'Âb-ı Hayat!..'

1.8K 63 16
                                    


Selam!
Nasılsınız bakalım millet?

Harika bir bölümle yine karşınızdayım.

Ben yazarken çok keyif aldım!
Umarım sizde okurken aynı duyguyla okursunuz!

Her neyse! Lafı daha fazla uzatmayalım ve sizi yeni bölümle başbaşa bırakalım!

KEYİFLİ OKUMALAR

*****

Asya'dan...

Dünyanın başına yıkılması böyle birşey miydi? Yada zamanın durması? Göğsümüzün içinde bizi hayata bağlayan kalp değil miydi? Kalp hasar almadan neden atmakta zorlanır ki? Neden durduk yere sıkışıp kalır ki? Peki ya neden nefesimiz kesilir? Bazen öyle anlar gelir ki insanın kalbi işlevini unutur. Ciğerleri nefes almayı... Beyni tek bir âna takılıp kalır... Öyle bir takılır ki etrafında olup biten herşeye karşı algısını kapatır. Sadece o anı yaşar ve hisseder...

Acı!..

Kulakları sağır eden bu ses neden halen susmuyor ki? Neden bu doktor bozuntuları işlerini düzgün yapmıyor ki?

Pencereye öyle yumruklar atıyordum ki kırılmaması mucizeydi. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum ismini. Belki duyar yada hisseder diye! Gözlerim ise, içimde kopan fırtınaya ev sahipliği yapmış, sağanak yağmurlarını akıtıyordu yanaklarımdan aşağıya...

Allah'ım bu nasıl bir acı? Bu nasıl bir çaresizlik? Bu nasıl bir yıkımdı?
Kolumdaki acıyı bile unutturdu. Sadece onun uyanmasını istiyordum. Bir yandan da hem kendime hemde ona kızıyordum.

"Neden dışarı çıktık ki sanki? İçerde konuşsak olmuyor muydu? Hem sen? Salak herif! Niye kurşunların önüne atlarsın ki? Niye benim için hayatını yok sayıyorsun?.."

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama artık bacaklarım beni taşıyamaz haldeydi. Sırtımı cama dönüp ayaklarımın üstüne usulca çömeldim. Ellerim yumruk haline gelmiş tırnaklarım etime batıyordu. Gözlerimden yaşlar sel olmuş akıyordu. Kulağımda halen o makineden çıkan tiz ses... Ama dilimde aynı haykırış...

"Melih! Gitme!..Gitme!..Gitme!.."

Bir insanın hayatına mâl olmak yaşanabilecek en büyük vicdan azabıydı belki de. Ne kadar zaman geçti bilmem ama birinin beni sarsmasıyla soyutladığım zamandan geri dönmüştüm. Gözlerimdeki ıslaklık görüşümü bozsa da beni kendime getiren kişi Semih'ti.

"Asya kendine gel! Asya duyuyor musun beni? Abim bizi bırakıp gitmedi! Bak halen savaşıyor! Bak kalbi tekrar atmaya başladı. Topla kendini!"

Semih'in söylediklerini idrak etmeye çalışırken birşeyi farketmiştim. O tiz ses artık yoktu. Yerini ritmik bir sese bırakmıştı. Yorgun atan bir kalbin sesiydi bu...
Oturduğum yerden Semih'e sarılmıştım. Sanki bedenim transa geçmiş gibiydi. Bedenim yaprak gibi titrerken dudaklarımdan hep aynı kelimeler dökülüyordu.

"Melih gitmedi! Melih gitmedi!..Melih gitmedi!.."

Sanki konuşmayı unutmuştum. Yada hafızamda sadece bu kelime kalmış. 'Gitmek!..' Sürekli farklı ekler kullanarak aynı kelimeyi telaffuz ediyordum.

"Gitme!.." yada "Gitmedi!.." gibi...

Sahi bu kadar mı korkmuştum? Bu kadar mı endişe ettim onun için? Daha tanışalı kaç gün oldu ki? Yada aramızda, onu kaybetme korkusunun oluşacağı kadar bir samimiyet var mıydı? Kafamda deli sorular!!!

TUTSAK KALPLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin