüme bakarak. Ardından bana sırtını dönüp kapıya doğru adımlamaya başladı.

"Ben niye seninle geliyorum?" dedim. Ses tonumla onu durdurmayı başarmıştım.
Bana döndü ve yine o alaycı bakışını takındı. Sırıtışıyla beni aşağılamaya çalıştığı barizdi.

"Seni öylece rahat bırakacağımı düşünmedin herhalde! Hm?" dedi beni küçümseyen bakışlarıyla.

"Ne yapabilirim ki babam senin elindeyken? Bırak beni evime gidim." dedim yüzüne bakarak. Meydan okuyormuş gibi hissettim kendimi.

"Zaten evine gideceksin. Ama ben götürüceğim seni." dedi beni yanıltarak.

'Tamam' der gibisine kafamı salladım. Neye tamam dedim, niye dedim bilmiyordum ama demiştim bir kere.
Bana bir şey yapacak hali yoktu ya. O belgeleri bulacak olan da bendim zaten.

Beni beklemeden kapıdan çıktı. 'Hiç beklemiyor da öküz!' diyen iç sesimi bastırdım. Beklemiyordum da zaten ondan böyle bir hareket.

Arkasından adımladım ve dışarıya çıktım. O, şoför tarafındaki kapıyı açıp önünde durdu ve beni izlemeye başladı. Yüzümü, yıkık dökük olan bu eve çevirip son kez baktım. Harabeye dönmüştü o da tıpkı benim gibi. İçi çürümüştü. Sindiremiyordu yaşadıklarını. Sindiremediğim gibi...

Tekrar önüme dönerek arabayı doğru adımladım. Tam arabanın yan tarafında duruyordum. Bir an afalladım. Arkaya binsem olmazdı. Adam benim şoförüm değil. Ayrıca gene onun aşağılama bakışlarına maruz kalmak istemiyordum. Ama öne oturacak kadar da samimiyetimiz yoktu. Hatta birbirimizden nefret ediyorduk. Ama buraya gelirken de önde gelmiştim.

'Neyse artık' deyip ön tarafa şoför koltuğunun yanına oturduğumda o da yerini almıştı. Anahtarı çevirirken irisleri irislerimi buldu. "Kemerini tak küçük zeyrek!" dedi uyarıcı bir tonda.

Onun sözünü dinlemek zoruma gidiyordu. Aslında dinlemiyordum onu. Sırf o dedi diye takmıyordum. Kendi iyiliğim için yapıyordum bunu. Ama o 'onu dinlediğimi' sansın.

Gözlerimi ondan çekip emniyet kemerine diktim. Kemeri takmak için çekerken aklıma bana 'zeyrek' deyişi geldi. Ne demekti acaba? Bunu araştırmayı aklımın bir köşesine not etmiştim.
Kemerimi taktıktan sonra araba hızla kalktı. En az 40'la kalkmıştır diye düşündüm. Bu hız merakı nereden geliyordu?

İçimdeki soruların yanıtsız kalışı canımı sıksa da boş vermeliydim. En azından şimdilik. Orman yolunda hızla ilerlerken aklıma Aslı geldi. Meraktan ölmüştür. Burnumdan getireceğini tahmin etmek zor değildi. Elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. Bu telefon Aslı'nın hediyesiydi. 'Huawei P20 Lite' güzel telefondu. 1.500 gibi bir şeydi fiyatı. Ben kabul etmemiştim en başta. Fakat ısrar edince kabul etmiştim. Sonuçta en yakın arkadaşımdı. Maddi durumu kötü değildi. Tabii benimde. Aylığa vurunca ikimizin toplam geliri 10 bini bir hayli geçerdi. Aramızda zaten böyle şeylerin lafı bile olmazdı.

Aslı'dan 12 mesaj, 5 cevapsız çağrı vardı.

Merak etmişti. Belliydi. Mesajlara girip ne yazdığına baktım.

'Cemre evde yoksun! Neredesin sen!' 11:21

'Arıyorum cevap vermiyorsun. Açsana telefonunu!' 11:36

'Eve iki adam gelmiş, tehlikeli tiplerden. İyi misin? Onlar kimdi?' 11:42

'Cemreeeee çıldıracağımm bak. 1 saat içinde evde olmazsan babanı ararım!' 11:49 ...

Mesajların gerisini okumayıp direk saate baktım. 12:23'tü. Mesajlar kısmında Aslı'yı bulup 'İyiyim. Gelince konuşuruz.' yazdım ve vakit kaybetmeden ona yolladım.

Ona ne diyecektim, nasıl anlatacaktım bilmiyordum.

Zihnimde dönüp dolaşan düşüncelere ara verip kendime gelmeye çalıştım. Bakışlarımı ona çevirdim. Büyük bir ciddiyetle arabayı kullanıyordu. Sanırsın şirket yönetiyor beyefendi!

Onu inceleyen irislerimi kontrol edemiyordum. Apayrı bir duruşu vardı. Yüz biçimi, o dolgun dudakları, saçı, kara kaşı, vücut yapısı kimseye benzemiyordu. Gözleri, bakışları farklıydı.
Gökyüzünün gecesini andıran gözleri semada salınıyordu. Kimsesiz, sessiz, solgun,yorgun bir çift bakış...

Öylesine masum öylesine kirliydi ki yaptıklarına şaşırmadan edemedim.
Ben hala onun hareketlerini sorgularken o, arabayı kullanmaya devam ediyordu. Ben ise hala onu izliyordum.
"Bakışlarını üstümden çek!" dedi bir anda ve yerimden sıçradım. Hala arabayı kullanıyor ve yola bakıyordu. Beklemediğim anda söylemişti. Nasıl görmüştü ona baktığımı. Hiç benim yüzüme de bakmamıştı. Ne diyeceğimi bilemeden lafa atladım.

"Be-ben sana bakmıyordum." dedim zorlanarak. Resmen cümle kurma yetimi kaybetmiştim. Söylediğim şeyi sonradan fark edip kendime içimden bir ton küfür saydırdım. 'Adam fark etmiş daha neyi inkar ediyorsun sen!' diye bir azar çektim kendime. Kesin şimdi yine beni aşağılardı. Ama ona bu sefer izin vermeyip böyle bir şey yapmasına engel olacaktım. Söze dalıp:

"Evime götürüyorsun beni değil mi?" dedim. Yüzüme dahi bakmadan dinledi beni. Yüzündeki bazı kaslar hareket etti. Gülümsedi.

"Evet. Evine gidiyorsun." dedi.

Evime gidiyor oluşuma sevindim. Yüzümde bir tebessüm peydah olurken yola baktım. Orman yolundan çıkıyorduk. Burası neresiydi peki? Hangi ilçedeydik? En azından buranın neresi olduğunu bilmek gerekiyordu.
Çevreme merakla baktığımda nerede olduğumuza dair bilgi içeren hiçbir tabelanın olmayışı tuhaftı.

Yolu izlerken ana yola girdiğimizi fark ettim. Yolu izlemeye devam ederken telefon zil sesi yükseldi. Bakışlarımı ona doğru çevirdim. Hareketlerini izlemeye koyuldum. Elini radyonun olduğu kısıma götürüp telefon simgesi olan tuşa dokundu. Arabanın içine bir erkek sesi hakim oldu.

"Alişir Bey merhaba" dedi karşıdaki adam. Ekrana baktığımda 'Sinan' yazıyordu.

"Evet Sinan ne var!" dedi katı bir şekilde. Bir insan bu kadar öküz olamazdı değil mi? Ya da Alişir'e özeldi. Telefondaki adam itaatkar bir şekilde "Alişir Bey ihale için son bir hafta süre verdiler. Belgeleri yedekleyip PDF üzerinden yollamamız gerekiyor." dedi.

Alişir gerilmişti. Kendini kasıyordu. Yüzünü hafifçe bana dönüp baktı. Ardından yola dönüp arabayı hızlı sürmeye devam etti. Ardından o biçimli dudaklarını aralayarak "Hedef değişti. Belgeleri dosya olarak sunmuyoruz. Ben bizzat net ortamında son gün son dakika yayınlayacağım. Kim sorarsa 'Alişir Bey böyle uygun gördü de' tamam mı?" dedi.
Adamın cevap vermesini beklemeden elini tuşa götürüp bastı. Telefonu suratına kapattı. Kaba adam!

Bana "Seni eve bırakacağım. Sonrasında seni aradığımda telefonun hep açık olacak. Ne yapman gerektiğini, ne olacağını sana ben söyleyeceğim. Babanı kurtarmak için buna mecbursun. O belgeleri aldıktan sonra babanı da al benden olabildiğince uzağa, cehennemin dibine gidin." dedi. Bu kadar şeyi söylerken arada bakıyordu bana.
Bir yola, bir bana...

Dediği şeyleri düşündüm. Evet babam için buna mecburdum. "Tamam. Her şeye tamam. Fakat benim telefon numaran-"

"Telefonunu bulmak en basit iş. Ne kadar aptalsın ya cidden!" dedi beni bölerek. Ama bu kararı fazlaydı.

"Yeter artık! Bana laf söyleyip durma! Ben sizin gibi böyle olaylara alışkın değilim. Benim hayatımda her gün birileri kaçırılmıyor! Senin gibi kaba saba, hödük olmaktansa saf olmayı tercih ederim." diyerek sesimi oldukça yükselttim. Evet yeterdi artık söyledikleri. Sesimi çıkarmıyorum diye tepeme çıkamazdı.

Ona baktığımda kırmızı görmüş boğa gibi olduğunu fark ettim. Acayip derecede sıkıyordu direksiyonu. Aniden fren yapınca ufak çaplı zelzele yaşadım. Ön cama yapışacağım sandım ama Allah'tan emniyet kemeri vardı. Sinirle ona baktım. Üstüme doğru eğiliyordu.
Nefesini yüzümde hissettiğimde gözlerimi gözlerine sabitledim.

"Senin o şerefsiz baban bana ait olan şeyleri çalmasaydı senin gibi bir geri zekalıyla uğraşmak zorunda kalmazdım." dedi ve ardından kendini sakinleştirmek ister gibi derin bir nefes aldı. Bakışlarını bana çevirmeden "Şimdi sesini çıkarmadan uslu uslu dur!" dedi uyarır tonda.

Ben hala onu izlerken o bana bakmıyordu. Arabayı tekrardan çalıştırıp hızlı bir şekilde yolda ilerlemeye başladık. İçimdeki volkan patlamak üzereydi. Bastırdığım duyguların yoğunluğunu taşıyamaz hale geldi. Öylesine birikmiş, öylesine suskun...

Düşüncelerin arasından sıyrılıp yola baktığımda bizim evin sokağına girmiştik. Bir dakika ya! Evimi nereden biliyor? Tabi ya nereden bilecek!
Eli kolu uzun manyağın! 'Allah'ım ne olur beni bu durumdan kurtar' diye dua ettim.

Araba ani bir frenle durdu. Kafamı kapının camına doğru çevirdiğimde evimi gördüm. Evimi gördüğüm için bu kadar mutlu olacağımı hiç tahmin etmezdim.

Ona bakmadan kapıyı açtım. İnmek için hazırlandığımda kolumdan tutup beni kendine doğru çekti. İkimizde birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki ne hissettiğini, ne istediğini anlayamıyordum. Nefesi nefesimle buluştu. Gözleri sonum oldu.

"Eğer yanlış bir şey yaparsan ikinizi birden ortadan kaldırmaya gocunmam.
Yapacağın her hareket hayatına mâl olur bunu unutma! Şimdi defol git!" dedi. Bir şok daha yaşadım. Her bir söylediği diğerinden daha beterdi. Daha can yakıcı...

Bu sefer söylediği şeylere cevap vermeden sustum. Sessiz kalmak tercihim oldu.
Bakışlarımı ondan kaçırıp yavaşça hareketlendim. Arabadan indim ve arkama bakmadan eve doğru ilerledim.
Elimi cebime attım anahtarı çıkarmak için fakat yoktu. Unutmuşum almayı şimdi hatırladım. Neyse ki Aslı kapıyı açtı. Açar açmaz boynuma atlayıp "Cemre neredesin sen? Öldüm meraktan!"
dedi. Ondan ayrılıp sakince "Anlatacağım ama önce içeri geçelim." dedim. Çok yorgundum. Her şeyimle bitkin, her şeyimle bitmiş...

İçeri geçtik ve ben kendimi direk odama attım. Üstümdeki fazlalıklardan kurtuldum. Bu zaman zarfında ise fonda Aslı'nın hesap sorma cümleleri yankılanıyordu. Kendime geldiğimde yatağımın üzerinde oturuyordum. Karşımda, yatağın bir ucuna oturmuş beni izliyordu. Anlatmazsam kurtulamadık biliyordum.

Olan biteni üstten kabaca anlattım. Öyle oturup bütün detayları anlatıp 2 saat vakit öldüremezdim. Karakterime terstir. Zaten öyle dedikodu yapmayı seven bir insan da değilim. Aslı şok olmuş bir biçimde beni dinlemişti. Tabi aralarda atlayıp kendi yorumunu da koymayı eksik etmemişti. Bir komşunun gelen adamları gördüğünü, ondan sonra evden çıkıp gittiğimi öğrenince merak ettiğini söyledi. Daha birçok şey söylerken onu duymuyordum.
O konuşmaya devam ederken dayanamayıp "Aslı!" diyerek böldüm lafını. "Artık dinlenebilir miyim? Çok yoruldum inan ki!" dedim.

Masumca boynunu eğip "Tamam" dedi.
Odadan çıktığında kapıyı da ardından kapattı. Ben de yatağımın örtüsünü kaldırıp içine girdim. Üstümü örtüp kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Aniden gelen telefon zil sesi ile gözlerimi kırpıştırarak açtım. Zihnimde allak bullaktı. Kendime gelmeye çalışarak telefonumu bulmaya çalıştım. Yatağımın yanımda bulunan komodinin üzerindeydi. Oradan alıp ekrana baktım. Yabancı numaraydı. Tereddütle açtım telefonu ve kulağıma koydum.

"Alo!" diyen, bir erkek sesiydi. Bu- bu Alişir'in sesiydi.

Sesim kesildi. Heyecanlandım. Cevap veremedim. Aklım karışırken "Baban öldü." dedi.

"Ne!" dedim şaşırarak ve sesim titreyerek.

...

Bölüm nasıldı? Beğendiniz mi?

Düşüncelerinizi yorum olarak bekliyorum!

Vote yapmayı unutmayın!

Tam tamına 3127 kelimelik bir bölümdü.

Yazım hatası varsa kusuruma bakmayın!

Önerileriniz varsa bekliyorum!

Takip etmeyi unutmayın!!

Hesabımdan kitapla ilgili alıntılar ve paylaşımlar yapacağım. :) SEVİLİYORSUNUZZ!!

Continue Reading

You'll Also Like

80.4K 4.7K 43
~Bu kitap +18 ögeler ve cinsellik içerir!! Rahatsız olacaklar okumasın lütfen..~ Yaz Yağmuru isimli kurgumun devam kitabıdır. İlk kitaba profilimden...
4.5M 335K 58
"Bu kitap babası tarafından sevilmeyen ve hiç bir zaman sevilmeyeceğini düşünen kızlara ithafen yazılmıştır..." (Haziran-Temmuz ayları arasında kitap...
4.7M 261K 94
Benim ruhum delik delikti. Biri benim anahtarımı bulup açsa ve o ruhu çıkarsa , ruhumun üzerindeki yanık izlerinden , hayal kırıklığı izlerinden , ac...
597K 28.8K 26
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...