2. Bölüm:"Tek Çaren Benim"

547 216 1K
                                    

Bölüm şarkısı
Gökhan Kırdar-Yerine sevemem

...


Gökyüzünde uçan kuşun kırık kanadı...
Ölmeye meyili varmış gibi denize dalan bu kuşun gözleri masumiyetten ibaret. Onu ölüme itenler ise canından çok sevdikleri idi. Fakat neden böyle olduğunu kimse bilmiyor.

Seven neden iter?
Düşen neden inanır?

Cevabını bile veremediğimiz sorular... En zoru da buydu ya. Sessiz kalmak. Olanlara, olacaklara sessiz kalmak.

Söylediklerini aklımda tartmaya çalışıyordum. 'Bedelini sen ödersin' ne demekti! Evet o benim babamdı ama böyle bir şey olmazdı. Olamazdı.

"Sen ne diyorsun ya!" diye çıkıştım. Gözlerimi onun üzerine diktim. Elleri direksiyonu sıkmaktan kaskatı kesilmişti. Boynundaki damarlar patlayacakmış gibi şişmişti.
Gözlerindeki uçurumun derinliği gözüküyordu. Bakışlarının odağı ben olduğumda
"Bana sesini bir daha sakın yükseltme!" dedi tıslayarak ve devam etti.

"Yoksa sonuçlarına katlanırsın!"

Öylesine sinirlendim ki söylediği şeyle yüzümün kıpkırmızı olduğuna kalıbımı basabilirdim. Bu adam beni böyle susturabileceğini mi sanıyordu? Evet, doğru sanıyordu. Ne yapayım korkuyordum. Yoksa ben ona gösterirdim gününü. Tabi tabi gösterirdim.

Kendimle olan savaşımı bitirdikten sonra başımı cama doğru çevirdim. Dışarıda öyle bir görüntü vardı ki şaşırmadan edemedim. Böyle bir yere geldiğimizi nasıl göremedim. Babamı burada, böyle bir yerde ne işi vardı. Onu öldürüp bir yere atsalar kimse cesedini dahi bulamazdı. Benimkini de! Korkum ikiye katlanırken araba yavaşladı. O, arabayı söndürüp arabadan indi. Arabanın etrafından dolaşıp kapının önünde durdu. Kapıyı açtı ve yüzüme bakmaya başladı.

"Ne bekliyorsun? İnsene aşağı!" diye tıslayınca fark ettim ki mal gibi arabanın içinde oturmuş ona bakıyordum. 'Adam zaten beni aşağılıyordu. Daha çok aşağılasın diye uğraş veriyordum resmen. Bravo Cemre! Gerçekten tam bir aptalsın. Onu haklı çıkardığına inanamıyorum.' diyen iç sesimi susturup hışımla arabadan indim. Ardımdan kapıyı kapattı.

Bir anlık gözlerim etrafı taradığında gördüğüm; ıssız, ucu bucağı olmayan yemyeşil bir orman... Öylesine korkutucu ve ürkütücü ki ürpermemek elde değildi. İçimde kaynayan düşüncelerin nedeni olan bu adam, benim gözümde değişikti.
Bir tuhaftı. Ama ondan korkuyordum. Fakat bunu ona belli etmemem gerekiyordu. Zayıflığımı bilmemeliydi.
İçimdeki yosun bağlamış duygularım gün yüzüne çıkmak için zorluyordu beni. Lakin onların öğrenilmesi güçsüz bir kız olduğumu ortaya koymaktan başka bir şey yapmazdı. Ruhumla verdiğim savaşın zorluğu kalbimi sınıyordu adeta. Yaşayacaklarımın korkusu bedenimi sararken "Hadi yürü!" demesiyle kendime geldim. Bu bir uyarı gibiydi.
Aklımdaki düşündükleri bir yana atıp yürümeye başladım. Neler olacağına dair hiçbir fikrim yoktu.

Attığım her adımda kendimi ölüme daha çok yaklaşmış gibi hissediyordum. Ölümüm, çığlığın arkasından gelen sessizliği andırıyordu.
Bitmişliğin yorgunluğu adımlarımda can bulurken, gözlerimdeki 'imdat' çağrısının sesi soluğu kesildi. Huzurum olmadığı bu yerde bana yardım edebilecek kimsenin olmayışı beni zorluyordu.

Karanlığım; yorgun, bitkin birer çiçeği yansıtıyordu. Çiçeğim nefessiz kalmışcasına titriyor, sararıyordu. Azrail'in canını alacağı sırada kesik kesik soluklarıyla çığlık atıyordu.
Canının alınacağını bilen çiçek boğuluyordu. Onun için ölüm kolay olacaktı. Gözlerimi sabitlediğimde karşımdaki tahtadan yapılmış, yüzyıllar öncesine aitmiş gibi duran, her yeri kararmış harabe kulübe, yokluğunun yarınında kaybolmuştu.

AYSARWhere stories live. Discover now