TUTSAK KALPLER

By yalnizlarlimani

52K 1.6K 334

Çocukluğunda yaşadığı bir olay yüzünden erkeklerden hem korkan hemde onlara karşı cesur gibi davranmaya çalış... More

Tanıtım
'Sil Baştan'
'Davetsiz Misafir'
'Bul Artık Beni!..'
'Asya'm!..'
'Gitme'
'Kız yok!..'
'Kork Benden!..'
'Kan kokusu!..'
'Benim Yüzümden!..'
'Âb-ı Hayat!..'
'Kül ve Ateş!..'
'Kıskançlık!'
'İlk Utanç!..'
'Karmaşık Duygular!..'
'Nerdesin?..'
'Nefes!..'
'Karar!..'
'Ey Aşk!..'
'Sevgilim!..'
'Takip'
'tehlike'
'İntikam!'
'Hasret'

'Gece Gözlü Adam!'

1.8K 58 13
By yalnizlarlimani

Selam...

Uzun bir aradan sonra, uzun bir bölümle yine karşınızdayım canlar...

Umarım beğenerek okursunuz!

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum... Okuyan ve destek veren herkese çok teşekkür ederim...

Bölüm şarkısı: Buray -  Sevdalar

KEYİFLİ OKUMALAR...

*****

Hayat ne garip bir şey! Bazen yok olmak istersin acının koynunda. Bazen huzurla kapatırsın gözlerini aynı acının kokusunda... Genç kızın içindeki acısının  adıydı Melih! Yokluğunda acısıyla kavrulduğu, varlığında kokusuyla huzur bulduğu adamdı Melih! Tüm yollarının çıkmazı, kaçtıkça yakalandığı, kayboldukça sığındığı karanlıktı Melih!

Gözlerini huzurla kapatmıştı genç kız. Kendine bile henüz itiraf edemediği bu huzur veren kokunun koynunda. Belki de adını bilmediği bir duyguydu. Yada yaşamaktan korktuğu bir duygu... Olmak istediği yerde adını koyamadığı duygularla karmakarışık olmuştu hem aklı hemde kalbi... Günlerin yorgunluğunu başını koyduğu göğüsten çıkarırken gözlerini aralamasına sebep olan şey duyduğu sesler ve başını koyduğu bedenin gerginleşmesiydi. Kulağına ilk çalınan ses abisinin öfkeli sesiydi. Genç adam ise kızın uyanmaması için resmen ağzının içinde hırlar gibi konuşuyordu. Oda biliyordu ki genç kız günlerdir kendisi yüzünden uykusuzdu.

"Ne oluyor lan burda?"diyerek kükremişti Ali.

Faruk onu susturmaya çalışırken genç adam ona 'sus' işareti yapıyordu. Ama nafile! Ali gördüğü manzara karşısında sinirden köpürmüştü.

"Ne susacağım oğlum! Almışsın kardeşimi koynuna! Tövbe tövbe !"dedi aynı sinirle.

"Yalnış anlıyorsun Ali..."diyerek açıklama yapmaya çalışan Faruk'u sert sesiyle Melih susturdu.

"Doğru konuş lan! Kimse Asya hakkında böyle bir ithamda bulunamaz! Abisi olman bile sana bu hakkı vermez!"dedi dişlerini sıkarak.

"Sende adam gibi davran o zaman Melih! Kardeşimden uzak dur! Onun aklını karıştırma! Buna izin vermem!"derken yumruklarını sıkmış  genç adamın üzerine atlayacak gibi bakıyordu.

"Buna sen değil Asya karar verecek Ali! Kimsenin lafıyla ondan uzak duracak değilim!"dediğinde halen dişlerini sıkarak konuşuyordu.

Asya hafifçe yerinden kıpırdanmaya başlayınca Melih sert bir şekilde Ali'yi  uyardı.

"Sakın Asya'yı üzecek bir kelime etme!"dedi son olarak.

"Allah Allah! Sana mı soracaktım nasıl davranacağımı?"dediğinde oda gözlerini kardeşine çevirdi.

Asya kendine gelirken sadece abisinin bu cevabını duymuştu. Öncesinden konuşulanları duymamıştı. Belki de iyiki duymamıştı.

"Hiihh! Ali'm!"dedi şaşkın ve uykulu sesiyle.

"Hiihh yaa!"diyerek karşılık verdiğinde halen kaşları çatıktı.

Ama bu durum Asya'nın yüz ifadesine bakana kadardı. Uykulu gözleri, şaşkın yüz ifadesi ve mahçup bir şekilde ısırılan dudakları görünce sanki Ali'nin tüm sinirleri alınmış gibi sakinleşti. Bu kızda kesin şeytan tüyü var arkadaş! Az önce kırmızı görmüş boğa gibi olan adam şuan süt dökmüş kediden halliceydi (!) Kardeşinin mahcubiyetini anlayıp yine Ali konuşmaya devam etti.

"Yerin rahat galiba maviş?"dedi sahte bir kızgınlıkla.

"Ali'm! Ş-şey!.."diyip başına önüne eğdi. Dudaklarını ısırarak işkence etmeyi de ihmal etmedi tabi.

"Ney maviş?"dedi.

"Ben geçmiş olsun demeye gelmiştim dee..."diyip gözlerini kaçırarak susunca abisi biraz daha üstüne gitmeye karar verdi.

"Gelmişken de yatıya kalayım dedin herhalde! Unuttun galiba sen yurt dışında herşeyi! Hasta ziyaretinin kısası makbuldür buralarda!"

"Öyle değil valla! Yani nasıl oldu bilmiyorum! Ama gerçekten yalnış birşey yapmadık ki biz Ali'm!"diyip gözlerini Melih'e çevirdi.

"Değil mi Melih? Sende birşeyler söylesene yaa!"diyip sitem etti.

Melih halen dişler tarafından  işkenceye maruz kalan dudaklara takılı kalmıştı. İnsanın aklını başından alacak kadar çekici duran bu dudaklara bu kadar yakın olmak hiç iyi değildi.  Üstelik birileri bu kıza dudaklarını ısırmasını ve yalamasını yasaklamalıydı. Kirazlara bile açık ara fark atan bu dolgun kırmızı dudaklar akıllara zarardı. Genç kızın kendisine seslendiğini bile çok geç anladı. Bir cevap beklediği her halinden belli olan kıza bakınca durumu kurtaracak tek hamleyi de yaptı. Yoksa kızın dediği şeyleri duymuş ama algılayamamıştı.

"Aynen! Asya'ya katılıyorum."diyebildi. Sahi bu kız ne demişti de genç adam ona katılıyorum demişti? Her ne dediyse de söylediği cevap belli ki doğruydu. Yoksa şuan okyanus gözlü ceylan onun hakkından gelirdi.

"Her neyse! Haydi kalk odana gidelim de biraz da orada uyu! Sanki odanın  suyu çıkmış gibi ikide bir soluğu burda alıyorsun!"derken ters bir bakış attı Melih'e.

Asya usulca yataktan çıkmıştı ama genç adamın yüzüne bakamıyordu. Ali kapıyı açtığında yavaşça çıktı odadan ve Ali'de arkasından onu takip etti. Odasına girdiklerinde Asya sıkıntılı bir nefes verirken Ali kızın karşına geçip hesap soran gözlerle bakıyordu.

"Dökül bakalım küçük hanım! Ne işin vardı o zibidinin koynunda?"dedi sakın ama sert bir sesle.

"Valla bilmiyorum Ali'm! Nasıl uzandım yanına yada nasıl uyuyup kaldım bende bilmiyorum. Sadece geçmiş olsun demeye gitmiştim. Sonra ona sarılmak için yanına gidince yatağa oturdum. Ne ara uzandım yanına yada ne ara uyudum inan ki bilmiyorum!"dedi yine mahçup bir şekilde.

"Asya! Bak sen çok iyi niyetli ve saf bir kızsın! Eğer ona karşı birşeyler hissediyorsan bana anlatabilirsin maviş 'im! Tamam mı? Çekinme benden!"diyip kızın omuzlarından tutmuştu.

"Yok öyle birşey abi! Hem biz onunla kaç kere görüştük ki etkileneyim değil mi ama?"diyip mantıklı cevaplar aramıştı. Oysa ki bilmiyordu Asya, duyguların olduğu yerde mantık devre dışı kalırdı.

"Sen öyle diyorsan öyledir Asya'm! Ama unutma! Ben hep senin yanındayım! Her konuda sana hep destek olmaya da hazırım! Biliyorsun değil mi güzelim!"diyip kardeşini kollarının arasına aldı.

"Biliyorum abi! İyi ki varsın canım abim! İyi ki benim abimsin!"diyip sıkıca sarıldı beline.

"Tamam! Hadi bu kadar duygusallık yeter! Şimdi doğru yatağa küçük hanım!"diyip onu yatağa yönlendirdi.

Birşeyi farketmişti Ali. Kardeşi büyümüştü ve artık her an yuvadan uçmaya hazırdı. Bunu ne kadar geciktirirse o kadar iyi olur diye düşünmüştü. Ama kader dediğimiz şey biz planlar yaparken onun bize yaşattıklarıyla doluydu. Bakalım zaman ne gösterecekti.

*****

Yatağın içersinde yüzünü pencereye dönmüş bir şekilde uzanıyordu. Uyumayı denemiş ama bir türlü başaramamıştı. Kulaklarında abisinin söylediği sözler yankılandı. 'Eğer ona karşı birşeyler hissediyorsan...' demişti Ali. Ne hissedebilirdi ki? Yada nasıl hissedilirdi? Bazı duyguları anlamak için hissetmek mi gerekiyordu? Genç kız bu yaşına kadar hiç bir erkeğe farklı gözle bakmamış ve onlara karşı arkadaşlıktan öte bir duygu hissetmemişti. Abisinin bahsettiği şey ne olabilir diye düşündü. Çünkü Asya sadece abisi ve babasına karşı içinde sevgi beslemiş, diğer erkeklere karşı hep mesafeliydi. Ama bu adam herkesten farklıydı. Abisi ve babasından bile... Belki de genç kız için hayatını riske attığından dolayı böyle düşüyordu.  En azından Asya kendini bu şekilde kandırıyordu. Çünkü gerçekten ne hissettiğini kendisi de bilmiyor ve buna bir isim bulamıyordu. 'Sadece arkadaşız!'diye geçirdi içinden. O esnada yüzünde bir gülümseme peydah oldu. Ve bu sefer sesli dile getirdi içinden geçenleri.

"Magazincilere yakalanmış ünlüler gibi oldu! 'Sadece arkadaşsız!..' ne demek yaa!.."diyip tekrar kıkırdadı.

Yüzündeki gülümsemeyle birlikte derin bir nefes çekerken odanın kapısı tıklatılıp hemen açıldı. Gelen kişi Faruk'tan başkası değildi. Yüzünde endişeli bir ifade vardı.

"Selam yenge! Nasılsın?"dedi gergin sesiyle.

"Ben iyiyim de sen iyi değilsin galiba Faruk! Ne oldu? Melih'e mi birşey oldu yoksa?"dedi bir çırpıda.

"Yok yok! Abim iyi de!.. Olan bize olacak galiba!"dedi.

Asya genç adamın iyi olduğunu duyunca derin bir nefes bıraktı. Tabi bunu karşındaki adama belli etmeden yapmıştı. Yada o öyle sanıyordu.

"Faruk! Beni uğraştırmadan derdini anlatacak mısın? Yoksa seni kovayım mı odadan?"diyerek kaşlarını çattı.

Faruk kızın sahte çatık kaşlarına bakmış ve az önceki verdiği nefesi de fark etmiş olduğundan biraz rahatlamıştı. En azından 'yengesi' ona yardım edebilirdi. Yani o öyle düşünüyordu.

"Yenge abim hepimizin topuğuna sıkacak! Yada direk kafamıza da sıkabilir!.."derken son cümleyi sanki kendi kendine konuşur gibi söylemişti.

"Ne diyorsun sen Faruk? Düzgün anlatsana şunu!"dedi çemkirerek.

"Diyorum ki yenge! Hani yemek saati geliyor ya! Abim de yemek yiyecek ya! Önüne gelecek olan yemeği görünce bizi çekip vuracak diyorum!"dedi tek nefeste.

"Ne var bunda Faruk? Neden sizi vursun ki? Hastane yemeğini sevmiyor diye sizi vuracak değil herhalde?"dedi alaycı bir şekilde.

"Tam da bu yüzden vuracak zaten yenge! Yemekte çorba var ve abim bu çorbayı hiç sevmez!"dedi bu sefer isyan dolu bir sesle.

"Hangi çorbaymış bu bakalım?"

"Mercimek!"diyip somurttu.

Asya duyduğu cevapla gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken dudaklarından kaçan kıkırtılara hakim olamadı. Faruk kaşları çatık bir şekilde kıza baktı.

"Gülme yenge! Abim bu çorbayı hiç sevmez! Görünce masayı dağıtır hep! Bittik biz!"derken yine son cümleyi kendi kendine söylüyor gibiydi.

"Ee? Ben ne yapayım? Hastane şartları neyse onu uygulamak zorundalar. Tutupta şimdi abine özel yemek çıkaramazlar heralde!"dedi alaycı bir sesle.

"Yenge bize yardım etse etse bir tek sen edersin! Abim senin yanında daha sakin bir adam oluyor! Bari yemek vakti bizim odaya gelsen?"dedi yüz ifadesi yavru kedi gibiydi. Her halinden belliydi Melih'ten tırstığı.

"Bundan benim çıkarım ne olacak Faruk?"dedi genç kız.

"Ne istersen yaparım yenge! Yeter ki bizi kurtar şu durumdan!"diye cevap verdi bir çırpıda.

Asya bu cevabın üstüne biraz düşünür gibi yaptı ve gözlerindeki sinsi ifadeyle ve sırıtmayla baktı karşısındaki adama.

"O zaman bana 'yenge' demeyi bırakacaksın! Hatta söyle o Asaf ve diğerlerine onlarda bıraksınlar! Yoksa kılımı bile kıpırdatmam Faruk!"diyip kollarını göğsünün üstünde kavuşturdu.

"Olmaz! Başka birşey işte hemen yapayım! Ama bunu isteme! Zaten zorla elime bir koz geçmiş, onuda böyle birşey için heba edemem 'yenge'!.."diyerek son kelimeyi vurgulamıştı.

"Sen bilirsin Faruk! Ben diyeceğimi dedim! O zaman size şimdiden geçmiş olsun! Yada 'başımız sağolsun' mu demeliydim."diyip kafasını pencereye doğru çevirdi.

"Yapma yenge! Gözünü seveyim başka birşey iste! Bak şimdi şu camdan atla de hemen atlarım! Ama bunu isteme be yengem!"dedi yalvarır gibi.

"Kusura bakma Faruk! Benim isteğim bu! Kabul edersen gelirim odanıza! Yoksa kapının yerini biliyorsun!"diyerek çıkması için kapıyı işaret etti başıyla.

"Son sözün bu mu yenge?"dedi son bir umut.

"Bu!.."diyerek cevap verdi net bir şekilde.

Faruk omuzları düşmüş bir şekilde odadan çıkarken Asya tutmaya çalıştığı kahkahasını serbest bıraktı. Ardından yatağın yanında bulunan komedinin üstünde duran telefonu alıp annesini aradı.

"Anneciğim!"

"Asya'm! Güzel kızım nasılsın bakalım?"

"İyiyim anneciğim! Sen nasılsın?"

"Bende iyiyim kızım! Bizde şimdi seni arayıp evden birşey istiyor musun diye soracaktık?"

"Aslında bende bunun için aradım seni anne! Benim canım çorba istedi. Hani şu özel tarifin vardı ya senin ondan olsa iyi olurdu! Ama mercimek olsun tamam mı!"dedi bir hevesle.

"Olur kızım! Hemen hazırlıyoruz çorbayı. Başka birşeye ihtiyacın var mı peki?"dedi neşeli sesiyle Nihal Hanım.

"Yok anneciğim! Sağol! Babam da gelecek mi sizinle?"diyerek sordu merakla.

"Babanın çok önemli bir işi varmış güzel kızım. Şimdi değil ama akşam gelecekmiş yanına. Neden sordun bakayım sen babanı? Çok mu özledin yoksa?"diyip kıkırdadı.

"Özledim tabi ki anneciğim! Hem bu ne işiymiş benden önemli olan? Doğru düzgün yanımda da durmadılar. Ömer 'e de küstüm zaten. Oda hiç görünmedi. Benim başıma da abimi diktiniz ve kayboldunuz ortalıktan."diyerek sitemde bulundu.

"Oyy! Sen beni mi özledin bakalım küçük hanım?"diyerek konuşmaya Suat bey de dahil olmuştu. Belli ki Nihal Hanım telefonun hoparlörünü açmıştı.

"Aşk olsun baba! Ben burda yalnızlıktan çatacak adam arıyorum siz evde keyf yapıyorsunuz! Ohh valla! Ne âlâ memleket!"diyip bir sitem de babasına gönderdi.

"Akşam geleceğim kızım! Merak etme! Hem abin yanında değil mi? Niye çatacak adam arıyorsun ki? Abin ne güne duruyor kızım? İstediğin kadar ona çatabilirsin!"diyip kahkahayı basmıştı babası.

"Benden önemli ne işin var bakalım babacığım!"diyip konuyu değiştirdi.

Asya da biliyordu ki Suat bey, söz konusu çocukları olunca- hele de kızı - gözü dönen bir adamdı. Zaten günlerdir kızına yapılan bu saldırıyı kimin yaptığını bulmaya çalışıyordu. Ömer de bu konuda ona destek oluyordu. Ama bunu Asya duyarsa canı sıkılır diye ondan gizli yapıyorlardı. Hele bir o adamları bulsunlar da kızının gönlünü almak kolaydı. Sıkı bir sarılma ve şefkat ile saçlarını okşarsa zaten kızı ona kırgın kalamazdı.

"Senden önemli hiçbir işim yok zaten Asya'm! Ama halletmem gereken bir iki ufak iş beni bekliyordu. Mecburen seni yalnız bıraktım güzel kızım! Ama söz akşam yanına gelicem ve kendimi affettireceğim sana! Hadi ben annene veriyorum telefonu. Benden birşey istiyor musun akşam için?"

"Yok babacığım! Sen gel yeter! Dikkat et kendine olur mu?"

"Tamam güzeller güzelim! Sende kendine dikkat et!"diyip telefonu Nihal Hanım 'a verdi.

"Kızım başka birşey istiyor musun? Bizde çorbayı hazırlayıp çıkıyoruz birazdan."dedi annesi.

"Yok anneciğim! Siz gelin yeter bana!"

"Tamam kızım! Hadi görüşürüz!"diyip kapattı telefonu.

Anlık olarak geçmişe gitti. Mercimek çorbasını neden bu kadar sevdiğini hatırladı. Suat Bey onları yurttan alıp eve gittiklerinde yediği ilk yemekti. Mercimek çorbası... Açlıktan dolayı öyle bir içmişti  ki onu. İçine ekmek bandırarak karnını doyurmuştu. Diğer yemeklere yer kalmamıştı ama o bunu dert etmemişti. Tadı sanki bir zamanlar öz annesinin yaptığı çorbayı anımsatmıştı. Belki de bu yüzden öyle büyük bir iştahla içti çorbayı. Sanki annesiyle hasret giderir gibi...Genç kızı bu düşüncelerden abisinin sesi kurtardı.

"Demek beni başına diktiler ve canın sıkıldı ufaklık! Öyle mi?"diyerek yatağa yaklaştı. Kaşlarını çatıp, ellerini pantolonunun cebine sokmuştu.

"Yaa abii!.. Niye yalnış anlıyorsun ki herşeyi? Ben öyle demek istemedim!.."diyip gözlerini kaçırınca Ali dayanamayıp sıkıca sarıldı kardeşine. Tek istediği onun mutlu olmasıydı.  Ve birazda onunla uğraşıp sinirlendirmek hoşuna gidiyordu.

"Tamam tamam! Asma hemen yüzünü! Takılıyorum sana ufaklık!"diyip saçlarına bir kaç tane öpücük kondurdu.

Abisiyle sarılıp muhabbet ederken kapı tekrar açılmış, bu sefer içeriye Nazlı gelmişti. Ali aynı samimi sarılmayı bu sefer kız arkadaşına yapmıştı. Aradan geçen bir saat sonrasında tekrar kapı aralandı ve beklenen misafirler gelmişti.  Tabi ki yanında verdiği siparişlerle... Asya yatağın içinde biraz daha dik oturup gelenleri yüzündeki kocaman gülümsemeyle karşıladı. Kısa bir hâl hatır sorma faslından sonra Nihal Hanım getirdiği çorbayı derin bir kaseye servis etmeye başladı. Ayşe Sultan da ekmekleri çıkarmıştı. Odanın köşesinde duran tekerlekli servis sehpasının üzerine yerleştirip usulca yatağın yanına yaklaştırdılar. Asya önce çorbaya baktı sonra karşındaki iki kadının yüzünü inceledi. Huzursuz bir şekilde yerinden kıpırdanmaya başlayınca iki kadın aynı anda muzip bir tonda konuştu.

"Söyle hadi söyle!"dediler.

Asya başını omzunun üzerine yatırıp  en masum bakışlarıyla iki kadına da bakıp tekrar kucağında birleşen ellerine indirdi gözlerini.

"Şey!.. Anne!.."dedi çekingen bir sesle.

"Ney kızım?"dedi Nihal Hanım.

"Şey! Çorbayı diyorum! Yan odada içsem olur mu?"diyip bakışlarını iki kadın üzerinde gezdirdi. Ama cevap onlardan değil odayı dolduran tok erkeksi sesten geldi.

"Niye? Bu odanın suyu mu çıktı Maviş?"dedi düz bir ifadeyle.

"Ama abi!.. Ona yemek yapıp getirecek kimse yok ki! Hem o adam benim yüzümden bu halde!"derken başını önüne doğru eğmiş ve sesi son cümlede kısık çıkmıştı.

"Sana kalırsa zaten!.."diyip ellerini saçlarına daldırdı. Sakinleşmek için gözlerini kapatıp derin bir nefes çekti ve devam etti.

"Adamı  nüfusumuza geçireceğiz! Az kaldı!.."dedi daha yumuşak bir sesle.

Ali, kardeşinin o adama yakın olmasını istemiyordu. Çünkü Asya bilmesede Ali biliyordu o adamın yaptığı işleri. Düşmanlarının ne kadar çok olduğunu. Sonuçta meyve veren ağaç taşlanırdı... Değil mi? Bu yüzden kardeşi zarar görsün istemiyordu.

"Ama abi..."derken iki yaşlı kadın sözünü kesti.

"Tabi ki ona da götürebilirsin bu çorbadan! Ama önce sen içeceksin!"dediler.

"Anne!.. Yüz vermeyin bu cadıya bu kadar! İkide bir soluğu zaten o zibidinin yanında alıyor. Zorla getiriyorum bu odaya. Birde gitmesine izin verirseniz hiç çıkmaz ordan!.."diyerek homurdansa da kimse pek takmadı Ali'yi.

"Söz! Bende içeceğim! Ama önce ona götüreyim sonra bende içeceğim!"diyip ikna çabalarına girmişken odanın kapısı bir kere daha açıldı. Bu sefer gelen hastanenin yemeklerini dağıtan görevli kadındı. Yemeği Ali'nin eline verip odayı terkettiğinde Asya göz ucuyla yemeklere baktı ve yüzünü buruşturdu. Gerçekten de yemekler felaket görünüyordu.

"Bak yazık adama! Bu tatsız tuzsuz yemekleri mi yesin şimdi yani?"dedi.

"Adam yeni uyandı Maviş! Tabiki bunları yiyecek! Ne bekliyordu? Çilingir sofrası falan mı?"diyerek Ali yine homurdandı.

"Tamam! Önce ona götüreyim çorbadan, sende burda yemeye başla!"dedi Ayşe Sultan.

"Olmaz!"diye çıkıştı genç kız.

Tüm gözler üzerine şaşkınlıkla dönünce dudaklarını ısırıp açıklama yapmaya çalıştı.

"Yani şey!.. Ben götürürdüm sultanım! Hem durumunu da sorardım..."dediğinde yine Ali duramamış ve söylenmeye başlamıştı.

"Daha kaç dakika oldu acaba o odadan buraya geleli Asya Hanım?"dediğin de bu sefer genç kız kaşlarını çatıp ciddi ciddi cevap verdi.

"Üç saat yirmi beş dakika oldu abi! Bir sorun mu var?"dedi sert bir şekilde.

"Birde üşenmeden dakikaları mı saydın sen?"dediğinde kaşları bu sefer hayretle havalanmıştı.

Niye sürekli sorun çıkarıyordu ki bu adam? Neden o odaya gitmesine bu kadar karşıydı? Yoksa kardeşini mi kıskanıyordu? Bu gergin anı yine iki yaşlı kadın toparlamıştı.

"Tamam! Hadi götür bakalım çorbayı. Soğumadan içsin çocuk!"dedi Nihal Hanım.

"Çocuk?"dedi yine Ali. Kaşları halen hem çatık hemde  havalanmış bir şekildeydi.

"Neresi çocuk onun anne? Kazık kadar adam!.."diyerek devam etti düz bir ifadeyle.

"Alii!"diyerek uyarıcı bir bakış attı iki kadın aynı anda.

"Tamam! Sustum!"diyip hayali bir fermuar çekmişti dudaklarının üzerine.

Asya yavaşça yataktan çıkıp tekerlekli sehpayı kapıya doğru itelerken yardımına Ayşe Sultan  yetişmişti. Yan odanın kapısına kadar gidip geri dönmüştü. Odaya girdiğinde Ali ve Nihal Hanım  birbirine ölümcül bakışlar atıyordu.

"Derdin ne oğlum senin? Niye böyle yapıp kızı üzüyorsun?"dedi öfkeli sesiyle annesi.

"Asıl siz böyle yaparak onun üzülmesine izin veriyorsunuz anne! O ibne kardeşimi üzecek! Ben sadece Asya'yı korumaya çalışıyorum!"demişti.

"Onu bu şekilde koruyamazsın oğlum! Hatta daha çok onun yanında olma isteği doğar içinde! Yapma böyle! Hem sen üzülüyorsun hemde kızı üzüyorsun!"dedi. Sesi daha yumuşak ve genç adamı ikna etmeye çalışır gibiydi.

*****

Asya, usulca kapıyı aralamış içeriye hızlı bir bakış atmıştı. Oda da sadece Asaf ve Faruk değil, Semih ve en yakın adamları olan Çetin ve Samet de  vardı. Yüzüne gülümsemesini yerleştirip içeriye girdiğinde önünde itelemeye çalıştığı sehpayı gören Asaf ve Faruk yerlerin fırlamışlardı. Asaf kapıya daha yakın olduğu için o yardım etmişti. Sehpayı yatağa yaklaştırırken genç kız içeridekilere kısa bir selam vermişti. Tabi bu arada yatağın kenarına da ilişmeyi ihmal etmemişti.

Melih gözlerini kızdan ayıramazken Faruk çorbayı görmüştü.

"Yok artık! Yenge sen toplu katliam yaptırmaya mı niyetlisin?"dedi şaşkın bir şekilde.

"Anlamadım?"diyerek cevap verdi genç kız.

"Çorba diyorum! Katliam çıkar diyorum!"derken bu sefer Melih ve diğerleri çorbayı gördü.

Herkesin bakışları  şaşkın bir şekilde Melih ve çorba arasında mekik dokurken bu sefer Semih devreye girdi.

"Ne yaptın Asya?"derken Çetin ve Samet aynı anda:

"Mercimek mi o ?"dediler.

Genç kız herkesin yüzüne çatık kaşlarla bakarken cevap verdi.

"Evet mercimek çorbası beyler! Tanıştırayım sizi!"dedi sinirli bir şekilde.

Oda da tek konuşmayan kişi Melih idi. Hem şaşkın hemde biraz sinirlenmişti. Daha biraz önce önüne koyulan çorbayı odadan defetmişken şimdi yine karşısında duruyordu. Dalga mı geçiyorlardı onunla?

Asya bakışlarını genç adama çevirmiş, vereceği tepkiyi bekliyordu aslında. Ama karşıdan hiç ses çıkmayınca açıklama ihtiyacı hissetti.

"Ş-şey! Melih!"diyip dudaklarını ısırdı kısa bir an.

Ve işte tamda o anda genç adamın devreler yandı. Birisi 'bu kıza dudaklarını ısırmasını yasaklamalı arkadaş!'  diye düşündü. Mercimek çorbasını bile unutmuş sadece dolgun ve kendinden kırmızı dudaklara takılmıştı. Şeytan diyor ki, yapış şu dudaklara! Nefessiz kalana kadar da bırakma! Şuan dünya yansa umrunda değildi. O derece aklını başından alıyordu genç kızın  dudakları. Ama onu durduran şey birazda odanın kalabalık olmasıydı. Daldığı bu düşüncelerden kızın sesiyle kurtuldu.

"Biliyorum sen bu çorbayı hiç sevmiyormuşsun! Ama bir kere tadına baksan? Hem bu öyle hazır çorbalar yada hastanenin yemekleri gibi tatsız tuzsuz değil ki! Özel tarifle yapıldı."dediğin de yine yüzünde yavru kedi bakışları vardı.

"Peki tamam!"dedi sakin bir sesle.

İşte bu kadar! O bakışlara kim 'hayır' diyebilir ki zaten... Bir dakika! 'Tamam'mı dedi? Nasıl yani? Bu kadar çabuk mu kabul etmişti? Şuan sevinçten ellerini çırpıp yengeç dansı bile yapabilirdi genç kız. Yüzündeki bu şaşkın ifadeyle karşındaki adama bakarken onun sesi yankılandı tekrar odada. Odada diyorum,çünkü bu çabuk kabulleniş herkesi şaşkına uğratmıştı. Kimisi o şokla 'Peki mi?' derken, kimisi de 'Tamam mı?'diyerek genç adamın söylediklerini tekrarlayıp  şaşkınlıklarını dile getirmişlerdi.

"Ama bir şartım var!.."dediğinde kız sanki hipnoza girmiş gibi anında cevap verdi.

"Kabul!"dedi bir çırpıda.

Melih gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken bir yandan da yanaklarının iç kısmına dişlerini geçiriyordu.

"Daha şartımın ne olduğunu bilmiyorsun ama kaktüs!.."dedi sırf ibneliğine(!)

Son kelimeyi duyan kız gözlerini kısarak sert bir şekilde bakış attı karşısındaki adama. Peki Asya bunun altında kalır mıydı?
'Hayır!' dediğinizi duyar gibiyim:))
Tabi ki kalmamıştı bu lafın altında. Anında cevabını yapıştırdı.

"Bir 'dağ ayısı ' ne isteyebilir ki? Kaseyi kafana geçirmemi falan isteyeceksindir  heralde! Büyük bir zevkle yaparım bay ukalâ!"dedi alaycı bir sesle.

Genç adam gelen cevapla birlikte daha fazla kendini tutamamış kahkahayı basmıştı. Genç kız bu gülmeyi hayran hayran izlerken karanlık gözlerin kısılmasını, yanaklarındaki ölünesi çukurlarını ve o muhteşem erkeksi sesin etkisine çoktan girmişti. Bir erkek nasıl böyle güzel gülebilirdi ki? Bu ses tonu ve bu gamzeler sanki her türlü günaha davet gibiydi. Şimdi bu adamı tam da bu gülüşünden öpmek vardı da... Her neyse!..

"Bilemedin bayan çok bilmiş!"derken halan yüzünde piç bir sırıtma vardı.

"Neymiş peki şartın bay kendini çok  beğenmiş?(!)"diyerek laf çarpmaya devam etmişti.

"Bana çorbayı sen içerirsen olur! Yoksa bakmam tadına!"dedi kesin bir ifadeyle.

Bu muydu yani şartı? Bundan kolay ne vardı ki?

"Kabul etmiştim zaten en başından.  Sorun değil!"dedi ve çorbayı önlerine doğru çekti.

Genç adamın aklından bir an ona içirdiği su gelmişti. İçi titremişti hatırlayınca. Dudaklarının sıcaklığını... Nefesinin yakıcı etkisini... Hele de o baş döndüren kokusunu... Sahi neydi bu kızın kokusu? Şeker mi? Yoksa çikolata mıydı? Bunu ona sormayı aklının bir köşesine not ettikten sonra kendisine uzatılan kaşığa doğru eğildi. Dudaklarının arasından ağzının içine doğru akan sıcak çorbanın tadını alırken bir an gözlerini kapatmıştı. Tatsız tuzsuz birşey beklerken bu çorbanın tadı bambaşkaydı. Ağzının içine yayılan tadı tam olarak algılayabilmek için bir kaşık daha içmişti. Halen çözememişti ama bu tadı.

"Ne var bunun içinde?"dedi göz göze gelince.

"Özel bir tarif! Sanırım içinde 'Anne sevgisi' var bolca!"dedi. Bir kaşık daha uzatırken konuşmaya devam etti genç kız.

"Benim en sevdiğim yemek bu diyebilirim! Küçükken annem yapardı. İçine ekmek bandırıp yerdim. Sonra annemi kaybettik. Yıllar sonra tekrar bu lezzeti tattım. Bu sefer de Nihal annem yapmıştı bu çorbayı. Sanırım annemi hatırlattığı için bunun bendeki yeri çok başka."diyip tekrar baktı karanlık gözlere.

Neden bu kadar anlamlı bakıyordu ki bu adam? Bakışlarında bir sürü ifade vardı. Biraz hüzün...Biraz şaşkınlık...Biraz merak...Ama ençok hayranlık vardı sanki...

"O halde bana da ekmekle verir misin?"dedi gözlerini genç kızın  okyanuslarından ayırmadan.

Asya yüzünde kocaman bir gülümseme ile onayladı. Bir parça ekmeği çorbaya bandırıp, boşta kalan elini ekmeğin altına tutarak dökülmesine dikkat edip, genç adamın dudaklarına doğru uzattı. Parmak uçlarına değen dudakların alevden farkı yoktu sanki. İçine işleyen bu sıcaklığı ilk önce kalbinde hissetti. Garip bir şekilde hızlanmıştı atışları. Sonra aynı sıcaklık tüm bedenine yayıldı. Elleri titrerken vücudunun terlediğini hissetti bir an. Gözlerini karanlık bakışlardan hiç ayırmaması onu karanlık kuyulara çekmişti. İçinde kaydolmayı sevdiği karanlık kuyular...Sanki ait olduğu yer orasıydı. Yuvasına kavuşan kuşlar gibi hissetti. Yada araftan cennete düşmüş gibi... Zaman dursa mıydı şuan? Tam da ait olduğu yerde!..

Onları izleyen gözlerin bile varlığını unutmuş gibiydiler. Genç kızın okyanuslarının dalgaları sanki genç adamın karanlık kuyularına doğru akıyordu. Okyanuslar bir kuyuya sığabilir miydi? İşte tamda şuan o okyanus, karanlık bir kuyuya hapsolmuştu. Çırpındıkça boğulduğu,  kurtulmak istedikçe dibe çeken o kuyulara...

Genç adam ise mavinin en güzel tonunu yakalamıştı genç kızın gözlerinde. Öfkelenince koyulaşıp laciverte çalan bu gözler, şimdi sanki okyanusun en berrak rengini andırıyordu. Yada gökyüzünün... Bıraksa şimdi içinde kanat çırpan kuşları, uçsa ya genç kızın uçsuz bucaksız  gökyüzüne... Yada karanlık kuyularından bir merdiven uzatsa aynı  gökyüzüne doğru. Ordan düşse baharı kıskandıran kalbine. Yüreğindeki kuruyan topraklarına da baharı getirir miydi? İçindeki kavrulan çöllerine yağmuru bahşeder miydi? Sahi bu kız her duyguyu nasıl gözlerine yansıtıyordu ki? Yada bunun farkında mıydı?

Kâh ekmekle, kâh kaşıkla koca bir kase çorbayı içirmişti genç adama. Hemde odadaki şaşkın bakışların altında. Annesine söz verdiği gibi artık odasına gitme vakti gelmişti. Sonuçta 'görev tamamdı!'(!)

*****

Asya, odasına döndükten sonra oda çorbasını içmiş ve verilen ilacın etkisiyle biraz uykuya dalabilmişti. Aradan geçen iki saatin ardından uyanan genç kız odada muhabbet eden iki yaşlı kadının sesini duyunca yüzüne bir gülümseme yayılmıştı. Sonra yerinde biraz kıpırdayıp uyandığını belli etti. Bir süre sonra odaya gelen orta yaştaki hemşire burnundan soluyarak kızın yatağına yaklaştı. Rutin kontrollerini yaptıktan sonra kolundaki sargıyı açıp pansuman yapmaya başlamıştı. Kadının bu hali Asya'nın gözünden kaçmamıştı.

"İyi misiniz  Nermin hanım?"dedi kadının yüz hatlarını incelerken.

"İyiyim Asyacığım!"dedi yorgun bir sesle.

"Buradan pek öyle görünmüyor ama! Emin misin bir sorun olmadığına?"dedi meraklı bir şekilde.

"Ne olsun canım? Hastalarla uğraşmak yordu! Herkes senin gibi kuzu kuzu pansuman yaptırmıyor ki! Yan odadaki hasta artık 'illallah!'ettirdi bugün!"derken son cümleyi yakasını silkeleyerek söyledi.

"Melih mi?"dedi bir çırpıda.

"Adı her neyse işte! Adamda resmen katır inadı var tatlım! 'Yaptırmam!' diyor başka birşey demiyor! Ali Bey'in  yakını olmasa ben bilirdim ona yapacağımı da!.. Neyse dua etsin ona!"dedi gözlerinden ateşler saçarak.

Asya, abisinden dolayı hastanedeki bazı hemşireler ve doktorları tanımıştı. Yaşanan bu olay sağolsun (!) Nermin Hanım da onlardan biriydi. Kadının serzenişi genç kızı biraz üzse de kendini kıkırdamaktan alamamıştı. Birisi o 'dağ ayısı' için kendisiyle aynı düşüncedeydi. İnat konusunda... Asya gülmemek için dudaklarını birbirine bastırsa da başarılı olamadı. Dudaklarından kaçan minik kıkırdamalar kadının kaşlarının daha da çatılmasına neden olmuştu.

"Gül tatlım! Gül sen! Öyle bir adamla uğraşmak ne demek bilmiyorsun tabi! Allah sahibine sabır versin!"derken son cümleyi kendi kendine söylüyor gibiydi.

Asya bu isyan dolu cümleleri duyunca daha fazla dayanamayıp kahkahayı basmıştı. Ve gülerken:

"Amin Nermin Hanım! Amin!"demeyi de ihmal etmemişti.

Asya'nın pansumanı yapılırken annesi ve Ayşe Sultan kantine kadar gidip bir hava almak istediklerini söylemişlerdi. Bunu fırsat bilen genç kız yine rahat duramamış yan odaya gidip Nermin Hanım 'ın dediği 'katır inat' lı adama bakmak istemişti. Belki ikna ederdi kim bilir? Odanın kapısına geldiğinde yüzündeki sırıtmayı farkedip düz bir ifadeyle içeriye girmişti. Ama içeriye attığı ilk adımda olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Yatakta yatan genç adamın yanında tabir-i caizse bir afet hemşire vardı. Ve muhtemelen pansuman yapma ayağına adama resmen yumulmuş gibiydi. Her ne hikmetse yemekte dolu olan oda şuan boştu. Nereye gitmişlerse o gereksizler(!) Resmen kan beynine sıçramıştı. Melih böyle bir şeye nasıl izin verirdi? Çünkü uzaktan bakıldığında sanki öpüşüyor gibi duruyorlardı. Boğazını temizler gibi sesler çıkarıp kapıyı sert bir şekilde çarptı. Gözlerinden ateşler saçarak yatağa doğru ilerledi.

"Ne oluyor burda?"dedi öfkeli sesiyle.

İkili birden gelen sese dönmüş ve şaşkın bir şekilde bakmışlardı. Asya ellerini yumruk yapmış genç adamın şaşkın suratına bakarken o yumrukları suratına geçirmeyi çok istemişti. Yada hemşire ayağına sürtüklük eden kıza da olabilirdi. Gergin anı bozan hemşire bozuntusu olmuştu.

"Melih Bey'e pansuman yapıyordum!"diyerek cırlamıştı.

Kızın sesi kulaklarına ulaşınca yüzünü buruşturdu.  Melih ise yine gözlerini genç kızın gözlerine kenetlemiş, genç kızın  duygularını  anlamaya çalışıyordu.

"Bitti mi pansuman?"dedi sert ve soğuk sesiyle.

"Hayır! İzin vermiyor yapmamıza!"dedi oda kızgın çıkan sesiyle.

"İyi! Sen çık! Ben hallederim!"dedi ve öfkeli bakışlarını bu sefer genç adama çevirdi.

"Ama..."derken Asya sözünü kesti.

"Ama'sı yok tatlım! Çık dedim!"derken dişlerini sıkarak konuşuyordu.

Hemşire bir kelime daha etseydi onun o sarı saçlarını eline dolaması an meselesiydi. Kırıta kırıta odadan çıkarken kapının ağzından içeriye bakış atıp son  kez konuştu.

"Birazdan gelip alırım pansuman malzemelerini!"diyip kapıyı çarpıp çıktı.

Asya kızın o ciyaklayan sesini tekrar  duymuş olmanın verdiği anlık sinirle gözlerini kapatıp ağzının içinden homurdandı.

"Hasbinallah!.."diyerek söylenmiş ve gözlerini açıp yatağın yanına ilerledi. Bu sefer öfkesinin muhatabı karşısındaki şaşkın adamdı.

"Derdin ne senin?"dedi öfkeyle gen kız.

"Anlamadım?"diyebildi daha da şaşırarak.

"Derdin ne diyorum! Ne demeye pansuman yatırmıyorsun? Niye uğraştırıyorsun milleti?"derken kolundaki sargıyı açmıştı. Ama hiçte nazik olmayan bir şekilde. Genç adam canı acısa da belli etmemişti.

"Gerek görseydim yaptırırdım!"dedi gözlerini bir an olsun kızdan ayırmadan.

"Buna sen mi karar veriyorsun Melih?"derken yeni sargıyı sarmaya başlamıştı.

"Evet!"dedi düz bir ifadeyle.

"Allah Allah! Hastane çalışanlarını kendi kafana göre kullanamazsın Melih Bey!"derken laciverte çalan maviliklerini genç adamın kuyularına dikmişti.

"Buna sen mi karar veriyorsun Asya Hanım?"derken yüzünde sert ifade değil piç bir sırıtma vardı.

Asya bu ifadeyi görünce sinir kat sayısı tavan yapmıştı. Tartışmaya girmek istemediği için gitmesi gerektiğini biliyordu ama gitmek de istemiyordu.

"Ne halin varsa gör Melih!"diyip kapıya doğru yönelmişti.

Elini kapının koluna koyduğunda arkasından seslenen adamı duydu.

"Yine mi kaçıyorsun kaktüs?"dedi eğlenen sesiyle.

Hayır! Asya bugüne kadar hiç birşeyden kaçmamıştı. Şimdi de kaçmazdı herhalde! Değil mi?

"Kaçmıyorum!"dedi sırtı halen dönükken.

"Ne yapıyorsun peki?"

"Odama gidiyorum dağ ayısı! Sana hesap mı vereceğim?"dediğinde eli halen aynı yerdeyken vücudunu genç adama çevirdi.

"Başladığın işi yarım bırakıp da mı gidiyorsun odana?"

"Sen zaten gerek olmadığını söylemedin mi?"kaşlarını çatarak söyleniyordu.

"Ama ben senin yapmanı istiyorum! Gerisini de yapar mısın?"diyip karanlık kuyularının kapaklarını, okyanusların fırtınasını ağırlamak ister gibi açmıştı.

Bu nasıl bir bakıştır Yarabbi! Koca okyanusları karanlık kuyulara mahkum etmek adalet miydi? Halbuki o kuyuları koca okyanuslarda boğup kaybetmek varken!..
Gözlerindeki fırtınayı sakinleştiren genç kız hipnoza girmiş gibi usulca yatağın yanına gitmişti. Neden bu adamın böyle dokunaklı bakışlarına ve bu kibar söylemlerine yelkenlerini indiriyordu ki? Eline aldığı pansuman malzemeleriyle bu sefer de göğsündeki dikişlerle uğraşıyordu. Yaranın üzerine sürdüğü batikon genç adamın canını acıtınca dudaklarından bir inleme yayılmıştı. Asya duyduğu bu inlemeyle eğilip yarasına üflemişti. Ilık nefesinin değdiği her yeri sanki çölde esen rüzgar gibi yakıp geçmişti. İçini titreten, aklını başından alan kokusu ise iradesini devre dışı bırakmaya yetiyordu.

Aman Yarabbim! Bu kız her hareketleriyle bu adamın tüm ayarlarını alt üst ediyordu.

Asya ise genç adamdan farksız bir durumdaydı. Aynı yoğun duyguları yaşarken titreyen elleriyle işini hızlıca yapıp odayı terketme derdindeydi. Bir kaç dakika sonra işi bitince gözlerini kaçırarak ayaklandı.

"Bitti!"dedi tıpkı elleri gibi titreyen sesiyle.

Genç adamın konuşmasına bile müsade etmeden kapıya ulaştı. Dışarıya çıktığında derin nefes almayı beklerken sert bir şeye çarptı. Faruk...

"Yenge?"dedi kaşları havalanmış ve şaşkın bir şekilde.

"Sakın bir daha 'yenge' deme!.."dediğinde işaret parmağıyla karşındaki adamın göğsünü dürtüyordu.

"Ne oldu ya?.."dediğinde ellerini iki yana açmıştı.

"Bana bak Faruk! Eğer bir daha o sarı sürtük Melih'e yaklaşırsa, beni hiç uğraştırma sık kafana!.."dedi burnundan soluyarak.

Gözlerinin önüne yine odaya girdiğinde gördüğü sahneler gelmişti.

"Anlamadım! Ne oldu iki dakikada?"

"Git abine sor anlatsın!"diyip Faruk'u omzundan iteleyip odasına girdi.

Kapıyı sert bir şekilde çarparken gözleri hızlı bir şekilde odayı taradı. Kimsenin olmamasını fırsat bilip kapının arkasına sırtını verip usulca yere kayarak oturdu. Bir eli göğsünde, deli gibi çarpan kalbini sakinleştirmek ister gibi tutuyordu. Gözlerinde anlayamadığı buğulanma da ona eşlik ediyordu. Aklında yine o bakışlar peydah olunca dudaklarından kulaklarına şu sözleri değmişti:

"Bana öyle bakma gece gözlü adam! Kalbim nerede atacağını şaşırıyor!."

Neydi şimdi bu? Daha önce hiç yaşamadığı bir duyguya isim arıyordu. Bedeninde çarpan minik kalbi, neden o karanlık bakışların etkisine girince, firar etmek isteyen mahkumlar gibi çırpınıyordu. Her gözgöze geldiklerinde vücudunu saran o titreme de neyin nesiydi? En ufak bir tensel temasta alev alan bir beden normal miydi? Peki ya kokusu? Ciğerlerine dolan o muhteşem kahve kokusu sanki her zerresini uyarıyor gibiydi.

Daldığı bu düşüncelerden kurtulmak için başını iki yanına doğru hızla sallayıp usulca oturduğu kapının arkasından kalktı. Yatağına doğru yürürken yine iç sesiyle münakaşaya girmişti.

'Hayır! Hayır! Saçma sapan şeyler düşünme! O sadece senin hayatını kurtardığı için ona karşı minnet duygusu bunlar! Başka birşey olamaz zaten!'diyerek geçirdi içinden...

*****

Evett! Bir bölümün daha sonuna geldik...

Nasıl buldunuz bu bölümü 🙈😍
Az da olsa bir yorum yaparsanız çok sevinirim.😊

Sizce bundan sonra neler olur?

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın canlar 😍😊

SEVİLİYORSUNUZ 😊

Continue Reading

You'll Also Like

4M 115K 73
Lamia: Ayrılık ay dönümümüz kutlu olsun. Mirza: Lamia şaka mısın? Mirza: Sen terkettin beni.
84.6K 1.9K 39
bir gün ansızın babam yanında onlarca siyah takım elbiseli adamlarla gelmişti ben okulu bitirmeyi planlarken o benimle evlilik planları kuruyordu ond...
331K 19.2K 6
Nisa'nın bir iş çıkışı durakta otobüs beklerken eski eşini kanlar içinde görmesi ile hikayeleri tekrardan başlar... Yanlışlıkla olan "tesadüfler" baz...
Atlas By m

Romance

52.9K 4.4K 20
Bir mantık evliliği hikayesi.