Mürekkebe Boyanan Sardunya |...

By SumeyyeDemirkan

11.7M 750K 1.3M

Sevgi acıtır, öp yaralarımdan belki sana da bulaşır. More

GİRİŞ
1.BÖLÜM: ''Sardunyalar"
2.BÖLÜM: ''Yalnız Kaldırımlar''
3.BÖLÜM: ''Mandalinalar''
4.BÖLÜM: "Sonbahar"
5.BÖLÜM: ''Ihlamur''
6.BÖLÜM: ''Çaresizlik"
7.BÖLÜM: ''Kurumuş Kalpler''
8.BÖLÜM: ''Çarpıntı"
9.BÖLÜM: "Korku"
10.BÖLÜM: ''Yara Bandı''
11.BÖLÜM: "Soğuk Kahve"
12.BÖLÜM: ''Gök Gürültüsü''
13.BÖLÜM: ''Nâmütenâhi''
14.BÖLÜM: ''Kırmızı Bere"
15.BÖLÜM: ''Ehvenişer"
16.BÖLÜM: ''Gül Kurusu''
17.BÖLÜM: ''Ruha Dokunan''
18.BÖLÜM: "Kar Çiçeği''
19.BÖLÜM: ''Bir Damla Sancı''
20.BÖLÜM: ''Kalbin İmtihanı"
21.BÖLÜM: ''Safderun''
22.BÖLÜM: ''Bir Tutam Nefes''
23.BÖLÜM: ''Ateşe Düşmüş Kar Tanesi"
24.BÖLÜM: ''Nane Limon''
25.BÖLÜM: ''Sokak Lambası''
26.BÖLÜM: ''Ritmin Kalple Dansı''
27.BÖLÜM: ''Birtakım Sevdalar''
28.BÖLÜM: ''Beklenmeyenler''
29.BÖLÜM: ''Çaya Vurgun Kurabiye''
30.BÖLÜM: ''Tek Hayale Çift Bilet''
31.BÖLÜM: ''Yarasına Âşık Ruh''
32.BÖLÜM: ''Bir Ömre Bin Minnet''
33.BÖLÜM: "Gitmeler Gelmeler İçindir''
34.BÖLÜM: ''Düşün İçinde Bir Düş"
36.BÖLÜM: ''Kalpteki Neşter''
37.BÖLÜM: ''Sessiz Bir Melodi''
38.BÖLÜM: "Kaldırım Kenarında Çiçekler''
39.BÖLÜM: ''Birkaç Saksı Sardunya''
40.BÖLÜM: "Evsiz Kalpler"
41.BÖLÜM: ''Sonuna Ve Sonsuza Kadar''
42.BÖLÜM: ''Akif Selim'in Sardunyası''
43.BÖLÜM: ''Onunla Acımak''
44.BÖLÜM: ''Şehrin Sönmüş Lambaları''
45.BÖLÜM: ''Akılda Tutulanlar''
46.BÖLÜM: ''Göğüs Kafesinde Bir Ağıt''
47.BÖLÜM: "Gözyaşı Mezarlığı"
48.BÖLÜM: ''Bir Dünya Güneş''
49.BÖLÜM: ''Çerçeveden Taşan Mutluluk''
50.BÖLÜM: ''Birbirine Denk Düşler''
51.BÖLÜM: ''Bir Avuç Dilek''
52.BÖLÜM: ''Kalbi Besleyen Damarlar''
53.BÖLÜM: ''Bir Tabak Mandalinadan Bugüne''
54.BÖLÜM: ''Işıkları Söndürmek''
55.BÖLÜM: ''İçimizde Halledemediklerimiz''
56.BÖLÜM: ''Kalplerin Yörüngesi''
57.BÖLÜM: ''Kâğıtlar ve Yangınlar''
58.BÖLÜM: ''Hayaller Durağı''
MÜREKKEBE BOYANAN SARDUNYA KİTAP DUYURUSU!
59.BÖLÜM: ''Şiirler ve Sevgililer''
Mürekkebe Boyanan Sardunya Kapak!
60.BÖLÜM: ''FİNAL''
Özel Bölüm (Akif Selim'den)

35.BÖLÜM: ''Ruha Vurulmuş Prangalar''

162K 12K 23.9K
By SumeyyeDemirkan

Gabrielle Aplin - Start Of Time

Gold Brother - Part Of Me

Merhabalar... Geldik, bu sefer bence daha erken geldik. Sizi hiç tutmadan direkt bölüme alayım, yorumlarda buluşalım. Keyifli okumalar. ^^

35.BÖLÜM: ''Ruha Vurulmuş Prangalar''

Kalbimin içine bir isim yazdım ve ondan başka herkes okudu.

Ben onu başkaları görsün, başkaları onu gördüğü halde ezip geçsin diye sevmedim ki... Ben onu, onun için sevdim, kendi yüreğime yakıştığı için sevdim. Bir tek o acıtabilirdi orayı farkında olmadan ama yalanmış meğerse... Bir tek o kıymet veriyormuş oraya, ben kendimi kandırmışım öyleyse.

Kalbimi bilmeden bu kadar üzerime titreyen bir adam, kalbimin içindekini, kendini bilse üzerime esen fırtınalara göğüs germez mi hiç?

Akif Selim, gidecek bir yerim kalmadığında sana çıkıp gelsem, evinim diye açar mısın kapını? Açmazsan da üzülmem zira bu kalp bugün kırılmıyor ve ben kırıklarla yaşamayı öğreneli çok oluyor.

Kandırdım.

Üzülürüm.

Şu anda da paramparça olduğum gibi.

Halime Teyze öylece karşımda dikilirken küçük dilimi yutmuş gibi ona bakakaldım. Anne ve babamın gözleri üzerimdeydi. Suratlarında kalbimin en ücra köşesinde bile varlığını hissedebildiğim bir acı vardı. Hayal kırıklığı...

''Mislina?'' diye sordu annem kaşlarını yukarı kaldırırken. Yutkunarak anneme kaydırdım gözlerimi lâkin öfke değildi gördüğüm, berrak bir endişeydi. Bu ürkütücü değildi ama hayatım boyunca ilk kez tanık olmuştum bu ifadeye ve beni asıl endişelendiren de buydu.

''Anne,'' dedim sesim kısık çıkarken. Kupkuru olmuş dudaklarımı ıslatıp çekerken Halime Teyzenin gerginliği odayı âdeta inletiyordu. Neden? Neden diye sormak istedim bağıra çağıra. Saygım, hürmetim bile gözümde yoktu çünkü ben babamın gözlerindeki bakışta yitirmiştim bunu. Annemle aramızda belirsiz birkaç saniye geçtiğinde Halime Teyze üzerine giydiği hırs paltosunu silkeleyip, ''Yazıklar olsun sizin gibi aileye de,'' deyip yüzüme iğrenircesine baktı. ''Senin gibi kıza da. Ben de seni namus...''

''Orada dur bakalım hanım!'' diye bağırdı babam. Sesi o kadar gür ve baskın çıkmıştı ki bir kâbustan uyanır gibi olmuştum. Halime Teyze şaşkın bir çehreyle babama bakarken, babam öfkesinden çatılmış kaşlarıyla ona döndü. ''Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu hiç? Ne haddine gelip burada, benim ailemi, karımı ve kızımı diline dolayarak namus meselesi haline getirmek? Siz kendinizi ne zannediyorsunuz? Bu nasıl bir cürettir böyle, bunu düşündünüz mü?''

''Üstüme iyilik sağlık,'' dedi Halime Teyze beni şaşkınlığa uğratmaya devam ederken. Beni hedef gösterdi. ''Senin kızın onu bunu yapsın suç bana mı kalsın?''

Gözlerim kocaman oldu. Kendimi tutamadım. ''Ne diyorsunuz siz ya? Siz ne biçim konuşuyorsunuz benimle?''

Babam beni susturdu. ''Sen bir dur Mislina.'' Daha dik bir hal ile devam etti. ''Yaşından başından utan be kadın! Gencecik kızıma iftira atmaya da mı utanmıyorsun hiç? Ne yapmış, söyle ne yapmış? Size ne bundan? Size neyin hesabını vermek zorundayız biz? Siz kim oluyorsunuz da benim kızımın ahlakına gölge düşürmeye çalışıyorsunuz?''

Ellerim titremeye başladı çünkü içinde bulunduğum durum o kadar korkunçtu ki hiçbir şeye benzemiyordu. Ben bir şey yapmamıştım ve bunu kimseye ispatlamak durumunda değildim. Ben... Ben sadece sevmiştim hepsi bu.

Halime Teyze aceleci bir tavırla anneme döndü. ''Daha bu sabah konuştuk, kızın oğlumu reddetti ve sen de sustun. Madem biri var ne diye bana dürüst olmadınız Leyla Hanım? Ayağınıza kadar geldik diye kendinizi bulunmaz Hint kumaşı mı sandınız yoksa?''

Annemin gözleri koca koca olurken benim de ondan aşağı kalır yanım yoktu ve belki de hayatımda ilk defa baştan aşağı sinir yüklüydüm. Aslında ruhumda her türlü duyguyu barındırıyordum ve tıpkı bir okyanus gibi hepsini kucaklamıştım fakat orada bir girdap vardı, o girdap içimdeki tüm insaniyeti yutuyordu. Üzülüyordum ve buna ben sebep olmamıştım.

Annem, ''Yahu siz ne diyorsunuz?'' diye kızdı celallenerek. ''Ne kumaşı? Benim kızım kimseye ümit vermedi, sizi yarı yolda bırakmadı, ortada verilmiş bir söz adı konmuş bir durum yok... Siz neyi bu kadar abartıp hakkınız olmayarak evimize bu kadar usulsüz girebiliyorsunuz Halime Hanım?''

Babam, annemi dinliyordu lâkin çok öfkeliydi, anneme de öfkeliydi.

Her şeyden evveli ben onlara ne diyecektim?

Bu durumu nasıl açıklayacaktım?

''Ortada bir durum varsa,'' dedi babam sabırsızca. ''Ben sorarım hesabını. Babası sorar, anası sorar, dış kapının dış mandalı değil.'' Kapıyı açtı ve çatık kaşlarla kadına bakmadan konuştu. ''Şimdi çıkın gidin evimden, akşam akşam bu kadar terbiyesizliğin lüzumu yok. Gidin!''

Halime Teyze bana uzak uzak bakarken gözlerindeki bu anlam veremediğim kin kanıma dokunmuştu. Ne yapmış olabilirdim ki? Ben ona nasıl bir zarar vermiş olabilirdim de bana bu kadar düşman gibi bakmasına sebep olmuştum? Anlam veremiyordum.

Halime Teyze bir şeyler söyleyecek gibi olurken dudaklarını büktü ve mesafeli bir sesle gerileyip, ''Yazık yazık,'' diyerek evden ayrıldı.

Babam, o kapıdan çıkar çıkmaz kapıyı öyle bir sert kapattı ki tüm bedenimle titredim. Gözlerinden ateş fışkırıyordu. Gözlerim yanıyordu. Kalbim gibi. Annem elini ağzına götürerek, ''Allah'ın cezası kadın,'' diye homurdandı. ''Ben bunu böyle bilmezdim.''

''Sen hiç konuşma hanım,'' dedi babam fırsattan istifade. ''Sen sardın bu kadını başımıza. Ne demek oluyor o? Bu sabah bu kadın buraya geldi öyle mi? Benim haberim yokken üstelik...''

''Yok, Hikmet Efendi öyle değil...''

''Ne demek öyle değil?'' dedi babam kafasını iki yana sallarken. Anneme ilk kez sesini yükseltiyordu, onu ilk kez anneme bağırırken görüyordum. ''Biz bu konuyu seninle konuşmadık mı? Kapatmadık mı? Sen neyin peşindesin?''

''Ben hiçbir şeyin peşinde değilim,'' dedi annem kısılmış sesiyle. Yutkunmakta zorlanırken araya girerek bunu düzeltmem gerektiğini düşündüm. ''Baba,'' diye attım kendimi öne. Parmaklarımla oynamaya başladığımda dudağımı ısırdım. ''Biz o konuyu kapattık...''

Babam buz gibi görüntüsüyle yüzünü bana çevirdi. ''Sen asıl Mislina,'' diye konuştu sakince. Bu sakinlik beni müthiş ürkütmüştü. Bağırırken bile bu kadar korkmuyordum. Gözlerine tedirgince baktığımda dişlerini sıktığını gördüm. ''O kadının ne söylediği umurumda değil, densizin biri ama sen kızım... Bize yalan söyledin. Annene yalan söyledin...''

''Baba ben...''

''Sen ne Mislina?'' diye sordu kaşlarını yukarı kaldırarak. Kalbim deli gibi titriyordu. Sanki köşeye sıkışmıştım ve tek çarem burada son nefesimi vermekti. ''Bize söylediğin kaçıncı yalanın bu?''

Kalbim atmayı bıraktı.

Bundan daha kötü ne işitebilirdi ki bu en büyük korkularımdan birinin ailemin bana olan güvenini sorgulatacağım sözleri...

Üzülme, üzülmeye zerre hakkın yok senin çünkü buna sen sebep oldun. Sen istedin, sen yaptın, sen yalan söyledin. Üzülmeye hakkın yok!

Boğazımdaki yumruyla yutkunmaya çalışırken canımın bu kadar acıması beni mahvediyordu. ''Ben yalan söylemedim baba, ben sadece...''

''O çocuk kim?''

İrkildim.

Elektrik çarpmışa döndü bedenim ve büyük bir sarsıntı ile titredi. Annem, babama göre daha sakin kalırken babamın yüz ifadesi içindeki duyguyu pek âlâ gözlerimin önüne seriyordu. Ateşti gözleri, sönmüş bir ateş. ''O çocuk kim, Mislina? Bize yalanlar söylemek zorunda olduğun o çocuk kim?''

''Kim-kimse değil baba...''

''Bak hâlâ yalan söylüyorsun...'' derken gözleri irileşti ve elini havaya kaldırdı.

Bana tokat atmak için...

''Baba,'' diye döküldü dudaklarımdan tiz bir çığlık. Ellerimi yüzüme götürdüm kendimi korumak için. Kendimi korumak için, yuvamdan kaçmış gibi.

''Hikmet Efendi,'' dedi annem benim önüme geçip kollarıyla bedenime geriye iterken. Sesi yüksekti, sesi o kadar yüksekti ki gözyaşlarımın sesini bile içime gömmüştüm, ağlarken titreyen dudaklarımı ses çıkmasın diye ısırırken. ''Ne yaptığını zannediyorsun sen? Kızım o senin kızın! Nasıl kıyabiliyorsun ha?''

Ellerimi yüzümden indiremiyordum çünkü alışık değildim babamın bana böyle öfkeyle bakmasına, alışık değildim ona korka korka bakmaya... Alışmamıştım hiç onlardan kendimi saklamaya.

Kışın ortasında, kocaman bir buzun ortasında duruyor gibiydim. Hareket edersem ayağımın altındaki buz çatlayacak ve ben buz gibi suyun dibine, buradan kurtulmak için hiç çaba sarf etmeden süzülecektim. Neden çaba sarf edeyim zaten? Ben hayatımın dibine düştüm az önce, denizin dibine düşüp oraya saplansam ne olacak sanki?

Göğsümün orta yerine düşen ateş her yerimi yakmaya başladığında avcum ve yüzümün arasındaki ıslaklıktan vermek istedim fakat yetersiz kalırdı, bunu biliyordum. Babam, ''Bunu... Ben bunu yapacak biri değilim,'' diye fısıldadı acıyla. ''Beni bile kendime düşman edeceksin. Kendime öfkeliyim kızım ve bunun hesabını bana sonra sor, çünkü hakkın... Ama söyle bana, doğru söyle Mislina.''

Annem, arkasını dönerek ellerini sırtıma koydu. Küçücük bir çocuk gibi titriyor ve ağlıyordum karşılarında. ''Mislina,'' diye eğildi annem üzerime. ''Anneciğim bak bana.''

''Ben bir şey yapmadım anne,'' dedim kesik. ''Yemin ederim kötü bir şey yapmadım.''

Annem endişelendi. ''Yavrum, biliyorum bir şey yapmadığını ama bak bana, babana bak ve doğruyu söyle. Hadi anneciğim.''

Babam, ''Yüzüme bak!'' diye uyardı beni. ''O çocuk kim?''

Ellerim yüzümden ayrılırken dişlerimin birbirine vurmasını engelleyemedim. Gözlerim ışığı görmesine rağmen ben karanlıktaydım, ışığımı elimden almışlardı. Babamın yüzüne baktım, çekinerek. ''Okul,'' dedim hıçkırırken. ''Okuldan bir arkadaşım.''

''Adı ne? Kim?'' dedi peş peşe. ''Ben sana neden kızıyorum, ben sana neden böyle davranıyorum biliyor musun?''

Kafamı öne eğdim.

Devam etti. ''Sana olan güvenimi yerle bir ettiğin için.''

Kafamı yerden kaldırdım. ''Baba ben...''

''Eve çıktın, biz seni yurtta biliyor sanırken ve bizi bir yıl kandırdın. Bunun üzerine basıp geçmek kolay olmadı ama sana güvenim sonsuzdu, kredin bitmezdi ben de... Şimdi ise...'' Yüzü ekşidi. ''O kadının sözleri zerre umurumda değil. Ama sen benim umurumdasın Mislina. Beni bu kadar üzen şey, çok rahat yalan söyleyebilmen. Bize güvenmemen, bize güven vermemen...''

''Ben size güveniyorum baba,'' dedim ona acıyla bakarken. Gözlerimin içinde bir yangın, beni de yakıyordu onları da. ''Ben sadece zorunda kaldım, biliyorum çok salakça ve pişmanım ama... Baba yemin ederim ben kötü biri değilim, kötü bir şey yapmadım.''

''Kızım ben sana kötü birisin mi diyorum?'' diye baktı yüzüme dik dik. Elini göğsüne vurdu. ''Bana dürüst değilsin, annene dürüst değilsin, kendine bile dürüst değilsin sen... Sana ben nasıl güveneyim ha? Senin üzerine bu kadar titrerken kafamdaki ''acaba'' sorularıyla çakışmak ne kadar acı biliyor musun sen?''

Haklı mıydı?

Haklıydı.

Devam etti. ''Bu zamana kadar sana bırak elimi kaldırmayı, sesimi bile yükseltmedim ben çünkü sen bizim biriciğimizsin. Yüzümü kara çıkaracak bir insan olmadın, olamazsın da ama... Bak ama dedikten sonra bunların hiçbir önemi kalmıyor görüyor musun?''

''Özür dilerim, baba.''

''İçim öyle acıyor ki sana elimi kaldırdığım için, keşke kırılsaydı elim fakat bir anlık öfke beni canavara çevirdi ama bilmiyorsun Mislina, yaşadığım bu hayal kırıklığını bilmiyorsun. Sana güvendikçe peşinde getirdiğin bu yalanların bana ne kadar acı verdiğini bilmiyorsun. Beni ne kadar öfkelendirdiğini bilmiyorsun.''

''Tamam Hikmet Efendi,'' diye araya girdi annem. ''Olmuş olan, kız bir yalan söylemiş hem sen bilmiyor musun onu, nasıl böyle şeyler söylersin?''

''Sen bir karışma dedim sana hanım,'' dedi anneme yükselirken. ''Ben burada onun iyiliği için konuşuyorum. Yalan üstüne yalan... Yakışıyor mu hiç? Neyi, kimi saklıyor bu kız bizden? Yalana tahammülüm yok, ben bu zamana kadar sizden hiçbir şeyi saklamadım, ama aynı tavrı göremiyorum maalesef. İleride anne, bana olunca anlar ne demek istediğimi, şimdi boş gelir hepsi haliyle...''

Anlıyordum, hem de çok iyi anlıyordum. Hatalıydım ve inkâr etmiyordum, edemezdim zira hakkım değildi. Kendime kızgındım, sadece kendime kızgındım. Kırgınlığım vardı evet babama ama... Dediği gibi ''ama'' dedikten sonra kuracağım hangi cümle ona merhem olabilirdi ki?

Kesik kesik karşılarında iç çekmeye devam ederken gözlerimin altını çabucak sildim. Babam diğer konuya uzandı. Akif Selim'e. Hayır, oraya gelme baba, bana sabaha kadar hesap sor, kız ve bağır ama konuyu ona getirme çünkü o benim çaresizliğim. Beni çaresiz bırakma lütfen.

''Okuldan dediğin o çocuk?'' diye sordu kuşkuyla. ''Neyin oluyor, aranızda bir şey mi var? Kim o söyle bana, bak eğer yalan söylersen bu sefer cidden kendimi tutamam. Dürüst ol bana! Kim o? İt, kopuk, serserinin biri mi yoksa?''

''Hayır,'' dedim kendimi siper ederek. Babam kaşlarını çattı. ''Öyle biri değil, asla.''

''Demek ki biri...''

Konuşamadım.

Annem, ''Utanıyor, sıkılıyor kız,'' dedi babama karşı. ''Nasıl konuşmasını bekliyorsun rahat rahat karşında? Biraz empati yap gözünü seveyim.''

''Yıllarca rahat rahat yalan söyledi ama değil mi?''

''Aynı şey değil.''

''Evet, o daha kötüydü.''

Annem kafasını gergin bir biçimde salladığında babam yeniden beni odağına çekti. Gerçekten susmamı istemiyordu ama ben ona konuşacak kadar cesur değildim. Üstelik bizim Akif Selim ile bir adımız bile yoktu. Ne diyecektim?

''Mislina, kim o çocuk? Böyle susmaya devam edecek misin karşımda?''

''Okuldan bir arkadaşım baba gerçekten,'' dedim yere bakarken. Yüzüne bakamıyordum, korkuyor ve utanıyordum. ''Doğum günüm için bana sürpriz yapmak istemiş ve pat diye burada olduğunu söyledi arayarak. Ben de bir şey diyemedim.''

''Annene neden yalan söyledin?''

''Çünkü... Çünkü biz arkadaşız ve yanlış anlamanızı istemedim.'' Hayır, bu çok aptalcaydı. Berbattı.

''Böylesi daha mı iyi oldu yani?'' dedi babam ağır ağır konuşarak. ''O deli, terbiyesiz kadının üzerimize gelmesi daha mı iyi oldu?''

''Ben böyle olacağını bilemezdim ki.''

''İşte bak,'' diye mırıldandı babam. ''Anne ve babaya yalan söylersen olacağı bu! Bu yüzden bu kadar öfkeleniyorum, kendimi kaybediyorum. Şimdi git odana ve öfkem geçene kadar oradan çıkma!''

Gözlerimi sımsıkı kapatırken kirpiklerimin arasından süzülen o ıslaklığa yenik düştüm.

Babam, bana olan inancını yitirmişti.

''Sana çok kızgınım, senden beni anlamanı da beklemiyorum ama bir gün anlayacaksın ne demek istediğimi...'' Bir adım yaklaştı, yüzümü yerden kaldırıp yüzüne baktım. ''Ve bana bir daha yalan söylersen işte o zaman diyecek bir şey bırakmazsın, kızım.''

Annem, ''Uzatmasan mı artık?'' diye konuştu sakince. ''Bak nasıl üzüldü o da? İster mi böyle olsun?''

Babam kaşlarını çattı. ''Ben onun gözünden akacak bir damla yaş için dünyayı yakarım ama bu çok başka. Onun iyiliğine konuşuyorum sabahtan beri, babası olarak bu hakkım! Kendini sorgulasın, kendine dürüst olsun. İçimdeki bu şüpheyi yok etsin, anlıyor musun?''

Ben yalancı değilim...

Ben yalan söylerken bu kadar üzüleceğimi, üzeceğimi bilemezdim.

''Sana verdiğimiz sevgiyi ve değeri kötüye kullanma Mislina, bizden bir şey saklama.''

''Sizden bir şey saklamıyorum,'' diyebildim kanadı kırık kuşlar gibi çırpınırken.

Babam gerçekten bu sefer katıydı, kızgındı ve geçen sefer ki kolayca hazmedip çıkamamıştı kapıdan. Ona asla gönül koyamazdım, koysam ne olacak ki, babamın bende açtığı sancı kalbimin içine yerleşir ve o dokunana kadar kimse de geçiremezdi. Babaların açtığı yaraları, babalar kapatır ancak.

Gözlerini kapattı ve derin bir nefes alıp bana odanın kapısını gösterdi. ''Seni küçük bir kız çocuğu gibi odaya kapatıp kilitleyecek halim yok ama seni şu an görmek istemiyorum. Güvenimi boşa çıkarmaya devam ettiğin müddetçe kafamdaki bu şüphe hep benimle olacak.'' Yüzüme baktı, duygusuzdu. Ağlıyordum. ''Git odana!''

Kendimi sımsıkı tuttum, biri dokunsa avazım çıktığı kadar ağlardım belki de. Babamın dümdüz bakışlarını hayatım boyunca unutacağımı sanmıyordum ve bu anı daha da içselleştirmeden öylece koşar adımlarla odama girip kapımı kapatarak ışıklarımı yakmadan kendimi yatağımın içine attım. Yorganı üzerime çektim, kafamı içine gömdüm. Yok olmak istedim, anı yok etmek istedim. Gözlerimi kapatıp ağlamaya devam ettim fakat sesimi duymasınlar diye yorganı öyle bir çekmiştim ki içime, gözyaşlarımı yorgan emiyordu, sesimle birlikte.

Ben gerçekten kimse üzülsün istememiştim. Halime Teyze umurumda değildi. Babamın asıl kızdığı, bana asıl gönül koyduğu mesele güven problemi yaşamasıydı. Onlara yalan söylediğim için beni görmek istemiyordu. Ben... Beni görmek bile istemeyeceği kadar mı üzmüştüm onu?

Babam artık beni sevmiyor muydu yoksa?

Dakikalarca burada gözyaşlarımı akıttım çünkü bunca yıldır ilk kez darmadağın olmuştum. O kadar yalnız, o kadar çaresizdim ki kendime bile yetemiyordum.

Babamın bu kadar tepkili olması, onu ilk defa hayal kırıklığına uğrattığım içindi. Onu ilk defa bu kadar bana uzak bakarken bulduğum içindi.

Yaralar açtılar kalbimde benden habersiz ve ben diyemedim ona gel, sar diye.

Dudaklarım ılık ılık titrerken odamın kapısı sakince açıldı ama ışık girmiyordu gözlerime, sadece sesini işitmiştim. Bu annemdi. ''Mislina,'' diye fısıldadı annem. Yorganı kafamdan aşağı çekmek istediğinde ona müsaade etmedim. ''Anne lütfen çık dışarı! Uyuyacağım.''

''Mislina babana kızma anneciğim,'' dedi yatağımın kenarına otururken. ''Hayatında ilk defa sana bu kadar sert konuştu, o da pişmandır ama...''

''Özür dilerim, anne,'' dedim yutkunarak. ''Özür dilerim.''

''Şş,'' diye kaldırdı en sonunda yorganı üzerimden. Gözlerim uzun zaman sonra aydınlığı kucaklarken suratımı ekşittim. Kollarımla yüzümü kapattım. Annem koluma dokundu. ''Benden, bizden özür dileme. Sadece bizden bir şey saklama, biz senin aileniz. Bize yalan söyleme.''

''Anne ben gerçekten düşündüğünüz gibi bir şey yapmadım.''

''Bak hâlâ ne diyor ya,'' dedi kafasını kolumun üzerine koyarak bana sarılırken. ''Baban sana neden kızdı, neden bağırdı biliyorsun değil mi? O da memnun değil küçük bir çocuk gibi seni azarlamaktan ama onu da anla lütfen.''

Cevap veremedim. Verecek bir cevabım da yoktu ki zaten.

''Anne,'' diye fısıldadım tek canımla. ''Lütfen beni yalnız bırak.''

''Mislina...''

Hissizce gözlerimi duvara sabitledim. ''Anne lütfen beni yalnız bırak, ben bunu hak ettim. Bu yalnızlığı hak ettim, anne.''

''Hayır,'' diye sevdi saçlarımı. ''Hayır, o nasıl laf öyle? Baban şimdi kızar ama iki saate geçer...''

''Anne,'' dedim sesim titrerken. ''Babam bana vursaydı, o tokat yüzüme inseydi acısı da geçer miydi?''

Ezgi... Tam şu an yüreğimin orta yerinde hissettim onu. Hayır, acılarımızı kıyasladığımdan değil elbette fakat ben bir tokadı bile kaldıramazken peki ya o? Onun ruhu, bedeni, kalbi bu enkazdan nasıl sağ çıkabilmişti?

Canım Ezgi'm. Benim kırık çiçeğim.

Gözlerime çivi batar gibi duvara sabitlemişken annem doğruldu ve yüzüme dokundu. ''Baban pişman oldu, bak bunu kendi de söyledi. Bir anda patladı, yoksa sana kıyabilir mi hiç? Lütfen üzme kendini. Hem daha bana hesap soracak beyefendi.'' Güldürmeye çalıştı beni ama başaramadı. ''Ben ne diyeceğim asıl. O cadı kadının yüzünden.''

İfadesizdim. Hislerim, mimiklerim çalınmış gibiydi.

Annem en nihayetinde yaptığı şeylerin boşa çıktığını anlayarak derin bir nefes aldı ve doğruldu. ''Sil gözlerinin yaşını. Baban seni seviyor bunu biliyorsun ama anla işte Mislina, yalana tahammülü yok... Üstelik o çocuğu anlatacaksın bana. Babanı geçiştirdin tamam ama ben yemem. Bana o çocuğu anlatacaksın.''

Konuşmadım.

Annem saçlarımdan öpüp geri çekilirken, ''Bugün senin doğum günündü oysa, biraz uyu odana getiririm pastanı,'' dedi.

''Hiçbir şey istemiyorum.''

''Mızmızlanma.''

''Anne... Lütfen kapıyı kapat ve çık. Uyursam geçer belki. Lütfen çık.''

Annem bir şeyler daha söyleyeceği sıra bundan vazgeçerek ışığımı kapatıp odadan çıktı. Kapkara odanın içinde kalakaldım. Gözlerim açıktı. Gözlerim görmüyordu, acıyordu kırıklıktan. Kırdıklarımdan, kırıldıklarımdan.

Bir süre sadece boş boş duvarı izledim. Kalbim böyle bir acıya ilk kez ev sahipliği yapıyordu ve pek misafirperver olduğunu söyleyemeyecektim. Maya tutmuyordu ruhum ama kabardıkça kabarıyordu sancılarım.

Yorganımı üzerime çekeceğim sıra yastığımın altında duran telefonum titremeye başladı. Onu elime aldım. Işık yüzüme nüfuz ettiğinde, ilk defa adını görünce sırıtamadım. Aksine çaresizce ağladım.

Akif Selim: Eve geldim ama sanki hep yanındaymışım gibi...

Akif Selim: Yanımda değilsin ama senden hiç gitmemişim gibi...

Akif Selim: Çok tuhaf... Niye böyle oluyor Mislina?

Çevrimiçiydi.

Ben mesajlarını hemen okuyarak mavi tiki basmıştım resmen. Yazmamı bekledi ama o kadar güçsüz ve dipteydim ki en sevdiğime bile yazacak bir cümle bulamadım. Acıttım kendimi, acım ona da geçmesin diye kendime bıraktım acımı.

Akif Selim: Mislina, orada mısın?

Buradaydım. Sen yokken de seninleydim.

Akif Selim: Mesajlarımı okuyorsun ama bir şey yazmıyorsun. İyi misin? Müsait değilsen söyle lütfen, ben beklerim ya da sen müsait olunca yazarsın.

Dudaklarımı ısırdım ve yorganın altına saklanarak telefonuma öylece baktım. Sonra da hiçbir şey söylemeden mesajlaşmadan çıktım.

Özür dilerim canımın içi, ben üzgünüm bu gece, fark edersen bunu sana anlatamam, anlatsam dürüst olamam. Ben kimse üzülmesin diye yalan söylemekten yoruldum. En çok üzülen ben oldum oysa.

Telefonumu kilitledim ve sadece bir dakika sonra beni aramaya başladı.

Ekranda adı yazıyordu.

Konuşamazdım, konuşursam deli gibi ağlardım çünkü sesini duyana kadar sürüyor her şey ve ben ona yenilmeyi çok iyi biliyorum. Onu kazanmadan ona yenilmek... İşte bu âşkın bir devrimi.

Yüreğim titreye titreye telefonu sessize aldım. Sana bunu yapmaya hakkım yok ama yalnızlık diyorlar ya hani; insanın daima gidebileceği tek yermiş bunu anladım ve ben şu an buradayım.

Telefonum ısrarla çalmaya devam ettiğinde bu sefer mesaj attı. Üstteki bildirim panelini indirip okudum. Dayanamadım.

Akif Selim: İyi misin Mislina?

Akif Selim: İstemeden, fark etmeden kalbini mi kırdım? Bir kabahatim mi oldu yoksa?

Akif Selim: Mislina lütfen bir şey yaz bana. Nokta bile koysan anlarım.

Buruk bir tebessümle baktım ekrana. Mesajlarına dönmüyorum diye kendini suçluyordu, buna nasıl izin veriyordum ben? Zaten yalancıydım, bir tane daha yalan söylerdim ne değişecekti ki? Yine ağlamayacak mıydım sanki?

Mislina: Biraz yorgunum Akif Selim. Kusura bakma lütfen.

Anında yazmaya başladı.

Akif Selim: Ne oldu? Hasta mısın? Üşüttün mü yoksa?

Akif Selim: Benim hatam, bu kışta seni evden çıkardım.

Mislina: Hayır, hayır alakası bile yok. Sadece biraz yorgunum hepsi bu. Gerçekten.

Akif Selim: Sana inanmak istiyorum çünkü sadece yorgun değilsin, başka bir şey var.

Akif Selim: Başka bir şey olduğunu bilecek kadar seni tanıyorum.

Akif Selim: Ne oldu? Annenler iyi mi peki?

Mislina: Biz iyiyiz.

Mislina: Yani onlar çok iyi.

Yazıyor... Yazıyor...

Akif Selim, görüntülü aramayı kabul et!

Bir anda ne olduğunu anlayamadım ama kabul etmezsem onu daha çok endişelendirirdim. Işıkları yakmadan aramasını kabul ettim.

Evdeydi.

Yeni gelmişti.

Beni görünce, daha doğrusu simsiyah bir ekranla karşılaşınca kaşlarını çatıp, ''Neredesin?'' diye sordu. ''Müsait değil miydin yoksa? Ben özür dilerim öyle pat diye aradım ama senin için endişelendim. İyi olduğunu kendi gözlerimle görmem gerekiyordu.''

Gülümsedim ve bunu göremedi.

''Mislina?'' diye konuştu salonun ortasındaki koltuğa otururken. ''Işığını yakar mısın?''

''Işığım yok.''

''Nasıl yok?''

''Bu gece ışığım olmadan devam edeceğim,'' diye fısıldadım. Sesim pürüzlüydü. Akif Selim bunu fark etti ve ekrana yaklaşıp, ''Sesin...'' dedi duraksarken. ''Sesin iyi gelmiyor. Allah âşkına ne olduğunu söyler misin bana? Seni gerçekten merak ediyorum.''

''Ben iyiyim gerçekten,'' dedim toparlarken. ''Dediğim gibi sadece biraz yorgunum hepsi bu.''

''Tamam, bir kere göreyim o zaman yüzünü ikna olacağım.''

''Akif Selim ben...''

''Mislina maksadım seni zor duruma düşürmek değil ama bir kerecik göreyim yüzünü sonra hemen kapat olur mu?''

Sesinin o ince dokusu, benden bir şey isterken bile çekingen oluşuna kayıtsız kalamazdım ki. Öyle olsaydım belki de bu halde olmazdım.

Doğruldum ve telefonu yatağımın üzerine koyup odamın ışığı açtım. Beni görmüyordu. Aynaya baktım. Of... Korkunç görünüyordum ve beni böyle görürse kaçarım olmayacaktı ama zamanım yoktu. Gözlerimin altını elimle sildikten sonra yatağıma oturdum ve gülümseyerek telefonu elime aldım.

Yüz yüze geldik.

Gülümsedi fakat çok kısa sürdü. Çatık kaşlarıyla telefonu kendine doğru yaklaştırıp gözlerimin içine baktı. ''Mislina... Mislina gözlerin acımış. Sen,'' diye fısıldadı. ''Sen ağladın mı?''

''Hayır,'' dedim çabucak kafamı iki yana sallarken. Gülmeye çalışıyordum ama bu onu kandırmamam yetmiyordu çünkü Akif Selim zeki bir adamdı ve beni hemen anlardı. ''Gözlerim acıyor da, ışığı kapatsam olur mu?''

''Mislina ağlamışsın.''

''Yok ağlamadım.''

''Neden ağladın?''

''Ağlamadım ki, Akif Selim neden böyle söylüyorsun? Sadece uykusuzum...''

''Saatler önce bana dünyanın en umut dolu gözleriyle bakan kız değilsin.'' Üzüldü. Yüzü düştü. ''Ne oldu sana? Daha birkaç saat olmuştu oysa yanından gideli, ne oldu da söndü ışığın?''

Elimi yanağıma götürüp orayı kaşıdım. Bu kaçıştı, ama kaçamadım. Gökyüzünün mavisinden bulaşmış gözlerinin bebeğinde öyle bir endişe, korku vardı ki sanki yanımdaydı ve bana sımsıkı sarılacakmış gibi hissettirmişti. Keşke yanımda olsaydı da ona sarılıp ağlayabilseydim ama bu zayıflık olurdu öyle değil mi? Onun için yalanlar söylediğim aileme, onu sakladığım için ağlamış olmam...

''Hiç,'' dedim yutkunarak. ''Hiçbir şey olmadı, Akif. Bana inanmıyor musun yoksa?''

''Sana inanıyorum elbette,'' diye açıkladı hemen. ''Fakat gözlerin aklımı çeldiriyor ve saklamıyor gerçeği.'' Öne doğru çıkarken kafasını eğdi, sanki az sonra yüzümü avuçlarının arasına alacaktı. ''Niye ağladın?''

Biri, çok sevdiğiniz biri size böyle bir soru sorduğunda bile insanın içi titrerdi öyle değil mi? Hıçkırıkları boğazına idam ipi diye dizilir, dakikalarca boğardı sizi acı çektirerek. Cevap vermek zor olurdu ama öleceğinizi bilseniz konuşmadınız yine de.

Benden bir cevap beklerken suskunluğum ona derin bir nefes aldırıp verdi. Ayaklandı. Oturma odasının ışıklarını kapatıp birkaç saniyelik karanlığın ardından başka bir odaya geçti. Işıkları yaktığında beyaz rengin hâkim olduğu oda kalbimi aydınlattı sanki. Kapısını kapatırken diğer eliyle telefonu tutmaya devam ederken bana tepeden bakıp gülümsedi. ''Ev turu yapayım mı senin için?''

Sersem sersem gülümsedim.

''Ya da yok,'' diye yüzünü ekşitti. ''Buraya geldiğinde kendin gezersin. Aslında pek merak edilecek bir yanı yok ama...'' Yeniden soluklanarak olduğu yerde yüzüme uzun uzun baktı. İfadesizdi. Öylece gözlerine baktım. Birkaç cümle bile beni gülümsetmek için onu tatmin etmişe benzemiyordu zira beni güldürmeye çaba sarf ettiğinin farkındaydım. ''Mislina, bana neden ağladığını söyleyecek misin yoksa küseyim mi sana?''

Endişeyle kaşlarımı yukarı kaldırdım. ''Küser misin sahiden?''

''Of,'' dedi gözlerini kısarak. ''Ben bir küsersem bir daha barışmam. Kin tutan biriyim sen bilmiyorsun.''

''Peki.''

''Peki?'' diye sordu şaşkınca. ''Küseyim yani sana öyle mi?''

''Yok,'' dedim kısık sesimle. ''Küsme.''

''O zaman sen de bana her şeyi anlat,'' derken sakince yatağının üzerine oturdu ve telefonu ellerinin arasındaydı. Sırtını, yatak başlığına yasladığında gülümsedi. ''Burası da benim yatağım. Hemen şu köşede,'' deyip elini gözlerinin düştüğü yere uzattı lâkin ekranı çevirmedi. ''Çalışma masam var, duvarda asılı birkaç çerçeve ve bir de kıyafet dolabı. Bir de,'' dedi yüzüme dönerken. ''Masamın üzerinde küçük bir çerçeve...''

''Merak ettim onu,'' diye mırıldandım tebessüm ederek.

Beni kırmadı ve hafifçe kıpırdanıp çalışma masasının üzerinde duran çerçeveyi gösterdi.

Ama bu...

Bana bugün hediye ettiği çerçevenin aynısıydı.

İçinde ikimize ait bir fotoğrafın olduğu o çerçeve, masasının başköşesinde duruyordu.

Gözlerimin altı dolarken susarak izledim onu. Elindeki çerçeveyi yerine bırakıp eski yerini aldı. Kafasını hafifçe sağa doğru yatırdığında, ''Uzanabilirsin Mislina,'' dedi. ''Ben yerinden kaldırdım zaten seni.''

''Yok estağfurullah,'' diye fısıldadım çekinerek. ''İyiyim böyle.''

''Mislina,'' dedi uyarır gibi. ''Kafanı yastığa koy. Ben de aynını yapacağım çünkü.''

Buruk bir tebessümle dediğini yaptım, kafamı yastığa koyup soluma döndüm. Kafasını yastığına koydu ve uzandı. İkimiz de yatıyorduk, yataklarımız ayrıydı, tavanlarımız ayrıydı ama baktığımız yerde birbirimizi görüyorduk ya işte gerisinin bir anlamı kalmıyordu.

Telefonumu yatağın üzerine koydum ve ekranını kendime çevirdim. Bir elimle onu tuttum, diğer elimi de kafamın altına koydum. O da aynını yaptı. Gözlerimize bakmaya başladık. Belki de yıllardır hayalini kurduğum bu anı yaşıyordum ama hissederken özgür değildim, kendimi bırakamıyordum, bir yanıma kar yağıyordu hâlâ. Bu ona büyük bir haksızlıktı fakat elimden bir şey gelmiyordu.

''Dinliyorum,'' dedi ağır ağır konuşurken. ''Gözlerinin, yüzünün, halinin bu halde olmasının sebebini dinliyorum, Mislina.''

''Babama ve anneme,'' diye başladım konuşmama ama o kadar sessizdim ki, kendime bile sesim gitmiyordu sanki. ''Yalan söyledim. Onları hayal kırıklığına uğrattım ve babamla ters düştük.''

Kaşlarını çattı. ''Ne yalanını söyledin?''

''Boş ver.''

''Senden bir şeye söz vermeni istiyorum her şeyden önce bir dakika,'' deyip dudaklarını nemlendirdi. Onu dinledim. Ekledi. ''Geçiştirme cevaplar vermek yok tamam mı? Şeffaf ol bana, ben seni anlarım.''

Sana da yalan söyledim, desem yine anlar mısın halimden? Yine dinlemek ister misin beni acaba?

''Peki,'' dedim çaresizce kabullenirken. ''Kaçmayacağım.''

Burnumu hafifçe kaşıdım ve konuşmaya başladım. ''Sen buraya geldiğinde ben anneme, liseden arkadaşlarımla buluşacağımı söyledim ama yalanım ortaya çıktı. Babamla bu konu yüzünden tartıştık biraz ben de dayanamadım ve ağladım hepsi bu. Öyle endişe edilecek bir durum yok gerçekten.''

Bana derin derin bakan gözlerinde kendimi gördüm. Ekledim. ''Sonra babam...'' Hayır, hayır ben ne saçmalıyordum böyle? Ona neden bunu söyleyecektim ki sanki, aptal mıydım? Evet, öyleydim.

Kaşlarını çattı ve ürkek ürkek devam etti. ''Sonra ne?''

''Hiç,'' dedim gülümseyerek. ''Sonra babam gitti işte.''

''Baban,'' diye konuştu cümlemi duymamış gibi yok sayarken. Yutkundu ve çatık kaşlarıyla beni çepeçevre sardı bakışları. Bir şeylerden şüphe duyar gibi oldu. ''Yoksa baban sana vur...'' Dili tökezlerken, sesinin tonunda boğuldum. Bakışlarının o üzerime düşen gölgesine sığındım. ''Sana vurdu mu yoksa?''

''Ha...hayır,'' dedim bir anda savunmaya geçerek. ''Bunu da nereden çıkardın böyle? Babam bana kıyamaz ki Akif Selim. Yani çok saçma oldu bu, neden bunu sordun sanki? Ben yanlış bir şey de yapmamıştım üstelik hem babam bana el kaldırmaz, bu zamana kadar kaldırdığını görmedim...''

''Mislina tamam...''

''Bu saatten sonra da kaldırmazdı zaten,'' dedim kafamı iki yana sallarken. Sanki karşımda değildi, ben tek başımaydım ve boş bir odada çığlıklar atıyordum içimdeki sesi susturmak için. Gözlerimin kenarları kızarmaya devam ederken, ''Ben aslında yalan da söylemek istememiştim ki, neden böyle olduğunu anlayamıyorum... Sadece...''

''Mislina...''

''Sadece onu hayal kırıklığına uğrattım ve beni görmek istemiyor... Oysa...''

''Mislina yeter!'' diye sesini yükseltti korkarak. Kafasını yastığından kaldırdığında ona öylece baktım. Gözleri deli gibi titriyordu ekranın içinden fakat irislerine dokunacak kadar yakınımdaydı âdeta. Sözleri, sözlerimi bıçak gibi kestiğinde gözlerimi kapattım ve bir damla gözyaşını önce yanağımda ağırladım ardından yastığıma gömülmesine müsaade ettim. Dudaklarım titrerken beni böyle görmemesi için kafamı eğip fısıldadım. ''Ben yalancı biri değilim, Akif Selim.''

O kadar kötü hissediyor ve o kadar mutsuz bir sürecin içindeydim ki, umuda olan inancımı yitirmiştim. Dışarıdan bakıldığında belki saçma yahut abartılan duygular içinde yüzdüğümü düşünebilirsiniz ama yüreğim bunca yıldır ilk kez böylesine tanıklık ettiğinden kaldıramamıştım bu yükü. Kaldıramamıştım çünkü ben sadece anneme değil, Akif Selim'e yalan söylüyordum. Ya o da beni istemezse, ya o da beni görmekten kaçarsa nasıl dayanırım ben buna? Ağlamakla geçer mi?

Ağlamakla geçseydi, neden diniyordu gözyaşlarım?

Daha çok acı vermek için mi bana?

''Mislina,'' diye işittim sesini Akif Selim'in. Çaresizce beni kendine çevirmeye çalışıyordu ama ben o kadar acizdim ki gözlerimi susturamıyor, ona bu gözlerle bakamıyordum bile. Kendimi tamamen bırakmıştım. Bunca yıldır nasıl tuttuysam öyle bırakmıştım kendimi. ''Mislina lüt-lütfen bak bana. Mislina ben... Ağlama, ağlama ben üzülüyorum. Ben çok üzülüyorum.''

''Özür dilerim,'' dedim yutkunurken. ''Böyle olsun istemezdim, beni böyle gör istemezdim. Hatta kapatsam ayıp olur mu? Daha fazla küçülmek istemiyorum karşında, bu sefer rezilliğimden utanıyorum...''

''Hayır,'' dedi net bir dille. Sadece sesini işitiyordum zira ona bakacak yüzüm yoktu şu an. Berbattım, her şeyi mahvetmiştim. ''Hayır bu haldeyken yalnız bırakamam seni. Ben ne yapacağımı bilmiyorum.'' Sesi titriyordu endişeden. ''Sadece birkaç dakika yanında olmak için, sana sarılabilmek için ömrümden yılları verirdim ama değilim, yanında değilim ve ne yapacağımı bilmiyorum.''

''Özür dilerim, Akif Selim.''

''Özür dileyip durma,'' diye fısıldadı sesi daha yakından gelirken. ''Gözlerime bakar mısın? Gözlerime bak ve sil o yaşlarını. Sen ağladıkça ben... Ben dayanamıyorum.''

Burnumu çektim ve dudaklarımı sertçe birbirine bastırıp kendimi dizginlemeye çalıştım. Yalnızdım, değildim ama yalnız hissediyordum kendimi. Gözlerimi yaşını silerken Akif Selim, ''Tavana bakmak yerine sana bakmayı tercih ederim Mislina,'' dedi. ''Telefonu yüzüne tutar mısın?''

Gülümsedim burukça. ''Beni ağlak, küçük bir kız çocuğu gibi görmeni istemiyorum. Böyle konuşsak olur mu?''

''Olmaz,'' dedi sakince, kırmadan. ''Seni görmem gerek. Endişeliyim.''

''Yok ben iyiyim,'' dedim. ''Öyle bir duygu patlaması yaşadım ama geçti. Şey... Bu anı hiç yaşanmamış varsaysak olur mu?''

''Ben seninle yaşadığım hiçbir anı yok saymıyorum, Mislina.''

Cümlesi beni durdururken gözlerimi boş tavana diktim ve gülümsedim. Gözlerimin altı hâlâ nemliydi ve parmaklarımla orayı iyice sildim. Bir müddet sonra derin bir nefes alıp telefonu kendime çevirdim. Akif Selim, ''İyisin değil mi?'' diye sordu. ''Değilsin biliyorum ama iyi ol işte. Ben senin için ne yapabilirim?''

''Bunu yapmana gerek yok.''

''Elbette gerek var,'' diye konuştu boğuk bir sesle. ''Sen ağlıyorsun ve ben burada sadece sana bakıyorum. Annemin ölümünü izlerken de böyle çaresizdim, babamın yanımdan ayrılarak beni unutmasında da böyle çaresizdim.''

''Ama ben sana bu kadar acı vermiş olamam ki,'' diye fısıldadım acıyla. Kendimi boğmak istiyordum, kendime ilk kez bu kadar düşman olmuştum belki de sırf ona acı çektirdiğim için. ''Ben sana böylesi bir acıyı tattırmış olamam, Akif Selim.''

Konuşmadı. Konuşmamayı tercih etti belki de, bunu bilemedim. Aklında binlerce kelime dönüyordu ama bana birkaçını okutuyordu, yazdıklarından. Dudaklarını araladı. ''Ağlamana sebep olan benim,'' dedi. ''O yalanı benim için söyledin ama eğer ki bilseydim buna müsaade etmezdim.''

''Neye?''

''Yalan söylemene. Kendimi açık açık gösterirdim. Biliyorum saçma gelecek belki ama ben uydururdum bir şeyler, sonuçta kalbimden gidecek değildi ya.''

Kalbimden götürmezdi ya söylediklerim... Ne güzel demişti.

Gülümsedim. İçim ısınmaya başladığında o da gülümsedi ve kafasını yeniden yastığına koydu. İkimiz de bir elimizle telefonu tuttuk, diğerini de kafamızın altına koyduk. ''Çok kırılgansın,'' diye konuştu sessizce. ''Olmadığın biri gibi suçluluk duygusu hissederken bile yuttuğun hıçkırıkların canıma dokundu. Seni kim nasıl üzülebilir? Sana kim nasıl kıyabilir?''

''Herkesi üzen birileri vardır,'' diyebildim. ''Buna mani olamayız ki.''

''Keşke,'' dedi iç çekerken. ''Seni hiç üzülürken görmesem. Ağlarken, hüzünlenirken, gözlerin uzaklara dalarken...'' Elini yastığının altından çekti ve işaretparmağını usulca ekrana koydu. Ekrana dokundu sanki bana dokunuyormuşçasına. Bana dokunduğunu hissettiğimde gözlerimi kapattım, onun bana dokunması için tenini, tenimde hissetmeme gerek yok kalbim kendiliğinden titriyordu her seferinde o yetiyordu bile. ''Sen benim görüp görebileceğim, bana yeniden bir şeyleri aşılayan tek şeysin.''

''Sen de öylesin,'' dedim sessizce. Elini ekrandan çekti. ''Bana en uzakken, en yakınıma düşen tek kişisin.'' Gülmeye çabaladım. ''Baksana halime, gözlerim kızardı ve ben burnumu çekiyorum sabahtan beri. Sinir bozucuyum değil mi?''

Gülümsedi. ''Şansına küs. Sinirlerini aldırmış bir adamım ben.''

''Beni kandırıyorsun.''

''Evet, seni kandırıyorum.''

''Neden?''

''İyi hisset diye çünkü elimden başka bir şey gelmiyor.''

''Benim için çaba sarf etmen bile yetiyor ki,'' diye fısıldadım yorgun bir sesle. ''İnan bana yetiyor.''

Sonra sessiz bir rüyanın içine daldık öylece. Birbirimize baktık. Bazen internetimin donduğu vakitler olsa da bunu ona hiç belli etmeden devam ettirdim. Normalde olsa gülerdim ya da bir şeyler yapardım ama dalıp gitmiştim uzaklara, karşımda bu kadar güzel bir manzara varken dalıp gitmemek ne mümkün zaten?

''Söylememe gerek yok ama babalar, evlatlarını sever Mislina. O sana sadece kırılmış ve bunu belli etmiş, ben eminim ki o da seni üzdüğü için üzülüyordur. Benim babam da öyleydi. Küçükken bana bağırdığında yüzü düşer, benimle konuşurken gözlerinin bebeği titrerdi çünkü severdi beni, tıpkı babanın seni çok sevdiği gibi... Sen kırılgansın, kendine kızgınsın ve bu yüzden ağlıyorsun, benim yüzümden ağlıyorsun hatta... Ama ağlama tamam mı? Çünkü ben benim için babana yalanlar söylemek zorunda olduğun adam olmayacağım artık.''

''O ne demek?'' diye mırıldandım kıpırdamadan.

''Zaman demiştik unuttun mu?''

''Unutmadım,'' dedim yutkunarak. ''Zamanım senin içindi, peki sen bunu unuttun mu?''

''Unutmadım.''

Dudaklarım usulca kıvrıldı kendiliğinden ve kuruduklarını fark edip dilimle çabucak nemlendirip serbest bıraktım. Devam ettim. ''Babam beni sever, bundan zaten şüphem yok ben kendime kızgınım. Onlara dürüst olamadığım için, bir yalancı olduğum için.''

''Yalancı değilsin.''

''Öyleyim,'' dedim yutkunarak. İçimden devam ettim. Bir gün sen de görecek ve bileceksin her şeyi. Seni korkarak severken, senin için sana ve kendime söylediğim tüm yalanları öğrendiğin zaman dilin inkâr etse bile gözlerin bana hakikati verecek ve ben hakkım olmayarak sana gönül koyamayacağım.

''Değilsin,'' diye tekrarladı. ''Sen yalancı biri değilsin. Çevrene bak, bu yaşadığımız iğrenç dünyaya ve mahvolmuş insanlığa bak... Ben bakıyorum ama artık bakmak yoruyor beni, üzüyor ve kabuğuma çekiliyorum fakat sen o kabuğu kırmaya çalışıyorsun ve ben buna mani olmuyorum. Olmam da çünkü sen koca bir enkazın altında sağlam kalabilmiş tek çiçeksin benim için. Umutsun, güzelliksin, ışıksın, yani...'' Derin bir nefes alıp verdi. ''Yani kaybettiğim, ümidimi yitirdiğim ne varsa onların ardından doğan bir güneşsin.''

Sözleri, sesi kalbimin içine yerleşirken -sanki oradan çıktığı varmış gibi- gözlerimin dolmasına engel olamadım. Bunu görsün istemezken ben de bir şeyler söylemek istedim. Neden duracaktım ki? ''Sen öylesin benim için,'' dedim. ''Bu dünya için fazlasın, gerçekten yüreğimde hissediyorum bunu. Öyle bir adamsın ki, bana her şeyi unutturuyorsun Akif.''

Güldü. ''O zaman işe yarıyorum demek mi bu? Daha iyi misin?''

''Hı-hım,'' dedim gözlerimi ağır ağır kapatırken. ''Daha iyiyim. Teşekkür ederim.''

''Teşekkür de ettiğine göre Mislina Hanım hayata geri dönmüş.''

Dişlerimi göstererek sırıttığımda yüzümü yastığıma silip iç çektim. ''Sen uyu tamam mı?'' diye ekledi ardından. ''Yarın gözlerinin içinin gülerek uyandığı bir sabah olsun. Sen hiç ağlama.''

''Ağlamam.''

''Hiç.''

''Hiç ağlamam.''

Birkaç saniye sustuk birbirimizi izlerken. Bu sevgi bir nimetti benim için, özeldi ve ben sanmıyordum ondan başkasını sevebileceğimi. ''İyi geceler, Mislina.''

''İyi geceler, Akif Selim.''

Telefonlarımızı kapattık ve birbirimize veda ettik. Işığımı kapattıktan sonra sırt üstü döndüm ve ellerimi karnıma koyarak gözlerimi tavana diktim. Bir yandan gülüyor diğer yandan içimdeki güzün yapraklarını süpürmeye çalışıyordum. Sararmış, kurumuş dalların gölgesine düşmüş gülüşlerimi onlardan teslim alıyordum.

Ertesi gün öğleye kadar odamdan çıkmadım. Babam evde yoktu ve annem de zorlamıyordu. Hasta değildim ama kendimi kırgın hissediyordum. Kumru'ya bakıp, ''Çok kötü görünüyorum değil mi?'' diye sordum. Sonra güldüm. Saçlarımı toplayıp, üzerime düzgün bir şeyler geçirdikten sonra odamdan çıkıp doğruca lavaboya gittim. Kendime gelmeye çalışırken dış kapı çaldı. Annemin kapıyı açtığını duydum. ''Salih?'' dedi şüpheyle.

Lavabodan çıktığımda Salih'i kapının ağzında gördüm. Onu yıllar önce görmüştüm en son ve şimdi burada olmasına şaşırmıştım doğrusu. Esmer teninde, yüzünde mahcubiyet ifadesi görüyordum. Annem haline bakıp, ''Ne oldu evladım?'' diye sordu.

Ellerini önünde birleştirdi ve bana bakmadan anneme dönerek, ''Leyla Teyze, dün annem buraya gelmiş size abuk subuk bir ton laf etmiş onun adına özür dilerim,'' dedi. ''Benim gerçekten haberim yoktu. Ben çok üzgünüm bunu yaşadığınız için.''

Kafamı yere eğdim.

Annem, ''Senin bir kabahatin yok,'' dedi düz bir sesle. ''Ama evet, annen çok büyük bir terbiyesizlik etti. Kızıma, aileme kötü laflar söyledi. Ben bir şey konuşmak istemiyorum artık, senin bir suçun yok merak etme.''

Salih tok bir sesle, ''Annemin buraya geldiğinden haberim bile yoktu inanın,'' dedi. ''Ben kimseyi zorlayamam üstelik. Kimsenin ne yaptığına da karışmam ama annem...'' Kafasını eğdi sıkıntıdan. ''Gerçekten onun adına özür dilerim. Hem sizden hem de kızınızdan.''

Annemin bakışları beni buldu fakat ben yüzümü yerden kaldırmadım. Utanılacak bir durum olduğundan değil, böyle bir mevzuya nasıl tepki vereceğimi bilemediğimden. İşittiğim laflar, söylenilen sözler zerre umurumda değildi fakat Salih kibar bir davranış sergilemişti. ''Neyse,'' dedi annem yeniden Salih'e dönerek. ''Biz unuturuz bunları sorun değil. Burada sana anneni kötüleyecek biri de değilim. Sen sıkma canını.''

''Peki öyle olsun,'' dedi Salih sakince. ''Bunun için gelmiştim. İçim rahat etmezdi yoksa. Tekrar kusurumuza bakmayın. Ben fazla rahatsızlık vermeyeyim, iyi günler.''

''İyi günler evladım,'' dedi kapıyı kapatırken. Bana baktı. ''Bu çocuk, nasıl o kadının oğlu anlayabilmiş değilim.''

''Ben de,'' diye itiraf ettim. ''Neyse umurumda değil açıkçası anne. Gerçekten.''

Odama gideceğim vakit beni durdurdu. ''Kahvaltı yapmadın daha, çık o odadan artık. Baban yok evde.''

''Aç değilim.''

''Mislina!'' diye uyardı. ''Buraya dön ve kahvaltını yap. Dünyan başına yıkılmış biri gibi davranma be kızım.''

Dudaklarımı birbirine bastırıp arkamı döndüm. ''Babam bana hâlâ kızgın mıdır anne?''

Gülüverdi. ''Hayır.''

''Ya,'' dedim gülümserken. ''Emin misin?''

''Eminim.'' Başını salladı.

''İyiymiş.''

''İyi mi miymiş?'

Gülmeye başladık. Bilirsiniz bu kötü geçen gecelerin sabahında atılan en saf kahkahadır.

''Hadi ye bir şeyler,'' diye çağırdı mutfağa beni sonra. Ağzıma birkaç lokma bir şey girerken annem kendine kahve yapıp karşımdaki yerini aldı. Evet, bunun ne demek olduğunu biliyordum. Ben anlatacaktım o da dinleyecekti. Hadi bakalım.

''Ee?'' diye baktı yüzüme. ''Anne kız kaldık evde. Başlasak mı diyorum acaba anneciğim bir yerden.''

''Hangi konuya başlayacağız?''

''Hangi konu olduğunu sen çok iyi biliyorsun,'' dedi kafasını sallarken. ''O çocuğu bana anlatacaksın Mislina. Benden çekinmene gerek yok bunu biliyorsun.''

Çay bardağıma uzanırken, ''Anne sandığın gibi bir şey yok ortada,'' diye konuştum. ''Biz arkadaşız.''

Elini boynumdaki kolyeye götürdüğünde irkildim ve oraya çevirdim gözlerimi. Ekledi. ''Bunu da o çocuk aldı değil mi? Hani şu dün eve geldiğinde ağzının sırıtmaktan ağrımasına sebep olan çocuk. Sadece arkadaşsınız bir de öyle mi kızım?''

''Evet, arkadaşız.'' Annem elini kolyemden çekerken bana dik dik baktı. Omuzlarımı düşürdüm ve dilime gelenleri yalın bir şekilde süzgecimden geçirerek konuştum. ''Yani bir şeyler var gibi aslında ama adı konmuş bir durum yok ama yemin ederim sandığınız gibi biri değil. O...'' Sırıttım. ''O çok iyi biri.''

Üzerime geldi. ''İşte bak, seni böyle deli gibi sırıttıyor. Sen... Sen âşık mı oldun Mislina?''

Nefesim kesildi duyduğum soru karşısında.

Duraksayıp anneme çevirdim irileşen gözlerimi. Bunu fark etmişti. Bu vakitten sonra geri dönebilir miydim ki? Bir müddet öylece bana bakan yüzüne baktım. Annem, ''Evet,'' diye gülümsedi. ''Ben anlamam pek bu konulardan ama evet, sen âşık olmuşsun anneciğim.''

''Anne deme öyle,'' diye eğdim başımı öne. ''Çok utanıyorum.''

''Benden mi?''

''Yani böyle konuşmak, senin karşında bu konuları kolayca konuşmak beni utandırıyor.''

''Bana en başından deseydin eğer, tüm bunlara gerek kalmazdı. Yüreğimde biri var anne, ben birini seviyorum deseydin ne Halime'siyle uğraşırdık ne de başkasıyla... Bu yüzden kızıyoruz sana, bize açık olmadığın için.''

''Anne kolay bir şeymiş gibi söylemesene Allah âşkına,'' dedim kaçarak. ''Ortada bir şey yokken, durduk yere size ondan nasıl bahsedebilirdim? Söylemesi kolay geliyor şimdi ama bunu ben yaşadım. Ben yaşıyorum. Kolay değil, yemin ederim kolay değil.''

Afalladı. ''Nasıl yani? O çocuk seni sevmiyor mu?''

''Yok,'' dedim hızla, fakat söylemek istediğim şey bu değildi. Gözlerine baktım. ''Aslında ben onu çok uzun zamandır seviyorum, yani tek başımaydım anlasana. Sonra o da beni görmeye başladı... Öyle işte daha fazla utandırma beni.''

''Kim peki bu çocuk?'' diye sordu fırsatını kaçırmadan. ''Okuldan mı sahiden? Adı ne? Sana sonsuz güvenim olduğu için soruyorum bunları, iki arkadaşmışız gibi konuş benimle tamam mı? Ben seni sıkmam,'' deyip elleriyle saçlarımı sevdi. ''Bilseydim eğer kalbinin içinde kanat çırpan bir kuşun olduğunu, onu öldürmek ister miydim sanıyorsun?''

Kalbimin içinde çarpan bir kuştu o.

Gökyüzünden itilmiş, uçmayı unutup yüreğime oturmuş bir kuştu.

''Aslında biliyorsun,'' dedim anneme dönerek. Çekingen halimle fısıldadım. ''Adı, Akif Selim.''

Akif Selim, seni anneme söyleyeceğim günü getirmiştin.

''Akif Selim?'' diye çattı kaşlarını boşluğa düşmüş gibi. Ellerini saçlarımdan uzaklaştırırken zihnini kurcalayan bu ismi tanımaya çalıştı. Zorladı ve o bulana kadar ben dokunmadım. ''Akif Selim... Hani şu,'' deyip gözlerini irileştirdi. ''Üst katında oturan çocuk mu yoksa? Çakır gözlü, güzel bir çocuktu.''

Gülümsedim. Kafamı salladım çaresizce. ''Evet, o.''

''Aa,'' diye şaşkınlığını sürdürmeye devam ederken elini ağzına götürdü. ''Demek sen onu seviyorsun, onunla buluştun?''

''Ya anne bilerek mi yapıyorsun gözünü seveyim?'' diye kızdım. ''Deşmesene işte.''

''Sus bakayım,'' dedi çatık kaşlarıyla. ''Bir de bana akıl veriyorsun.'' Kafasına sonradan bir şey gelmiş gibi şaşkınlığını sürdürmeye devam ederken kahvesinden bir yudum daha alıp gözlerini bir yere odakladı. ''Yarı yolda bırakır mı bu çocuk seni?''

''Ne?'' diye sordum yüzümü ekşiterek.

''Efendi birine benziyor uzaktan ama içini bilemeyeceğim. Üzer mi bu çocuk seni?''

''Bu konuları seninle konuşmayacağım anne,'' diye kalktım sofradan elime tabağımı alırken. ''Adı konmuş bir şey yok diyorum sen mevzuyu nereye taşıdın?''

''Allah Allah,'' dedi arkamdan. ''Hem böyle mecnun gibi dolan etrafta, hem de ''adı konmuş bir şey yok'' de. Bu çocuk için yalan söyle, gözyaşı dök sonra geçiştir. Ben yemem bunları söyleyeyim!''

''Ne yapmamı bekliyorsun anne?'' diye döndüm çabucak arkamı. Sırtımı mutfağın mermer tezgâhına yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. ''Ne yapayım söyle o zaman?''

''Ankara'ya geldiğimizde bizi tanıştıracaksın.''

''Ne?''

''Ne demek ne?'' diye baktı dik dik. ''Ben de tanıyacağım o çocuğu. Benim bir tane evladım var, kimmiş neymiş bilmem gerek. Sana şimdi boş gelir bu işler ama anne olunca anlarsın ne demek istediğimi.''

''Ay bunaldım,'' dedim elimi boynuma götürürken. ''Söylemez olsaydım ya. Gerçekten şimdiden daraltıyorsun beni.''

Ayaklandı. ''Anne olunca anlarsın.''

''Tamam anlarım.''

Gülmeye başladı. Gülmeye başladım. Omzuma vurdu hafifçe. ''Sen yok musun sen? Bunca zaman nasıl da saklamışsın.''

Gözlerimi devirirken arkamı döndüm. Duraksadım. Bunca zaman belki de uzağımda olduğunuz için göremediniz beni peki ya o? Dibindeyken bile fark edememişti onun için ağlayan yüreğimi.

Bir şey söylemeden mutfağı topladım. Birkaç saat sonra babam anahtarıyla kapıyı açtığında annem kaş göz işareti yapıp, ''Elini öp tamam mı?'' diye fısıldadı. Kafamı aşağı yukarı salladım. Babamın karşısına geçip, ''Hoş geldin baba,'' dedim. Bana gözlerinin ucuyla bakarken, ''Hoş bulduk,'' diye karşılık verdi.

Üzerindeki paltoyu çıkarmasına yardımcı oldum. Babam elindeki ekmek poşetini elime tutuştururken mutfağa bıraktım ve burada böylece bekledim. Dudaklarımı kemirmeye başladım zira ne diyeceğimi, nasıl özür dileyeceğimi bilmiyordum. Bir müddet sonra içeriden sesini işittim. ''Mislina!''

Elimi ağzımdan çekip doğruldum. Oturma odasının kapısında bekleyip, ''Efendim baba,'' diye konuştum.

Eliyle beni yanına çağırırken yanındaki yeri gösterdi. ''Gel, otur şöyle.''

Annem bana her şeyin yolunda olduğuna dair işaretler yollarken derin bir nefes alıp gözlerimle halının şeritlerini takip ederek babamın yanına geçip oturdum. Bacaklarımı birleştirdim, ellerimi de dizlerimin üzerine koyarak parmaklarımı bir araya getirdim.

''İyi misin?'' diye sordu babam yüzüme bakarken. Ben yüzüne bakamıyordum. ''İyiyim,'' diyebildim.

Kupkuru kalmış dudaklarımı birbirine bastırırken sanki bir şeyleri kanıtlamaya ihtiyacım varmış gibi kafamı aşağı yukarı sallayarak sözlerimi tastikledim. ''Ben iyiyim, sen nasılsın baba?''

''Ben,'' dedi oldukça yorgun ve derin bir soluk alırken. ''Özür dilerim kızım.'' Gözlerim bir anda gözlerine dolandı. ''Elimi kaldırdım sana, o kadar pişman o kadar üzgünüm ki... Affet beni olur mu?''

''O nasıl laf öyle baba?'' diye sıktım kendimi köşe bucak. ''Ben kimim ki seni affedeceğim?''

''Hakkım değildi sana elimi kaldırmak.''

Sessiz kaldım. Bu bir cevaptı sanki ve o bunu anladı.

''Sinirliydim, çok sinirliydim sana ve bir anda tutamadım kendimi. Sonra pişman oldum tabii ama elimden bir şey gelmedi. Senin gönlünü kırdıysam, affet.''

Alt dudağımın içindeki eti ısırdım hafifçe. Parmaklarımla oynamaya devam ederken mırıldandım. ''Ben de özür dilerim baba. Seni hayal kırıklığına uğrattığım, sana yalan söylediğim için ama yemin ederim kötü bir şey yapmadım. Bu yalan değil.''

''Mislina,'' dedi elimi tutarken. Avucu sıcacıktı, baba sıcaklığıydı bu biliyordum. Birbirimizin yüzüne baktık. ''Benim sana neden kızdığımı, neden sinirlendiğimi biliyorsun değil mi? Ben sana özellikle sana yalanı yakıştırmıyorum. Güvenimi sarsıyorsun. Ben bu kadar üzerine titrerken senin bana yalan söylemen...'' Cümlesine nokta koyamadı, başka bir parantez açtı. ''Üstelik sana kötü bir şey yaptın demiyorum. Ne o kadın benim umurumda ne de bir başkası ama sen de bana dürüst olmazsan ben kimseye güvenemem.''

Gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. ''Biliyorum baba. Ben sadece kimseyi üzmek istemedim ve bu boyuta geleceğini düşünemedim. Evet yalan söyledim ve bu beni üzüyor ama maksadım sizi de üzmek, kırmak değildi gerçekten.''

''Biliyorum.''

Gülümsedim. Eline sarıldım sonra öpüp alnımın üzerine koydum. Bana sarıldı, sımsıkı. ''Güzel kızım benim. Sadece senin iyiliğini düşünüyorum emin ol.''

''Biliyorum baba,'' dedim gözlerimi kapatırken.

Annemin ayaklandığını gördüm. ''O zaman dün kesemediğimiz pastayı şimdi kesebiliriz.''

''Ne?'' diye güldüm babamın kollarından ayrılırken.

''Bu kadar duygusallık sonrası bir dilim hatta üç dilim pasta güzel olmaz mı?''

Babam sırtıma dokundu ve güldü. ''Doğum günün bahane oldu, annenin canı pasta çekiyormuş baksana.''

Annemin çatık kaşları üzerimizde belirdi, daha doğrusu babamın. ''Sen hiç konuşma hele, daha benden de özür dileyeceksin.''

''O niyeymiş?'' diye sordu babam. ''Sen kabahatlisin üstelik. O kadını başımıza sen musallat ettin hanım.''

''Aman ne bileyim ben böyle olacağını,'' dedi omzunu silkerek. ''İnsanların alnında mı yazıyor nasıl bir karaktere sahip oldukları.''

''Annem son sözünü söyledi baba,'' deyip ayaklandım. ''Bence daha fazla tatsızlık yaşanmasın ve biz pastamızı keselim.''

Odanın içinde cıvıl cıvıl kuşlar ötmeye başladı. Yoktu ama var gibiydi işte. Aile, bir evladın sahip olabileceği en büyük servettir. Ailem, gönül zenginliğimdir benim.

🍂

Yirmi gün sonra...

Evime gelmiştim.

İkinci şehrime. Ankara'ya.

Birazdan otobüsten inecektik Kumru ile ve Akif Selim beni bekliyordu otogarda. Onu deli gibi özlemiştim. Aslında beni buraya bağlayan ne varsa özlemiştim. İnsan uzak kalınca anlıyordu bazı şeylerin kıymetini. Bu ister bir ay sürsün ister bir yıl.

Vakit akşama doğru ilerliyordu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibiydi ve ben dudaklarımı kemirmekten alıkoyamıyordum kendimi. Yolu izliyordum, Kumru'yu izliyordum ve onunla konuşuyordum durmadan. Dudaklarım kıpırdıyordu sadece zira otobüstekileri rahatsız etmiyordum.

On dakika kadar sonra otobüs gara geldiğinde sıramın gelmesini bekleyip yavaşça indim otobüsten. Muavin bey bagajdan bavulumu verirken onu kavradım ve arkamı döndüm. Bir elimde bavulum diğer elimde Kumru'm vardı. Bir de buraya doğru yaklaşan, güzel yüzüyle bana doğru gelen bir can şenliğim.

Akif Selim hızlı adımlarla buraya doğru geldiğinde onu bekletmeyip aradaki mesafeyi kısalttım. Bavulumu ve Kumru'yu dikkatlice yere bırakıp o geldiğinde benim için açtığı kollarına sarıldım. Göğüs kafesine sığındım. Sırtımdaki kollarını hissettiğim vakit yüzüme çiçekler düştü baharın esintisinden zira baharı getirmişti bana.

Birbirimizden ayrılırken, ''Hoş geldin,'' dedi. ''İyi ki geldin.''

''Hoş buldum,'' diye gülümsedim kalbim çarparken. ''İyi ki geldin.''

İnsanlar etrafımızdan geçip gidiyordu ama nasıl bir özlemdi anlatamazdı yüreğim bu suskunluğu, nasıl bir hasretti ona karşı kanmak bilmeyen bu susuzluğum...

"Mevsim değişti sen gelene kadar,'' diye gülümsedi tek gözünü kısarken.

''Evet,'' dedim sağıma soluma bakınarak. ''Ankara'ya bahar gelmiş. Kış geride kaldı.''

''Aslında,'' diye kaşıdı şakağını gözlerinin ikisini de kısarak gözlerime bakarken. ''Ben senden bahsetmiştim. Ankara'yı bilmem ama bana baharı sen getirdin.''

Yanaklarım alev alacaktı kızarmaktan ve ben bu buz bile olmayan zeminde düşecektim yine fakat hayır, ben gözlerine bakmak istiyorum artık bakışlarımı kaçırmadan çünkü o bana böyle bakarken benim kendime yenik düşerek kaçmam adil değil. ''Buna sevindim,'' diyebildim. ''Çünkü aynı şeyleri ben de yaşıyor ve hissediyorum.''

Kafasını usulca eğdiğinde hayranlıkla onu izledim. Saatlerce izlenebilecek kadar güzel bir yüzü, zarif bir tavrı vardı. İnsanı usandırmazdı, bıktırmazdı hiç. Elini montunun içine attı ve oradan bir bere çıkardı. Bu... Bu benim beremdi. Bursa'ya giderken ona emanet ettiğim kırmızı berem. İki eliyle onu kavrarken gözlerime baktı. ''Giderken bana vermiştin, döndün ve onu sana verme vaktim geldi.'' Sonra bereyi narince kafama geçirdi. Engel olamadım, aksine zamanı durmuş bir dünyanın içindeymişim gibi hissettim. Bereyi güzelce kafama taktıktan sonra saçlarımı düzeltti. Bunu yaparken ben sadece onu izledim. ''İşte,'' diye gülümsedi saçlarımın bukleleri omuzlarımdan aşağı düşürürken. ''Şimdi oldu.''

''Teşekkür ederim.''

''Rica ederim.''

Hani böyle anlar vardır ya; konuşmak, daha fazla konuşmak istersiniz ama elinizden bir şey gelmez ve biri sizi tutar, bir şey sözlerinizi keser. Evet, tam da onu yaşıyordum şu an. Özgürdüm ama bir yanım hâlâ tutsaktı. Ama bu bile mucizeydi benim için. İnsanın nereden nereye diyesi geliyordu... Bir saksı topraktan, bir orman dolusu çiçeğe...

Yarım saat sonra eve geleceğimiz otobüsten indik ve apartmana giden kaldırımda yürümeye başladık. Akif Selim bavulumu taşıyordu, ben de Kumru'mu. ''Hüseyin Amcalar daha iyiler değil mi?'' diye sordum dükkânlarının önünden geçerken. Henüz boyanmamıştı ama eskisinden daha iyiydi.

''Evet,'' dedi Akif Selim onaylayarak. ''Birkaç sefer uğradım yanların ve gayet iyiler.''

''Yeniden açacak mı acaba burayı?''

''Sanırım açacak.''

Gülümseyerek yüzüne baktım. ''Onlara yardım ederiz değil mi?''

Gülümsedi gözlerinin bebeği. ''Ederiz tabii.''

''Peki.''

''Peki.''

Birlikte birbirimizin adımlarını seyrederek apartmana doğru ilerledik. Hava neredeyse kararmıştı ama nihayet evimize gelebilmiştik. Akif Selim bana öncelik verirken kapıyı açtı ve ardından kendi girdi. Ağır adımlarla merdiveni çıkmaya başlarken bir kat sonrası yukarıda garip bir telaş sezdim. Kaşlarımı çattım. ''Bir şey mi var?'' diye sordum kendi kendime konuşur gibi.

''Ne gibi?'' dedi Akif Selim şüpheyle.

''Sanki...'' Kalbim sıkıştı, biri boğazımı sıkmaya başladı. Gözlerim irileşirken yutkunarak hiç düşünmeden hızla basamaklara bastım. Akif Selim ne olduğunu anlayamadan beni takip ettiğinde evimin kapısının açık olduğunu bilakis anahtarının üzerinde olduğunu gördüm.

''Ezgi!'' diye bağırdım korkarak.

Çok değil birkaç saniye sonra Akif Selim abisi, Kenan Çakırca belirdi karşımızda. Kollarında Ezgi'nin hareketsiz bedeniyle.

Nefes alamadım. Onu öyle görünce sendelediğimde Akif Selim belimden kavradı düşmeyeyim diye lâkin bunu bile hissedemedim. Kenan Çakırca telaşla bize bakarken, ''O,'' diye konuştu. Evet, Ezgi... ''O, intihar etmiş.''

🌹

Bölüm sonu, nasıl buldunuz yorumlarınız paylaşın benimle. ^^

Bu ara kimseye acımıyorum bunu fark ettim asdfghgfds Veda ve Nota'da da bu böyle... Eee, minnoş minnoş takılırken iyiydik ama...

Neyse ben gideyim. Kısa bir vakitte geri dönmek niyetiyle. 

Instagram. Sumeyyedmrkan
Twitter. Sumeyyedmrkan

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 48.5K 52
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
1M 13.9K 35
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
325K 28.2K 17
Sertçe yutkundum ve kısık çıkan sesimle "Çok acıyor mu?" diye sordum. "Evet ama senin ölmüş olman daha çok acıtıyordu." dedi. Gözlerimin dolmasına en...
1.7M 99.9K 61
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.